Martin Eden, bir romanın adıdır. Romanın yazarı, Jack London. Martin Eden, büyük ölçüde yaratıcısı Jack London’ın kendisidir. Ama, Jack London ile Martin Eden arasında son derece temel farklılıklar mevcuttur. Jack London, otobiyografik bir roman yazarken neden yarattığı karakterle kendisi arasında son derece önemli felsefi mesafeler yaratmıştır?
Martin Eden’ı kısaca tanıyalım.
Martin’in yaşamında Herbert Spencer son derece önemli bir yerdedir. Spencer’ın kim olduğunu bilmeden Martin’i anlamak mümkün değildir.
Spencer, bir biyologdur. Bir biyolog sosyolojinin bilinen isimlerinden biri haline nasıl gelir? Biyoloji bilgileriniz evrim teorisinden önemli ölçüde besleniyorsa, toplumsal yaşama da evrim teorisi penceresinden bakıyorsanız, biyoloji ile sosyoloji arasında güçlü bağlar kurabilirsiniz. Martin, bir Spencer hayranıdır. Hayata bireycilik cephesinden bakan bir işçi sınıfı üyesidir. Bu, oldukça çarpıcı bir sosyal resim!
Spencer, evrim teorisi etkisi altında biyolojiye ve oradan da sosyolojiye uzanırken liberal iktisadın bir bacağının felsefesini etkilemiştir. Milton Friedman, Ayn Rand, Margaret Thatcher, Ronald Reagan gibi isimler Spencer’dan ilham almıştır.
Spencer, “doğal seleksiyon” kuramını sosyolojide bir felsefeye dönüştürmüştür. Uyum gösterenler yaşasın, gösteremeyenler ise başının çaresine bakabiliyorsa baksın. İngilizce ifadesiyle, “survival of the fittest” prensibi Spencer’ın yarattığı bir kavramdır.
Martin’in Spencer’a dayanan yaşam felsefesine dair bir ipucu verdikten sonra romanın kritik noktalarına dokunalım. Romanın içindeki felsefeyi anlamlandırmak için o kritik noktalara ihtiyacımız var. Fakat, romanın içindeki felsefi olguların hangi amaçla kullanıldığı konusunda anlaşılmamış bir şeyler var. Neyin kimler tarafından anlaşılamadığı bilgisi aşağıdaki satırlara kalsın.
İşçi sınıfından gelen Martin, burjuvaziden gelen Ruth ile tanışır. Kıza âşık olur. Ruth, bir edebiyat öğrencisidir ve kendisinden üç yaş büyüktür. Martin, Ruth ile sohbet etmek ve O’nun dünyasında yer alabilmek için çabalar. Bu amaçla, O’nun kültür seviyesine ulaşma zorunluluğu hisseder. İçindeki tutkulu, coşkulu âşk Ruth’un dünyasına girmek için Ruth gibi olmaya iter Martin’i.
Martin kütüphanelere dadanır. Az uykuyla, durmadan, dinlenmeden okumaya, çalışmaya başlar. Bakkala, manava, en temel ihtiyaçları için alışveriş yaptığı herkese borçludur. Ruth ile ara ara görüşmekte, Ruth’tan edebiyatla, kitap okumakla ilgili tavsiyeler almaktadır. Kullandığı İngilizce berbattır. Ruth, sürekli İngilizce’sini düzeltmektedir.
Ruth’un, hayatına hiçbir erkek girmemiştir henüz. Bir uyanış yaşaması gerekmektedir. Bu uyanışı arzu eden Ruth’un annesi ve babasıdır. Bir âşk yaşamamak kaydıyla, Ruth’un Martin ile vakit geçirmesinden mutludur anne ve baba. Martin, kendileri gibi burjuva sınıfından değildir. Dolayısıyla Martin, Ruth’a uygun değildir. Ama, sadece karşı cinsten olması nedeniyle Ruth’u kendi sınıfından damat adaylarına yöneltecek bir uyanışa sebep olabilir. Ruth’un annesi ve babasının Martin’e kendilerince biçtikleri rol budur.
Sürekli gittiği kütüphanedeki kütüphanecinin de yardımlarıyla ve Ruth’un diline yaptığı katkılarla okumaları derinleşir Martin’in. Zaman içinde, okuduklarını Ruth ile tartışır hale gelmiştir. Başkalaşır, değişir, gelişir. Aklına yazma fikri düşer ve yazmaya başlar.
