“Kişi, sorabilmek için okumalıdır.”[1]
Önceleri, “Allah’a inanmıyorum, cenaze istemem. Beni yakın, küllerim savrulsun,” diyen Adalet Ağaoğlu, “Yaşamaktan çok sıkılmıştı, uzun yaşamı boyunca çektiklerinden, gördüklerinden de son röportajında ‘Keşke dünyanın bu hâlini görmeseydim,’ diyecek kadar”…[2]
Tedavi gördüğü hastanede, çoklu organ yetmezliğinden hayatını kaybetti. Cenazesi, vasiyeti üzerine Boğaziçi Üniversitesi’nden uğurlanıp, 15 Temmuz 2020’de Ankara’da Kocatepe Camisi’nde öğle namazı sonrası kılınan namaz ardından Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi.
“Ölmeye yatıyorum, eğer bir sonsuzluk varsa; sonsuzluk olmak istiyorum. İsmi anılmayan, gözleri görmeyen, yaşamayan bir sonsuzluk,”[3] deyişiyle ile son yolculuğu arasındaki fark yaşamının özeti gibiydi.
Kolay mı? Çok önceleri, “Birer Judas mı olmak istiyoruz, yoksa çoktan beri birer Judas mıyız? ‘Peygamber’ inkârcıları mı? İhanet kolcuları mı yoksa?”[4] paradoksu ile dillendirdiği bu muydu yoksa?
Veya Can Yücel’in, Adalet Ağaoğlu için, “Sen Türkiye’nin en güzel kazasısın,” demiş olması “tesadüf” müydü?
* * * * *
23 Ekim 1929’da Nallıhan’da dünyaya geldi. Babası Mustafa Sümer, çok sonraları açıkladığı üzere Hafız’dı. (Bunu niye saklamıştı ki?)
İlköğrenimi sonrasında 1938’de ailesi ile birlikte Ankara’ya taşındı. Ortaöğrenimini Ankara Kız Lisesi’nde tamamlayıp, 1950’de Ankara Üniversitesi DTCF’nin Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.
Edebiyata ilgisi lise yaşamında şiirlerle başladı. Daha sonra oyun yazarlığına yöneldi. Yazarlığa 1946’da Ulus Gazetesi’nde tiyatro eleştirileriyle başladı.[5] 1948-1950 kesitinde ‘Kaynak Dergisi’nde şiirleri yayımlandı.
1951-1970 döneminde TRT’de çalıştı. İlk radyo oyunu “Aşk Şarkısı”nı Ankara Radyosu’nda göreve başladığı yıl yazdı. Radyo’da çalışırken tiyatro oyuncusu ve yönetmen dört arkadaşı ile birlikte ‘Meydan Sahnesi’ni kurup, Meydan Sahne Dergisi’ni çıkardı.
1953’de tiyatro konusunda uzmanlaşmak için Paris’e gitti.
1954’de Halim Ağaoğlu ile evlenip, yazarlığını sürdürdü.
TRT’nin özerkliğinin ihlâl edilmesine karşı TRT’den 1970’te istifa edip, o günden sonra yazarlıktan başka bir işle uğraşmadı. Edebiyat yaşamında ‘Remüs Tealada’ ve ‘Parker Quinck’ gibi takma adlar kullanmıştı.
İlk romanı ‘Ölmeye Yatmak’, 1973’te yayımlandı. ‘Ölmeye Yatmak’, daha sonra yazdığı ‘Bir Düğün Gecesi’ (1979) ve ‘Hayır’ (1989) adlı romanlarla bir üçleme oluşturdu ve birçok ödül kazandı. ‘Bir Düğün Gecesi’ ve ‘Hayır’ romanları yayımlanır yayımlanmaz, ikinci romanı olan ‘Fikrimin İnce Gülü’, dördüncü basımında toplatıldı. ‘Fikrimin İnce Gülü’ romanı hakkında, “Askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif (küçük düşürmek)” suçlamasıyla hakkında 1981’de dava açıldı ve iki yıl süren davanın ardından aklandı. ‘Düğün Gecesi’ ise soruşturma aşamasında kaldı.
