
Bugün sizlerle 20. yüzyılın iki önemli ismi – Frida Kahlo ve Leon Trotsky – arasındaki pek bilinmeyen bir ilişkiye odaklanacağız. Bir sanatçı ve bir devrimcinin hayatlarının kesişimi, dramatik sonuçları ve tüm tarihsel arka planıyla birlikte bir yolculuğa çıkacağız. Gerçekten etkileyici bir hikâye; iki insanın yollarının nasıl kesiştiğini keşfedeceğiz. Amacımız, bu dönemi anlamak, onları birbirine çeken unsurları çözümlemek ve bu ilişki üzerinden dönemin karmaşık atmosferini irdelemek. Bu hikâye, içinde çarpıcı detaylar barındırıyor.
Meksika’ya Varış Ocak 1937. Trotsky ve eşi Natalia, uzun bir sürgün döneminin ardından Meksika’nın Tampico Limanı’na ulaşıyor. Frida Kahlo, gururla onları karşılayan ilk kişi oldu. O gün Diego Rivera – Frida’nın eşi – hastaydı; ancak Trotsky’nin Meksika Devlet Başkanı’ndan siyasi sığınma almasını ayarlayan kişi Rivera’ydı. Trotsky için Meksika’ya gelmek, bir tatil değil, hayatta kalma mücadelesiydi.
1924’te Lenin’in ölümünden sonra Stalin ile yaşanan iktidar mücadelesinde Trotsky yenilmiş, 1929’da önce Komünist Parti’den atılmış, ardından Sovyetler Birliği’nden sürülmüştü. Üstelik Stalin, onu tamamen susturmakta kararlıydı. Yani yıllarca süren tehditlerle dolu, disiplinli ve zorunlu bir sürgün hayatından sonra, Trotsky kendisini Frida ve Diego’nun özgür, sıradışı dünyasında buldu. Bu, kesinlikle bir kültür şoku olmalıydı. Frida Kahlo da o dönemde hiç bilinmeyen biri değildi. Genç yaşta, 18’inde geçirdiği korkunç otobüs kazası, ölümden döndüğü ve sonrasında sanata yönelerek kariyerinin başladığı bir dönüm noktasıydı.
Diego Rivera ile olan evliliği oldukça çalkantılıydı; yoğun bir tutku vardı ama her iki taraf da sürekli olarak birbirini aldatıyordu. Frida, sadece Diego’nun eşi değil, aynı zamanda sanatında Meksika kültürünü, yani Mexicanidad’ı ön plana çıkaran biriydi. Onun eserlerinde ve giydiği geleneksel Tehuana elbiselerinde bu kültürel kökler net bir şekilde görülüyordu. Genç yaşlardan itibaren politikaya da ilgi duymaya başladı ve 1927’den itibaren Meksika Komünist Partisi’nde aktif bir rol üstlendi. Diego’nun ünlü “Arsenal” freskinde bile, silah dağıtan bir devrimci olarak yer almıştır.
Frida için Kaçış, Trotsky için Bir Soluk: Sanat, Siyaset ve Kırılmalar
Kahlo’nun Diego Rivera ile olan evliliği oldukça çalkantılıydı; yoğun bir tutku vardı ama her iki taraf da sürekli olarak birbirini aldatıyordu. Frida, sadece Diego’nun eşi değil, aynı zamanda sanatında Meksika kültürünü, yani Mexicanidad’ı ön plana çıkaran biriydi. Onun eserlerinde ve giydiği geleneksel Tehuana elbiselerinde bu kültürel kökler net bir şekilde görülüyordu. Genç yaşlardan itibaren politikaya da ilgi duymaya başladı ve 1927’den itibaren Meksika Komünist Partisi’nde aktif bir rol üstlendi. Diego’nun ünlü “Arsenal” freskinde bile, silah dağıtan bir devrimci olarak yer almıştır.
Frida için bu ilişki, sürekli fiziksel acısından ve Diego’nun ihanetlerinden bir kaçış olabilir miydi? Bu sorunun yanıtı belirsiz. Trotsky içinse, siyasi baskıdan ve sürekli ölüm tehdidinden uzaklaşarak hayatın renklerini bir an olsun hissetmek anlamına gelebilir. İkili arasında iletişim dili İngilizce’ydi. Trotsky’nin eşi Natalia İngilizce bilmediği için, bu durum aralarında gizli bir ilgi alanı yarattı. Natalia, bu şekilde kendini dışlanmış hissediyordu ve ilişki bir gizli bir karaktere büründü. Frida ve Trotsky’nin gizlice buluştuğu, Frida’nın kardeşi Cristina’nın evinde mektupların saklandığı söyleniyor. İlişki çok uzun sürmedi; kaynaklara göre yalnızca birkaç ay. 1937 Temmuz’u civarında sona erdiği tahmin ediliyor.
Bu kısa ilişki, her iki taraf üzerinde de derin izler bıraktı. Frida’nın sanatsal özgüveni artarken, Diego’nun gölgesinden biraz daha sıyrıldığı söyleniyor. Trotsky ise hayatına bir parça hafiflik katmış gibiydi. Hatta normalde alkol kullanmayan Trotsky, bu dönemde biraz denemiş bile. Bu ilişkinin en belirgin sanatsal yansıması, Frida’nın Trotsky’ye hediye ettiği bir portre oldu: “Aralardaki Perdeler” adlı otoportre. 7 Kasım 1937’de – Trotsky’nin doğum günü ve aynı zamanda Rus Devrimi’nin yıldönümü – ona takdim edildi. Üzerindeki ithaf oldukça net: “Leon Trotsky’ye, tüm sevgimle, 7 Kasım 1937’de San Ángel, Meksika’da – Frida Kahlo.” Resimde Frida, zarif ve kendine güvenen bir şekilde tasvir ediliyor; elinde bir mektup tutuyor.
