
ABD “oralarda bir yerlerde” savaşmaya alıştı. Bir sonraki düşman çatışmayı buraya (ABD’ye) getirebilir.
Hal Brands
Amerikalılar için savaş, tipik olarak “oralarda bir yerlerde” – kıyılarından uzak yabancı ülkelerde – olan bir şeydir. Artık savaşı “burada” yaşanabilecek bir şey olarak düşünmeye başlasalar iyi olacak.
Gelecekteki çatışmalarda Amerikan toprakları bir sığınak olmayacak. ABD, teknolojik ilerlemelerin, yalnızca terörist grupların değil jeopolitik rakiplerin de savaşı Amerikan topraklarına taşımasını mümkün kıldığı, ülkenin saldırıya açık olacağı bir döneme giriyor.
Evet, ABD daha önce saldırıya uğradı. İngilizler 1812 Savaşı sırasında Washington’u yaktı. Japonlar 1941’de o zamanlar ABD toprağı olan Hawaii’yi vurdu. 11 Eylül terörist saldırıları New York, Washington ve Pennsylvania’da katliama neden oldu.
Ancak bu vakaları unutulmaz yapan, istisna olmalarıdır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, bir güç ve coğrafya kombinasyonunun, ABD’ye neredeyse diğer tüm büyük ülkelerden daha fazla iç güvenlik sağlaması. Soğuk Savaş’tan bu yana terörist saldırılarla mücadele etti, ancak vurduğu devletler – özellikle Irak ve Sırbistan – aynı şekilde yanıt verme yeteneğinden yoksundu.
Bu durum birkaç yönden değişiyor
Bir kere, bir çatışmada ABD’yi nükleer silahlarla tehdit edebilecek rakiplerin sayısı artıyor. Geleneksel olarak küçük ve savunmasız bir nükleer cephaneliğe sahip olan Çin, bunu hızla genişletiyor; Pekin, Tayvan veya başka herhangi bir sıcak nokta üzerindeki bir çatışmada ABD’yi vurabileceğinden emin olmak istiyor. Kuzey Kore, ABD’deki hedefleri vurabilecek nükleer başlıklı füzelere sahip olmanın eşiğinde veya hâlihazırda bunlara sahip olabilir.
Amerika’nın rakiplerinin, bu tür nükleer saldırıları gerçekleştirmemek için hala geçerli nedenleri olabilir – bunun en önemli nedeni, yıkıcı bir ABD nükleer misilleme tehdidi olacaktır. Ancak bugün, Soğuk Savaş’tan farklı olarak, ABD’ye daha az kıyametvari ve dolayısıyla daha gerçekleştirilebilir yollarla da saldırabilirler.
Hem Rusya hem de Çin, uzun menzilli füzelere monte edilmiş konvansiyonel savaş başlıklarıyla – seyir füzeleri, hipersonik planör araçları veya belki de kıtalararası balistik füzeler ile ABD hedeflerini vurma yeteneğine sahipler veya bunu geliştiriyorlar. Çin’in konteyner gemilerinden fırlatılan küçük insansız hava araçlarını ABD’nin Batı Kıyısı veya Hawaii’deki hedefleri vurmak için kullanabileceğine dair artan endişeler var.
Bu saldırılar muhtemelen feci bir yıkıma neden olmayacaktır. Ancak bir çatışma sırasında ABD lojistiğini, iletişimini ve seferberliğini aksatabilirler veya Moskova’ya da Pekin’e, Çin ya da Rus topraklarına yönelik Amerikan saldırılarını caydırmak ya da misilleme yapmak için bir yol sunabilirler.