14 Temmuz 2020’de hayatını kaybetti.
* * * * *
“Kelimelerin Zarif Efendisi” diye betimlenen ya da Çetin Altan’ın, “Ve bendenizin en sevip saydığım adalet de, Adalet Ağaoğlu’dur,” dediği yazarı -yine ona ait- “Ruh Üşümesi”[6] tamlaması anlatır kanımca…
“Samimiyetten yoksun, yapmacık bir yazar” eleştirilerinden; 24-25 Ekim 2014’de İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki 85. doğum günü kutlamalarında “Türkiye’nin Dert Dinleme Uzmanı” güzellemesine uzanan geniş yelpazede nereye yerleştirileceği bir hayli tartışmalı olan Adalet Ağaoğlu için Yalçın Küçük de, “… ‘Ölmeye Yatmak’ı acaba gerçekten Adalet mi yazdı; bilemiyorum? Çünkü Adalet’le hiç âlâkası yok!”[7] der…
Tartışmalı bir kişilik ve kalem olarak “Adalet Ağaoğlu, oyunlarıyla, romanlarıyla, öyküleriyle bize bizi anlattı. Düşünceyi ve söyleyeceği sözü edebiyatın gücüyle ve büyüsüyle bize sundu”[8] ya da “O hiç kimseye özenmeden yazmış, kendini özgür iradesiyle var ederek aramızdan ayrılıp sonsuzluğa ermiştir,”[9] türünde şeyler söylense de, yazdıklarında William Faulkner etkileri ile Fyodor Dostoyevski esini taşır.
Ayrıca da ‘Bir Düğün Gecesi’[10] ile Aldous Huxley’in ‘Ses Sese Karşı’[11] romanı tesadüf ol(a)mayacak kadar benzerlik taşımaktadır; Burhan Günel’in, Şubat 1981 tarihli Yazko Edebiyat Dergisi’nde ifşa ettiği üzere!
Bir de politik şeceresi vardır ki, en yakınları bile durumu şöyle idare etmeye çalışırlar:
“Adalet Ağaoğlu’nu yitirdik. Ülkemizin Cumhuriyet döneminde yetişen öncü kadın aydınların en önemlilerindendi… 1969’da Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen ‘Tombala’ oyununu tanıtırken şöyle yazmıştı: ‘Arada bir dönüp de günlük yaşayışınızı bir yabancı gözüyle seyrettiğiniz olur mu? Ben bunu sık sık yaparım. Her seferinde de sonuç hiç de iç açıcı değildir.’ ‘Özeleştiri’sini açık yüreklilikle dile getiren yazar bu aşamada henüz 40 yaşındadır.”[12]
Yani ‘Tombala’daki satırlarıyla, sonraki vahim yanılgılarını daha 40 yaşında “affetirivermiş”tir!
* * * * *
Romanları, öyküleri ve oyunlarıyla coğrafyamızın belirli toplumsal-politik dönemlerinin nabzını tutma gayretindeki Adalet Ağaoğlu’nun romanlarını yakın tarihi anlamak açısından önemseyenler de vardır.
Boğaziçi Üniversitesi’nce fahri doktora ile taltif edilen Onu, “Türkiye’yi anlatan duygusal/romantik yazar” olarak tanımlayanların unuttuğu; belki romancı olsa da, asla öngörülü kanaat önderi olmadığıydı.
Hakkında “İyi romancıydı ama kötü aydındı” veya “Yazar olmak ayrı, aydın olmak ayrı” dedirten Onun için yazabilmeyi üç alt başlıklı toplamak gerekir: i) Tiyatroya katkısı, ii) edebiyata etkileri ve iii) siyasi düşünceleri…
Ve elbette en netameli alan “iii” başlıkken; bu da yazdıklarını -dönemsel olarak- doğrudan etkiler.
Kitaplarında kullandığı dilin ahengi ve o kitaplardaki kadın kahramanları yanında muhalif duruşu ile toplumsal olayların insan psikolojisi, sosyal ilişkiler üzerindeki izdüşümlerini anlatan yazar; ‘Hayır’da[13] sıradan çıkar ilişkilerine karşı yalnızlık/ ölüm pahasına direnebilmeyi, ‘Ölmeye Yatmak’,[14] ‘Fikrimin İnce Gülü’,[15] ‘Bir Düğün Gecesi’nde[16] sol cenahın yaşamını, özeleştiri ihtiyacını anlattı.
