Giriş
Bu makale, Avrupa Birliği’nin bugününe hakim olan ve ‘zamanın ruhu’nu (zeitgeist) teşkil ettiğini düşündüğümüz popülizmin, sosyal, politik ve ekonomik kaynaklarını ortaya koymaktadır. Çalışma, Avrupa’daki popülist sağın mevcut durumuna ilişkin bir analizle başlamaktadır. Hemen ardından ise; küreselleşme, çokkültürlülük darbesi, finansal kriz, mülteci krizi, İslamofobizm, terör, Avrupa şüpheciliği ve nativizm ile karakterize edilen bir zamanda, popülist politik retoriğin güçlü bir şekilde yerleşmeye başladığı mevcut politik çerçevenin farklı yönlerini ele alacaktır. Bu makale, beş AB ülkesinde (Almanya, Fransa, Yunanistan, İtalya ve Hollanda) mevcut popülist hareketlerin sosyal, ekonomik, politik ve kültürel kaynaklarını sunacaktır. Makale, çağdaş popülizm eylemlerinin detaylı bir incelemesiyle başlayacaktır. CoHERE Projesi popülist retoriğin sosyal ve ekonomik temelini, aslen sosyal, politik ve ekonomik olanın kültürelleştirilmesi tuzağına düşmeden göstermeyi amaçlamaktadır.[1] Makale, aynı zamanda 2019 yılında başlayan ve 2023 yılına değin sürecek olan Avrupa Araştırma Konseyi tarafından fonlanan büyük bir karşılaştırmalı araştırmanın erken literatür araştırmasından da faydalanacaktır.[2]
Avrupa’da Popülist Sağın Mevcut Durumu
Popülist sağ parti ve hareketler, AB üyesi çeşitli ülkelerde belirgin bir güç oluşturmaktadır. Hem radikal sağın hem de sağcı şiddet yanlısı aşırılığın yükselişiyle ilgili hikâyenin merkezinde ise, politikacılar ve seçmenleri arasındaki kopukluk bulunmaktadır. Özellikle sağ popülist partiler, son on yılda aldıkları halk desteğini arttırmışlardır. Bu partilerden bazıları şu şekilde listelenebilir: Macaristan’da Fidesz ve Jobbik Partisi, Hollanda’da Özgürlük Partisi, Danimarka’da Danimarka Halk Partisi, İsveç’te İsveç Demokratları, Fransa’da Front National ve Bloc Identitaire, Belçika’da Vlaams Belang, Finlandiya’da Finler, İtalya’da Lega ve Casa Pound, Avusturya’da Özgürlük Partisi, Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD) ve Die Freiheit[3], İngiliz Savunma Ligi, Britanya Ulusal Partisi, İngiltere’de UKIP, İtalya’da Beş Yıldız Hareketi ve Yunanistan’da Altın Şafak.
Son araştırmalar, bu parti ve hareketlerin artık Avrupa’da kalıcı bir güç olduğunu gösteriyor. Örneğin Avusturya’da, aşırı sağ Özgürlük Partisi, 18-25 yaş arasındaki gençler arasındaki en popüler harekettir; Fransa’da ise Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen’e olan desteğin genç seçmenler arasında daha güçlü olduğu görülüyor. Bu durum, söz konusu parti ve hareketlerin, uzun vadede etkili siyasi aktörler olma potansiyelinin artmış olabileceğini göstermektedir.
Hollanda Özgürlük Partisi, 2010 genel seçimlerinde oyların %15,5’ini almış ve 24 sandalyeyle Hollanda Parlamentosu’nun üçüncü büyük partisi olmuştur. 2008 Avusturya genel seçimlerinde oyların yüzde 17,5’ini alan Özgürlük Partisi’nin, bir rakip olarak gelecek parlamento seçimlerinde SPÖ (Sosyal Demokrat Partisi) ve ÖVP (Halk Partisi) ile eşit düzeyde olduğu bildiriliyor. Bununla beraber, Britanya Ulusal Partisi’nin (BNP) ve UKIP’in (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi) 2000’den fazla üyesinin katıldığı bir ankete göre, son seçim başarısızlığının ve takiben gerçekleşen BNP’nin siyasi çözülmesinin, ırkçı şiddetteki artışın nedenlerinden biri olarak görüldüğü de belirtilmelidir. Popülist sağcıların siyasal sistem tarafından ihanete uğramış hissettiğine ve en azından varsayımsal olarak, beyaz olmayanların ve özellikle Müslümanların saldırısına karşı ‘İngiliz yaşam tarzı’ olarak gördüklerini savunmak için kanunları kendi ellerine almaya hazır olduklarına dair kanıtlar bulunmaktadır (The Spectator, 2012).
