“Eksik kalan şeylerde, daha kalıcı dersler vardır.”[1]
Sürdürülemez kapitalist yıkımın hiçleştirilme kaygısından öfkeye dönüşen Sarı Yelekli[2] itirazın 3. yılında, “Üzerinde durma fazla, ayağında kırılan dalganın. Bil ki yenileri kırılacak, ayağın suda kaldıkça,”[3] biçiminde yorumlanması gereken başkaldırı meselesini bir kez daha irdelemek “olmazsa olmaz”dır.
“Neden” mi?
Tarihin belirli dönemleri vardır ki, hiçbir şey normal gitmemeye başlar. Kurulu düzen sarsılır, güçlü politik partilerin altı boşalır, toplumun hiçbir yanı dikiş tutmaz. Dünya on küsur yıldır tam da öyle bir dönemden geçiyorken; yine/ yeniden başkaldırı açısından Murathan Mungan’ın “Ne kadar umut ederseniz edin,/ Ne kadar çabalarsanız çabalayın,/ Bazı umutlar başka zamanlarındır,” dizelerindeki ruh hâlinin günümüze uymadığı kanısındayız.
ÖNCE SARI YELEKLİ İTİRAZ
Cemal Süreya’nın, “Dokunulmasa da/ görülmese de/ kalpte yer verilir bazısına,/ nedensiz” dizeleriyle müsemma Sarı Yelekli itiraz Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in, “Dünyadaki büyük işlerin hiçbiri tutku olmadan gerçekleşmemiştir”; Wilhelm Reich’ın, “Senden başka hiç kimse senin kurtarıcın olamaz”; Chuck Palahniuk’un, “Sana istememen gerektiği öğretilmiş olan şeyleri yap. Seni en çok korkutan şeyleri yap”; Lev Tolstoy’un, “Sadece kitap okumak yetmez insana. Bazen meydan okumalı; kendine, hayata, dünyaya”; José Julián Martí’nin, “Mücadele etmiyorsak, en azından edenlere saygı duyacak kadar edep sahibi olalım,” saptamalarını anımsattı hepimize; bir kez daha…
Malum: Sarı Yelekliler üzerine söylenmedik söz, yapılmadık tahlil kalmadı, gibi…
150 binden fazla Fransız yurttaşın 2000 kadar ayrı gösteri noktası ya da barikatta 17 Kasım 2018 günü başlattıkları eylemler, bir hafta sonra, bu kez de Paris sokaklarında, 250 bin kişinin polise rağmen, Başkanlık Sarayına (Elysee) yürümesi ile dünyanın da ilgi odağı olmuştu.
İtirazın sebebi neo-liberal dayatmalardan beslenen gelir adaletsizliği, yoksullaşmaydı. Yani işlerini, umutlarını kaybedenler sokaktaydı. Halkın duygularına yabancılaşan egemenler akaryakıt vergilerinde artışın, devasa toplumsal patlamalara sebep olacağını kestiremediler
Paris’ten Nantes’a, Rouen’den Bordeaux’ya dek birçok kentteki eylemin ana sloganı “Macron istifa”yken;[4] 22 Aralık 2018’deki Sarı Yelekliler eylemine 38 binden fazla kişi katıldı. 17 Kasım 2018’deki eylemlerde ise 282 bin kişi yer almıştı.[5]
8 Şubat 2019’da 30 ayrı kentte 300 bin kişi sokaklara indi. Bu sendikal hareketle ‘Sarı Yelekliler’in ilk ortak eylemi bir dönüm noktasıydı. Fransa’da gerçekleşen grev ve gösteriler yaşanan sosyal mücadeleler açısından bir dönemeç olacaktı. Zira o güne kadar birçok kez cılız ortaklaşma yaklaşımları olmuş olsa da, rağmen Sarı Yelekliler sendikal mücadeleye katılmıyor, sendikalar ise Sarı Yeleklilere mesafeli duruyorlardı.[6]
Kapitalist üretim biçiminin yarattığı çelişkilerin keskinleştiği tarihsel dönemin ürünü olan Sarı Yelekliler, düzen(sizlik)in verili hâliyle sürdürülebilmesinin olanaksızlığını dışa vuruyordu.
Metin Yeğin’in, “Paris’in dışındaki Döner Kavşak’lara gidip, orada bekleyen, 4’er dakika yolu kesen Sarı Yelekliler’le konuşuyorduk; ‘Bu politik olmayan, sendikal olmayan bir harekettir. Biz tamamen halkın bir hareketiyiz. Halkın içinde de toplumun bütün tabakaları vardır’,”[7] gözlemiyle aktardığı Sarı Yelekliler sadece kurulu düzenin sözcülerini şaşırtmadılar. Polis şeflerini de şaşırttılar. Nitekim Polis Sendikası başkanı şöyle diyordu: “Fransa’da dönem dönem büyük eylemler olur ve eylemlerde şiddet de olur; ama partiler, sendikalar, dernekler, örgütler bizim muhataplarımızdır. Bu yapılar düzeni ve güvenliği sağlarlar. Sarı Yelekliler eyleminde muhatap bulamıyoruz. Eylemlerde bir düzen de yok. Bu yüzden büyük sıkıntı çekiyoruz, baş edemiyoruz.” Belli ki, polis şefi “biz asayişi ‘kontrol örgütleri’ sayesinde sağlıyoruz!” demek istiyorlardı![8]
Gerçekten de ‘Solidaires Sendikası’ sözcüsü Cécile Gondard’ın, “Fransa’da, ‘aşağıdan insanlar’ın elitlere karşı bir yeniden politikleşmesi durumu söz konusu. Sokakta sadece ‘solda’ olan insanlar yok, ama ciddi anlamda solda olan insanlar da var. Oradakilerin kim olduğu sorunun bir parçası ama daha doğrusu, Sarı Yelekliler kimse tarafından kurtarılmayı istemiyorlar,”[9] notunu düştüğü hareketin temel özelliği tabanın kolektif praksisi olmasıydı.
