

Nisan 2025’te The Guardian, Amerika Birleşik Devletleri’nde aşırı sağda güç kazanmakta olan endişe verici bir ideolojiyi inceleyen “Ahir Zaman Faşizminin Yükselişi” başlıklı ilgi çekici ve endişe verici bir makale yayınladı. Bu ideoloji, kurumsal hırsları bir sığınak zihniyetiyle harmanlayarak, toplumsal çöküşün yakın olduğu ve hayatta kalmanın seçkin bir azınlığa mahsus olduğu bir dünya görüşü sunuyor. Biz de bu çarpıcı makaleden yola çıkarak konuyu okuyucularımız için mercek altına aldik: Nedir bu kıyamet günü fasizmi?
21. yüzyıl, geçmişte ayrı ayrı var olan iki güçlü akımın kaynaştığı bir döneme tanıklık ediyor: kıyametçi dinsel coşku ve otoriter milliyetçilik. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, ancak küresel ölçekte de etkisini gösteren yeni bir aşırı sağ ideoloji dalgası, dünyanın ilahi takdirle sona yaklaştığına inanan gruplar tarafından besleniyor. Bu olgu, “Kıyamet Faşizmi” olarak tanımlanabilir ve dini fatalizmi, faşist politikanın araçları ve otoriter hırslarıyla birleştiriyor. Ortaya çıkan karışım, varoluşsal bir panik ile mesihvari bir militanlığı buluşturan patlayıcı bir ideolojik yapı sunuyor. Bu yapı, demokratik kurumlar ve uluslararası istikrar için ciddi tehditler barındırıyor.
Kıyamet faşizminin Tarihsel ve İdeolojik Temelleri
Kıyamet faşizminin kökleri, iki ayrı ama gitgide iç içe geçen gelenekte yatmaktadır: Amerikan Evanjelik kıyametçiliği ve 20. yüzyıl faşizminin tarihsel mirası. ABD bağlamında, kıyametin yakın olduğuna dair inanç, 19. yüzyılda geliştirilen ve tarihi “dönemlere” ayıran dağıtımcı (dispensationalist) teolojide temellenmiştir. Bu inanca göre, dünya Rapture (kurtarılış), Büyük Sıkıntı (Tribulation) ve İsa’nın dönüşü ile sona erecektir. Uzun süre boyunca bu inanç altkültürel sınırlar içinde kalmışsa da, son yıllarda giderek daha fazla siyasileşmiştir.
Bununla eş zamanlı olarak, faşist estetiklerin ve otoriter dürtülerin yeniden canlanması—ultra milliyetçilik, komplo teorileri, entelektüel düşmanlığı ve günah keçisi yaratma eğilimleri gibi—Amerikan sağında radikalleşmeye uygun bir zemin hazırlamıştır. Geleneksel faşizm büyük ölçüde seküler olsa da, günümüzdeki bu melez yapı dini kıyamet vizyonlarını benimsemekte, modern siyasi mücadeleleri kozmik iyilik-kötülük savaşları olarak çerçevelemektedir. Ortaya çıkan şey, yalnızca dini inancın radikalleşmesi değil, aynı zamanda otoriter gücün kutsallaştırılmasıdır.
Teolojiden Politik Silaha: Hristiyan Milliyetçiliğinin Rolü
Hristiyan milliyetçiliği, kıyamet teolojisi ile faşist politika arasında ideolojik bir köprü görevi görmektedir. Bu ideolojinin savunucuları, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilahi bir kaderi olduğuna ve yasalarının kutsal metinlere göre şekillenmesi gerektiğine inanır. Bu hareket onlarca yıldır varlığını sürdürse de, Donald Trump’ın başkanlığı döneminden itibaren daha radikal ve militan bir hâl almıştır.
Bu çerçevede seküler yönetim, çoğulculuk ve liberal demokrasi sadece alternatif sistemler değil, aynı zamanda şeytani güçlerin tezahürleri olarak görülür. Marjorie Taylor Greene ve Michael Flynn gibi politikacılar, politik mitinglerde açıkça ruhsal savaş ve ilahi kehanet dili kullanmakta; Amerikan siyasetini eskatolojik bir savaş alanı olarak sunmaktadır. “Kıyamet zamanı” söylemi, siyasi rakipleri varoluşsal düşmanlara dönüştürmekte, politika farklılıklarını kutsal savaşlara çevirmektedir.