Aslı sorulursa Adalet Ağaoğlu’nun romanlarında genellikle geçmişle bir hesaplaşma vardır. Bu sorgulama kimi zaman geçmişte yaşanan siyasi olayların üzerinden, kimi zaman ise roman kahramanlarının kimliği üzerinden yapılmaktadır.
O romanlarında, roman kahramanlarının belli bir zaman dilimi üzerindeki olaylarına yoğunlaşmayı önemsemiş ve kurgusu buna göre biçimlendirmiştir.
Örneğin ilk kitabı ‘Ölmeye Yatmak’, Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir Anadolu kasabasında ilkokula başlayan bir gurup çocuğun öyküsüdür. Romanın anlatıcısı ve başkahramanı ‘Doçent Aysel’ bu çocuklardan en önemlisidir. İntihar etmeye karar vermiştir. Romanda geriye gidip gelmelerle kesit kesit çocukların hikâyeleri anlatılmaktadır. Cumhuriyetin 30 yıllık dönemi intihar için yatakta geçen kısa bir zaman dilimi içinde irdelenmektedir.
İkinci romanı ise ‘Fikrimin İnce Gülü’dür. Bu romanda işçi olarak Almanya’ya çalışmaya giden bir insan konu edilmiştir. Yapıtlarında zaman olarak geriye dönüşler yoğundur. Netice olarak insanların yaşadıkları hayal kırıklıklarını anlatmaktadır.
‘Bir Düğün Gecesi’ ve ‘Hayır’ başlıklı yapıtları ilk yazdığı romanın devamı niteliğindeydi. Yazar bu üç romanına ‘Dar Zamanlar Üçlemesi’ adını vermiştir. Bu üç roman ülkemizdeki uzun bir zaman süreci içinde geçse de ana temaları çok kısa ve dar bir zaman sürecinde gerçekleşmektedir. Zaman geriye dönüşlerle genişletilmiş ve ülkenin o günlerdeki ekonomik ve politik sorunlarını ortaya çıkarabilmiştir.
Onun yazıncılığı konusunda en önemli tespitlerden birisini, “Anın romanını yazan kadın”[17] betimlemesiyle Ece Karaağaç yapmıştır.
* * * * *
Tiyatro, roman, hikâye, deneme, hatıra ve mektup gibi edebiyatın hemen hemen alanında eser verip, “çok yönlü bir yazar” olarak betimlenen Adalet Ağaoğlu, da daha çok romanlarıyla öne çıkmıştı.
Onun için yazma eylemi, “Yazmak nedir peki? Başka bir yer, başka bir hayat ‘icat etmek’ değil mi? Sıkan bir gömleği yırtıp atmak gibi, sınırların dışına atlamak değil mi?”[18] biçiminde anlattığı gibi başka dünya icat etmekti
Yapıtlarında psikolojik ve toplumsal kurumların baskısına maruz kalan insanların yaşadıklarını, dayatılan değer(sizlik)lere boyun eğmek zorunda bırakılışlarını, aile-birey ilişkisini sergiler. Korku, ölüm, barış, kadın-erkek ilişkisi, özveri aşk, yaşlılık, gençlik, başkaldırı, özgürlük, vb. gibi temalar, yazarın güncel kaygılarıyla, dünyaya bakışıyla, toplumsal gelişmelerle iç içe ele alınır.[19]
Doğan Hızlan’ın “Yeniliğin ve her yenilikçinin başaramadığı mükemmeliyetçiliğin de temsilcisidir,” diye formüle ettiği tarzıyla Ona göre, önemli olan en kısa sürenin anlatımını (Ağaoğlu bu kısa süreyi “an” olarak görür.) gerçekleştirmektir. “Roman, hiçbir edebiyat türünde olmadığı kadar hayata bağlıdır, onu anlatır,” anlayışıyla hareket eden yazar farklı tekniklerle okurunun karşısına çıkar.