Sarı Yelekliler hareketi bir yanıyla öfke patlamasını temsil ederken; Alican Tayla’ın altını çizdiği şu noktalar da “es” geçilmemeli:
“Fransa, güçlü bir başkaldırı geleneği olan bir ülke. Ancak bu yeni bir hareket. Önceki hareketlere baktığımızda böylesi bir kitlenin içinde yer aldığı bir hareket görmek mümkün değil. Eyleme katılanların çoğunluğu, daha önce bir eyleme katılmamış, siyasi hareketlerin içinde yer almamış, belli siyasi ideolojilerden ziyade kişisel sebeplerle hareket eden insanlardan oluşuyor. Bugün sokakta olan kesim, sistemin en altında yaşayan dışlanan, eğitim seviyesi düşük, Fransa’da daha çok banliyölerde gördüğümüz birçoğu göçmen kökenli olan sınıftan değil, onun bir tık üzerinde olan, Fransa’nın eskinin alışıldık alt sınıfı sayılabilecek ve çoğunluğu asgari ücretle geçinen bir sınıf söz konusu”ydu.[10]
Onlar, “eskiden kalma ideolojilerin artık bittiği”(!) ve “tarihin sonlandığı iddiası”yla (?) sunulan neo-liberal düzenin çatlaklarından sızıp; sokağın öğreticiliği ve pratiğiyle itirazlarını yaşama geçirdiler. İktidarları korkuttular.
Sarı Yelekli eylemlilik günlerce sürdü. Sürdükçe daha geniş kesimleri etkiledi. “Vandalizm” olarak karalanmaya kalkışılsa da direniş sürdükçe etkisi ve katılımcı kitlesi daha da büyüdü. “Faşist partiyle bağı”, “sağı güçlendirici özelliği” üzerine liberal ve “sol” söylemlere rağmen taleplerinin haklılığı ve yerindeliği halkın geniş kesimlerince desteklenmesini sağladı.
Harekete katılanların yüzde 33.3’ü hizmetlilerden, yüzde 14.4’ü işçilerden, yüzde 10.5’u esnaftan, yüzde 5.2’si orta-üst kadrolardan, yüzde 1.3’ü köylülerden ve kalan yüzde 25.5’i da işsizlerden oluşuyordu.[11]
Katılımcıların yüzde 45’i kadındı; yaş ortalamaları 45 (Fransa ortalaması 41.4) olup, bunların yüzde 20’si yüksek tahsilliydi; aylık ortalama gelirleri 1700 Euro (Fransa ortalamasının yüzde 30 altında) olup, katılımcıların yüzde 10’u da 800 Euro’dan az kazanmaktaydı.[12]
Ezilenlerin taban hareketi attığı her ileri adımda “demokrasi” denilen devlet hakikâtiyle yüzleştiler. Hem de Jean Jacques Rousseau’nun, “Demokratik bir düzen; hiçbir yurttaşın ne başkasını satın alacak kadar zengin, ne de kendini satmak zorunda kalacak kadar yoksul olmadığı bir toplumla mümkün olabilir,” önermesini inkâr edip; yerine “Mükemmel diktatörlük demokrasi gibi görünür,”[13] totaliter pratiğini ikame ederek!
“Nasıl” mı?
Devlet Fransa’da Sarı Yelekliler eylemlerindeki polis şiddetiyle ilgili 48 “soruşturma başlatıldığı”nı açıklasa da; aynı kesitte Fransa İçişleri Bakanlığı’nın 23 Aralık 2018’da 1730 biber gazı siparişinde bulundu! Oysa eylemlerde çok sayıda kişi polisin hedef alarak kullandığı biber gazı kapsüllerinin isabet etmesi sonucu yaralanmıştı.
Ayrıca onlarca kişinin yaşamını yitirdiği, 5 bine yakın kişinin gözaltına alındığı ve binlerce kişinin yaralandığı eylemlerin ardından devlet görevli polislere ikramiye vereceğini de açıklamıştı.[14]
Başkaldırının üçüncü ayında Fransa İçişleri Bakanlığı, Sarı Yelekliler eylemlerinde 4 bin 570 kişinin gözaltına alındığını, 216’sının tutuklandığını, 697 kişinin davasının ise sürdüğünü açıkladı.[15]
Sarı Yelekliler eylemine gaz sıkan polislere yumruk atmasıyla tanınan, 2007 yarı ağır siklet Fransa boks şampiyonu Christophe Dettinger ifadesinde, “gaz yemekten bıktım,” derken; İçişleri Bakanı Christophe Castaner, “Dettinger gözaltına alındı ve adalet sistemi tarafından davranışlarından ötürü yargılanacak,”[16] uzlaşmaz tavrını ortaya koydu.
Başbakan Edouard Philippe, Sarı Yelekliler’in eylemlerinde çıkan olaylar nedeniyle bin 796 kişiye hapis cezası verildiğini vurgulayarak;[17] Sarı Yeleklileri cezalandırmak için “izinsiz gösteri ve şiddet olaylarına başvurmak” üzerinden bir yasa çıkaracaklarını ifade etti.[18]
Ardından da hükümet Sözcüsü Benjamin Griveaux, Sarı Yelekliler protestolarının “hükümeti devirmeyi amaçlayan bir ajitasyona dönüştüğü”[19] vurgusuyla Sarı Yelekliler’in nihai amacının hükümeti devirmek olduğunu dillendirdi.[20]
Ve bir şey daha: Sarı Yelekliler 19. hafta eylemleri için yeniden sokaklara inerken, ordu hassas noktaları korumak için harekete geçti. Ordunun harekete geçirilmesi, 1947 ve 1948’teki büyük grevlerden bu yana Fransa’da ilk kez yaşanıyordu. Öte yandan, kolluk güçlerinin hayati tehlike durumunda “ateş açmasına” izin verileceği bildirildi.
Fransız ordusunun 70 yıl sonra aldığı önlemlere karşı ‘Mediapart’, Cumhurbaşkanı Macron’u “sınırsız ve hafızasız” olarak nitelendirip, “otoriter sersemlik” olarak nitelediği duruma tepki gösterdi.[21]
Özetle Macron “siyasi ve ekonomik olağanüstü hâlden” söz ederek Fransa’daki rejimin de sertleşeceğinin ciddi bir işaretini verdi.[22]
Nihayetinde Sarı Yelekliler, Avrupa’da demokrasinin sınırlarının sistemin kendini tehdit altında hissettiği noktaya kadar olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Ama buna itirazın ve aşmanın mümkün olduğunu da gösterdi. Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in, “Yalnız ötesine geçtiğimiz sürece sınırları hissederiz”; Elie Wiesel’in, “Tarafsızlık baskı uygulayanın tarafında olmak demektir,” saptamalarını hatırlatarak!
Evet Nora Bensaâdoune’un, “Sarı Yelekliler’den farklı olduğumu söyleyebilirim. Ancak şunu söylemeliyim ki, insanları kendi balonlarına hapseden korkudan ziyade, insanları evlerinden çıkıp tartışmaya, konuşmaya davet eden bu öfkeyi tercih ederim. Çünkü korku, bir toplumu bütünüyle felç edebilir,”[23] biçiminde tarif ettiği Sarı Yelekliler, akaryakıt zamlarına ve kötü ekonomik koşullara tepki olarak başlayan isyanın birinci yılında da meydanlara çıktı.
