Japonya arkadaş ziyaretimi, dört şehir üzerinde düzenlemişti Taeko (Sınıf arkadaşım). İlk olarak Tokyo’ya indim. Orada bir gün kalıp ertesi gün hızlı tren ile Kyoto’ya geçtim. Taeko gezinin kapanış kısmını Tokyo’da yapacağını söylemişti. Bu sebeple Kyoto’dan, Nara’ya oradan da Ise’ye ve en son Tokyo’ya geçtim. Öncelikle Tokyo’dan Kyoto’ya geçerken Taeko, Fuji dağını görebileceğimden söz etti. Fakat Fuji dağının herkese kendisini göstermediğini eğer şanslıysam görebileceğimi söyledi. Sanki canlı birinden söz eder gibiydi. Şöyle ki; inanışa göre Fuji dağı Japon askerlerinin, kahramanlarının ruhunu taşıdığıydı. Fuji, kelime anlamı olarak, zenginlik ve bolluk anlamına gelir. Aslında Fuji dağı volkanik bir dağ ve en son 1707 yılında patlayışını gerçekleştirir. Bilge insanların bu dağa bir kere tırmandığını, örneğin, monklar gibi fakat söylediklerine göre “Sadece aptal insanlar ikinci kez bu dağa tırmanır” derler.
Tokyo’dan Kyoto’ya geçerken aslında her iki şehrin isminin de benzer olduğunu birbirinden türetildiğini söyledi Taeko. To ve Kyo olarak iki hece olarak düşünün To hecesinin yer değiştirmesiyle edinilmiş isimdir. Konu şöyle, Kyoto evvelden Japonya imparatorluğunun başkentidir. 16. Yüzyıldan 1869’a kadar imparator Meiji’nin Tokyo’ya taşınma kararı ile başkent değişir. 1864 yılında Hamaguri isyanı sırasında yangın çıkartılarak 28 bin ev, mülk yok edildi. Bu tarihte Kinmon olayı olarak geçer ve bu isyan devlet hiyerarşisinin en üstünde bulunanlarına “Tokugawa shogunate” karşı düzenlenmiş bir isyandır fakat isyankarlar 7 ay 19 gün savaşın sonunda kaybederler.
Kyoto’nun en ünlü kalelerinden biri olan Fushimi Kalesi ilk ziyaret ettiğim yeriydi. 1592’de yapımına başlanılan bu görkemli yapı 7 yılda tamamlanmış. İçinde bulunan geleneksel çay seremonisi yapılan odası imparator Toyotomi Hideyoshi için altından inşa edilmiştir. İmparator bu kalede emeklilik günleri geçirmiştir.
Japonların çay seremonileri tam bir tören gibi düşünebilirsiniz. Özellikle bu hızlı tüketim çağında ezber bozan bir yavaşlık ve sükûnet içinde gerçekleşir. Maça çayı (Matcha tea) yapımı tam bir meditatif büyüleyicilikte icra edilir. Buna bir anlamda show da diyebilir çünkü sahne bir kadının diğer kişilere karşı bir yükseklikte bulunduğu alanda sahne aldığını söylemek ve bu show gerçekleşirken Japonlara has müzik aletlerinin sanatçılar tarafından eşlik etmesi de bu törene dahil bir durumdur.
Kyoto’da ulus hazinesi olarak geçen 5 tane Zen Budizminin tapınağı var. Etraflarında Zen bahçeleri, köprüleri ve minka yani geleneksel evleri ve döşemeleri ile 10 bin yıllık tarihlerini, kültürlerini ve doğalarını koruduklarını ifade ederler. Bu tapınaklara bir Torii (Geleneksel Shinto Shrine giriş sembolü) sıradanlıktan kutsallığa giriş diye söylenen kapılardan geçilir. Evlerde göze çarpan sadelik ve yok denecek kadar az eşyalı hali Japonya’ya olan ilgiyi ve saygıyı arttıran bir özellik olarak bulurum. Ayrıca, geleneksel döşeme olarak yere serili tatami (Pirinç saplarından örülü halıları) hasır, sürgülü kapılar, engawa (Evin iç avlusua bakan veranda) ve genkan (Ayakkabıların çıkarılıp konulduğu alan) giriş salonu hala geniş ölçüde kullanılır.