Aşırılıkçı popülist hareketlerin son zamanlarda Avrupa’da Kuzey-Güney ayrımına yatırım yaptığı, bunun da aşırı sağ ve sol popülist partilerin farklı söylem ve araçlardan yararlanmasına olanak sağladığı görülüyor. Kuzeydeki finansal kurtarma faaliyetlerini sürdüren varlıklı ülkeler arasındaki gerilimler ve Güney Avrupa’daki zor durumdaki borçlu ülkeler de Avrupa Birliği’nin parasal birliğini yok etmekle tehdit ediyor.
Sağ-kanat popülist partilerin seçimdeki başarıları, gerçekten Avro Bölgesi krizini daha da kötüleştirebilir. Ağustos 2016’dan beri, Avrupa Parlamentosu’nda (EP) sağ popülist partiler kendi siyasi gruplarına sahipler; Parlamentonun 46 üyeli en büyük yedinci siyasi grubu olan Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi Avrupası (EFDD). Avrupa Parlamentosu’ndaki bir diğer sağ-kanat popülist grup ise, Marine Le Pen’in başkanlığını yaptığı 36 üyeli Uluslar ve Özgürlük Avrupası’dır (ENF). Öte yandan, sol-kanat popülist parlamento üyeleri, 52 parlamento üyesiyle Avrupa Birleşik Solu – İskandinav Yeşil Solu Kon-federal Grubu’nu (GUE/NGL) oluşturuyor.[4]
Sosyal, Politik ve Ekonomik Olanın Kültürelleştirilmesi
Bu faktörlerden bazıları; işsizliğin, yoksulluğun, eşitsizliğin ve adaletsizliğin artmasıyla; vatandaşlar ve politika arasındaki uçurumun büyümesiyle ve siyasal büyünün bozulduğu mevcut iklimle ilişkilidir. Örneğin, 2014 baharında, gençlerin işsizlik oranı Yunanistan’da yüzde 62,5, İspanya’da yüzde 56,4, Portekiz’de, yüzde 42,5 ve İtalya’da yüzde 40,5 olarak belirtilmiştir.[5]
Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine gelince; SSCB’nin çöküşünün, uzun bir süre bastırılmış olan ulusal özlemlerin çıkış noktasını, etno-milliyetçi sağ parti ve hareketlerde bulmasına neden olduğunu hatırlamalıyız. Macaristan’da bu tür etno-milliyetçi ilhamlara dayanan JOBBIK Partisi, duruma iyi bir örnektir (Dettke, 2014). 1980’lerden itibaren neo-liberal politikaların uygulamaya konması ise, sosyal ve ekonomik güvensizliğe katkıda bulunmuştur (Mudde, 2007). Bu politikalar, bireylerin mevcut serbest piyasa koşulları çerçevesinde kendi kendileriyle ilgilenmeleri beklentisini ima etmektedir. Bu durum da toplumun, bireylerin sığındığı çok sayıda kültürel, dini ve etnik topluluğa bölünmesine yol açmıştır.
Böylece, oy arayan siyasi partileri içeren iktidar elitleri, ayrımcı söylemleri benimseyerek ve ‘ötekileri’ damgalayarak bu korunma ihtiyacından istifade etmiştir. ‘Medeniyetler çatışması” söyleminin de etno-kültürel ve dinsel açıdan farklı grupların, barışçıl olarak bir arada yaşamasının imkânsız olduğunu iddia eden popülist aşırılıkçı politikacıları meşrulaştırdığı görülmektedir (Kaya, 2012a). Popülist hareketler tüketicilik ideolojisi tarafından da şekillendirilmektedir. Zengin ve yoksul arasındaki uçurumu genişleten tüketim kültürü, insanların korku ve güvensizliklerine katkıda bulunmaktadır. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, Londra’da, İngiltere ve Avrupa’nın diğer büyük şehirlerinde yaşanan ayaklanmalar; ciddi anlamda elverişsizleşen ekonomik ve sosyal inançları, dengesiz tüketimi, hesap verilebilirliğin bozulmasını, kurumlara duyulan güvensizliği ve yirmi yıldan uzun süredir devam eden ciddi devlet başarısızlıklarını yansıtmaktadır (The Guardian, 22 Ağustos 2011).
Temelde sosyal ve politik olan bir sorun, barışı ve sosyal uyumu bozacak şekilde kültürel ve dinsel bir çatışmaya indirgenmektedir (Brown, 2006; Kaya, 2012a). Bu tip söylemlerin popülerliğinin artmasıyla da gruplar arasında mevcut olan etno-kültürel ve dinsel bariyerler derinleşmiştir.