Martin’deki gelişim, Ruth’un dünyasında da duygu değişimlerine neden olur. Paylaştıkları, konuştukları arttıkça yakınlaşırlar. Âşkın ilk kıvılcımları düşmeye başlar Ruth’un içine de.
Martin, durmadan okurken, artık yazdıklarını dergilere göndermeye başlamıştır. Ancak, dergilerden bir türlü cevap gelmez. Yazmak, aynı zamanda geçinmenin de bir yolu olsun ister. Fakat, olumsuz maddi koşullara dayanamayıp bir çamaşırhanede çalışmak zorunda kalacaktır. Canı sıkkındır. Kendisini Ruth’un dünyasında derinleştirecek hayatı bir türlü kuramamaktadır. Kıza çok âşıktır. Ruth’ta derinleşmenin yolu entelektüel gelişimdir ama diğer yandan yaşamak için paraya ihtiyacı vardır. Yine de dayanamaz içinde bulunduğu koşullara ve bırakır çamaşırhanedeki işi. Yazmaya geri döner.
Ruth’un ailesi, O’nun Martin ile arkadaşlığından memnun değildir artık. Kaçınılmaz gerçekleşmiş ve Ruth da Martin’e kapılmıştır sonunda. Aile, bu gelişmeyi hisseder. Ruth da Martin’den vazgeçmek zorunda kalmak istememektedir.
Martin, düzenli bir iş bulmalı ve çalışmalıdır. Bellidir ki yazarlıktan para kazanamayacaktır. Ruth’un ailesini Martin ile beraberliği ve olası bir evliliği konusunda ikna etmenin yolu Martin’e bulunacak düzgün bir iştir. Ruth’un ailesi için maddiyatın ve burjuva çevrelerinde Martin’in nasıl bir damat olduğunu anlatmanın önemi büyüktür.
Martin inatla yazmaya devam eder. Kendisine dayatılmaya çalışılan bir hayatı istememektedir. Ruth ve ailesinin ve hatta kendi kız kardeşinin “düzgün iş” diye anlattıkları şey ile uzaktan yakından alâkası yoktur. O, yazmak istemektedir. Kalbi yazar olmak için çarpmaktadır.
Ruth’un babası Martin’i sosyalist olmakla suçlar adeta. O ise, ısrarla bireyci olduğunu anlatır. Ruth’un ailesi Martin’i küçük görmekte ve aşağılamaktadır.
Ruth’un ailesinin verdiği bir davette, burjuva sınıfının konuşmalarına tanıklık eder Martin. Hiç de düşündüğü, tahayyül ettiği gibi değildir burjuva sınıfının insanları. Onların ne kadar boş ya da dolu olduğunu anlayabilecek kültür ve bilgi düzeyindedir artık. Burjuva dünyasının içindekileri hep çok bilgili ve dolu insanlar olarak hayal etmiştir. Kütüphanelerinde yer alan kitapların okunmadığını, okunsa da o kitaplardan hiçbir şey öğrenemediklerini anlar. Duvarlarda asılı resimlerin, odalarındaki piyanoların birer gösteriş aracı olduğunu keşfeder.
Martin’in yazıları zaman içinde bazı dergiler tarafından ilgi görmeye başlamıştır. Ufak ödemeler de eklenmiştir bu ilgiye. Ödemeler cüzi düzeydedir. Martin, zaman zaman alacaklarını zorla almak durumunda dahi kalır.
Ruth yoktur artık hayatında. Martin’in yazmakla ilgili inadını kıramamış, ailesinin arzu ettiği düzgün bir işe yönlendirememiştir kendisini. Martin’i bu şartlarda ailesine sokabilmesi mümkün değildir. İzdivaç, sınıfsal nedenlerle imkânsızdır.
Brissenden, can dostudur Martin’in. Bir sosyalisttir. Martin, Brissenden ile işçi sınıfı toplantılarına katılır. Oradaki insanlarla felsefe tartışır, tarih konuşur. Brissenden, Martin’i sosyalist yapmaya çalışır. Ama Martin, Spencer’ın etkisi altındadır. Bireycidir ve sosyalist olması söz konusu olamaz. Ancak, Ruth’un ailesi de dâhil çoğu kişi kendisini sosyalist olarak algılamıştır. Brissenden ile katıldığı bir toplantıda kürsüye çıkıp bir konuşma yapmış ve ertesi gün bir gazeteye sosyalist damgası yiyerek manşet olmuştur.