Bu doğrultuda ‘Yaz Sonu’[20] (1980) romanında, öncekilerden farklı olarak postmodern tekniklere yönelir. Zaman, anlatıcı, mekân unsurlarında değişiklikler yaparak, üstkurmacaya yönelmiştir. Tüm bunlar yazarın teknik açıdan yeniliğe gittiğini göstermekle birlikte eseri de özgün kılan postmodern özellikler olarak değerlendirilmiştir.[21]
Özetle ‘Yaz Sonu’ ile modernist çizgiden postmodern çizgiye kayan Adalet Ağaoğlu, sürekli bir arayış içerisinde olmuştur. “Ağaoğlu romanlarında olduğu gibi hikâyelerinde de aksiyonu olabildiğince azaltmış olan bir yazardır. Dört hikâye kitabının ilk ikisinde gerçekçi çizgi egemen iken üçüncüsünün geçiş, dördüncüsünün ise modernist yer yer postmodernist ögelerle bezeli olduğunu söylemek mümkündür.”[22]
* * * * *
Yazdığı romanlarda “psikanalitik bir bakış”tan söz edilebilirken; kimilerine göre, “En iyi iki romanı ‘Yaz Sonu’[23] ile ‘Hayır’dır”; başkaları da “Dar Zamanlar Üçlemesi (‘Ölmeye Yatmak’, ‘Bir Düğün Gecesi’, ‘Hayır’)” derler.
‘Ölmeye Yatmak’, ‘Bir Düğün Gecesi’ ve ‘Hayır’… Bu üçleme, Türkiye’yi, bireysel ve toplumsal alanda irdeler… Cumhuriyet kuşağının aydınları… Bilinçlenmeleri, sorgulamaları, birbirlerini etkilemeleri… Kadının özgürleşme çabası… Kadın olmakla aydın olmak; Batı değerleriyle geleneksel ideoloji çelişkisi… Toplum baskısı… Çok katmanlı kültürel karmaşa… Ve aydının kendiyle hesaplaşması…
‘Dar Zamanlar’ üçlemesi ile Cumhuriyet sonrasından 1980’lere kadar uzanan süreci, tarihsel ve sosyolojik saptamalar eşliğinde ‘Aysel Dereli’ kimliği üzerinden anlatırken; romanlarında Berna Moran’ın “bağımsız iç konuşma” olarak tanımladığı olayları dışarıdan anlatan, üçüncü tekil şahsı devre dışı bırakıp, iç monologlara yönelen bir teknik benimsemiştir.
Ancak bunları ne kadar abartısız yapabildiği şaibelidir. Örneğin ‘Bir Düğün Gecesi’nde Tezel’in resim sergisini basıp, yaptıklarının “sosyalist sanat” olmadığı için de resimlerine hakaretler ederek, ressam Tezel’e şamar atan “devrimci”ler zorlaması gibi!
Ya da “Çoğumuz, çağımızın bilincinde olarak, devrimci sanat yapmak istiyor, fakat onu ya sloganlaştırıyor, böylece estetik düzeyi ihmal ediyorduk, ya da, salt estetiğe yaslanmak, toplumun, daha da önemlisi çağın bizden beklediği, dolaylı da olsa, fonksiyonel, değiştirici, birikim ve gerilim sağlayıcı bir işten uzak duruyor, elden kaysa kırılacak güzel süs eşyaları yapıyorduk,” satırlarındaki abartılı “hüküm”ler benzeri!
Burada durup Albert Einstein’ın, “Yazar, sanatını büyük yapan şu iki görevi yüklenmelidir; gerçeği ve özgürlüğü,” saptamasının altını çizerek anımsatalım: Gerçekliğin edebiyat yapıtında temsili, tasviri, yeniden sunumu edebiyat incelemelerinin temel konusu olmuştur. Aristoteles ve Platon’dan bu yana sanat/ edebiyat/ gerçeklik ilişkisi tartışılmışken;[24] Füsun Akatlı’nın “Latife Tekin üzerine: Henüz farkında olmadığı iki meselesi daha var sırada: Bir; roman yazmak bir terapi yöntemi değildir, onu yayımlamak hiç. İki; yazar olma sorumluluğu diye bir şey vardır. Bu ‘şey’ yumurta küfesi değildir,”[25] satırları; yer yer Adalet Ağaoğlu içinde geçerli olabilir mi?