Sonuç olarak, insan haklarının evrensel niteliği; kültürü, etnik kökeni, dini ve medeniyeti, farklı bir geçmişe sahip olanları tanımlamak ve yaftalamak için kullanan görüşlerle değiştirilmektedir.
Çokkültürlülüğe Karşı Tepki: Çeşitlilik İçerisinde Kaybolmak
Popülist parti ve hareketler sıklıkla göç meselesini sömürmekte ve göçü ulusların refahına, sosyal, kültürel ve hatta etnik özelliklerine karşı bir tehdit olarak tasvir etmektedir. Popülist liderler ayrıca işsizlik, şiddet, suç, güvensizlik, uyuşturucu kaçakçılığı ve insan kaçakçılığı gibi toplumda mevcut olan bazı önemli sorunlar için de göçe karşı belirlenen yumuşak yaklaşımı sorumlu tutmaktadır. Bu eğilim, ırkçı, yabancı düşmanı ve alçaltıcı bir retoriğin kullanımı ile de pekiştirilir. ‘Akın’, ‘istila’, ‘baskın’ ve ‘ihlal’ gibi kelimelerin kullanımı bu durumun örneklerinden sadece birkaçıdır. Hollanda’da Geert Wilders, Avusturya’daki Heinz-Christian Strache ve benzeri siyasi figürler, ülkelerindeki göçmenler ve özellikle Müslümanlardan kaynaklanan bir “yabancı sızıntısından” bahsetmişlerdir. Hatta Geert Wilders, Norveç’ten Napoli’ye çocuklar okulda Kuran’ı öğrenirken, annelerinin burka giyerek evde bekleyeceği, modern Avrupa’nın yerini alacak mitolojik bir gelecek kıtası olan Eurabia’nın gerçekleşeceğini bile öngörmüştür (Wossen, 2010).
Bununla birlikte, son zamanlarda kamuoyunun dikkatinin Doğu Avrupalılara yoğunlaştığı da bir gerçektir. Hollanda Özgürlük Partisi tarafından kurulan ‘Orta Doğu ve Doğu Avrupalılara ilişkin şikayetler için web sitesi’ etrafında dönen tartışmalar düşünülebilir; sitede insanlardan, göçmen işçilerle ilgili ‘sıkıntılarıyla’ veya işlerini onlara nasıl kaybettikleriyle ilgili bilgi vermeleri istenmiştir. 22 Şubat 2012’de Dışişleri Bakanı Uri Rosenthal’a yazdığı bir mektupta, Genel Sekreter Thorbjørn Jagland, Hollanda hükümetinden bu web sitesiyle ilgili tutumunu netleştirmesini istemiş ve hükümetin halka açık bir şekilde bu içerikle arasına mesafe koyacağını umduğunu belirtmişti.[6] Hollanda Parlamentosu, Özgürlük Partisi’nin web sitesini kınamak için Mart 2012’de oy kullanmış, ancak 150 sandalyeli ikinci kamarada çoğunluk için PVV’nin 23 meclis üyesinin desteğine ihtiyacı olan hükümet kınamayı reddetmiştir.[7] Bu, Hollanda’nın, hoşgörülü ve göçmen-dostu ülke imajını dönüştüren birçok olaydan sadece birisidir. 10 Nisan 2012’de, Hollanda’daki sağ Özgürlük Partisi tarafından kurulan siteyi yansıtan ve insanları yasadışı göçmenlerin işlediği suçları bildirmeye davet eden bir internet sitesi de Belçika’nın sağcı partisi Vlaams Belang tarafından açılmıştır. Site, insanları sosyal güvenlik sahtekârlığı, karaborsa işleri ve daha ciddi suçlar hakkında isimsiz ihbarda bulunmaya davet etmiştir. Vlaams Belang daha önce Vlaams Blok olarak biliniyordu, ancak 2004’te Belçika Temyiz Mahkemesi ırkçılık karşıtı yasayı ihlal ettiklerini tespit edince, parti ismini değiştirmek zorunda kalmıştır. Vlaams Belang lideri Filip Dewinter, Belçika kentlerinde ‘on binlerce yasadışı göçmen’ bulunması ve onlardan kaynaklanan sorunlar olması gerekçesiyle internet sitesini savunmuştur. Bu türde bir düşünce ve siyasal söylem, korku politikalarıyla yaratılan ‘içerideki düşman’ ile karşı karşıya kalınca halkın desteğini alabilmiştir.
