
Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin kuşkusuz en önemli siyasal organizmalarından biridir. C.H.P. için “Parti” yerine “Organizma” kelimesini kullanmaktaki amacımız C.H.P.’nin geçmişi, tarihi misyonu, yüklendiği devrimci dönüşümler ve sahip olduğu değerler bakımından “parti” sözcüğünün sınırlarını aşan varsıllığı bünyesinde barındırmasıdır.
Hakikaten, C.H.P. modern Türkiye’nin inşa sürecinde tarifsiz derecede önemli görevleri almış, sevabı ve günahıyla 100 yıla yakındır ülkenin mukadderatında önemli roller almaktadır. Bu yazıdaki amacımız C.H.P.’nin iktidar cenahı ve sosyalist solun bir kısmı tarafından şeytanlaştırılırken, sosyal demokratlar ve ortodoks Kemalistler tarafından evliyalaştırılma karşıtlığı karşısında C.H.P.’nin nesnel bir fotoğrafını çekmektir. Bu fotoğrafı çekerken Sn. Kemal Kılıçdaroğlu özelinde büyüyen Cumhurbaşkanlığı adaylık tartışmalarına da değineceğiz.
C.H.P. modern Türkiye’nin kurucu unsurudur. Bir başka ifadeyle C.H.P. “Ulus devlet” temelinde planladığı yeni Cumhuriyet’i kalkınmacı liberal bir ekonomik modelle yönetmeyi hedefleyen, toplumsal yaşamda sekülerizmi savunan, devlet yönetiminde katı laiklikten ödün vermeyen, yönünü Batı dünyasına çevirmiş bir anlayışı temsil eden bir organizmadır. 1930’lu yıllarda dünya ekonomik bunalımının etkisiyle devletçi ekonomiye alan açan parti, II. Dünya Savaşı sonrası yine liberal ekonomik politikalara dönüşün yollarını aramış, ancak 1950 seçimleriyle beraber uzun bir muhalefet yolculuğuna başlamıştır. 70li yıllarda, 1968 ve Ecevit rüzgarıyla “Orta’nın Solu” ile kitleler üzerinde etkisini arttıran parti 1977 seçimleriyle oy oranında zirveyi görmüş ve 1977’den sonra büyük bir düşüşe geçmiştir. 12 Eylül faşizminin ağır şartları altında 80’li yıllarda toparlanamayan sosyal demokrat hareket 1990’ların başında üç farklı partiye bölünerek yoluna devam ederken, bugün yaşadığımız siyasal islamcı düzenin kadroları da birbirlerini yiyen sosyal demokratlara ve merkez sağ siyasetçilere bakarak ellerini avuşturmakta ve günümüzün taşlarını döşemeye başlamaktalardı.
C.H.P.’nin başına gelmiş en büyük felaket olan Deniz Baykal diktası partinin hem sosyal demokrasiden uzaklaşmasına, partinin ülkenin karşı karşıya bulunduğu sorunlara çözüm üretmek yerine sığ polemik siyasetine savrulmasına, örgütün yetkin kadrolar yerine “delege ağalarının” bindirilmiş kıt’alarıyla doldurulmasına, seçkinci bir anlayışla toplumun bir çok kesiminin dışlanmasına, Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt sorununda güvenlikçi politikaları benimsemesine sebep olarak C.H.P.’yi “CeHaPe zihniyeti” saldırılarının merkezi konumuna düşürmüştür. Dönemin C.H.P.’si Baykal ve Önder Sav’ın liderliğini yaptığı dar kliğin politbürosuna dönüşerek salıdan salıya T.B.M.M. meclis grup toplantılarında Baykal’ın seslendirdiği kavga siyasetinin bayraktarlığını yapmıştır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa seçilmesinden sonra toplumda büyük bir beklenti oluştuğu tüm kamuoyunun malumu idi. Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde C.H.P. oy oranını beklenildiği kadar arttıramasa da son dönemde etkin muhalefet performansıyla Türkiye’deki değişim ve dönüşüm sözcülüğünü üstlenmiş olup 19 yıldır saldırıda olan iktidarı savunma hattında sıkıştırmıştır. Bugün TUİK veya T.C. Milli Eğitim Bakanlığı gibi kurumlar Sn. Kılıçdaroğlu’nun sorularına yanıt veremedikleri gibi çareyi kendilerini kendi kurumlarına kilitmekte bulmaktadır. Evinin mutfağından çektiği videolarda adalet, bölüşüm, bereketi anlatan Sn. Kılıçdaroğlu toplumda söylemlerinin karşılığını bulmaktadır. Kanımızca, Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleden önce milletvekillerine onay vererek İyi Parti’nin grup kurmasını sağlayarak partinin seçimlere girmesini sağlaması tüm Türkiye’ye yapmış olduğu en büyük hizmettr. Kılıçdaroğlu’nun sadece bu hizmetin onurlu mirasını siyasal ömrü boyunca yakasında bir nişane gibi taşıyacağı kanımızca kesindir. Yine “Adalet Yürüyüşü” kanımızca son yılların en etkin siyasi tavırlarından biri olup, tarifsiz bir cesaret örneği olarak siyasal yaşamımıza ismini yazdırmış bir eylemdir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının bir çok kimse tarafından bir yandan olumlu bulunurken olası adaylığına mezhepsel ve coğrafi nedenlerle şüpheyle yaklaşma eğilimi oldukça baskın bir çerçeve oluşturmaktadır. Türkiye’nin sosyolojik dinamikleri, seçim bölgelerinin ekonomik altyapısı, sosyo kültürel üst yapı kurumları tabii ki seçimi etkileyen ölçütlerdendir.
Bu kapsamda Karadeniz bölgesinde oy alamayan bir partinin ya da siyasetçinin tüm Türkiye’de seçimi kazanması oldukça zordur. Keza Kürt seçmenden oy alamayan bir partinin veya adayın da tüm Türkiye sathında başarılı olması kanımızca çok zordur. Bugün seçim olsa yukarıda sözünü ettiğim bölgelerden ve seçmen kitlesinden Sn. Kılıçdaroğlu ne kadar oy alabilecektir? Konuyla ilgili yapılan kamuoyu araştırmaları nasıl tablolar çıkartmaktadır? Bunlar için hüküm vermek için henüz erken olduğu kanaatindeyiz. Biz burada şu konuya odaklanmayı uygun görüyoruz: Sn. Kılıçdaroğlu, dürüstlüğü, alçakgönüllülüğü, C.H.P.’de başlattığı sosyal demokrat dönüşüm ve halkçı siyaset performansıyla Cumhurbaşkanlığı adaylığına layık olamaz mı? Buradaki cevabımız çok net: EVET! Sn. Kılıçdaroğlu Türkiye’nin habis tümörü olan kutuplaşmaya çare olarak, yaratılmış “karşı” mahallelerin “ortak” mahallelere dönüşmesini sağlayacak politikaları uygulayamaz mıdır? Buradaki yanıtımız da yukarıdaki yanıtımız gibi gayet açık ve net: EVET! Bu satırların yazarı olarak biz de Sn. Kılıçdaroğlu’nun adaylığıyla ilgili yukarıda belirtilen şüpheleri uzun süre içimizde taşıdık. Ancak son dönemde Sn. Kılıçdaroğlu ve C.H.P.’nin genel performansını detaylı bir şekilde incelediğimizde Sn. Kılıçdaroğlu’nun adaylığının bir felaket senaryosu veya baştan kaybedilmiş seçim algısıyla eşanlamlı olmadığına kanaat getirdik.
Bu noktada C.H.P.’li kadroların, parti örgütünün tüm kademelerindeki partililerin yarın Sn. Kılıçdaroğlu adaylığını ilan ettiğinde ülkeyi ahtapot gibi saracak propaganda birliklerine dönüşmesi gerçektiğini unutmamaları oldukça kritiktir. Keza, seçim esnasında sandık güvenliği konusunda da örgütün tüm kademelerindeki kişilerin bu görevi geleceğe ve yeni nesillere olan borç mantığında kavramaları zaruridir. Özellikle sosyal medyada “trol” adı verilen klavye tetikçilerinin hiç bir bilgiye dayanmayan, cehalet sınırlarını onlarca tur aşan saçma iddiaları bilgi, belge ve gerçeklerle kolayca çürütülebilir olup, İstanbul seçimlerinde halkın içinden çıkan adalet kasına güvenmek buradaki temel gerekliliktir.
12 Eylül faşizmi tarafından 80’li yıllarda palazlanan siyasal islam, 2000’lerde yapılandırılmış bir politika ve kadroyla iktidara gelerek 19 yıldır ülkeyi tek başına, hukuku ayaklar altına alarak, devletin tüm kurumlarının dna’larını bozarak yönetmektedir. Yaşanan siyasi kriz ekonomik boyutuyla milyonlarca insanın yoksullaşmasına neden olmakta, beyin göçü gibi korkunç tehlikeli demografik değişimleri beraberinde getirmektedir. Bu tablo karşısında, dürüst geçmişiyle, kendisinin ve ailesinin hiç bir şekilde rüşvet, yolsuzluk, irtikap gibi yüz kızartıcı iddialara bulaşmamış, Dersim’in bir köyünden çıkarak üst düzey bir bürokrat olmuş, çalışkan bir kişinin Türkiye Cumhuriyet’i Cumhurbaşkanlığı makamına aday olması haktır, şayet bu adaylık ilan edilirse desteklenmelidir.

1980 yılında İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Ünibersitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı lisans mezunudur. MEF Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Özel Hukuk yüksek lisansını geçtiğimiz yıl tamamlayan Buğra Konuk, bu yıl da Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitisu’nde tarih yüksek lisansına başlamıştır. Sağlık sektöründe orta kademe yönetici olarak çalışmaktadır.