* * * * *
“Yazar, kendi çaresizliğini yazamaz. Başkalarını yazması da bundandır,” itirafıyla Aysel’e, “İntihar etmeyeceksek içelim bari!”[26] dedirtmesi yanında; “Bu kaçıncı sonbahar, kimsenin kimseyi ısıtmadığı,”[27] vurgulu yalnızlığıyla ekliyordu Adalet Ağaoğlu:
“Ama şuramda bir bulantı. Gitmiyor, geçmiyor. İnsanlar arasında durmadan mikrop gibi yayılan bir hastalığın bulantısı bu. Kuşku ve güvensizlik. Bunları böyle düşünmek zorunda kalışım. Yoklaya yoklaya yaklaşmak herkese. Şu anlamda ya da bu anlamda…”
“Hiçbirimiz bu kan ve çürümüşlük kokusunun yatak odalarımıza kadar dağıldığının, sevişmelerimizin içine sızdığının, o sevişmeleri doğrayıp pörsüttüğünün bilincinde değildik…”[28]
Tüm bunlar “Kitaplarla aramda daha sahici bir kan dolaşımı bulunduğunu hissediyorum. Diri bir doğa benim için ölüyken, bir nesne, işte şu sayfalar, birbirini izleyen kelimeler, şu kitap capcanlı. Sanki soluk alıp verişim kitap sayfalarını çevirip durmama, okumama bağlı,” satırlarının sahibi Onun bir tür itirafı mıydı yoksa?
“Kendimi dinliyorum. Ne öfke ne sevda. Hiçbir şey yok. Karışık bir yürek. Ortada neler olup bittiğini ayırt edemiyorum,” diyen Adalet Ağaoğlu doğru söylemiş: “Parçalanmış değerler karşısında hayatla uyum sağlamak ikiyüzlülüktür.” “Yürümeyenin pabuçları da paçası da temiz kalır.”
İyi de Janus’luğunu veya yürümediğini fark etmeyen, yani “Yitirilen inançların yerine, durum zorluyor diye, acilen yarım yırtık yeni inançlar koyuveriyorsan, utanmamak için, salt utanmamak için yeni inançlar edinmişsin gibi dört dönüyorsan ortalıkta, daha çok utançlar yaşarsın,” satırlarının sahibi Adalet Ağaoğlu’nun “Yetmez ama evet”çiliğine ne demeli?
Bu çerçevede “Devrimcilik, toplumculuk, sanat, sanatçılar… Hepsinin bu derece yozlaşmış olabileceğine inanamıyorum. İnsanlığını zaten yitirmiş tutuculardan, tek hedefleri çıkarları olan sağcılardan söz etmiyorum,” palavrasına sarılan Onun, “Yeni bir yanlışa katlanabilirim, ama eskisine hayır,” saptaması bir bakıma politik yalpalamalarının “bahanesi”dir.
* * * * *
Geldik “politik” bağlama…
Öncelikle Ömer Madra’nın “Ömür boyu devrimci bir hezarfendi Adalet Ağaoğlu”[29] saptamasının -en hafif deyişle- asılsız olduğunu belirterek başlayalım.
“Yetmez ama evetçi değil, direkt evetçiydim,” diyerek düşüncesini tanımlayan ve sonraki yıllarda pişmanlığını dile getiren Ağaoğlu, (iptida Kemalist ahirde ise) bir liberaldir.
“Kendime gülüyorum da, geçip gidemiyorum,”[30] diyen O; Solun dünya ve insanlık için verdiği mücadeleyi küçümser ve Suriye’ye emperyalist müdahaleye Orhan Pamuk ile -dolaylı da olsa!- omuz verir.[31]
Balçiçek İlter ile 2012’deki söyleşisinde, “Başbakan’a yeni anayasa sözünü tutmadığı için kızgın olduğunu belirten Adalet Ağaoğlu, “O zamana dönseydiniz yine “evet” oyu verir miydiniz?” sorusuna, “Şimdi başka şeyler biliyorum. O zaman bunları bilmeden evet demiştim. Başbakan millete bir söz vermişti. O sözün yalan olduğunu düşünmedim. Meğer yalanmış. Anayasa sözünü de meğer lider olmak için vermiş,” yanıtını vermişti.