İsyanın liderlerinden Valette, “Hükümet bir gün bir şekilde pes etmek zorunda kalacak,” derken, Sarı Yelekliler’in gösterileri Fransa’nın en uzun süren eylemleri olarak kayıtlara geçti.
Emmanuel Macron hükümetinin politikalarına yönelik öfke dinmiş değil. Macron’un göreve geldiği günden bu yana yürüttüğü reformların ülkedeki zenginleri daha da zengin ettiğini, orta ve alt gelirli insanların ise yaşamlarını zorlaştırdığını kaydeden Sarı Yelekliler, gösterilerin birinci yıl dönümünde sokaklardaydı.
Sarı Yelekliler taleplerini tam olarak karşılamasa da şirketlere ek vergi yükü getirilmesinden asgari ücrete 2019 itibarıyla aylık 100 avro zam yapılmasına kadar birçok konuda kazanım elde etti. İşverenin çalışanlarına bin avroya kadar ek vergi ödemeden fazla mesai ücreti ödeyebilmesi, 2 bin avronun altındaki emeklilik maaşlarından kesinti yapılmaması, çalışanların ödemesi gereken gelir vergisinin düşürülmesi, ayrıca emeklilik maaşının en az bin avro olması da önemli kazanımlar olarak göze çarpanlardan.
Sarı Yelekli önderlerden Thierry Paul Valette, “Macron’dan Taleplerimize ilişkin hâlâ somut cevap alamadık. Taleplerimizin tamamı yerine getirilene kadar gösterilere devam edeceğiz,” derken; eylemlerin birinci yılında 11 kişi polis şiddetiyle yaşamını yitirdi, ölü sayısı şimdiden 1968 Mayıs protestolarındaki kayıpları geçti.
Hükümetin paylaştığı verilere göre gösterilerde 4.245’ten fazla kişi yaralandı, 12.107’den fazla kişi gözaltına alındı ve 3.163’den fazla kişiye hapis cezası verildi. Polisin kullandığı silahlar nedeniyle 5 kişinin eli koptu, 23 kişi gözünü kaybetti, 479 kişi de yaralandı. Toplam 11 kişinin öldüğü eylemlerde bir kişinin polisin kullandığı savunma silahları nedeniyle yaşamını yitirdiği belirtildi.[24]
Sarı Yelekliler kapitalist düzen(sizlik)e ne denli tehditti? Bu tartışılır…
Ancak “Fransa’da 2018, güzel bir olayla son buldu: Cumhurbaşkanı, ‘sokak’ karşısında yenik düştü,”[25] saptamasına katılmak mümkün değildi.
En önemlisi “Sarı Yelekliler (gilets jaunes) protestoları[nın]… Onulmaz sınırlılıkları, tam da en çok övülen ‘lidersizlik’lerinde, kaotik özörgütlenmelerinde yatıyor”ken;[26] şunu belirtmek gerekir; Sarı Yelekliler ile görünür olan dip dalga yıllardır geliyordu.
“Dünya’da yüzde birlik en zengin kesimin geri kalanlardan ayrıştığı kamuoyunun gözü önünde itiraf edildiğinde fitil ateşlenmişti. Sarı Yelekliler hareketinde gördüğümüz gibi on binlerce insanın sokaklara dökülmesi an meselesiydi.
On binlerce insan neden inşaat işçileri gibi sarı yelekler giyip sokaklara dökülsün ki? Cevap: Çünkü öfkeliler!…
‘The Economist’te yazanlara göre, ‘Bu defa işler farklı. Sarı yelekliler sosyal medya aracılığıyla organize olup, yoktan sokaklara çıkıverdiler. Lidersiz ve esnek yapıları onları güçlü, dinamik ve gerek polis, gerek hükümet açısından kontrol edilmesi güç kılıyorken; öfkenin temelinde kemer sıkma politikaları yatıyordu.
Örneğin, BM yoksulluk ve insan hakları raportörü Philip Alston İngiltere’deki kemer sıkma politikalarını şu sözlerle tarif etti: ‘Ceza niteliğinde, duygusuz ve ruhsuz… derinden ayrışmış kesimlerden oluşan yabancılaşmış bir topluma doğru gidiyor, zengin hayatlar sürenler ve iş sahibi olmalarına rağmen yemek karnelerine bel bağlayanlar şeklinde ayrışmaya doğru gidiyoruz’…
Sarı Yelekliler eylemlerinin yaşanmasının yegâne sebebi, küresel kapitalizmin işçi sınıfının dertlerine çözüm olmakta başarısız olması”ydı.[27]
Kuşkusuz buradan bir devrim çıkmayacağını herkes biliyor. Ama başkaldırıyla birlikte, aslî mesele bir kez daha yeniden netleşiyordu. Yani kazanıp kazanmamanın ötesinde önemli olan da buydu…
Slavoj Zizek, Sarı Yelekli itirazın Fransız siyasetini değiştirmeyeceği vurgusuyla, “Sistemden imkânsızı talep etmemeli, sistemin ‘imkânsız’ değişiminin kendisini talep etmeliyiz,”[28] derken çok haklıydı.
Ve hiçbir şey bitmedi; mücadele sürüyor: Fransa’da Sarı Yelekliler hareketi Paris’te eylemlerin 3. yıldönümü nedeniyle protesto düzenlerken; polisin kullandığı plastik mermiyle gözünden yaralanan önderlerden Jerome Rodrigues, Sarı Yeleklilerin akaryakıt fiyatlarına getirilen zam nedeniyle ortaya çıktığını, bugün bu fiyatınn 2018’e göre yüzde 20 daha yüksek olduğunu ifade ederek bu nedenle daha fazla sokağa inmeleri gerektiğini söyledi.
Sarı Yelekli öncüler arasında mücadelesini hâlâ sürdüren tek kişi olarak öne çıkan Rodrigues, Fransızların yaşadığı ekonomik sorunların artık akaryakıt fiyatları ile sınırlı kalmadığını vurguluyordu.