Kyoto, Nara ve Ise şehirlerinin içinde gezerken kimonolu erkek ve kadınlara çokça rastlanılır. Kimono erkeklerin de giyindiği bir kıyafettir. Özellikle düğün ya da özel günlerde veya diploma törenlerinde saygınlığı açısından tercih edilen, kültürlerini onurlandırdıklarını düşündükleri bir kıyafettir. Yaz aylarında kimono yerine yakuta giyilir. Nedenine gelince yaz aylarında kumaş ve katları açısından daha ince ve az kattan oluşmasından dolayı, terletme oranı daha düşüktür. Bir kimono satın almak istediğimde fiyatının 10 bin dolar olduğunu öğrendiğimde, yakuta almaya yöneldim. Yakuta, çok daha ucuz olduğu ve kimono ile aynı havada görüntüye sahip olduğu için çoğu turist tarafından tercih edilir. Japonya’da da çoğu kişi kimonoyu satın almak yerine günlük olarak kiralama seçeneğini kullanır.
Taeko kendi düğününden söz ettiğinde öğrendim ki; siyah ve beyaz renkli kimonoları düğün misafirlerinin özellikle giyinmediğini (Görgü gereği o renkleri giymek büyük ayıp) çünkü siyah gelenek ve görenek gereği kayınvalidelerin giymekle zorunlu olduğu renktir ve ayrıca gelin ise beyaz kimono giyer. Erkek kimonosunda da desenler çok daha farklı ve damat da siyah renk kimono giymekle yükümlüdür.
Kimono alışverişimiz sırasında yukata yerine yakuza deyince Taeko havaya sıçradı. Fakat bu sıçrayış o korku doluydu ki bir şey oldu arkadaşım Taeko’ya diye ödüm koptu. “Yakuza” Japonya’da bir illegal örgüt ve insanların bizde üç harfliler deyip “Cin” derse çağırmış olduğuna inanılan anlayış gibi telaffuz bile edilmeye korkulan bir mafia grubuymuş. Ülkede 200 yüz binden fazla üyesi olan devletin bile bir şey yapamadığı çok tehlikeli organize bir terör örgütü olduğunu söyledi Taeko. Kendi içinde hiyerarşi sistemi olan bu grup insan kaçırmadan, kumara, uyuşturucu kaçakçılığına kadar uluslararası çalışan bir sisteme sahipler. Esasında Japonların onurlu ve dürüst yaşam düsturuna karşı tam tersi bir oluşumun kendi içinde türemesini dillendirilemeyecek kadar utanç kaynağı oluşturduğunu anlaşılır bir durumdur. Kültürlerinin içinde “Harakiri” yani onuru zedelenen kişinin karnına bıçak (Katana) saplayıp çevirme işlemi dünyada bilinen ismi ile seppuku hareketiyle intihar kültürü olmasına rağmen bu denli karanlık bir yüzünün olması da şaşırtıcıdır.
Harakiri yapma geleneği sadece utanç üzerine anlamlandırılmış bir eylem değildir. Aksine hata yapmanın kabulü ve bunun üzerine acısını bile belli etmeden karnını deşip organlarını dışarı çıkarma geleneği kişinin kutsal biri olarak anılmasını sağlarmış. Bu gelenek samuraylar döneminde başlar ve bu işlemi yapan kişiyi bir yakını izlemelidir. Sonrasında intihar eden kişinin kafası en yakın arkadaşı tarafından kılıç ile kesilmesi gerekir. Eğer bu işlemi arkadaşı yapamazsa yapamayan arkadaşının da kellesi harakiri yapan ile beraber bir başkası tarafından kesilirmiş.
Japonya’nın sert ve katı kültürü, kuralcılığı hayvanlarına da tesir etmiş desem mübalağa etmiş olmam diye düşünüyorum. Nara şehrinin her yerinde geyikleri, ceylanları görebilirsiniz. Japonların saygı gereği öne doğru eğilerek selamlama hareketlerini bu hayvanların da insanların karşısına geçerek selamladıklarında anladım. Bu hareketi yaptıklarında insanlar onlara seyyar satıcılarda satılan onlara özel yiyecekleri verirken yaptıklarını gördüm. Bu nezaketli hal hem orayı unutulmaz kılıyor hem de bir kültürün taşından toprağına nasıl etkilenip şekil aldığını görmek şaşırtıyor.