Bakmayın siz Onun , “12 Eylül referandumunda evet dediğim için pişmanım, enayilik etmişim,”[32] demesine veya “Yeni başbakan gelmiş ‘1982 anayasası değişecek’ diyor. Ben ilk defa bir başbakandan böyle bir laf duymuşum. ‘Millet yapacak yeni anayasayı’ diyor. Öyle de karizmatik bir hâli var ki inandırıyor insanı. TİP’i nasıl desteklediysem bunu da öyle destekledim. Anayasa toplantılarına gittim, çalışma grubuna kendim müracaat ettim. Katıldım toplantılara, bir de yumurta yedim. Fakat yavaş yavaş umudum kesildi. Demokrasi, açılım diyor. İki adım gidiyor sonra tekrar vesayetin dümenine giriyor. Kopamıyorlar bir türlü,” türünden ucuz “gerekçe”sine!
Ağaoğlu’nun böyle bir lüksü ol(a)mazdı; hele “Evet” dediklerinin sekiz yıllık icraatı da ortadayken!
Kaldı ki aydınların görevi her şart ve durumda haksızlık ve hukuksuzluklara karşı çıkmak; öncelikli olarak insanı insan yapan değerleri savunmak ve desteklemek değil mi?
Hâlâ, “Hata yaptığını söyleme erdemine sahip bir kişi” mi dediniz? Unutmayın günah çıkarmak da yetmiyor bazen!
Ayrıca “Beş yaşındaydım. Bostanda, otlar arasında korkunç güzellikte bir çiçek gördüm. Hiç görmediğim belki de hiç görmediğim için bana göre güzel olan bir çiçek. Dokunmak istedim. Değmek. Cennet bahçelerinin o hiç görülmemiş çiçeğine elimi sürmek. Uzattım elimi. Bir acıyla haykırdım sonra. Çiçek değilmiş. Zehirli bir hayvanmış. Parmağımı yardılar. Kanımı akıttılar. Beklenmedik hiç umulmadık bir acı. Zehirli bir hayvanın sokmasından binlerce milyonlarca kat dayanılmazlıkta. Hayvanın sokmasına ağladığımı, bu can acısından haykırdığımı sanıyorlar. Yanılmış olmanın acısını anlamıyorlar. Hiç umulmadık bir anda yanılmış olmanın acısını… Bundaki dayanılmazlığı…”[33] ‘Ölmeye Yatmak’ta böyle anlatmıştı Adalet Ağaoğlu; Erdoğan yanılgısını çok önceden ifade edercesine…
Özetle “Adalet Ağaoğlu, her mikrofon tutana Erdoğan rejiminin kendilerini nasıl aldattığını anlatıyor birkaç zamandır. Günah çıkarmaktan hoşlanıyor. Kolay kandırıldığının dışında anlatacak bir hikâyesi kalmadığı anlaşılıyor. Yazık.
Soralım: Sosyalistlerimiz ve komünistlerimiz de mi Adalet Hanım’ı aldatmıştı? Yani Adalet Ağaoğlu, belki ömrünün en temiz döneminde, Behice Boran gibi-sonu nasıl biterse bitsin- dirençli bir komünistin öncülüğünde, Kemal Özer ve Ruhi Su gibi tescilli komünistlerle ve tabii Yalçın Küçük’ün desteğiyle, TİP’in “alternatif plan” çalışmalarına katılmamış mıydı? 70’lerin ikinci yarısında partinin kültür bürosu toplantılarında yer almamış mıydı? Yok muydu? O zaman kim kimi kandırmıştı?”[34]
Kaldı ki tarihi yanılgılarla bezeli yazar, 2005’de İnsan Hakları Derneği’nden, “Bölücü olmak suçlaması”yla ayrılırken, kurumu “Kürtlerin bir oluşumu” olmakla itham etmişti.
Bu arada dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün edebiyatçılara verdiği ‘Çankaya Sofrası Yemeği’ne Hilmi Yavuz, Elif Şafak, Selim İleri, Doğan Hızlan ve Rasim Özdenören ile birlikte katılmıştı ve İleri’yle küslüğünü Gül’ün verdiği yemekle sonlandırmıştı!