Bu teolojik-siyasal sentez, otoriter şiddeti hem meşrulaştırmakta hem de ilahi bir zorunluluk hâline getirmektedir. 6 Ocak 2021’de Kongre Binası’na düzenlenen saldırı yalnızca bir siyasi ayaklanma değil; pek çok katılımcı için bir “Eriha Yürüyüşü”—günahkâr bir yönetime karşı yapılan ruhsal bir saldırıydı. Katılımcılar, Tanrı’nın iradesini yerine getirdiklerine inanıyorlardı.
Komplo Zihniyeti: QAnon ve Ötesi
Komplo teorileri, kıyamet faşizminin can damarını oluşturur; hem teolojik hem de siyasi işlevler taşır. Bu teorilerin başında QAnon gelir. 2017’de Donald Trump’ın başkanlığı sırasında ortaya çıkan bu aşırı sağ bir komplo teorisi QAnon, geleneksel antisemitik söylemleri, kıyametçi temaları ve aşırı sağ paranoyasını birleştiren devasa bir komplo tasrımıdır. Temel iddiası, dünyayı çocuk kaçakçılığı, yamyamlık ve şeytanî ayinlerle uğraşan elit bir kabalın yönettiği, Donald Trump’ın ise bu karanlık düzeni bozmaya çalışan mesihvari bir figür olduğudur.
QAnon’un yapısı doğrudan apokaliptiktir: Dünya kötülüğün elindedir, ancak yakında bir “Fırtına” gelecektir ve bu fırtına, büyük tutuklamalar, infazlar ve Tanrı’nın düzeninin yeniden tesis edilmesiyle sonuçlanacaktır. QAnon inananlarının Trump’a duyduğu sadakat neredeyse dini bir bağlılığa dönüşmüştür.
Bu tür hareketler yalnızca irrasyonel inanç sistemleri değildir; aynı zamanda şiddeti meşrulaştıran ve demokratik süreçleri geçersiz kılan ideolojik yapılardır. Dünyanın geri dönülmez şekilde yozlaştığına inanan bireyler, uzlaşma ya da çoğulculuğu reddeder; otoriter çözümlere yönelir.
Kıyamet faşizmi, gerici cinsiyet ve ırk anlayışlarını da besler; özellikle ataerkil, beyaz ve militarist bir toplum düzenini idealleştirir. Bu dünya görüşünde feminizm, LGBTQ+ hakları, ırksal eşitlik ve çokkültürlülük, medeniyetin çöküşünün işaretleri olarak görülür. Bu toplumsal değişimler ilerleme değil, sonun yaklaştığına dair işaretler olarak yorumlanır.
Andrew Tate ve Jordan Peterson gibi aşırı sağ figürler, Hristiyan ataerkilliğini ve beyaz öfkeyi popüler kültüre taşımakta, özellikle genç kitleleri hedef alarak bu ideolojileri yaygınlaştırmaktadır. Kıyamet faşizmi, otoriter erkek figürleri yüceltir; bu figürler ulusun “ahlaki ve ırksal saflığını” yeniden tesis edecek güçlü adamlar olarak betimlenir. Bu söylem, genellikle kutsal kitaplara atıf yaparak meşrulaştırılır: İlahi yargı, doğal düzenin yeniden tesisi ve Tanrı’nın hiyerarşisi.
Küresel Yansımalar: ABD Dışındaki Kıyamet Faşizmi
Kıyamet faşizminin merkezi ABD olsa da, bu fikirler küresel ölçekte de yankı bulmaktadır. Brezilya’da Jair Bolsonaro destekçileri, kıyametçi Hristiyan söylemleri benimsemiş ve 2023’te kendi “8 Ocak” isyanlarını düzenlemişlerdir.
Macaristan’da Viktor Orbán’ın yönetimi Hristiyan milliyetçiliğini devlet politikası hâline getirmiş, Amerikan Evanjelikleri ile yakın ilişkiler kurmuştur. Avrupa genelinde aşırı sağ partiler—İspanya’da Vox, İtalya’da Fratelli d’Italia—kıyametçi ve otoriter motifleri benimsemiş; göç, çokkültürlülük ve LGBTQ+ haklarını medeniyetin çöküşünün nedenleri olarak sunmuştur.
