
Prof. Dr. A.Dinç Alada Türkiye’de iktisat ve felsefe denilince ilk akla gelen isimlerden. Kendisi özellikle belirsizlik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Etik felsefe, epistemoloji ve ontolojinin kapsamını iktisat düşüncesinde inceleyerek özgün fikirler geliştiren Alada, belirsizliğin çok belirgin hissedildiği pandemi süreci için de önemli şeyler söylüyor. Belirsizliğin, iktidarlara otoriterleşme ve güç biriktirme konusunda büyük bir fırsat yarattığının altını çizen Profesör Alada Türkiye akademisinin özgün bir sosyal bilimcisi. Söyleşimizi keyifle okuyacağınızdan eminim.
Ç.B: Felsefe iktisat için neden gereklidir?
Karşı sorum şu olabilir: Hangi iktisat? Heteredoks iktisat mı? Ortodoks iktisat mı? Siyasal iktisat mı? Marx’ın siyasal iktisat eleştirileri mi? Keynes’in felsefe denemeleri mi? Ortodoks iktisadın ve eski siyasal iktisadın kurguladığı temel varsayımlarıyla felsefe diye bir dertleri bulunmuyor. Adam Smith bile gençliğinde önemli felsefî yazılar kaleme almış olmasına rağmen Milletlerin Zenginliği’nde siyasal iktisada adım attığında felsefesini bir tarafa bırakabiliyor. Kaybolmuyor felsefesi ama özellikle eserinin 1. Bölümünde zorunlu olarak benimsediği akılcı davranış varsayımı nedeniyle dışarıda tutuluyor. Siyasal iktisadın ve iktisat bilimin (economics) temel varsayımları ya da kuralları – bunların içinde en önemlisi geleceğe dair bilginin tam olduğu varsayımıdır – felsefenin içeri sızmasına bir engel oluşturuyor. Dolayısıyla, kanımca iktisat bilimine ya da siyasal iktisadın varsayımlarına eleştirel bakmaya başlanıldığında, adım adım metodoloji, etik, epistemoloji ve ontoloji boyutları ile felsefe sosyal bilime destek çıkmaya başlar.
Ç.B: Yazılarınızda sık sık “Adam Smith’le yüzleştik mi?”, “Marx’ı tartışabildik mi?” şeklinde sorular soruyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz bu sorularla?
Düşünürleri kategorize etmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Smith’le yüzleşmek, onu, sonu gelmez bir şekilde ‘görünmez el’ metaforuna hapsederek, liberal etiketini yapıştırarak gerçekleştirilemez. Smith’in Kant gibi, Spinoza gibi bir düşünür olduğunu kabulleniyor muyuz? Marx da kategorize ediliyor. Onun örneğin siyasal iktisada geçişi, kavramlarını geliştirmesi, felsefesini bu bilimi eleştirmek için harekete geçirmesi bir süreç içinde gerçekleşiyor. Referansları var. Kapital’in dipnotlarını dikkatle inceleyin. Yüzlerce referansla kavramlarını geliştiriyor. Böylece herkesin Marx’ı aynı olmuyor. O zaman tartışmak gerekiyor Marx’ı. Örneğin ünlü 11. Tezi Marx mı ilk kez dile getirmiştir? Leszek Kolakowski, Main Currents of Marxism [New York: Oxford University Press, 1989, C.1, s. 88] adlı kitabında 11. Tez’in [“Filozoflar dünyayı yalnızca farklı biçimlerde yorumlamışlardır, esas olan onu değiştirmektir”] fikir babasının Kont August Cieszkowski olduğunu ve Marx’ın bunu devralıp kullandığını kaynakları ile iddia ediyor. Şimdi Marx’ı tartışmayacak mıyız? Araştıracağız gerçekten Cieszkowski bu önermeyi ne zaman, nerede, hangi bağlamda yazmış. Marx bunu hangi tarihte dillendirmiş, incelemek gerekiyor.