Gül’ün yemeğine katıldığı için eleştirilen Adalet Ağaoğlu, “Seçilmiş cumhurbaşkanı’nın yemeğine gitmeseydim, nüfus kâğıdımı yırtardım,” derken; İslâm’ın Cumhuriyet’ten beri küçümsendiğini belirtip, ‘Star’dan Erdinç Akkoyunlu’ya “Babasının hafız olduğunu söylemeye utandığı” dönemleri anlatıp ekledi: “1960’ta da ‘ordu millet el ele’ diyenlerdendim…”
Sonra banka reklamlarında da boy gösterdi; 12 Haziran 2011 seçimlerinde AKP’yi destekledi.
Ve Erendiz Atasü’ye, “1993 Sivas aydın katliamının ertesinde Adalet Hanım’ın gösterdiği ürpertici duyarsızlık, hâlâ kalbime saplanmış bir bıçak gibi beni yaralıyor ve kaybından duyduğum acıyı büsbütün derinleştiriyor,”[35] dedirtti…
* * * * *
Son röportajında, “Bu kadar uzun yaşamak istemezdim, kendimden sıkıldım,”[36] diyen Adalet Ağaoğlu’nun ölümü egemen medyada 15 saniyelik bir haber olabildi…
Onun ayrılığına dair yine de Cemal Süreya’vari, “Her ölüm erken ölümdür,” dememek ya da kendisi tutamamış olsa da, biz(ler)e yadigar bıraktığı satırları unutmak mümkün mü?
“Sanatçının görevi, gerçeği nesnelliği ile ortaya koyarken kurtuluşu sezdirmek, var olan düzenin sürekliliğinden insanları kuşkuya düşürmektir.”
“Ortak yol: Baskıya, zulme, şiddete karşı elinin emeği alnının teriyle daha temiz bir yarının yolu.”
“Her durumda özgür kimliğimizi koruyabilmek ancak edimle söylenebilecek şu tek ve son söze bağlı: Hayır…”[37]
Not: Temel Demirer’in bu makalesi Adalet Ağaoğlu’nun 14 Temmuz 2020 de Adalet Ağaoğlu’nun vefatından sonra kaleme alınmıştır.*
Yazar, aktivist. 1954, Kale Mahallesi / Çorum doğumlu. Baba adı Kemal, anne adı Necla’dır. Eserlerinin çoğu Sibel Özbudun ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır. Kitapları dışında kendisi hakkında yeterli bilgi bulunamayan Temel Demirer, kendisini şöyle anlatır:
“Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm… Ne yazacağımı kestiremedim. Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım… “İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil” diyen(lerden); dünyaya aşağıdan bakan(lardan); kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan); yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan) ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden); sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden); bir afet-i devrana aşık olan(lardan); hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan) ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim… Ve nihayet halen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım.”
N O T L A R
[*] İnsancıl Dergisi, No:362, Eylül 2020…
[1] Franz Kafka.
[2] Yazgülü Aldoğan, “Çok Sevdik, Çok Kırıldık Ama Hiç Vazgeçmedik”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2020, s.14.
[3] Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak, Everest Yay., 2014.
[4] Adalet Ağaoğlu, Damla Damla Günler, Alkım Yay., 2004, s.127.
[5] Yüksel Topaloğlu, Adalet Ağaoğlu’nun İlk Romanları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Edirne: Trakya Üniversitesi, 1999, s.51.
[6] Adalet Ağaoğlu, Ruh Üşümesi, Everest Yay., 2015.
[7] Yalçın Küçük, Tenkit (Materyalist Gözlerimle Yazarlarımız), Yayına Haz: B. Sadık Albayrak-Okan İrtem, Tekin Yayınevi, 2016.
[8] Zeynep Oral, “Adaletsiz Ülkenin Adalet’i…”, Cumhuriyet, 16 Temmuz 2020, s.14.
[9] Adnan Binyazar, “Adalet Ağaoğlu”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2020, s.13.
[10] Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi, Everest Yay., 2014.
[11] Aldous Huxley, Ses Sese Karşı, çev: Mina Urgan, İletişim Yay., 2015.
[12] Ayşegül Yüksel, “Adalet Ağaoğlu’nun Ardından”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2020, s.14.
[13] Adalet Ağaoğlu, Hayır, Everest Yay., 2014.