Avrupa kamuoyunun kayda değer bir kısmı, çeşitliliği, Avrupa uluslarının sosyal, kültürel, dinsel ve ekonomik güvenliğine yönelik önemli bir tehdit olarak algılamaktadır. Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi, birçok akademisyen, siyasetçi ve STK tarafından sıklıkla desteklenen çeşitlilik söylemine karşı ciddi şekilde büyüyen bir kızgınlık söz konusudur.
Göçün damgalanması, ‘çokkültürlülüğün ve çeşitliliğin sonu’ olarak bilinen politik bir söylem ortaya çıkarmıştır. Bu söylem, ulusun homojenliğinin tehlikede olduğu ve onarılması için etno-kültürel ve dinsel olarak homojen olan otokton bir grubun parçası olmayanları yabancılaştırmak gerektiği varsayımı üzerine kuruludur.
Çokkültürlülüğün politik ve bilimsel tartışmalarda belirginleşmesinden sonra, bugün, etno-kültürel ve dinsel çeşitliliği barındıracak yeni yollar bulma konusunda tehlikeli bir eğilime tanıklık edebiliyoruz. Gelişmiş çokkültürlü bir toplum olasılığına duyulan inancın azalması, göçmenlerin ev sahibi toplumlara başarılı bir şekilde entegre olması konusundaki tartışmanın niteliğini değiştirmiştir.
Başlangıçta, çokkültürlülük fikri uzlaşma, hoşgörü, saygı, karşılıklı bağımlılık, evrenselcilik ile ilgiliydi ve “kültürler-arası bir topluluk” oluşturması bekleniyordu. Zamanla, otonom kültürel söylemlerle, farklılığı kurumsallaştırmanın bir yolu olarak görülmeye başlandı. Avrupa’da uzun süredir, çokkültürlülüğün sona ermesiyle ilgili bir tartışma mevcut. “Çokkültürlülüğün başarısızlığı” beyanının, sadece popülist sağ partiler için değil, aynı zamanda tüm kıtadaki merkez siyasal partiler için de yaygın bir slogan haline geldiği anlaşılıyor (Kaya, 2010). 2010 ve 2011’de, Almanya Başbakanı Angela Merkel, İngiltere Başbakanı David Cameron ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy çok kültürlülüğü yanlış nedenlerle ciddi bir şekilde bastırmıştır (Kaya, 2012a). Hollanda’daki Özgürlük Partisi’nin lideri Geert Wilders, “kültürümüz İslam kültüründen daha iyi olduğu için [biz Hristiyanlar] gurur duymalıyız” şeklindeki söylemine dair hiçbir özür dilememiştir (Der Spiegel, 11 Eylül 2011). Popülizm, çokkültürlülüğü ulusların ulusallığını ellerinden aldığı ve halkları ayrıştırdığı gerekçesiyle suçlamaktadır. Anton Pelinka (2013: 8) popülizmin bir günah keçisi arayarak küreselleşmiş bir dünyanın karmaşık gerçeklerini nasıl basitleştirdiğini çok iyi bir biçimde açıklar:
Düşman – yabancı, yabancı kültür – ulus devlet kalesine girmeyi çoktan başardığına göre, birilerinin sorumluluğu olmalı. Elitler, kültürel çeşitliliği kabul eden liberal demokratik politikalardan sorumlu, ikincil “ötekileri tanımlayandır”. Giderek daha çoğulcu hale gelen toplumun karmaşalarına yönelik popülist cevap, çokkültürlülük değildir… Sağ-kanat popülizm, çokkültürlülüğü, bir ulusun ulusallığını elinden almak ve bir halkın bütünlüğünü yok etmek için bir reçete olarak görüyor.
Sağ popülistler için cevap basittir. Suçlayacak bazı günah keçileri olmalıdır. Günah keçisi “ötekiler”dir: yabancılar, Yahudiler, Romenler, Müslümanlar, bazen Avrupalı bürokratlar, bazen de sivil toplum kuruluşları. Popülist söylemler kullanan politikacılar mutlaka faydasını görürler. Örneğin, Almanya’da Thilo Sarrazin, 2010 yılında yayınlanan tartışmalı kitabı Deutschland schafft sich ab: Wie wir unser Land aufs Spiel setzen (Almanya Kendisini Yok Ediyor: Ülkemizle Nasıl Kumar Oynuyoruz?) sonrası, fikirleri ve ifadelerine atıfta bulunan birçok sağ popülist web sitesi tarafından, bir halk kahramanı (Volksheld) olarak algılanmıştır. Hatta, yeni kurulan siyasi parti Die Freiheit, Sarrazin’i Berlin’deki seçim kampanyasına dâhil etmeye çalışmış ve Wählen gehen für Thilos Thesen (gidin ve Thilo’nun ifadelerine oy verin) diyerek üzerinde çarpı işareti olan bir cami logosu kullanmıştır.[8] Aşırılıkçı sağ Ulusal Demokratik Partisi (NPD) gibi neo-faşist gruplar da yazarı övmüşlerdir. Sarrazin’in göçle ilgili fikirlerinin NPD’nin programına uygun olduğunu ve Sarrazin gibi kurulu bir sosyal demokrat partiye ait birinin, düşüncelerini daha güçlü ve popüler yaptığını belirtmişlerdir.