‘Fransa Ulusal Araştırma Merkezi’ (CNRS) araştırmacısı, ‘Sarı Yeleklilerin Küçük Sosyolojisi’ başlıklı yapıtın yazarı Christian Le Bart da, eylemlerinin başlangıç sebeplerinin hâlâ geçerli olduğunu söyledi. Alım gücünün daha da düştüğünü ve hayat ile ekonomik şartların iyileşmediğini ifade eden Le Bart, taleplerin karşılanmadığını ve yeni bir hareketin oluşabileceğini belirtiyor.[29]
BAŞKALDIRI GÜNCELDİR
Evet hiçbir şey bitmedi; yerküre genelinde de mücadele sürüyor; “Gerçeği yadsımak, saklamak, hiçbir zaman bir yanıt olamaz,” diyen Lev Nikolayeviç Tolstoy’un işaret ettiği gibi…
Kapitalist uygarlık, bir çıkmaz sokakta debeleniyor. Dünya ekonomisi artık tükenmiş kapitalizmin eşitsizlik + yoksulluk + yıkım + yok oluş kıskacında sarsılıyor.
Yapısal soru(n)lar, küresel çapta, hızla birikirken; küresel ekonomi pandemiyle çok kritik bir eşiğe geldi; artık deniz bitti!
Davos oligarkları da bunun farkında!
Davos’taki ekonomik kriz tartışmaları -60 ülkeden 1.200’den fazla delegenin katıldığı etkinlikte!- felaketler üzerine yoğunlaştı. Ana tema ise, ‘Güveni Yeniden İnşa Etmek için Kritik Bir Yıl’ idi. Tartışılanlar, 2020’deki “Yeniden Başlangıç” temasının bir nevi devamı niteliğindeydi.
Yani Davos’daki “kremanın kreması”na artık karamsarlık havası egemen olmaya başladı.
Kolay mı?
“2021’de Davos’un temel mesajı şu: Mevcut olan sürdürülemez bir noktaya geldi.”[30]
Denilebilir ki, mevcut tabloda kapitalistlerin de kafası karışık, bu durumdan nasıl çıkılacak, kendileri de bilmiyor. Sürdürülemez borç seviyeleri krizi katmerlendirerek, daha da içinden çıkılmaz bir hâlin yolunu açabilir.
Haksız da değiller: Borçların artış hızı ve geldiği düzey Dünya Bankası’na göre dördüncü dalgayı öncekilerden daha riskli kılıyor.[31]
Evet borç, her yerde bir soru(n)dur. ‘Uluslararası Finans Enstitüsü’ne göre, gelişmekte olan büyük piyasa ekonomilerinde ortalama devlet borcu, 2020’de, gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 52.2’sinden yüzde 60.5’e yükseldi bu kaydedilmiş en büyük artış.[32]
‘Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) ‘Küresel Borç İzleme/ Global Debt Monitor’ raporlarına göre, 2021’in 1’inci çeyreği itibarıyla küresel borçlar 289 trilyon doları, dünya GSYH’sinin yüzde 360’ını bulmuş durumda. Türkiye’nin de dâhil olduğu “yükselen ülkeler” grubunun borçları ise 86 trilyon doları aşarak yeni bir rekor kırdı…
Antropolog David Graeber, ‘Borç: İlk 5000 Yıl’ başlıklı yapıtında borçların şişmesinin antik Mezopotamya’dan başlayarak ya büyük bir toplumsal patlamaya yol açtığını ya da yeniden yapılandırıldığını anlatıyor.[33]
Çünkü… Doris Lessing’in, “Kan üzerine kan. Bu gezegenden yükselen kan kokusu herkesin burnuna doluyor olmalı,” betimlemesiyle karakterize olan yerkürede yoksulluk ile zenginlik -birbirini besleyerek!- büyüyor!
Yani Paulo Freire’nin, “Dünya; aç oldukları için uyuyamayanlarla, açlardan korktukları için uyuyamayanlar arasında ikiye bölünmüş durumdadır,” ifadesindeki sürdürülemezlik tablosu; Fidel Castro’nun, “Kapitalizm, ne yoksulluk sorununu çözebilecek kapasiteye, ne ahlâka, ne de etik değerine sahip değildir,” tespitini teyit ediyor.
Şöyle ki!
i) Çöp ve çöplükler dünya genelinde çok miktarda insanın evi, işyeri! Dünyanın mutlak yoksulluk içinde yaşayan 736 milyon insanının çoğu çöplüklere tutunmaya çalışıyor![34]
ii) ‘Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), ‘2020-2021 Dünya Sosyal Koruma’ raporunda 4 milyarı aşkın insanın hiçbir sosyal koruması olmadığı uyarısında bulundu. Ayrıca dünya nüfusunun yüzde 53’ünün hiçbir gelir güvencesine sahip olmadığını açıkladı![35]
iii) Emperyalist ülkelerde işçilere dayatılan sömürü koşulları katlanılamaz boyutlarda. İngiltere’de güvencesiz koşullarda çalışanların sayısı artarken ABD’de ise 20 milyonu aşkın kişinin işsizlik yardımları kesilecek![36]
iv) Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat), AB ülkelerinde 2020’de yaklaşık 100 milyon kişi yoksulluk riskiyle karşı karşıya olduğunu açıkladı. Buna göre, AB’de nüfusun 21.9’u yoksulluk ya da sosyal dışlanma riskiyle karşılaştı ve AB ülkelerinde toplam 96.5 milyon kişi yoksulluk sınırında yaşadı. Yoksulluk oranı Almanya’da yüzde 22.5, Fransa’da yüzde 18.9, Belçika’da yüzde 20.4, Romanya’da yüzde 35.8, Bulgaristan’da yüzde 33.6, Yunanistan’da yüzde 27.5, İspanya’da ise yüzde 27 seviyesinde![37]
v) ‘Uluslararası Af Örgütü’, Madagaskar’da 1 milyon kişinin ölüm riskiyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu![38]
vi) Birleşmiş Milletler (BM), Yemen’de 2021’de 5 yaşının altındaki 400 bin çocuğun açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ifade ediyor![39]
vii) ‘Save the Children/ Çocukları Koruyun’ Yemen’de 3 yıldır süren savaşta yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybeden 5 yaş altı çocukların sayısının yaklaşık 85 bin olabileceğini açıkladı![40]
viii) BM Genel Sekreteri António Guterres, 2020 yılında 811 milyon insanın açlıkla karşı karşıya kaldığını bu rakamın pandeminin de etkisiyle 2019’dan 161 milyon daha fazla olduğunu söyledi. Pandemi kısıtlamalarının da etkisiyle sağlıklı gıdaya erişemeyenlerin sayısının üç milyar olduğunu belirtti![41]