Sanatsal tarzı, geleneksel Meksika halk sanatına, özellikle de ex-voto (şükran tabloları) geleneğine bir gönderme yapıyor. Bu eser, hem kişisel hem de siyasi bir mesaj taşıyor. André Breton, 1938’de Meksika’yı ziyaret ettiğinde bu tabloya hayran kalmış ve Frida’yı “bütün baştan çıkarma yeteneklerine sahip biri” olarak tanımlamış. Trotsky ise bu tabloyu çalışma odasında sergilemiş; ama 1939’da ev değiştirirken, eşi Natalia’nın isteği üzerine onu yanında götürmemiş.

Siyasal Ayrılık ve Trotsky’nin Trajik Sonu
1939 yılına gelindiğinde, hem Frida hem de Diego, Trotsky’dan uzaklaşarak Stalinizme yöneldiler. Bu durum, Trotsky ile olan dostluklarını sona erdirdi. Aralarındaki siyasi görüş ayrılıkları giderek daha da derinleşti. Trotsky, Diego’yu “çocukça” buluyordu. Bir uzlaşma çabası olsa da, Frida bu girişime yanıt vermedi.
Sonuç olarak, Trotsky, Stalin’in tehdidinden asla kurtulamadı ve dünya sosyalist hareketinde önemli bir kırılma yaşandı: 1940 Mayıs’ında Trotsky’ye yönelik ilk suikast girişimi başarısız oldu – bu saldırıyı, başka bir ünlü muralist(Muralismo) ve Stalinist olan David Alfaro Siqueiros organize etmişti. Frida da bu soruşturmaya dahil edildi; ancak herhangi bir suçlama olmadan serbest bırakıldı.
20 Ağustos 1940’ta Trotsky, İspanyol Komünisti ve NKWD(zamanın sovyet gizli servisi) mensubi Ramón Mercader tarafından evinde, bir buz kıracağıyla saldırıya uğrayarak hayatını kaybetti. Mercader ile Frida’nın 1939’da Paris’te tanışmış olması, olayın ardından Frida’nın yeniden sorgulanmasına neden oldu; fakat yine suçsuz bulunarak serbest bırakıldı.
Trotsky’nin Son Sözleri ve Frida’nın Son Yılları
“Sanırım bu kez başardılar.” Ardından, vasiyetinde komünizme olan sarsılmaz inancını ve ateizmini tekrar ifade etti. Cenazesi, Mexico City sokaklarını on binlerce insanla doldurdu. Bugün Trotsky’nin evi – Frida’nın Casa Azul’una oldukça yakın – bir müze olarak ziyaret ediliyor.
Trotsky’nın ölümünden sonra, Frida’nın politik duruşu daha da netleşti. 1950’lerde sanatı ve bedeni, tam anlamıyla politik bir ifade alanı haline geldi. Örneğin, 1950’de alçı korsesinin üzerine orak-çekiç sembolünü çizdi. 1954’te ise, “Marksizm Hastalara Sağlık Verecek” adlı eserini yarattı. Bu tabloda, Marx’ın desteğiyle iyileşen bir Frida ve Amerikan emperyalizmini boğmaya çalışan bir Marx betimleniyor. “Siyasi mesaj, açık bir şekilde doğrudan ifade edilmiştir. Frida’nın ölümünde ise, tabutu bir orak-çekiç bayrağıyla kaplandı.

Frida Kahlo ve Leon Trotsky, 20. yüzyılın akışına kendi tarzlarıyla damga vurmuş iki önemli figür. Kısa ama derin bir ilişki yaşamış olmaları, o dönemin tutkusunu, çatışmalarını ve bireylerin tarihsel olaylarla nasıl iç içe geçtiğini gözler önüne seriyor. Onların hayat hikâyesi, tarihimizin yalnızca soyut bir kavram olmadığını, aynı zamanda tutkular, inançlar ve acılarla şekillenen bireylerden oluştuğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Meksika’daki León Trotsky Müzesi’nde Sanal Bir Gezi
Bu video Ispanyolca okuyucularimiz icin kisa bir özetini cikardik:
Bu video, Meksika’nın Coyoacán bölgesinde yer alan ve 1940’ta suikasta uğrayan León Trotsky’nin evini tanıtan bir sanal tur sunuyor. Trotsky’nin sürgün yıllarını geçirdiği bu ev, günümüzde bir müze olarak ziyaret edilebiliyor. Müze, Trotsky’nin yaşamına dair eşyaları, çalışma odasını ve suikastın gerçekleştiği alanı içeriyor. Ayrıca, bahçede Trotsky ve eşi Natalia Sedova’nın küllerinin bulunduğu bir anıt mezar da bulunuyor. Video, izleyicilere Trotsky’nin yaşamı, politik mücadelesi ve Meksika’daki son yılları hakkında bilgi veriyor.
Kaynaklar:
- Hayden Herrera, Frida: A Biography of Frida Kahlo, Harper & Row, 1983.
- Leon Trotsky, My Life: An Attempt at an Autobiography, Pathfinder Press, 1970.
- Bertram D. Wolfe, The Fabulous Life of Diego Rivera, Cooper Square Press, 2000.
- Andrea Kettenmann, Frida Kahlo: 1907-1954: Pain and Passion, Taschen, 2003.
- Victor Serge, Memoirs of a Revolutionary, NYRB Classics, 2012.