Martin’in hayatı zorluklar içindeyken yazıları giderek daha fazla basılmaya başlar. Yiyecek alışverişi için takım elbisesini rehin veren, yazı yazmak için daktilo kiralamak zorunda kalan, alacağı olan 30-40 Dolar’ın günlerce peşinde koşan ama yine de yazılarının karşılığında tahsilat yapamayan Martin için hayat değişmek üzeredir. Düzenli bir iş bulmadığı, bulmaya dahi çalışmadığı için herkes kendisinin perişan bir hayat yaşayacağına ikna olmuştur ve suratına bakan dahi kalmamıştır. Tam da Martin’in hayatı büyük bir değişimin biraz öncesindeyken.
Martin artık yalnız kalmış, yeni insanlarla tanışmak dahi istemeyen bir insana dönüşmüştür. Düş ve kalp kırıkları vardır; kızgındır. O kadar çok kitap okumuş, o kadar çok şey öğrenmiştir ki, zaman içinde kendisinden bir yazar yaratabilmiştir. Ruth ile yaptığı çalışmalarla konuştuğu dili düzeltmekle başlayan süreç artık bambaşka bir noktadadır. Öğrendikçe, geliştikçe etrafında konuşabileceği insanlar azalmış ve yalnızlaşmıştır.
Brissenden intihar eder. Arkasında, “Fani” adında bir şiir bırakır. Martin, şiiri “The Parthenon” adlı dergiye gönderir. Şiir, ses getirir. The Parthenon, 350 Dolar’lık bir çek verir. Martin, arkadaşı artık hayatta olmadığı için çekin bedelini Brissenden’in ailesine teslim edilmek üzere Brissenden’in avukatına verir. Brissenden’den yaşarken aldığı 100 Dolar’lık borç için bir senet imzalayıp avukata iletir. Maddi zorluklarına rağmen böylesine de dürüsttür.
Brissenden’in ölümünden bir süre sonra Martin’in bahtı açılır. Yazdıkları, eleştirmenlerden beğeniler almaya başlar. Eserleri, dergilerde art arda basılır. Bu yayınların karşılığında çekler yağmaya başlar. 30-40 Dolar’ın peşine düşmek zorunda kalan Martin binlerce Dolar’ın sahibidir artık. Bilinen, tanınan bir yazara dönüşür. Hikâyelerinin cüretkârlığı ve alışılmadık samimiliği, burjuva ahlakına ve önyargılarına indirilmiş şiddetli bir darbedir. Ancak, kitaplarını alan ve kesesine para akıtan kesim de ilginçtir ki burjuvadır. Onların, yazdıklarını anlayıp anlamadıklarından şüphe duyar. Ortada böylesine çelişkili bir durum vardır.
Açken ve “düzgün bir işi” yokken kendisine sırt çevirenler Martin’i yemeklere davet etmeye başlar. Artık yüzbinlerce Dolar’ı vardır Martin’in. Kendisini boş gezenin teki olarak görenler başarısını alkışlamaktadır. Fakat, yazarlık başarısını değil. Bugün sahip olduğu parayı boş gezdiği düşünülen zamanlarda yazdıklarından kazanmaktadır. Bugünkü para, bugün kazanılmamaktadır. Geçmişten gelen birikimli bir çabanın sonucudur.
Değişen nedir? Hiçbir şey. Martin, aynı Martin’dir. Bir zamanlar yüksek mevkilerde gördüğü insanlara, kitaplara hiç bulaşmayıp içinden çıktığı sınıftan insanlarla hayatını devam ettirse toplam mutluluğunun çok daha fazla olacağını düşünmektedir. Ruth, kendisini çok sevmiştir ama yazarlıktan para kazanamayacağı için terk etmiştir. Şimdi, ailesiyle akşam yemeklerine davet etmektedir kendisini. Oysa, kendi sınıfından Lizzie, herkesin kendisine boş gezenin teki olarak baktığı günlerde de âşıktır Martin’e, şimdi de.
“Ben açken neredeydiniz” sorusunu çıkaramaz aklından Martin. Ruth, yeniden başlamak ister. Burjuva dünyasının değer verdiği her şeyi ve hatta annesini ve babasını dahi terk edeceğini söyler. Martin, ısrarla “ben ne idiysem, yine O’yum” der; isyan halindedir.