ix) ‘Oxfam’ın küresel yoksulluk verilerine göre, dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi 6 milyar 900 milyon insanın toplam gelirinin iki katına sahip. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı, 3 milyar 400 milyon kişi günlük 5 buçuk dolardan az gelire sahip![42]
x) BM ‘Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, 3 milyardan fazla insan (dünya nüfusunun neredeyse yüzde 40’ı) sağlıklı beslenmeden uzak![43]
xi) ‘BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) Cenevre’de açıkladığı rapora göre, dünyada 82 milyon 400 bin kişi şiddet, açlık ve insan hakları ihlâlleri nedeniyle yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Dünyada göç oranları 2020’de rekor sayılara ulaştı. Covid-19 pandemisinin getirdiği seyahat kısıtlamalarına rağmen yaklaşık üç milyon kişi daha göç etti. Göç edenlerin yüzde 42’sini 18 yaş altındaki çocuklar oluşturdu![44]
xii) Oxfam’ın raporu, dünya genelinde kadınların 2020’de toplam 800 milyar dolarlık bir gelir kaybı yaşadığını ortaya koydu. Kadınların gelir kaybı 98 ülkenin toplam gayri safi yurt içi hasılasından fazla![45]
xiii) Dünyada her yıl 15 milyon kız çocuğu 18 yaşından önce evlendiriliyor. 15-19 yaş arasında 16 milyon, 15 yaşın altında 1 milyon kız çocuğu anne oluyor. HIV enfeksiyonu kapmış insanların üçte birini gençler oluşturuyor. 15-24 yaş arasındaki gençlerin üçte biri bu hastalığın önlenmesi ve bulaşması konusunda bilgiye sahip değil![46]
xiv) Ortadoğu ülkeleri, 2016-2020 kesitinde dünyada satılan tüm silahların yüzde 33’ünü ithal etti ve bu payın yarısından Mısır ve Suudi Arabistan sorumlu![47]
xv) ‘Silah Ticaretine Karşı Kampanya’ (CAAT), “Yemen’de süren savaşın altı yılında İngiltere hükümeti 9.5 milyar ABD doları değerinde silah sattı. 2020’nin sadece iki ayda, İngiltere hükümeti Suudi Arabistan’a ve müttefiklerine 1.88 milyar dolar değerinde silah satışını onayladı” açıklamasında bulundu![48]
xvi) ABD’de ‘Politika Çalışmaları Enstitüsü’ne (IPS) göre pandeminin geride kalan bir yıllık sürecinde 2265 milyarder servetlerini 4 trilyon dolar, yani oranında yüzde 54 artırdılar![49]
Evet, yerkürenin kapitalist eşitsizlik + yoksulluk + yıkım + yok oluş kıskacındaki hâli; Lev Nikolayeviç Tolstoy’un, “Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar,” uyarısının da altını çizerek başkaldırıyı güncelliyor.
DURMADAN GÜNCELLENEN BAŞKALDIRI
Antonio Gramsci’nin, “Olup bitenler, herkese eziyet çektiren kötülükler de, bir kahramanlığın sonucunda gelecek olası iyilikler de, hareket halindeki birkaç kişinin inisiyatifinden çok, kitlelerin kayıtsızlığının ve hareketsizliğinin sonucudur. Olup bitenler, az sayıda insan öyle istediği için değil, kitleler sorumluluk almadığı ve oluruna bıraktığı için böyle gerçekleşir. Düğümlerin öyle bir bağlanmasına izin verirler ki, zamanı geldiğinden ancak bir kılıç o düğümleri kesebilir. Öyle yasaların geçmesine izin verilir ki, iktidarı öyle adamların eline bırakırlar ki, zamanı geldiğinde ancak bir isyan onları indirebilir,” tespitiyle müsemma başkaldırının durmadan güncellendiği yerkürede unutulmaması gereken: Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Yukarıda ne olduğu bizi hiç ilgilendirmiyor. Dert ettiğimiz, aşağıdan yükselecek olandır. Bu başkaldırıyı hayata geçirdiğimiz zaman, bütün politikacılar sınıfını defedeceğiz, kendilerini parlamenter solcu diye adlandıranlar dahil,” uyarısıdır!
Hayır, hiçbir şey bitmedi: Mücadele de, devrimin güncelliği ihtiyacı da yerli yerinde duruyor!
Hiçbir şeyi abarttığımız yok!
Karmaşaya şöyle bir bakmak bile, birden fazla toplumsal mücadelenin ortasında olduğumuzu görmeye yeter de artar bile; elbette umutsuzlar, vazgeçenler dışında. Öyle ya, Bill Livant “Bir liberal bir dilenci gördüğünde sistemin işlemediğini söyler. Bir Marksist gördüğünde ise işlediğini,” der!
Karmaşaya bakın: Bir yanda halk ekmek, adalet için isyan ediyor, canları pahasına hak arayışı mücadelesi veriyor. Öte yanda da bu insanlık trajedileri karşısında burjuvaların yüzsüzlük, fütursuzluk, aymazlığı hüküm sürüyor.
“Robotlardan, yapay zekâdan, teknolojinin sunduğu ileri olanaklardan” söz edilen kesitte yeryüzünde 820 milyonu aşkın insan açlık tehdidiyle karşı karşıya!
Gelir ve servet adaletsizliği yerküreyi kasıp kavururken Ray Dalio, “Artan eşitsizliğin şiddetli bir toplumsal devrim getireceğini” öne sürüp ekliyor: “Dünya çılgınlaştı ve mevcut sistem çöktü. Eğer radikal bir reform uygulanmazsa, devrim patlak verecek birbirimizi öldüreceğiz”!
Milyarder fon yöneticisi Paul Tudor Jones da, “Şirketlerin 2 trilyon dolar kârının tümünün yüzde 1’e gittiğinin; işçilerin, yöre halkının, tüketicilerin zenginlikten artık hiç pay alamadığının” altını çiziyor!
İki İngiliz epidemiyolojist, yani salgın hastalıklar uzmanı, Richard Wilkinson ve Kate Pickett ise, kitaplarında gelir dağılımı bozukluklarının insan sağlığına etkileri üzerinde duruyorlar.[50]
Wilkinson ve Pickett’in gözlemlerine göre her dört kişiden biri zihinsel stres altında bulunuyor. Üzgün, mutsuz, yorgun, intihara eğilimli, travma içinde, suçluluk ve yalnızlık hissi duyan, kaygılı, sıkıntılı, takıntılı, güvenini yitirmiş kişilerin oranı yüzde 25’i buluyor. Araştırmacılar bu saptamayı yaptıktan sonra, ruhsal sorunlar ile bu dertlerle boğuşan kişilerin toplumsal konumları arasındaki bağı irdeliyorlar.