Ç.B: Bir makalenizde İbn-i Sina’nın “bildim ve anladım ki hiçbir şey bilinmemiş ve anlaşılmamıştır” sözünden yola çıkarak Cusalı Nicholas’ın “Bilge Bilgisizlik” (De Docta Ignorinta, 1440) eserini gündeme getiriyorsunuz. Bu eser ve onun fikir öncülerinden İbn-i Sina’nın ifadeleri neden önemli size göre? Buraya “tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” diyen Sokrates’in bakış açısını da ekleyebiliriz.
Cusalı Nicholas bazı yazarlara göre Rönesans felsefesinin kapısını açan düşünürlerin başında geliyor. Sayısız referansıyla, öncü düşünürleri devreye sokarak ki bunların içinde İbn – i Sina da bulunuyor, epistemolojik bir sorunu negatif teoloji ile birleştirerek çığır açıyor. Bilginin değil bilgisizliğin öğrenmenin temeli olduğu düşüncesini, Tanrı’nın mutlak niteliklerini tasdik ve ifade eden pozitif teoloji yerine, Tanrı’ya atfedilen bütün sıfatları olumsuzlayan ve askıya alan, Tanrısallığın yalnızca, tüm yüklemlerin dışında var olan olarak varsayıldığı negatif teoloji vasıtasıyla ele almıştır. Günümüze ışık tutması açısından Hilmi Ziya Ülken’in de bu yönleri ile öne çıkardığı Cusalı Nicholas’ın önemi, teolojiyi yeniden yorumlayarak, felsefe aracılığıyla, kesinliğin bilimlerde reddine kapı açmasıdır.
Prof.Dr. A. Dinç Alada Kimdir?

1957 yılında İstanbul’da doğdu. 1980 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. 1984 – 2009; 2014 – 2017 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim elemanı olarak görev yaptı. 2017 Şubat ayında zorunlu emekli olarak akademiden ayrıldı. İktisat Felsefesi ve Belirsizlik [İstanbul: 2000, Bağlam Yayınları] ile İktisadın Kayıp Felsefesi [İstanbul: 2012, Bağlam Yayınları] adlı iki kitabı bulunuyor. Son 4 yılda yayınlanmış ve yayınlanmayı bekleyen makaleleri ise şunlardır: “Sheila Dow’un İktisatta Belirsizlik Yorumundan Hareketle İktisadın Sınırları Üzerine bir Not”, İktisat Dergisi, No. 539, 2018; “Kriz mi? Çöküş mü? İstikrarsızlık mı? Belirsizlik mi? Fikret Başkaya’nın Bir Eleştirisinin Düşündürdükleri”, Prof. Dr. Necla Giritlioğlu’na Armağan, İstanbul: Onikilevha Yayınları, 2020; “Karl Marx’da Belirsizlik Kavramsallaştırması Var mı?”, İktisat ve Tarih, D. G. Aydın ve H. Özel (der.), Ankara: Siyasal Kitabevi, 2020; “Pandemi, belisizlik ve iktisat”, Politik İktisadın Bilgesi:İşaya Üşür Anısına, Ankara: Mükiyeliler Birliği Yay., 2021;”Disiplinlerarasılık ve Toplumsal Felsefe İkileminde bir Düşünür: Sencer Divitçioğlu” (yayınlanacak); “Poulantzas’ın Yorumuyla Karl Marx’da Tutunum (Cohesion) Faktörü Üzerine Mukayeseli bir Not” (yayınlanacak); “İktisat Biliminin Temel kuralı (Tam Bilgi Varsayımı) ve İstisnası (Belirsizlik) Arasındaki Belirlenemezlik Eşiği Üzerine Düşünceler”, (yayınlanacak); “Pandemi, İktisat, Belirsizlik” (Politik İktisadın Bilgesi İşaya Üşür Anısına, 2021).
Ç.B: İktisatta “kesinlik” neden “doğruyu aramak” tan daha önemli? Buna bağlı olarak ekleyeyim; iktisat felsefesi üzerine kafa yoran biri olarak bu kesinlik arayışının şekillendirdiği akademik ortamda ayakta kalabilmek sizin için zor olmadı mı?