Martin, yazmayı bırakır. Uyumaya başlar. Artık hiçbir şey çalışmaz, okumaz. Bir gemi gezisine çıkar. Hayatta yapmak istedikleriyle iç dünyasındaki mutluluğu aynı anda yaşayamamanın acısı ve hayal kırıklığı içindedir. Gemi ile çıktığı gezide kendisini okyanusun derinliklerine bırakarak intihar eder.
Romanın ana hatlarında yukarıda anlattıklarım var. Anlatmayı seçtiklerim elbette bana ait bakış açılarını yansıtıyor. Bu romanda felsefe ve iktisat var.
Martin’in hayatı, Jack London’un hayatıyla paralellikler taşıyor ama tam anlamıyla bir otobiyografi romanı değil. Brissenden, London’ın hayatındaki yazar George Sterling. Roman, “Künstlerroman” adlı türe giriyor. Bir sanatçının olgunlaşması anlatılıyor.
Martin Eden’ı okurken, düşüncelere şu soru eşlik ediyor: Jack London bir sosyalistti. Martin Eden da yarı otobiyografik bir romansa, neden Martin Eden liberalizmin en vahşi türüne köklerini vermiş Spencer’ın felsefesine bağlı bir karakter olarak yaratıldı? Cevabı Jack London, romanını Upton Sinclair’e hediye olarak gönderirken düştüğü notta veriyor. Romanın bireyciliğe ve Nietzsche’nin “üst insan (Übermensch)” fikrine cepheden bir saldırı olduğunu anlatıyor ve ekliyor: “Becerememiş olmalıyım ki hiçbir eleştirmen bunu keşfedememiş”. Romanın sonunda, Martin’in intiharını bireyciliğin yenilgisi olarak okumak mümkün. Ancak!
Martin Eden kim? Martin Eden, bireyci bir işçi sınıfı üyesi. Bir ilişkinin verdiği ilhamla gelişiyor ve büyük aşamalar kaydediyor. Yaşamı sorguluyor. Gelişiminin arkasında Spencer gibi bir biyolog ve sosyolog var, evrim var. Sosyalizm hiç yok.
Nietzsche’nin üst insan kavramı neleri içeriyor? Üst insan, bireyci ve evrim teorisine bağlı. Gelişmeye, ilerlemeye inanıyor ve bu yönüyle, nihilist. Dini, gelişmenin ayak bağı olarak görüyor ve dine inanmıyor. Üst insan, gelişerek çıkabileceği en üst noktaya çıkıyor. Temellerini Nietzsche’nin “Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik (Tragedyanın Doğuşu)” adlı eserinde atıyor, “Also sprach Zarahustra: Ein Buch für Alle und Keinen (Böyle Buyurdu Zerdüşt)” gibi bir başyapıtla kimliğini buluyor.
Kaynaklar: http://www.zeno.org/Philosophie/M/Nietzsche,+Friedrich/Die+Geburt+der+Trag%C3%B6die ve https://www.google.com.tr/books/edition/Thus_Spake_Zarathustra/5IURAAAAYAAJ?hl=en&gbpv=1&pg=PR3&printsec=frontcover
Nietzsche’nin üst insanını biraz daha iktisadın içine yerleştirecek olursak, Joseph Schumpeter’in girişimcisinin adeta Nietzsche’nin üst insanının kopyası olduğunu anlatan makalelerle karşılaşıyoruz.
Nietzsche’nin üst insan kavramına uzanan yolda kendisine 15. yaş gününde teyzesi tarafından verilen bir hediye var: Alexander von Humboldt’un biyografisi. Kitap, Nietzsche’de öğrenme ve kendini geliştirme isteği uyandırıyor.
Martin Eden ile üst insan arasında büyük paralellikler bulunuyor. Üst insanda Nietzsche’nin 15. yaş günü hediyesinin etkisi büyük. Dolayısıyla London, Martin Eden’ı liberal felsefenin bir bacağının çok önemli bir ismine hayran olarak yaratırken sürekli sosyalist olarak algılanabileceği görüş ve tavırlarla donatmış.
Martin Eden’da entelektüel insanın yalnızlığı var. Toplumun değer yargılarında paranın nasıl önemli olduğunun eleştirisi var. Toplumun değer yargılarının çok istediği bir şeyi yapmak isteyen bir insanı içine sokabildiği mutsuzluk var. Bu mutsuzluğun kaynağında burjuva sınıfı tarafından itilme ve kakılma var. Bireyciliğin sonu (intihar) ile arzu ettiğini inatla yapmak isteyen insanın arasındaki ince çizgi var. Tüm bunlar Martin Eden’ın okuyucu nezdinde sosyalist olarak algılanmasına yola açacak kavramlar ve anlatımlar.
Jack London’ın bir sosyalist olduğunu ve Martin Eden’ın Jack London’ın yarı otobiyografik bir roman olduğunu bilmek ve Martin Eden’ın sosyalizme karşı olduğunu ısrarla belirtmesi, okuyucuyu roman boyunca kuşkuyla ve soru işaretleriyle bırakıyor. Şunun da altını çizmek gerekiyor ki Nietzsche sosyalizmi hiç sevmiyordu.
Jack London bu romanı yazdıktan sonra roman üzerine değerlendirmeler yapan eleştirmenlerin hepsi değilse de bazıları Spencer’ın felsefesinden, Nietzsche’nin üst insanından ve yukarıda adı geçen felsefi düşüncelerden ve kavramlardan muhtemelen haberdardı. Fakat, Jack London’ın Mertin Eden karakterinde kendisiyle bağlantılı olarak yarattığı tezatı kimse anlamıyor. Ben de anlamadım. Bu nedenle de romanı sürekli olarak “neden”, “nasıl olur”, “ben mi yanlış anlıyorum” soruları ile okudum.
Jack London’ın hayatımda çok özel bir yeri var. İktisat okumaya karar vermeme sebep olan roman Demir Ökçe’dir. Bölüşüm çerçevesinde sınıf mücadelelerinin bitmeyecek ve tükenmeyecek bir mesele olmasını ortaokul yıllarımda keşfetmek çok keyiflendirmişti beni nedense. Sanırım, çok erken sayılacak yaşta çok büyük bir tarihsel sorunu keşfetmenin keyfi ve gururuydu hissettiğim.
Üniversite yıllarımdan sonra gittiğim Berkeley’de, etrafı keşfetmeye çıktığımda ilk gittiğim yer Oakland’daki Jack London Square olmuştu. Martin Eden da Oakland ve San Francisco’da geçiyor. Jack London da o bölgeden. Kalforniya Üniversitesi’nin Berkeley kampüsünde bir yıllık okul hayatı var. Parasızlıktan devam edemiyor okula.
Martin Eden’da iktisat var, felsefe var. Martin’in Ruth’un babası ve babasının yargıç bir arkadaşıyla sohbetleri tam anlamıyla iktisadın içinde yer alan kavramlarla örülmüş. Martin’in işçi sınıfından insanlarla giriştiği felsefe sohbetleri, okumaya doyulamayacak satırlar sunuyor.
Martin Eden, çok düşünerek, çok sorgulayarak okunan bir roman. Şüphenin getirdiği merakın cezbedici bir yönüyle okunuyor. Ama, Jack London’ın anlatmak istediğini anlamak çok zor. Jack London da becerememiş olduğunu büyük bir olgunlukla kabul ediyor.
Büyük isimlerin büyük tavırları onların büyüklüğüne büyüklük katıyor.
Arda Tunca, 1988 yılında Kabataş Erkek Lisesi’ni ve 1992 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Aynı üniversitede Para ve Bankacılık üzerine yüksek lisansını Dışlama Etkisi başlıklı teziyle tamamladı. 1993 yılında, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde asistan olarak görev yapmaya başladı ve 2 iki yıl akademik çalışmalar yapmak üzere Berkeley, ABD’de bulundu. 1996-1998 arasında AIESEC bursiyeri olarak çok uluslu bir Amerikan firmasında pazar araştırmaları yapmak üzere Cenevre/İsviçre’de göreve başladı. Türkiye’ye döndükten sonra, 1998’de kariyerini finans alanında başlattı. O yıldan itibaren, bankacılık sektörü ve reel sektörde çeşitli kuruluşlarda, farklı kademelerde muhasebe, finans ve bütçe fonksiyonlarında yer aldı. Üstlendiği sorumluluklar, muhasebe, işletme sermayesi ve risk yönetimi, proje finansmanı, uluslararası ticaret finansmanı, finansal yapılanma ve şirket transformasyonu, değişim yönetimi ve finansal planlama alanlarında odaklandı. Çeşitli dergilerde düzenli yazılar yazdı, televizyon programlarında zaman zaman ekonomi yorumları yapmaktadır.