İngiltere’ye ilişkin veriler alt yüzde 20’lik gelir diliminde bulunanların üst yüzde 20’ye göre ruhsal sorunlarla çok daha yüksek oranda karşılaşacağına işaret ediyor. Bu durum erkekleri daha da fazla etkiliyor. Alt gelir grubundaki erkekler üst gelir grubundan 3 kat daha fazla ruhsal sorunlarla karşılaşıyor. Özellikle depresyon, yoksullar dilimindeki erkeklerde zenginler dilimindekilere göre 35 kat daha fazla ortaya çıkıyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre ise dünyada 350 milyon kişi depresyonla cebelleşiyor. Kadınlar ve gençleri depresyon daha fazla etkiliyor. Yılda tam 1 milyon kişi intihara başvuruyor. 18 ve 35 yaş arasındaki genç ölümlerinde intihar birinci sebebi oluşturuyor.[51]
Tarihçilerin, gelecekte yeni bir “dönem” olarak betimleyeceği kesitteyiz!
Bugünün isyanlarını, daha geniş bir bağlam içine koymak gerekiyor: Bu isyanlar, 2008 mali krizi, onu izleyen “büyük durgunluk” sırasında devletlerin, büyük sermayeyi kurtarırken, krizin yükünü halkın sırtına yıkmasına karşı gelişen küresel çapta öfkenin ilk dalgasıydı.
İsyanlarla Tunus, Mısır ve Yemen’de diktatörler devrildi; Amerika’da ve İspanya, İtalya, İngiltere, Yunanistan gibi birçok Avrupa ülkesinde yankılandı, “kemer sıkma” politikalarına karşı ve yeni haklar, özgürlükler talepleriyle “Meydan İşgal” eylemlerine yol açtılar. Aynı yıl Tayland’da yoksul köylülerin “Kırmızı Gömlek” isyanını kralcı güçler şiddetle bastırdı.
Türkiye’de 2013’de siyasal İslâm rejimini sarsan Gezi olayı da bu dalganın bir parçasıydı. İsyan dalgası, Pakistan, Hindistan, Lübnan, Irak, İran gibi ülkelere de ulaştı. Libya dağıldı, Suriye çok kanlı, çok taraflı bir iç savaşın içine yuvarlandı. 2015 ve 2016’de, Güney Kore ve Arjantin meydanları kadınların, cinsel baskılara, şiddete karşı geniş çaplı eylemlerine şahit oldu.
2018-2020 kesitinde dalga yeniden yükseldi. Bu kez Sudan ve Cezayir’de diktatörler devrildi. Latin Amerika’da Venezüella, Bolivya, Kolombiya, Nikaragua, Şili, Ekvator, büyük ve sert kitlesel protesto eylemlerine, kanlı çatışmalara sahne oldu. Belarus halkı, 25 yıllık diktatör Lukaşenko’nun seçimleri bir kez daha çalmasını kabullenmedi, sokaklara dökülerek rejimi felç etti. Tayland’da “Kırmızı Gömlek” hareketi yeniden canlandı. Hong Kong yaklaşık bir yıl ayaktaydı. Avrupa’da Fransa “Sarı Yelekliler” hareketiyle sarsıldı. Bunlar 1968 olaylarından bu yana en geniş kitle eylemleriydi. İngiltere’de Brexit yandaşları ve karşıtları büyük kitle eylemleri düzenledi. Bunlara paralel yaygın bir “türlerin tükenmesine karşı” ekoloji hareketi vardı. Küresel ısınmadan söz edince tabii, Greta Thunberg’in inisiyatifiyle başlayan canlanmayı da anmak gerekiyor.
2020’de ABD’de “Siyah Yaşamlar Önemlidir” hareketi, hızla dünyanın her tarafında yankılandı. Kadınlara yönelik taciz ve tecavüz olaylarını teşhir etmeyi ve kurbanları arasında dayanışmayı amaçlayan “MeToo” hareketi hızla büyüdü ve dünyanın diğer ülkelerine sıçradı. Hindistan gibi tecavüze ve tacize karşı güçlü bir kadın hareketi olan ülkelerde mücadelelere güç kattı.
Küreselleşmiş, hareketli, mali-sermaye karşısında somut bir hedef “saptamakta” zorlananlar, en yakınlarındaki “sosyal statülerini” tehdit ettiğine inandıkları göçmenleri, siyahları hedef aldılar, ırkçı, faşist grupların çekim alanına girdiler.
“Covid-19 ve iklim krizinin etkilerini düşünerek, bu isyanların gelecek on yıl içinde şiddetlenerek tekrarlanma olasılığının giderek güçlenmesini bekleyebiliriz.”[52]
Çünkü serbest pazar anlayışı, rekabet kültürü, kapitalizm ideolojisi sorgulanmaya başladı ve Karl Marx’ın görüşleri yeniden yaygınlaşıyor…
Malum, “İnsanlar düşündüğü gibi yaşamaz, yaşadığı gibi düşünür,” diye uyarmıştı Karl Marx çok önceleri; bugün olan da bu…
Pandemi sonrası büyüyen ekonomik kriz birçok sektörde işçilerin daha çok sömürülmesiyle derinleşiyor. Dünyanın dört bir yanında hakları budanan, çalışma koşulları kötüleşen ve yoğun iş emeğine karşılık adil ücret alamayan işçiler grev ve eylemlerle seslerini duyurmaya çalışıyor.
Birçok ülkede işçiler ayakta. ABD’de öğretim üyelerinden Yunanistan’da liman işçilerine, Sri Lanka’da elektrik santralı çalışanlarından İtalya’da tekstil işçisi göçmenlere dek farklı alanlarda emek mücadelesi sürüyor.[53]
Kapitalizmin anayurdunda, dünyanın en zengin ve “mutlu” ülkelerinde yaşananlar tesadüf değil. Sistemden hoşnut olmayan çoğu işsiz, evsiz-barksız, gelecek kaygısı duyan ve günlük yaşayan on binlerce insan tepkili. Sistemden hoşnut olmayan on binlerce insan, ki bir çoğu işsiz, evsiz barksız, gelecek kaygısı duyan, günü birlik yaşayan insanlar tepkili. Ve bu insanlar sistemi ve bu düzeni tanımıyorlar. Çünkü eşitsizlik uçurumu derinleşiyor.
Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya, merkez Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar dünyanın muhtelif coğrafyalarında yükselen toplumsal mücadeleler hızlanırken; yerkürede çalışma ve yaşam koşullarının kötüleştirilmesine, adaletsizliğe, işsizlik ve sefalete, baskı ve katliamlara karşı birbirlerine benzeşen isyan ve başkaldırı hareketlerinin önünü açtığı görülmelidir.