PEW Araştırma Merkezi tarafından 2016 baharında yapılan bir ankete göre, birçok Avrupalı, toplumda artan çeşitlilikten rahatsızdır. Farklı ırk, etnik grup ve milletlerden insanların artan sayısı, ülkelerini yaşanacak daha iyi mi yoksa daha kötü bir yer haline mi getirdiği sorusuna, nispeten az kişi iyi yanıtını vermiştir. Yunanistan ve İtalya’da, katılımcıların en azından yarısından fazlası artan çeşitliliğin ülkelerine zarar verdiğini söylerken, Hollanda, Almanya ve Fransa’da yarıdan azı etno-kültürel çeşitlilikten şikâyetçi olduğunu belirtmiştir (PEW, 2016).
Yeni bir İdeoloji Olarak İslamofobi
Bu tip popülist kırılmalar genel olarak göçün, özellikle de İslam’ın güvenlikleştirilmesine (securitizing) ve damgalanmasına (stigmatizing) katkıda bulunuyor. Bu sırada, dil-öğrenimi ve halihazırda Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin kemer sıkma politikaları nedeniyle sıkıntılı olan işgücü piyasasına erişimin arttırılması dâhil, entegrasyonu teşvik eden yapıcı çözümlere ve politikalara olan ilgi de saptırılıyor.
İslamofobik söylem Batı’da, son zamanlarda, anaakım söylem haline gelmiştir (Kaya, 2011; ve Kaya, 2015b). Belirli bir bölgedeki çoğunluk ulusuna ait sosyal grupların, güvensizlik ve sosyal-ekonomik yoksunluktan kaynaklanan sıkıntılarını; aslen İslam tehdidiyle ilgili olmayan durumlarda bile; İslamofobi dili yoluyla ifade etme eğiliminde oldukları görülüyor.
Yıllar önce, insanların sosyal ve politik hoşnutsuzluklarının, onları Yahudi karşıtlığına, yabancı düşmanlığına, ırkçılığa, bölgeselliğe, aşırı milliyetçiliğe, faşizme ve kozmopolitanizm karşıtlığına itme ihtimalinin yüksek olduğunu belirten de Seymour Martin Lipset’di (1960). Lipset’in 1950’lere zamanında müdahalesi günümüze aktarılırsa, İslamofobinin de sosyal-ekonomik ve politik bir huzursuzluk içinde olanların aldığı yollardan biri olduğu iddia edilebilir. İslamofobik söylem son on yılda kesinlikle fazlasıyla yankı bulmuş ve genel olarak ifade edilen sıkıntılar gerçekte Müslümanlarla ilgili herhangi bir şeyden kaynaklanmadığı halde, bu söylemin kullanıcıları hem yerel hem de uluslararası topluluklar tarafından duyulmuştur. Başka bir deyişle, dünyanın birçok bölgesinde, sıkıntılı bir durum karşısında suçlanan en popüler günah keçileri Müslümanlar haline gelmiştir. Neredeyse on yıldan fazladır, Müslüman göçmenler ve onların soyundan gelenler, Avrupa toplumları tarafından öncelikle finansal bir yük olarak değerlendirilmiş ve hemen hemen hiçbir zaman ülke için bir fırsat olarak görülmemiştir. Daha ziyade, yasadışılık, suç, şiddet, uyuşturucu bağımlılığı, radikalizm, köktencilik ve çatışma ile ilişkilendirilmiş ve pek çok açıdan olumsuz şekillerde temsil edilmişlerdir (Kaya, 2015b).
On dokuzuncu ve yirminci yüzyılın başlarında, diğer ırkçı ideoloji biçimlerinin Avrupa kimliğinin oluşturulmasında oynadığı rol gibi; çağdaş bir Avrupa kimliğinin inşası da kısmen Müslüman karşıtı bir ırkçılık üzerine inşa edilmiştir. ‘İslamofobi’ terimi, İslam korkusunu doğal ve olması gerektiği gibi varsayarken; ‘İslamofobizm’ bu korkunun, böylesi bir korku veya fobi durumunun üretilmesi ve çoğaltılması konusunda yerleşik çıkarları olanlar tarafından imal edildiğini varsayar.
İslamofobiyi bir tür ideoloji olarak tanımlayarak, İslamofobinin, göçün ve göçmenlerin güvenlikleştirilmesi ve damgalanması süreciyle birlikte iyice görünür hale gelen, bir kültürel ırkçılık biçimi olarak Avrupa’da faaliyet gösterdiğini iddia ediyorum (Kaya, 2015b). Dolayısıyla, bir ideoloji olarak İslamofobizm, çoğunluk toplumunda, sosyal, politik, ekonomik ve yasal güçleri idare etmede; ve bununla ilişkili olarak yükselen eşitsizlik, adaletsizlik, yoksulluk, işsizlik, güvensizlik ve yabancılaşmayı yönetmede başarısız olan politik gruplar tarafından, kendi başarısızlıklarını örtmenin bir yolu olarak, bir tür yanlış bilinç ya da aldatmaca olarak inşa edilmiştir diyebiliriz.
Başka bir deyişle, İslamofobizm, neoliberalizm çağında, riayet ve itaat sağlamak için etno-kültürel ve dinsel sınırları esas alan muhafazakâr siyasi elitler tarafından kullanılan pratik bir sosyal kontrol aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Müslümanlar, tüm olumsuz sosyal olaylardan sorumlu tutulan küresel “günah keçileri” haline gelmiştir.
Bugün Batı’da, bazı kişi ve grupların, Müslümanları daha fazla sosyal güce sahip olarak algıladığı da ileri sürülebilir. ABD’de, Avrupa’da, hatta Rusya’da ve Sovyetler Birliği sonrası ülkelerde, Müslümanların nihayetinde demografik olarak üstün geleceklerine dair büyüyen bir korku söz konusudur.
2006 yılında gerçekleştirilen bir PEW anketi, Batı Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde Müslümanlara dair düşüncelerin oldukça olumsuz olduğunu göstermiştir. ABD ve Birleşik Krallık’ta katılımcıların dörtte biri İslamofobik duygular sergilerken, İspanyolların yarısından fazlası ve Almanların yarısı Müslümanları sevmediklerini söylemiştir; Polonya ve Fransa’da ise Müslümanlara dair olumsuz görüşlere sahip olanlar, sırasıyla yüzde 46 ve yüzde 38 olarak belirlenmiştir. Anket, önyargının büyük ölçüde yaşlı nesiller arasında kendini gösterdiğini ve sınıf temelli olduğunu da ortaya koymuştur. Yani, 50 yaşın üzerinde ve düşük eğitimli kimselerin önyargılı olmaları muhtemeldir.[9] Benzer şekilde, 2007 Dünya Ekonomik Forumu için gerçekleştirilen Nüfus Algıları ve Tutumları Gallup Anketine göre, ABD’de yaşayan her dört kişiden üçü, Müslüman dünyasının Batı ile ilişkilerin iyileştirilmesine kendilerini adamadığına inanmaktadır. Yine aynı ankete göre, İtalya (yüzde 58), Danimarka (yüzde 52) ve İspanya’daki (yüzde 50) katılımcıların yarısı bu görüşe katılmaktadır. Öte yandan Müslüman dünyasının ilişkileri geliştirmeye kararlı olduğunu üçte iki oranıyla (yüzde 64) belirten İsrailliler, olağanüstü bir istisnayı temsil etmektedir. Madalyonun diğer yüzündeki görüntü de çok farklı değildir. Çoğunluğun-Müslüman olduğu ülkeler arasında yapılan bir anket, tüm Orta Doğu ülkelerindeki çoğunlukların Batı’nın Müslüman Dünyası ile ilişkilerini iyileştirme taahhüdüne inanmadığını; bu oranın çoğunluğun Müslüman olduğu Asya ülkelerindeki katılımcılar arasında ise eşit olarak bölündüğünü ortaya koymuştur (WEF, 2008: 21).