Ise ve Nara ziyaretim sırasında Shinto shrine ve Zen Budizm’inin tapınaklarını, orada yapılması gereken ritüelleri tek tek bana Taeko anlattı. Elimle uzak bir şeyi işaret etmemem gerektiğini, kapılardan geçerken öne doğru eğilip selam vermeyi, tapınak girişlerinde uzun bir ipi sallayarak zili çalıp adımı yüksek sesle söyleyip, geldiğimi duyurmamı, öne doğru iki kere selam verip sonra öne doğru eğik kalıp iki kere ellerimi şaklatmam gerektiğini, yemek yemeden evvel oturduğum yerden başımla eğilip ellerimi birleştirip önümdeki yiyecek dolu tabağa doğru “İtadakimasu” deyip yani “Benim doymam için canını verdiğin için sana şükranlarımı sunarım” demeyi öğretti.
Tokyo’ya geri döndüğümde Taeko tam bir teknoloji, yapay zeka ve robotlar cennetine geldiğimi söyledi.İlk olarak beni Akihabara yani en son teknolojinin, elektronik aletlerin dükkanlarının olduğu semtine götürdü. Burada aklınızın alamayacağı kadar değişik hayatı kolaylaştıran aletler gördüm ki anlatmaya sadece bu makale yetmez diye düşünüyorum. Ayrıca beni bir robot bara götürdü. Adından da anlaşılacağı üzere burada çalışan garson ve barmenlerin robot olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Londra’da aldığım psikoloji eğitimim sırasında yapay zeka çalışmalarından alışkın olduğumu söyleyebilirim ama insanların doğal hayatlarına karışmış robotları görmek çok eğlenceliydi itiraf edeyim.
Japonya en azından bir kereliğine de olsa ziyaret edilmesi gereken bir ülkedir diye düşünüyorum. Güvenlik anlamında anlattığım hikayeler dışında, Japonlar dünyanın en temiz ve güvenli ülkesi olduklarını slogan olarak söylüyorlar.
Spor psikoloğu Zeynep Eylem Şenkal İstanbul doğumludur. Doksanlı yıllarda profesyonel olarak hem milli takımda hem de Fenerbahçe kulübünde voleybol oynadı. Marmara Üniversitesi Spor Bilimlerinden mezun olduktan sonra sporcu pskolojisi konusunda çalışmalar yapmaya başladı. İngiltere Londra’da beş yıl kaldı ve burada BBP University’de yüksek lisans psikoloji eğitimini tamamladıktan sonra “Premier League” takımlarından Chelsea ve Arsenal futbol kulübünde çalıştı. Şu anda İstanbul’da Fransız Lape hastanesinde çalışmaktadır.
Zeynep Eylem Şenkal’ın farklı konularda ödülleri vardır. Pertevnial Lisesinde Liseler arası 5000 metre koşusunda birinci oldu, okuluna kupa kazandırdı. Fenerbahçe genç takımında oynarken lig şampiyonluğunu kazanan takımın ilk altısında oynadı. Okulu Marmara Üniversitesinin takımında üniversiteler arası şampiyonluk kazanan takımın ilk altısında oynadı.
Formula 1 takımlarından Redbull ile beş yıl boyunca çalıştı ve 230 dünya şehri gördü.
Sporun dışında da başarıları bulunan Zeynep Eylem Şenkal 1996 Türkiye Best Model seçildi. 1998 yılında Kore’de yapılan “Miss Universe” yarışmasında dünya birincisi seçildi. 15 tiyatro oyununda baş rolde oynadı. En son tiyatro oyunu “Necmiq” ile “En iyi komedi oyunu” ödülünü ekibi ile beraber kazandı. Onlarca televizyon programı sundu. Sinema ve dizi filmlerde oynadı. Ayrıca tiyatro öğrencilerine drama dersleri verdi.
Zeynep Eylem Şenkal tüm bu tecrübelerini harmanlayarak ünlü ya da değil sporcu ve ya kendini geliştirmek isteyen bireylerle mesleği kapsamında; kişinin kendisinin potansiyelinin sınırlarına erişebilmesi için bilimin ve teknolojinin ışığında kişiye özel fiziksel ve zihinsel çalışmalar yürütmektedir.
Daha fazla bilgi için www.eylemsenkal.com