Değişen yerkürenin değişmeyen kapitalist vahşete mündemiç gerçekleri yerli yerindeyken; şiddetini artırarak süren emperyalist saldırganlığın savaşı ve yoksulluğu yaydığı ortada…
Söz konusu hâlde ezilen/ sömürülenlerin kurtuluşunun kendiliğinden olmayacağı, egemenlerin sınıf tahakkümlerini korumak için her yolu deneyecekleri de herkesin malumu…
Bu tabloda başkaldırı hareketlerinin negatif ortak özelliği, örgütsüz olmaları ve bu nedenle de kendiliğinden bir biçimde yükselip sönümlenmeleri…
Lakin unutmamamız gereken ise, halklar ayağa kalktığı zaman, onların yeniden itaatkâr bir çizgiye çekilmesinin egemenler için zor olduğudur. Bu nedenle kapitalizme karşı başlayan eylem süreçleri halklar, emekçiler için yeni bir yaşama hedefi gerçekleştirilene dek durmayacaktır.
Sonrası ise -elbette kapışmalarıyla birlikte!-, emekçilerin “Yeter” demesiyle – pazarlık sürecini aşıp, siyasi dengeleri alt üst ederek- başlayacakları devrimci praksisin öncü örgütlenmesindedir…
Çünkü mesele sömürüye, adaletsizliklere karşı verilecek mücadeleyi tek bir politik eksende birleştirmede odaklanıyor.
NİHAYETİNDE!
Spartaküs’ten, Şeyh Bedrettin’den, Thomas Müntzer’den, 1789’u yaratanlardan Jakobenler’den/ Sans-Culottes’lardan, Paris Komünarları’ndan, Ekim Devrimi kahramanlarından, ‘68’den beri zulme ve sömürüye karşı mücadele etmek, ayağa kalkmak, isyan etmek, devrimler yapmak halkların tarihsel bir hakkıdır.
Elie Wiesel’in, “Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir, fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı,” uyarısındaki ısrarla donanmış işçi sınıfının savaşsız, sömürüsüz, sınırsız dünya için ücretli köleliğe karşı verdikleri mücadeleler devam etmektedir. Çünkü ezilenlerin harekete geçmelerine neden olan sömürü koşullar ortadan kalkmamıştır. Kaldırılana kadar da bu eylemler sürdürülecektir.
Yeni bir dünya için kimseden icazet almayan başkaldıranların eylemlerine sınır konulamaz Malum “Duvarlara ve sınırlara teslim olmak tabiata aykırıdır,” der Füruğ Ferruhzad…
Dünden bugüne unutulmaması gereken bir şey de José Julián Martí’den: “Pencereden dışarıya baktığınızda güneşi engellemiyorsa gökyüzü sizden, onursuzluğun sancısı ağır bir tokat gibi inmiyorsa suratınıza, birileri yaşadığınız günlerin bedelini ödediği içindir”!
Akademisyen, antropolog, yazar, çevirmen, aktivist. 1956 yılında İstanbul’da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nden mezun olduktan sonra Fransa’ya giderek, üç yıl süresince Fransa’da dil ve Paris VII ve Paris Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü’ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun; 1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasını da aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun’un çok sayıda çeviri ve telif eseri bulunmaktadır. Telif eserlerinin çoğu Temel demirer ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır.
Yazar, aktivist. 1954, Kale Mahallesi / Çorum doğumlu. Baba adı Kemal, anne adı Necla’dır. Eserlerinin çoğu Sibel Özbudun ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır. Kitapları dışında kendisi hakkında yeterli bilgi bulunamayan Temel Demirer, kendisini şöyle anlatır:
“Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm… Ne yazacağımı kestiremedim. Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım… “İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil” diyen(lerden); dünyaya aşağıdan bakan(lardan); kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan); yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan) ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden); sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden); bir afet-i devrana aşık olan(lardan); hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan) ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim… Ve nihayet halen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım.”
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No: 245, Aralık 2021…
[1] Martin Heidegger.
[2] Bkz: Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Hiçleştirilme Kaygısından Öfkeye Sarı Yelekliler”, Newroz, Aralık 2018… Sibel Özbudun-Temel Demirer, “1968’in 50. Yılında Sarı Yelekliler”, Kaldıraç, No:210, Ocak 2019… Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Soru(n)larıyla Başkaldırı(lar)”, Kaldıraç, No: 220, Kasım 2019…
[3] Walter Benjamin, Brecht’i Anlamak, çev: Haluk Barışcan-Güven Işısağ, Metis Yay., 1984.
[4] “Sarı Yelekliler Sokaktaydı: Medyayı Protesto Ettiler, Hedefte Merkez Bankası da Vardı”, 30 Aralık 2018… http://gazetekarinca.com/2018/12/sari-yelekliler-sokaktaydi-medyayi-protesto-ettiler-hedefte-merkez-bankasi-da-vardi
[5] “Sarı Yelekliler Yılbaşı Tatiline Rağmen İsyandaydı”, 29 Aralık 2018… http://sendika63.org/2018/12/sari-yelekliler-yilbasi-tatiline-ragmen-isyandaydi-524476/
[6] Deniz Uztopal “Sarı Yelekliler ile Kırmızı Yelekliler El Ele”, Evrensel, 7 Şubat 2019, s.9.
[7] Metin Yeğin, “Paris, Cortazar ve İsyanın Zamanı”, Yeni Yaşam, 20 Aralık 2018, s.9.
[8] Fikret Başkaya, “… ‘Sarı Yelekliler’ Plütokrasiye Karşı…”, Yeni Yaşam, 15 Ocak 2019, s.10.
[9] Ekin Akyaz, “Macron Kimseyi Aldatmaya Çalışmasın”, Birgün, 12 Aralık 2018, s.5.
[10] Pınar Yüksek, “Fransa’da Öfke Tüm Düzene Yöneldi”, Birgün Pazar, Yıl:15, No:613, 9 Aralık 2018, s.3-4.
[11] Le Monde, 12 Aralık 2018.
[12] Taner Timur, “Sarı Yelekliler ve Dip Dalgası”, Birgün Pazar, Yıl:15, No:614, 16 Aralık 2019, s.3-4.
[13] Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya, çev: Edip İ. Polat, Yaba Yay., 1997.
[14] “Fransa’da Polis Şiddetine Soruşturma”, 29 Aralık 2018… http://kizilbayrak41.net/ana-sayfa/duenya/haber/-/fransada-polis-siddetine-sorusturma/
[15] “Sarı Yelekliler Eylemlerinde Toplam 4 Bin 570 Gözaltı, 216 Tutuklama”, 3 Ocak 2019… http://sendika63.org/2019/01/sari-yelekliler-eylemlerinde-toplam-4-bin-570-gozalti-216-tutuklama-524849
[16] “Sarı Yeleklileri Engelleme Hamlesi”, Birgün, 9 Ocak 2019, s.4.
[17] “Fransa’da Bin 796 Sarı Yelekli’ye Hapis Cezası”, 13 Şubat 2019… http://www.etha4.com/Haberler/fransada-bin-796-sari-yelekliye-hapis-cezasi/18/9723
[18] “Fransa’dan Sarı Yeleklilere Yeni Ceza Saldırısı”, 8 Ocak 2019… http://www.kizilbayrak41.net/ana-sayfa/duenya/haber/-/fransadan-sari-yeleklilere-yeni-ceza-saldirisi/
[19] Süleyman Tosunoğlu, “Sarı Yelekliler’de 9. Hafta”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2019, s.15.
[20] “Fransa Hükümeti: ‘Sarı Yelekliler’in Amacı Hükümeti Devirmek”, 4 Ocak 2019… http://www.diken.com.tr/fransa-hukumeti-sari-yeleklilerin-amaci-hukumeti-devirmek
[21] “Fransız Ordusu 70 Yıl Sonra İlk Kez Halkla Karşı Karşıya”, Birgün, 24 Mart 2019, s.4.
[22] Can Uğur, “Murat Yetkin: Dış Politikadaki Diklenişler Sorunları Görünmez Kılıyor”, Birgün, 24 Aralık 2018, s.13.
[23] Nora Bensaâdoune, “Sarı Yelekliler’i Anlamak İçin Şehirden Çıkın”, 14 Ocak 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/sari-yeleklileri-anlamak-icin-sehirden-cikin.html
[24] “İsyan 1 Yıldır Sürüyor”, Birgün, 17 Kasım 2019, s.5.
[25] Korkut Boratav, “2018 Sonunda Fransa’da Güzel Bir Olay”, 4 Ocak 2019… http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/2018-sonunda-fransada-guzel-bir-olay-254079
[26] Slavoj Zizek, “Mao Sarı Yeleklileri Nasıl Değerlendirirdi?”, Yeni Yaşam, 2 Ocak 2019, s.10.
[27] Robert Hunziker, “Sarı Yelekliler’den Sonra Sırada Ne Var?”, Birgün, 17 Aralık 2018, s.5.
[28] “Slavoj Zizek’ten Fransa’daki Protestolar Üzerine”, 25 Aralık 2018… http://gazetekarinca.com/2018/12/slavoj-zizekten-fransadaki-protestolar-uzerine/
[29] “Sarı Yelekliler Yeniden Sokağa Çıkıyor”, 20 Kasım 2021… https://www.avrupademokrat.com/sari-yelekliler-yeniden-sokaga-cikiyor/
[30] M. Ender Öndeş, “Ümit Akçay: ‘Sıfırlama’ Değil Geleceğe Erteleme”, Yeni Yaşam, 4 Şubat 2021, s.9.
[31] Hayri Kozanoğlu, “Dünya Borç Krizi Yolda mı?”, Birgün, 19 Ocak 2021, s.5.
[32] Nick Beams, “IMF Yoksul Ülkelere Hep Kırıntı Dağıtıyor”, Birgün, 18 Ağustos 2021, s.5.
[33] Hayri Kozanoğlu, “Dünya Borç Sorunu ve Borç Denetimi”, Birgün, 10 Ağustos 2021, s.14.
[34] L. Doğan Tılıç, “Favelada Ya Da Hayatı Çöpten Kazananlar”, 7 Ekim 2021… https://www.birgun.net/haber/favelada-ya-da-hayati-copten-kazananlar-361208
[35] “ILO: 4 Milyar İnsan Sosyal Korumadan Yoksun”, Yeni Yaşam, 4 Eylül 2021, s.12.
[36] “Emperyalistlerin Emek Sömürüsü”, Birgün, 2 Ağustos 2021, s.4.
[37] “Avrupa’da 100 Milyon Kişi Yoksulluk Riski Altında Yaşadı”, 17 Ekim 2021… https://www.avrupademokrat.com/avrupada-100-milyon-kisi-yoksulluk-riski-altinda-yasadi/
[38] “Madagaskar’daki Kıtlık Yüzünden 1 Milyon Kişi Açlıktan Ölebilir”, 11 Kasım 2021… https://www.avrupademokrat.com/madagaskardaki-kitlik-yuzunden-1-milyon-kisi-acliktan-olebilir
[39] “BM: Yemen’de 400 Bin Çocuk Açlıktan Ölme Tehlikesiyle Karşı Karşıya”, Birgün, 12 Mart 2021, s.5.
[40] “Yemen Krizi: 85 Bin Çocuk Açlıktan Öldü”, 23 Ocak 2020… https://noktahaberyorum.com/yemen-krizi-85-bin-cocuk-acliktan-oldu.html
[41] “Gıdada Tehlike Büyüyor”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2021, s.9.
[42] “Dünyada Aşırı Yoksulluk Artıyor”, Birgün, 18 Ekim 2021, s.11.
[43] Aytunç Erkin, “Erdoğan ‘Zehirsiz Sofraya’ Oturmalı”, Sözcü, 6 Kasım 2021, s.15.
[44] “Açlık, Kıtlık, Savaş Göç Oranını Artırdı”, Birgün, 19 Haziran 2021, s.5.
[45] “Oxfam Raporu: Pandemide Kadınlar 800 Milyar Dolarlık Gelir Kaybı Yaşadı”, 29 Nisan 2021… https://t24.com.tr/haber/oxfam-raporu-pandemide-kadinlar-800-milyar-dolarlik-gelir-kaybi-yasadi,949242
[46] Figen Atalay, “UNESCO: Kızlar Ölüyor, Sonuç Ölümcül”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2019, s.16.
[47] Alexey Khlebnikov, “Moskova’nın Silah Deposu Ortadoğu”, Birgün, 8 Eylül 2021, s.5.
[48] “Yardımlar Azaldı, Silah Satışı Arttı”, Birgün, 4 Mart 2021, s.4.
[49] “Milyarderler Servetlerine Servet Kattı”, Sözcü, 7 Nisan 2021, s.7.
[50] The Inner Level-How More Equal Societies Reduce Stress, Restore Sanity and Improve Everyone’s Well-Being, Penguin Books 2019.
[51] Hayri Kozanoğlu, “Sistem Çöktü, Devrim Geliyor!”, Birgün, 12 Kasım 2019, s.11.
[52] Ergin Yıldızoğlu, “Kitlelerin On Yılı”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2020, s.11.
[53] “Emekçiler Kararlı”, Birgün, 2 Kasım 2021, s.5.