Ülke topraklarına en olası saldırı biçimi, açık şiddet içermeyecektir. Kritik altyapıya veya finansal sistemlere yönelik siber saldırılar, günlük yaşamı sekteye uğratabilir ve dünyanın diğer tarafındaki saldırganlığa karşı herhangi bir yanıt vermeyi engelleyebilir. Geçen bahar Doğu Sahili’nde gaz kıtlığına neden olan Colonial Pipeline fidye yazılımı (kulanıcının bilgisayarındaki dosyaları kitleyip açtırmak için fidye ödemeye zorlayan yazılım) saldırısı, tüyler ürpertici bir fragman sundu. Bir de Tayvan, Ukrayna veya Baltık ülkeleri ile ilgili büyük bir uluslararası krizin ortasında, ancak çok daha büyük bir ölçekte tekrarlanan bir performansı hayal edin.
Bu tür saldırılar Rus ve Çinli planlamacılar için çekici olacaktır. Doğrudan askeri saldırıların yapamayacağı bir şekilde, belirsizlik içinde gizlenebilirler. Doğrudan çok sayıda sivil ölüme neden olmadan iç karışıklık yaratabilirler. Pekin veya Moskova, Doğu Avrupa veya Batı Pasifik’teki askeri hedeflerine ulaşmak için yarışırken, bir çatışmanın başlangıcında ABD’yi frenleyebilirler. Ve ABD’li devlet politikasına yön verenlere yanıtlanması gereken zor sorular sorabilirler: Washington böyle yapar ve ülke içindeki can sıkıcı güvenlik açıklarını ortaya çıkarabilirse, uzak coğrafyadaki saldırganlığı durdurmak için güç kullanmaya istekli olacak mıdır?
Bu ikilemin mükemmel bir çözümü yoktur. Örneğin füze savunmaları, kilit hedeflerin korunmasına yardımcı olabilir, ancak bunlar çok pahalıdır ve kapsamlı bir koruma sağlayamayacak kadar güvenilmezdir. ABD’nin yapabileceği en iyi şey, savunma, saldırı ve dayanıklılık kombinasyonu yoluyla iç güvenliğinin zayıf yönlerini azaltmaktır.
Bu, bir zamanlar “sivil savunma” olarak adlandırılan, kritik altyapıyı, lojistik tesisleri ve iletişim ağlarını dijital saldırılara karşı sağlamlaştıracak daha büyük ve daha sistematik yatırımlar gerektirecektir. Washington’un barış zamanında, devlet destekli siber saldırılara karşı tam yanıt verme yeteneğini ve kararlılığını daha iyi anlatması gerekecektir. Bu durum, ABD’nin savaş zamanında fiziksel ya da dijital, daha büyük saldırılara nasıl karşılık vereceği konusunda rakiplerinin merakını uyandıracaktır.
Yine de mutlak korumanın bir yanılsama olduğu gerçeğinden kaçış yok. Ülke topraklarına saldırı olasılığının daha yüksek olduğunu kabul etmek ve bunları sindirmek için gerekli ekonomik ve toplumsal direnci geliştirmek gerekir. Coğrafyanın bağışıklık sağlamadığı bir dünyada küresel etkinin bir bedeli olabilir.
Bu, Amerikalıların kabullenmesi zor bir sav olacak ve Amerika’nın küresel mevcudiyetinin maliyeti ve faydaları hakkında sert tartışmalara neden olabilecektir. Ancak bu tartışmanın şimdi başlaması, Amerikalıların yeni kırılganlıklarını ancak bir çatışma başladıktan sonra fark etmelerinden daha iyidir.
Bu makale yayın kurulunun veya Bloomberg LP’nin ve sahiplerinin görüşlerini yansıtmayabilir.

Hal Brands bir Bloomberg Opinion köşe yazarı, Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda Henry Kissinger Ordinaryüs Profesörü ve American Enterprise Institute’da bir akademisyendir. Kısa bir süre önce yayınlanan, The Lessons of Tragedy: Statecraft and World Order (Trajedinin Öğrettiği Dersler: Devlet Yönetimi ve Dünya Düzeni) adlı kitabın yazarlarından biridir (co – author).
Bu makale Bloomberg’de yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş