
Dalgaları Aşmak (Breaking the Waves), Lars von Trier‘in yönettiği 1996 Danimarka yapımı filmdir. Emily Watson‘ın ve Stellan Skarsgard’ın başrolleri oynadığı film 1970’li yıllarda Scottish Highlands‘te geçmekte ve Bess McNeill adlı bir kadının iş kazası sonucu sakat kalan kocasına duyduğu aşkı konu almaktadır. Yapımcılığını Lars von Trier’nin Zentropa adlı şirketinin üstlendiği Dalgaları Aşmak, Idiots (1998) ve Karanlıkta Dans‘ın (2000) da içinde bulunduğu Altın Kalp Üçlemesi’nin bir parçasıdır.
Filmin kendisinden söz etmeden önce vurgulanması gereken nokta filmin 1996 tarihli olmasına rağmen Lars Von Trier’in diğer yönetmenlerle birlikte Dogma 95 hareketinde belirlenen kurallardan farklılıklar göstermesi olsa gerek. Dogma 95, filmin çekimine ilişkin belirli kurallara dayanan bir harekettir. Buna göre çekimler stüdyo dışında yapılmalı, ses ve görüntü birlikte üretilmeli, kamera elde taşınmalı, film renkli olmalı ve özel ışıklandırma kullanılmamalı, optik filtreler kullanılmamalı, zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasak olmalı gibi kurallar benimsenir. Dogma 95’in altında imzası olan yönetmenler 2005 yılında hareketi feshettiklerini açıklamıştır.

Dalgaları Aşmak isimli film ise 1996 tarihli olmasına rağmen bu kuralların bazılarından farklılık göstermiş ve Lars Von Trier’in en başarılı filmlerinden birisi olarak kabul edilmiştir. Film 1996 senesindeki Cannes Film Festivali’nde Grand Prix ödülünü ve başka pek çok festivalde de sayısız ödül kazanmıştır.
Filmden söz etmeye gelince vurgulanması gereken şudur. Bess McNeill isimli Emily Watson’un büyük bir başarıyla canlandırdığı kadın kahraman katı bir dinsel hayat süren bir topluluk içinde yaşamaktadır. Burada kilisenin liderlerinin dedikleri geçerlidir ve cemaat da hayatını bu dinsel öğretilere göre yaşar. Bess McNeill ise bu cemaat içinde yaşayan ve kendine has özellikleri olan bir genç kadındır. Bunun başında da Tanrı’yla konuşmaları gelir. Film boyunca pek çok kez Bess Tanrı’yla konuşur. Bu konuşmalar monolog şeklindedir ve Bess Tanrı’nın kendisinden istediklerini yerine getirmeye çalışır. Bess daha önce kardeşini kaybetmiş ve o dönem yaşadığı psikolojik sorunlar nedeniyle hastanede yatmıştır. Filmde, benzer bir üzüntü durumu yaşandığında hastalığın tekrarlamasından endişe edilmektedir.

Bess’in sıradışı bir kadın olması sadece bu dinsel meselelerdeki farklılığıyla sınırlı değildir. Bess’in evlenmek için seçtiği adam da çok da fazla içinde yaşadıkları cemaate uygun birisi değildir. Bir petrol platformunda çalışan Jan, içki ve esrar kullanan, cinselliğe filmdeki cemaatin sapkınlık olarak nitelendirilecekleri düzeyde düşkün bir adamdır. Bess ile nerede ve nasıl tanıştıklarını görmeyiz ancak cemaatin bu evliliğe pek sıcak bakmadığını söylemek zor olmayacaktır.
Film sekiz bölümden oluşur ve bu sekiz bölüm boyunca hikâye bizi Bess’in bir yandan üyesi olduğu bir cemaat diğer yanda çok sevdiği sıra dışı kocası arasında gidip gelişlerini anlatır. Kız kardeşi, annesi ve kendisini muayene eden doktor filmin diğer önemli karakterleridir.
Filmin başlangıcında her şey yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibidir. Bess ve Jan birbirlerine âşıktır ve küçük kasabada evlenirler. Evlendikten sonra Jan çalışmak için işe geri döner. Bu sırada Bess Tanrı’yla konuşup onun bir an önce evine dönmesini ister. Tam bu esnada bir şey olur ve kocası Jan ağır bir iş kazası geçirerek kötürüm olur ve yatalak düşer. Bess bunun kendisinin Tanrı’dan bulunduğu ricadan kaynaklandığını düşünür ve suçluluk duyar. Öte yandan bu kaza filmdeki olayların gidişatını etkileyen çok önemli bir rol oynar.

Jan artık yatalaktır ve doktorlar onun geleceği hakkında çok fazla olumlu konuşmamaktadır. Buna göre yaşasa bile büyük acılar çekecek ve muhtemelen felçli kalacaktır. Jan ise bu şekilde yaşamanın ölüm olduğunu belirterek karısından sıra dışı bir istekte bulunur. Bu istek Bess’in başka erkeklere ilişkiye girmesi ve bu ilişkilerin ayrıntılarını gelip Jan’a anlatmasıdır. Jan’a göre aşk, sevişmektir ve sevişme isteğinin yitmesi ölmek anlamına gelmektedir. Böylece Bess’e duyduğu arzu canlı kalacak ve bu da onu hayatta tutacaktır. Bess, bocalasa da bu isteği kabul eder.
Bess’in birinci denemesi hem Jan’ı hem de kendisini tedavi etmeye çalışan Doktor Richardson olur. Doktorun evine giden Bess yatağına uzanarak doktorun yanına gelmesini ve kendisiyle sevişmesini ister. Ancak Doktor bu isteği reddeder ve ilk girişim başarısız olur. Bess yine de kocasına bu ilişki olmuş gibi bir şeyler anlatsa da Jan Bess’e inanmaz.
İkinci girişim bir otobüste yaşanır. Burada yaşça Bess’ten büyük bir adamın yanına gidip oturarak ona mastürbasyon yaptırır. İşi bitince otobüsten iner ve kusar. Sonra gidip kocasına yaptıklarını detayıyla aktarır.
Üçüncü girişim ise bir fahişe kılığına girerek gerçekleşir. Bess üzerinde fahişe kıyafetleri olduğu hâlde bir bara gider ve orada tanıştığı bir adamla birlikte olur. Bu birlikteliklerin tümünde de isteksizdir ve acı çekmektedir. Ancak yaşadıklarını anlatmasının kocasına iyi geldiğini düşündüğünden yapmaya devam etmektedir. Doktorlar da Jan’ın durumunun iyiye gittiğini belirttiklerinden Bess kocasının iyileşme gerekçesinin bizzat kendi yaptıkları olduğuna emindir.
Son girişim ise oldukça tehlikelidir. Açık denizde demirlemiş bir gemiye üzerindeki fahişe kıyafetleriyle giden Bess burada beklediğinin ötesinde bir şiddetle karşılaşınca oradan kaçar. Ancak kocasının durumunun kötüye gitmesi ve Tanrı’yla yaptığı konuşmalar neticesinde gemiye tekrar gitmeye karar verir. Gemiden döndüğündeyse durumu çok ağırdır ve doktorların tüm çabasına rağmen kurtarılamaz. Aynı zamanda durumu kötü olan Jan ise giderek iyileşir. Dolayısıyla Bess’in kendisi acı çektikçe kocasının iyileştiği yönündeki inancını doğrulayan bir olay yaşanmış olur. Doktorlar içinse bu durumun özel bir anlamı yoktur.
Filmin geçtiği ortama ilişkin söylenmesi gereken katı Hıristiyan inancıdır. Cemaatin kilisesinde çan yoktur, kilise liderlerinden birisi “Tanrı’ya inanmak için çana ihtiyacımız yok” derken belki de Tanrı’nın egemenliğini ya da krallığını saat başı duyurmanın bir anlamı yoktur, o orada ve her yerde, her zamandır. Bu yüzde kilisenin çanı yoktur. Bir diğer yoruma göreyse çan eksiktir ve son bölüm olan cenaze sahnesinde Bess’in ölümünün ardından gökyüzünde çalan iki çan kilisenin bu eksiğine ve Bess’in azize karakterine işaret etmektedir.

Kilise cemaati hakkında belirtmek gereken bir diğer şey ise cemaatin tahayyül ettiği Tanrı’nın çok sert ve acımasız oluşudur. Öyle ki sokakta oynayan çocuklar bile “Tanrı’nın evi önünde gürültü yapmanın Tanrı’yı kızdıracağı” şeklinde uyarılırlar. Tanrı daima cezalandırıcı, daima öfke ve hiddet dolu, kuralları ise çiğnenmemesi gereken şartlardır. Bu yüzden Bess öldüğünde kilise liderleri ona bir “günahkâr cenazesi” yapmayı ancak kabul ederler. Buna göre kilise günahkârı gömecek ancak cenaze töreni düzenlemeyecektir. Tabutu “cehenneme gitmek” üzere toprağa verdiklerinde kız kardeşi rahiplere karşı çıkar. Öte yandan Jan Bess’in cenazesini kaçırır ve onu açık denize atar.
Yukarıda filmin 1996 tarihli olmasına rağmen Dogma 95’in kimi kurallarının dışında olduğunu söylemiştik. Bunlar öncelikle bir stüdyo ortamının kullanılmaması yönündeki kuraldır. Oysa Trier, çekimlerin yapıldığı İskoçya’da bir stüdyo inşa etmiş ve dış sahneler burada çekilmiştir. Ayrıca bilgisayar grafikleri kullanılmıştır. Filmin çekim yeriyse oldukça uzun uğraşlar sonucunda İskoçya olarak belirlenmiş daha önce Norveç, Belçika, İrlanda gibi ülkeler denenmiştir.
Film toplamda sekiz bölümden oluşur ve her bölüm bir manzara resmi ve 70’li yıllardan rock müzik eşliğinde açılır. Tüm bölümler hareketsiz bir kamerayla filme alınmış ayrıldığı yönler olsa da Dogma 95’in etkileri de filmde görülmektedir. Film eleştirmenlerdense birbirinden farklı tepkiler almıştır. Kimi eleştirmenler filmi “ana akım sinema” olarak görürken bazıları da yüksek bütçeli bir deneysel film olarak değerlendirmiştir.
Filmin bir diğer özelliği de filmin Lars von Trier’in sinema yapısındaki değişikliğe işaret etmesi. Bundan önceki filmlerde başkahraman erkek ve entelektüel biriyken bu filmde başkahraman kadındır ve söz konusu kadın duygusal ve naif birisidir. Trier’in daha sonraki filmlerinde de kadınlar başkahraman olmaya, genellikle, devam edecektir.
Film ayrıca eleştirmenlerin yanı sıra izleyicilerin de büyük beğenisini kazandı. Rotten Tomatoes’da 59 yorum üzerinden 8.24/10 puan alırken Metacritick 76/100 puan verdi. Lars von Trier yetenekli bir yönetmen Emily Watson da parlayan bir yıldız olarak kabul edildi. Film ABD’de 4 milyon doların üzerinde gişe yaptı.
Emily Watson, Lars von Trier 1997 tarihindeki Bodil Ödülleri’nde En İyi Danimarka Filmi, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödüllerini alırken, Lars von Trier 1996 tarihli Cannes Film Festivali’nde, César Ödülleri’nde En İyi Yabancı Film, Avrupa Film Ödüllerinde En İyi Film ödüllerini aldı. Ayrıca Guldbagge Ödülleri, Los Angeles Film Critics Assosiation, National Society of Film Critics, New York Film Critics Circle gibi ödüllerde de Lars von Trier ve Emily Watson sayısız ödül kazandılar.

1979 İstanbul doğumlu. Lisans eğitimini Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü’nde tamamladı. Ardından Londra’daki Middlesex Üniversitesi’nde felsefe üzerine yüksek lisansını yaptı ve uzun seneler Londra’da yaşadı. Halen Hacettepe Üniversitesi’nde felsefe bölümünde doktora öğrencisidir. Bugüne kadar aralarında çevirmenlik ve editörlüğün de bulunduğu pek çok işte çalıştı. Aynı zamanda şair. Pek çok dergi ve fanzinde şiiirleri yayımlandı.