İktisat biliminde, kesinlik ya da bilginin tam ve mükemmel olması ana kuralı oluşturuyor. Belirsizlik ise bir istisna haline karşılık geliyor. Zor zamanlarda istisna öne çıkıyor. İktisat düşüncesinde de bu dönemlerde tarihçi okula, kurumcu okula, Keynesci okula daha çok kulak veriliyor. Bu okullara bağlı düşünürler, siyasal iktisat geleneğinden bu yana ana akıma yerleşen kesin bilgi argümanını, bazen geçici olarak, bazen de sürekli olarak devre dışı bırakıyorlar. Kesinliğin devre dışı kalması doğruyu aramak mıdır? Tartışılır. Yanlış anlam yüklenmesin, bilimin kesinlikçi tavrının faydasız olduğu düşünülmesin. Örneğin, döviz kuru, faiz oranı ve beklentiler arasındaki ilişkilerin bir matematiği bulunuyor. Daha ziyade, kesinliğin devre dışı kalması, ekonomik, siyasal krizlerde konu ediliyor. Örneğin, 1929 krizi ya da pandemi krizi gibi. İktisat, felsefe ve belirsizlik üzerine devam eden çalışmalarım en başından itibaren başta iktisat ders kitaplarına ardından lisans dönemi iktisat eğitmenlerimin kesin bilgiyi temel alan bilim anlayışlarına bir tepki olarak başladı. Zaman içinde bu konulardaki yazılarım akademik çevremde ne kadar iz bıraktı bilemem ama bana hiçbir durumda bir engel oluşturmadı. Aksine her zaman önümü açtı. Esas engelin, akademiye içeriden ve dışarıdan yapılan ardı arkası kesilmeyen müdahaleler olduğunu düşünüyorum.
Ç.B: iktisat düşünürleri neoliberalizme karşı mıdır hocam? Veya Neoliberalizmin kökleri var mı size göre?
Kapitalizmin evrimi içerisinde üretilen egemen akıl yürütme, özellikle liberalizm, sürekli değişikliğe tabi tutuluyor. Örneğin, 1980’lerde liberalizmin neoliberalizme dönüşümü. Petty, Berkeley, Smith, J. S. Mill gibi düşünürlerin neoliberalizmin köklerini tam olarak oluşturmadıklarını 2007 yılında yayınlanan makalemde iddia ettim. Neoliberalizmin eklektik bir tavrı olduğunu, belirsizliği bile kendi yaklaşımına göre tasarladığını ileri sürdüm. Burada aklıma Marx’ın Kapital’de vülger iktisatçılar ile klasik iktisatçılar arasında yaptığı ayırım geliyor. Örneğin Bastiat gibi iktisatçılar tamamen kapitalistlerin hizmetinde onların ideolojisini geliştiren yazarlar iken, Petty, Ricardo gibi düşünürler gerçek üretim ilişkilerini çözümlemeye çalışan yazarlar olarak onlardan ayrılır. Burada da aynı ayrıma gidilebilir zannederim. Siyasal iktisadın klasik yazarlarını neoliberalizmle kolayca ilişkilendirmekten biraz uzak durdum.
Ç.B: İdris Küçükömer’i genelde ileri sürdüğü ve çok tartışılan sağ-sol tablosuyla hatırlıyoruz. Oysa siz “geleceğin açık uçluluğu” bakımından onu ele alıyorsunuz. Bu bağlamda Küçükömer’in bilim tarihimizdeki yeri nedir?