[14] Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak, Everest Yay., 2014.
[15] Adalet Ağaoğlu, Fikrimin İnce Gülü, Everest Yay., 2014.
[16] Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi, Everest Yay., 2014.
[17] https://listelist.com/adalet-agaoglu-kimdir/
[18] Feridun Andaç, Adalet Ağaoğlu Kitabı-”Sen Türkiye’nin En Güzel Kazasısın”, İş Bankası Kültür Yay., 2005, s.121.
[19] Murat Yalçın (Ed.), “Ağaoğlu, Adalet”. Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, Cilt: 1, Yapı Kredi Yay., 2010, s.19.
[20] Adalet Ağaoğlu, Yaz Sonu, Everest Yay., 2014.
[21] Dilek Doltaş, Postmodernizm Tartışmalar ve Uygulamalar, Telos Yay., 1999 ve Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İletişim Yay., 2002.
[22] Seyit Battal Uğurlu, Adalet Ağaoğlu’nun Hayatı, Roman ve Hikâyeleri Üzerine Bir Araştırma, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 2003, s.698.
[23] Adalet Ağaoğlu, Yaz Sonu, Everest Yay., 2014.
[24] Erich Auerbach, Mimesis, Batı Edebiyatında Gerçekliğin Tasviri, çev: Herdem Belen-Hüseyin Ertürk, İthaki Yay., 2020.
[25] Füsun Akatlı, Edebiyat Defteri, Füsun Akatlı, Edebiyat Defteri, Afa Yay., 1987, s.88.
[26] Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi, Everest Yay., 2014.
[27] Adalet Ağaoğlu, Ruh Üşümesi, Everest Yay., 2015.
[28] Adalet Ağaoğlu, Yaz Sonu, Everest Yay., 2014.
[29] Ayşegül Özbek, “… ‘Ömür Boyu Devrimci’, Adalet Ağaoğlu”, 14 Temmuz 2020… http://bianet.org/bianet/yasam/227410-omur-boyu-devrimci-adalet-agaoglu
[30] Adalet Ağaoğlu, Radikal Kitap, 19 Şubat 2016.
[31] Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un da aralarında bulunduğu altı yazar ve aydının Suriye lideri Beşar Esad’a mektup göndererek, “İstifa et, yoksa sonun Saddam ve Kaddafi gibi olacak,” sözleri tartışılırken; Adalet Ağaoğlu da, “Orhan Pamuk’un da imzası olan mektubun tam metnini okudum ve yazılanlara aynen katılıyorum. İmza atmam gerekseydi aynen imzamı atardım. Pamuk’un imzası üzerinden yapılan tartışmalara katılmıyorum. Beni ilgilendirmez. Fakat mektupta yazılanlara, taleplere katılıyorum,” (Sevda Aydın, “Sanatçı İşgalin Yanında Ulur mu?”, Evrensel, 11 Aralık 2012… https://www.evrensel.net/haber/43399/sanatci-isgalin-yaninda-olur-mu) dedi.
[32] “Adalet Ağaoğlu: 12 Eylül Referandumunda Evet Dediğim İçin Pişmanım, Enayilik Etmişim, Osman Can’a Kandık!”, 29 Şubat 2016… https://t24.com.tr/haber/adalet-agaoglu-12-eylul-referandumunda-evet-dedigim-icin-pismanim-enayilik-etmisim-osman-cana-kandik,330050
[33] Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak, Everest Yay., 2014.
[34] Osman Çutsay, “Bir İtirafçının Anatomisi: Adalet Ağaoğlu”, 1 Mart 2016… https://odatv4.com/bir-itirafcinin-anatomisi-adalet-agaoglu–0103161200.html
[35] Erendiz Atasü, “Adalet Ağaoğlu İçin…”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2020, s.2.
[36] Tuba Kaçlık, “Adalet Ağaoğlu: Bu Kadar Uzun Yaşamak İstemezdim Kendimden Sıkıldım”, 19 Ağustos 2019… https://www.sabah.com.tr/yazarlar/gunaydin/tuba-kalcik/2019/08/19/adalet-agaoglu-bu-kadar-uzun-yasamak-istemezdim-kendimden-sikildim
[37] Adalet Ağaoğlu, Hayır, Everest Yay., 2014.