Bu küresel ağ, yalnızca fikir alışverişi değil; aynı zamanda strateji paylaşımı da yapmaktadır. “Büyük Değişim Teorisi” gibi komplo söylemleri, anayasal altını oymaya yönelik hamleler ve kültürel savaşlar, kıyamet faşizminin küresel ortak paydalarıdır. Bu da gösteriyor ki, mesele sadece ulusal bir sapma değil, küresel ölçekte gelişen bir ideolojik tehdittir.
Teknoloji, Medya ve Radikalleşme
Kıyamet faşizminin yayılmasında dijital ekosistem kritik bir rol oynamaktadır. YouTube, X (eski adıyla Twitter) ve TikTok gibi sosyal medya platformları, komplo teorileri, apokaliptik propaganda ve dini-milliyetçi anlatılar için önemli dağıtım kanallarıdır. Algoritmalar, duygusal ve kışkırtıcı içerikleri ön plana çıkarmakta; radikal mesajlar bu sayede geniş kitlelere ulaşmaktadır.
Ayrıca, Hristiyan fenomenler, dijital vaizler ve “vatansever papazlar” interneti örgütlenme, bağış toplama ve siyasi mobilizasyon için aktif biçimde kullanmaktadır. İnternet, teoloji, siyaset ve eğlenceyi birleştirerek güçlü bir radikalleşme zemini sunar. Özellikle bağımsız ya da karizmatik kiliseler, politik aşırılığın ideolojik kuluçka merkezleri hâline gelmiştir.
Bu dijital ortam, hiyerarşisiz direniş biçimlerine de alan açar. Kıyamet faşizmi merkezi bir liderliğe ihtiyaç duymaz; meme’ler, vaazlar ve viral içerikler, geleneksel manifestoların yerini alır.
Kıyamet faşizminin yükselişi, liberal demokrasiler için varoluşsal riskler doğurmaktadır. Bu hareketin taraftarları sadece hoşlarına gitmeyen seçim sonuçlarını değil, çoğulculuğu ve demokratik meşruiyeti bütünüyle reddeder. Muhalefet “şeytani”, uzlaşma “ihanet” olarak görülür. Bu dünya görüşü, demokratik kültürün temel sütunlarını—meşruiyet tanıma, barışçıl iktidar geçişi, kurumsal saygı—aşındırır.
Dahası, kıyamet faşizmi önleyici şiddeti savunur; kötülüğe karşı savunma bahanesiyle terör eylemleri, paramiliter yapılanmalar ve siyasi suikastlara zemin hazırlar. Kozmik bir aciliyet duygusunun hâkim olduğu bu ortamda şiddet yalnızca meşru değil, aynı zamanda gerekli görülür.
Sivil toplum ise bu ideolojik dalgayı durdurmakta giderek daha yetersiz kalmaktadır. Medya organları, bu dini-politik aşırılığı nasıl haberleştireceklerini bilemez hâlde; eğitim kurumları ise çoğulculuğu ve eleştirel düşünceyi savundukları için saldırıya uğramaktadır. Kolluk kuvvetleri içinde dahi bu ideolojilere sempati duyan unsurlar bulunmaktadır.
Sonuç: Bu Tehlikeyi Nasıl Bertraf Edebiliriz?
Kıyamet faşizmi, yalnızca marjinal bir akım değildir. Kurumsal, teolojik ve kültürel güce sahip, büyüyen bir harekettir. Moderniteden yabancılaşanları, öfkelenenleri ve acil bir kurtuluş arayanları cezbetmektedir. Bu hareketin başarısı, otoriterliği ahlaki bir zorunluluk gibi sunmasında ve şiddeti kurtarıcı bir araç olarak lanse etmesindedir.
Bu tehdide karşı koymak için, onu sadece politik bir sapma olarak değil; aynı zamanda teolojik ve kültürel bir sistem olarak anlamalıyız. Akademisyenler, gazeteciler, aktivistler ve politika yapıcılar, siyasi radikalleşmenin dini boyutlarını ciddiyetle ele almalıdır. Faşizmi sadece siyasi bir tehlike olarak kınamak, onun ruhsal mantığını çözümlemeden yetersiz kalacaktır.
Önümüzdeki yıllarda ekonomik belirsizlikler, iklim krizleri ve jeopolitik çalkantılar arttıkça, apokaliptik ideolojiler daha da güç kazanacaktır. Soru, kıyamet faşizminin yükselip yükselmeyeceği değil; liberal demokrasilerin buna karşı gerekli açıklığı, cesareti ve ahlaki vizyonu gösterip gösteremeyeceğidir.