İdris Küçükömer’in yayınlanmayan son eserinin müsveddeleri de dahil olmak üzere yazdıklarını okuduğumda, karşıma onun, el yordamıyla ve farkında olmadan ulaştığını düşündüğüm bir İskoç aydınlanmacı yazarı çıktı. Adam Smith’in özellikle Ahlaki Duygular Kuramı adlı eserindeki bazı fikirlerle örtüşen tespitlerine ulaştım. Küçükömer’in, Marx okumalarını da gerçekçi bir temele dayandırdığı, bu düşünceleri politik yaşamına yansıtırken, yeri geldiğinde özeleştiri yaparken, özellikle sosyalizme geçiş sorunsalına bakışında, geleceği öngörebilmenin zorluklarına vurgu yaptığı görülüyor. Marx’ın Alman İdeolojisi’ndedile getirdiği geleceğin gerçekçi bir bakışla ele alınma zorunluluğuna samimiyetle bağlı bir yazarla karşılaştım. Böylelikle, belirlenimcilik karşıtı bir tavra sahip, kesinliğin bilimlerdeki konumuna mesafeli bir Türkiyeli düşünürle karşı karşıyayız. Kolaylıkla, iktisat biliminden felsefeye, felsefeden teolojiye geçiş yapabiliyor. Kısaca sınırlı bir iktisatçı, sığ bir politikacı gibi değil, bir filozof duruşu ile ufkumuzu açan bir yazardır.
Ç.B: Belirsizlik üzerine çok kafa yordunuz sevgili hocam. Post-Keynesyenlerin “nonergodicity” (ergodik olmayan dünya) argümanı Keynes’in ortaya koyduğu belirsizlik fikrini tam olarak karşılıyor mu sizce? Ayrıca pandemiyle birlikte artan belirsizlik odaklı tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
‘Geçmiş ile gelecek birbirinden farklıdır ortalamaları alınamaz diye yazan’ ‘olgun’ Hicks’in anladığı şekliyle ergodik olmayan dünya kabulü, geleceğe dönük tahminlerin geçmiş istatistiklere dayandırılabileceğini ileri süren Samuelson’un yorumuna karşı ileri sürüldü. Bu tersine çevirerek karşı çıkma mantığının herhangi bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Denge ve dengesizlik, zorunluluk ve olumsallık, determinizm ve indeterminizm ikilemleri bence yöntemsel olarak aynı içeriğe sahiptir. Keynes’in belirsizliğe bakışını bu kavrama dayandırmak eksik bir bakış olur. Keynes 1921’de İhtimal Üzerine Bir Deneme adlı kitabında aynı F. H. Knight gibi belirsizliğin ölçülemezliğine dair bir kapı araladı. 1936’da İstihdamın, Faizin ve Paranın Genel Kuramı eserinin yazım aşamasında kendi düşüncesini Klasik makro iktisattan ayrıştırmak için bu kavrama başvurdu. Belirsizlik Keynes’de çoğu zaman eksik bilgi olarak formüle edildi. Ancak belirsizlik karşısında karar birimlerinin nasıl tavır aldıkları üzerine de Keynes dikkat çekici fikirler ortaya attı. İktisadi durgunluk sürecinde, öngörülemezliğin iktisat biliminin ana kuralını dışarıda bıraktığı bir konjonktürde yazdı. Ne zaman ki iktisadi kriz sona erdi, iktisat bilimi Keynes’in yatırım, para ve tüketim kararlarında belirsizliğin rolünü öne çıkaran yaklaşımını göz ardı etti. Keynes’in belirsizliğe bakışında eksik olan iktisadi, toplumsal ve siyasal ilişkilere bütüncül bakamaması, belirsizliğin gerçeğin açığa çıktığı bir karşılaşma olarak değerlendiremeyişi gösterilebilir. Keynes, neticede Jevons – Marshall iktisat geleneğini bir adım ileriye taşıyan, iktisat biliminin diğer sosyal bilimleri dışlayıcı, ama ihtiyaca göre damla damla iktisat bilimine çağıran hatalı yaklaşımı uyguladı. İktisadi adam hipotezi ile iktisadi olmayan adam hipotezini yan yana kullandı. Bugün de benzer bir tavır iktisat biliminde egemendir. Pandemi ile karşılaşmamız tam bir belirsizlik halidir. İktisat biliminin tavrı belirsizliği azaltmak üzerine bina edildiğinden, her aşamada karar birimlerinin gelecek ufkuna bakışının normalleşmesini sağlamaya çalışıyor. Finans dünyası küresel akışını sağlayabildiği sürece sorun yok deniyor. Bir de pandemi süreci ile yüz yüze gelinen belirsizliğin iktidarlara otoriterleşme ve güç biriktirme konusunda çok yardımcı olduğu tespitini yapmak gerekiyor. Belirsizlikten yararlanma kavramını iktisat bilimcileri görüyor ama kuramsal olarak bir yere yerleştiremiyorlar.