Hollanda’da politik söylemlerin sertleşmesine neden olan 11 Eylül saldırıları, 2002’de Pim Fortuyn ve 2004’te Theo van Gogh’a düzenlenen suikastler gibi dramatik olaylar ve göçmen karşıtı gündemlere sahip popülist ve aşırılıkçı partilerin yükselişi, İslam ve kültürel çeşitlilik konularında giderek kutuplaşan bir tartışma ortamına neden olmuştur (Carr, 2006). Benzer bir şekilde, ev sahibi toplum ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerin çok sınırlı olduğu İsviçre’de, Müslümanlara karşı olumsuz algılar, Aralık 2009’daki minare tartışmalarıyla toplum tarafından açıkça dile getirilmiştir. Müslüman toplumunun cami ve minare inşa etme talebi, çeşitli şehirlerde halkın itirazına yol açmıştır. Minarelerin inşasını yasaklayan 2009 referandumundaki çoğunluk oyu ise, maalesef bu eğilimin istisnai bir örneği değildir (Pfaff-Czarnecka, 2009). İsviçre’nin Minare Referandumunda dikkat çekici olan nokta ise, daha ziyade günlük yaşamında Müslüman toplumu ile herhangi bir etkileşimi olmayan İsviçreli vatandaşların, yeni minare yapılmasına karşı çıkma eğiliminde olmuş olmalarıdır. Öte yandan, düzenli olarak Müslümanlarla etkileşime girenler sandığa gitmemiş ve konuya ilgisiz kalmıştır. Bana göre, İsviçre vatandaşlarının çoğul tepkisi, kalifiye Almanların artan göçü ve yerel ölçekte karşılaşılan diğer politik ve ekonomik sorunlarla, muhtemelen ağırlaşan küresel mali krize karşı duyulan korkudan kaynaklanmıştır (Pfaff-Czarnecka, 2009).
Bu makale iki bölümden oluşmaktadır. Makalenin ikinci bölümü yarın yayınlanacaktır.
*Görüş gazetesi, farklı disiplinlerden, farklı görüş ve iceriklere açık bir platformdur. Makaleler Görüş gazetesinin editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölümü öğretim üyesidir. 2011 yılı itibariyle Avrupa Birliği Komisyonu tarafından Jean Monnet Profesörü olarak ödüllendirilmiştir. Kaya halihazırda, 2019 yılında başlayan ve 2023 yılı sonuna kadar sürecek olan Avrupa’da gençler arasında yükselen radikalleşme konulu bir Avrupa Araştırma Konseyi çalışması yürütmektedir (ERC Advanced Grant). 2016-2017 Akademik yılında Floransa’da bulunan European University Institute içinde Jean Monnet Fellow olarak araştırmalarını yürüten Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ hareketler ve Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler konusunda araştırmalarını yürüten Kaya’nın, diyasporalar, kimlik, uluslararası göç, etnisite, milliyetçilik, çokkültürcülük, yurttaşlık, ulusaşırı alan, mülteciler, popülizm ve sürdürülebilir kalkınma gibi konular hakkında kitap, makale ve tercümeleri vardır.
Kaya, 2016-2017 yılında Foransa’daki European University Institute’da çalışmalarını yürütürken aynı dönemde New York University Floransa Kampüsünde misafir öğretim üyesi olarak dersler vermiştir; 2013 Yılında Aziz Nesin Profesörü olarak Almanya’da Viadrina Avrupa Üniversitesi’nde ve 2011 yılında da Willy Brandt Profesörü olarak İsveç’te Malmö Üniversitesi’nde araştırmalarına devam etmiş ve dersler vermiştir.
Kaya, aynı zamanda, Populism and Heritage in Europe: Lost in Diversity and Unity (London: Routledge, 2019); Populism in European Memory (London: Routledge, 2019, Chiara de Cesari ile ortak derleme kitap); Turkish Origin Migrants and Their Descendants: Hyphenated Identities in Transnational Space (Palgrave, 2018); Europeanization and Tolerance in Turkey: The Myth of Toleration (London: Palgrave, 2013); Islam, Migration and Integration: The Age of Securitization (Londra: Palgrave, 2012); Sicher in Kreuzberg: Constructing Diasporas (Bielefeld: transcript verlag, 2001); Berlin’deki Küçük İstanbul (İstanbul: Büke Yayınları, 2000), Ferhat kentel ile birlikte ve Euro-Türkler: Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinde Köprü mü Engel mi? (Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005; İngilizce baskısı CEPS Brüksel, 2005) ve Ferhat Kentel ile Belçika-Türkleri (King Baudouin Vakfı, 2008) adlı dört kitap kaleme almıştır.. Kaya’nın, Murt Erdoğan ile derlediği 14. Yüzyıldan Günümüze Türkiye’ye Göçler (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015), merhum Emre Işık ve diğerleri ile birlikte kaleme aldığı Günümüz Türkiyesi’nde Göçler (İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2008), Bahar Şahin ile derlediği Kökler ve Yollar: Türkiye’de Göç Süreçleri (Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007), Turgut Tarhanlı ile birlikte derlediği Türkiye’de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları (Istanbul: TESEV Yayınları, 2005) adlı bir derleme kitabı, Günay Göksu Özdoğan ile birlikte derlediği Uluslararası İlişkilerde Sınır Tanımayan Sorunlar (İstanbul: Bağlam Yayınları, 2004) adlı bir diğer kitap derlemesi ile birlikte Emre Işık ile birlikte derlediği Toplumbilim Dergisi Kütürel Çalışmalar Özel Sayısı (Sayı 14, Ekim 2000) şeklinde bir dergi derlemesi mevcuttur. Ayrıca, Friedrik Barth, Etnik Gruplar ve Sınırları (İstanbul: Bağlam Yayınları, 2000: Seda Gürkân ile birlikte) ve T.H. Marshall ve Tom Bottomore, Toplumsal Sınıflar ve Yurttaşlık (Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006) şeklinde iki çeviri kitap yayınlamıştır.
Kaya, 2003 yılı Sosyal Bilimler Derneği Araştırma ödülü ile 2005 yılı Türkiye Bilimler Akademisi Ödülüne layık görülmüştür. Kaya, Bilim Akademisi üyesidir.
Dipnotlar
[1] CoHERE rumuzuyla bilinen ve “Eleştirel Miras: Avrupa’da kimliklerin gerçekleştirilmesi ve temsil edilmesi” şeklindeki başlığa sahip olan Ufuk 2020 Projesi, Avrupa’da kimliklerin yer, tarih, gelenek ve aidiyet fikirlerine bağlanan miras temsilleri ve performansları aracılığıyla nasıl inşa edildiğini araştırmıştır. Projede, kültür politikasından müze sergilerine, miras yorumundan okul müfredatına, politik söylemlerden müzik ve dans performanslarına, yemek ve mutfaktan, ritüel ve protestolara dek uzanan bir dizi gösterim ve performans araştırılmıştır. Araştırma internet sitesi için bkz. https://research.ncl.ac.uk/cohere/.
[2] Islam-ophob-ism rumuzuyla bilinen ERC AdG 785934 Numaralı araştırma projesi 2019 yılında başlayıp 2023 yılı sonuna kadar sürecektir. Araştırmada, Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda’da yaşayan yerli ve Müslüman kökenli AB vatandaşı gençlerin farklı kültürel repertuarları kullanarak küreselleşmenin tehditlerine nasıl karşılık verdiğini anlamaya çalışmaktadır. Araştırma hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz., https://bpy.bilgi.edu.tr
[3] Die Freiheit (Bürgerrechtspartei für mehr Freiheit und Demokratie) 2011 yılında Bavyera’da kuruldu. Parti, Eylül 2013’te eski üyelerinin 2/3’ünü AfD’ye kaybetti. Kurulduktan kısa bir süre sonra, küçülmeye ve üyelerini AfD’ye kaybetmeye başladı. Partinin kurucusu Rene Stadtkewitz, parti üyelerini AfD’ye üyelikleri konusunda destekledi. 2016’nın başlarında, partinin 500’den az üyesi vardı.
[4] Parlamentoda temsil edilen siyasi grupların ayrıntılı bir haritası için Avrupa Parlamentosu’nun resmi web sitesi; http://www.europarl.europa.eu/meps/en/hemicycle.html, 30 Ağustos 2016 tarihinde erişildi.
[5] Bknz. http://www.statista.com/statistics/266228/youth-unemployment-rate-in-eu-countries/. Eylül 2016 itibariyle, bu ülkelerdeki işsizlik oranlarında önemli bir iyileşme olduğu gerçeği de belirtilmelidir: Yunanistan’da yüzde 50,4, İspanya’da yüzde 43,9, İtalya’da yüzde 36,9 ve Portekiz yüzde 28,6.
[6] Basın açıklaması 22 Şubat 2012.
[7] Euractiv, “Belgian far-right emulates the Dutch xenophobic website”, 11 Nisan 2012.
[8] Bknz: http://www.morgenpost.de/politik/inland/article105070241/Pro-Deutschland-ueberklebt-Sarrazin-Plakate.html
[9] İslamofobi ile ilgili anketlerin veri seti için bkz. http://pewresearch.org/; http://people-press.org; bu bulguların ayrıntılı bir analizi için bkz. http://www.guardian.co.uk/world/2008/sep/18/islam.religion. Ayrıca, İslamofobi İzleme sitesi, ülkelerdeki ırkçı olayların kaydını takip etmek için ziyaret edilebilir: ttp://www.islamophobia-watch.com/islamophobia-watch/category/anti-muslim-violence (giriş tarihi 16 Ağustos 2016).