Ç.B: Gerek makaleleriniz gerekse katıldığınız bilimsel toplantılarda sık sık “tartışmak” sözcüğünü kullanıyor ve tartışma kültürünün eksikliğinden yakınıyorsunuz. Bu ısrarınızı, Şerif Mardin’in “Türkvari bilim yapma şekli” dediği şeyle bağlantılı olarak açıklayabilir misiniz? Niye sevmiyoruz argümanlarımızı tartışmayı?
Tartışma kültürünün noksanlığı uzlaşmayı, toplum olmayı da güçleştiriyor. İki adım ileri, bir adım geri, bazen iki adım geri bir adım ileri gidiyoruz bu nedenle. Türkiye hep otoriter yönetimlerle bugüne kadar geldi. Cumhuriyet tarihimizin her döneminde yönetimlerde, cemaatlerde, bireyler arası ilişkilerde karşımıza çıkan uzlaşamama, tartışamama iç içe geçen bir kısır döngüyü oluşturuyor. Aşağısı da yukarısı da aynı. Tartışamıyoruz, tartıştırmıyorlar. Bir başka boyut ise örneğin Weber’in izinde giden sosyal bilimciler, Marx’ı çözümlemeye gayret eden yazarlara mesafeli duruyorlar. Kendi alanlarında gösterdikleri titizliği karşı tarafı okurken ya da dinlerken göstermiyorlar, hatta karşı fikirleri hiç okumuyorlar. Tersi de elbette geçerli. Dolayısıyla da fikir alışverişi ve tartışma ortamı bile doğmuyor. Türkiye sosyal bilimler tarihinde şöyle bir tavır da var: Sanki herkesin uzmanlaştığı bir alan var ve bizler o alanın yegâne hakimiyiz. Tartışma kültürünün eksikliği bilimlerimizde bizleri de biraz otoriterleştiriyor.
Ç.B. Son olarak Kojin Karatini’ye değinmek istiyorum. Bildiğim kadarıyla epeyce Karatani okudunuz. Genel olarak sosyal bilimler özel olarak ise iktisat açısından Karatani’nin katkıları nelerdir? Farklı olarak ne söylüyor Karatani?
Karatani, Japon sosyalist düşün geleneğinin öncü yazarlarından. Onun Marx yorumlarını beğendim. Tekerrür kavramına getirdiği yeni bakış ilgimi çekti. Ayrıca sosyal bilimlere bütüncül bakışı, iktisatçı kimliğimizin dışına çıkmamıza, iktisat bilimine dışarıdan bakmamıza imkân sağladı. İyi bir yorumcu ve tartışmacı olduğunu düşünüyorum.
Ç.B. Çok teşekkür ederim sevgili hocam

1978’de Tokat’ta doğdu. 1995 yılında İzmir Maliye Meslek Lisesi, 2000 yılında İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi İktisat anabilim dalında tamamladıktan sonra, 2009 yılında “Amartya Sen ve Yetkinlikler Yaklaşımı” konulu doktora teziyle Yıldız Teknik Üniversitesi’nden doktora diplomasını almaya hak kazandı. 2012 yılında kurduğu “İktisadi Düşünce Tiyatrosu” girişimi ve 2019 yılında hazırladığı “İktisatçı” belgeseliyle iktisat ve sanatı bir araya getirme çabasını halen sürdürmektedir. Politik iktisat, iktisadi düşünce, edebiyat ve dayanışma ekonomisi çalışan Boz, Fenerbahçe Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesidir.