
Türkçe’ye İhtiyar Delikanlı ismiyle çevrilen Oldboy 2003 yılı Güney Kore yapımı bir film. Yönetmenliğini Park Chan-wook’un yaptığı film Japon çizgi roman serisinden uyarlanmış olup Pan Chan-wook’un İntikam Üçlemesi’nin ikinci filmiyken aynı zamanda 2004 yılında Cannes Film Festivali’nde büyük ödüle layık görüldü. Oh Dae-Su rolünde Choi Min-sik, Joo-Win rolünde Yoo-Ji-tae ve Mi-do rolünde Kang Hey-jung, başarıyla yer aldılar.
Final sahnesi Yeni Zelanda’da çekilen ve IMDb’nin Top 250 listesinde 66. Sırada yer alan filmin 24 parçadan oluşan film müzikleri albümü yayınlanmıştır ve Empire dergisi tarafından hazırlanan “Tüm Zamanların En İyi 500 Filmi” listesinde 64. sırada yer almıştır. BBC tarafından hazırlanan ve dünya üzerinde 117 sinema eleştirmeninin ortaklaşa çalışmasıyla oluşturulan “21. Yüzyılın En İyi 100 Filmi” listesinde de 30. sırada yer almıştır. Film aynı zamanda Asya’dan Avrupa’ya İngiltere’den Amerika’ya pek çok ülkede düzenlenen yarışmalarda ödüller almış ve finale kalmıştır. Kore’de 2003 senesinde 3,260,000 sinema izleyicisiyle buluşan film en çok izlenen beşinci film olurken dünya çapında 14 milyon 980,005 dolar gişe hasılatı elde etti.
Film Oh Dae-su’nun yağmurlu bir gecede kaçırılmasını ve 15 yıl boyunca bir odada esir kalmasını anlatarak başlar. Bu daha açılışında Kafkaesk bir ortama işaret eder. Neden esir tutulduğu, bu esaretin ne kadar süreceği bilinmemektedir. Gardiyanlar onunla kesinlikle konuşmamakta, Dae-su tam bir tecrit altında tutulmaktadır. Odada bir televizyon ve ihtiyaçlarını karşılayacak banyo, yatak vb. eşyalar bulunmaktadır. Esir kaldığı sürede Oh Dae-su’ya ne kadar esir edileceği söylenmediği gibi onunla hiç kimse iletişime geçmemektedir. Burada Dae-su şöyle sorar: 15 yıl süreceğini söyleselerdi, dayanmak daha kolay olabilir miydi? Yoksa dayanamaz mıydım?

Filmin Kafkaesk açılışını tamamlayan bir diğer yönde varoluşçu yönüdür. Filmin hemen başında ve daha sonra ortalarında tekrar eden bir sahnede filmin temel sorusu gündeme getirilir. Elinde köpeğiyle intihar etmeye hazırlanan bir adamla filmin başkahramanı arasında geçen diyalogda şu soru dile getirilir: “Yabani bir hayvandan bile beter olsam yine de yaşamaya hakkım yok mudur?” Bu soru Dae-su’nun tuttuğu günlüğün sonunda da yer alır ve Dae-su bu soruya “evet, yaşamaya hakkın var” biçiminde cevap verir.
Yeniden hücreye dönecek olursak, Oh Dae-su’nun aklını kaçırmaması için yemeğine şizofren hastalarında kullanılan ilaçlar karıştırılmaktadır. Düzenli olarak hücreye gaz verilmektedir. Filmde söylendiğine göre bu Rusların Çeçenler üzerinde kullandıkları bir gazdır. Burada kimseyle iletişim kuramayan, televizyondan başka dostu olmayan Dae-su sürekli olarak derisinin altında hareket eden karıncalarla dolu halüsinasyonlar görür.
İlerleyen zamanlarda odasındaki televizyondan karısının öldürüldüğü haberini duyar. Kendisini esir alanlar suçu Oh Dae-su’nun üstüne atmışlardır. Oh Dae-su bunu kendine yapanı bulmak için, yaptığı tüm kötü şeylerin listesini çıkarır. Asla pes etmez ve duvarı kazmaya başlar. On beş yıl sonunda duvarda, gerçek dünyaya ulaşabilen bir delik açmayı başarır. Ertesi sabah hipnotize edilerek on beş sene önce kaçırıldığı yerin yakınındaki bir binanın çatısına bırakılır.
Burada filmin temel motiflerinden birisi açığa çıkar. Dae-su kendisinin kaçtığını sanmaktadır oysa kaçmasına göz yumulmuş ve kaçtıktan sonra da göz hapsinde tutulmaktadır. Bir adam gelir kendisine para dolu bir cüzdan ve cep telefonu verir. Böylece her anının takip altında olduğunu sezeriz. Nitekim bir suşi restoranında çaldığında telefon, karşıdaki ses Dae-Su’nun kendisini tanıyıp tanımadığını sorar ve kendisinin Dae-su uzmanı olduğunu, Dae-su’nun da ev ödevine iyi çalışıp kendisini bulmasını ister.
Filmin başında Oh Dae-su’yu sarhoşken çıkardığı olaylar nedeniyle gözaltına alınırken görürüz. Bir arkadaşının yardımıyla kurtulan ve kızının doğum gününü kaçıran Dae-su arkadaşının yardımıyla gözaltına alındıktan sonra kaçırılır ve yukarıda sözünü ettiğimiz hücreye kapatılır. Burada tv izleyen Dae-Su televizyondan eşinin öldürüldüğünü ve cinayetin baş şüphelisinin de kendisinin olduğunu öğrenir.

1988 ve 2003 arasında tam on beş yılını hücrede geçiren Dae-Su hücresinde düzenli olarak hipnotize edilmektedir. Bu sayede davranışları maniple edilen Dae-su’nun kaçışına göz yumulmasıyla film yeni bir boyut kazanır. Dae-su’nun amacı intikam almaktır ancak intikam alsa bile eski Dae-su olamayacağı düşüncesi onu tedirgin etmektedir. Bu intikam düşüncesinin açmazına işaret eder: bir yanda intikam alınmazsa hayat sürdürülemez ve özne orada sıkışıp kalır ancak intikam alınsa bile bu defa sürdürülen hayat eski hayat gibi olmaz, artık yeni ve geri dönüşsüz şekilde değişmiştir hayat.
Artık serbest olan Dae-su bir suşi restoranına gider ve orada genç aşçı Mi-do ile tanışır. Burada canlı bir şey yemek istediğini söyler ve aşçının getirdiği ahtapotu canlı canlı yer (vurgulamak gerekir ki bu sahne bilgisayarla değil canlı olarak çekilmiştir). O esnada telefonu çalan Dae-su kendisini kaçıran kişiyle konuşur ve yere yığılır. Bu noktada genç aşçı Mi-do ile Dae-su arasında bir ilişkinin başladığına tanık oluruz. Mi-do, Dae-su’yu evine götürür ve burada Dae-su kızla cinsel ilişkiyi girmeye çalışır. Ancak bir bıçakla kendini savunan kız karşı çıkar ve kendisinin de ilgisi olduğunu ve hoşlandığını ancak henüz ilişkiye girmek için hazır olmadığını söyler. Bu noktada Dae-su kendisinin de hapsedildiği bir çeşit özel hapishanede kendisini kapalı tutan adama ulaşır ve işkenceyle onun dişlerini söker. Öğrenebildiği tek şey ise kapatılmasının tek nedeninin “çok fazla konuşması” olduğu yönündedir.
Bu noktada Dae-su’yu özel hapishaneye kapatan kişinin Lee Woo-jin isimli zengin bir adam olduğu ortaya çıkar. Woo-jin Dae-su’nun karşısına çıkar ve kapatılma nedenini bulması için beş gün süre verir. Bu beş gün içinde eğer Dae-su kapatılma nedenini bulursa Woo-jin kendisini öldürecektir. Eğer bulamazsa Woo-jin Mi-do’yu ve sevdiği tüm kadınları öldürecektir. Tüm bunlar olurken Mi-do ile Dae-su arasındaki ilişki de ilerlemiş, çift seks yapmaya başlamıştır.

Olayları çözmeye çalışan Dae-su sonunda Woo-Jin ile aynı liseye gittiğini hatırlayacaktır. Bu hatırlama evresi önemlidir çünkü Dae-su, Woo-Jin’in hipnoz yoluyla kendisinin geçmişi hatırlamasını özellikle engellemiş olmakla suçlarken, Woo-Jin ise bunu reddederek Dae-su’nun geçmişi hatırlamak istemediği için olayları anımsamadığını iddia eder. Bir şeyi nasıl unuturuz? O hafızamızdan silinir mi yoksa onu kendimizden bile gizleyerek sadece saklar mıyız?
Dae-su, Woo-Jin ile aynı lisede okuduğunu anımsayınca olaylar da çorap söküğü gibi çözülür. Buna göre Woo-Jin’in kendi öz kız kardeşiyle ensest bir ilişki yaşamaktadır ve Dae-su iki kardeşi ilişkiye girerken görmüş ve okuldaki arkadaşlarına söylemiştir. Söylentiler almış başını gitmiş, derken kızın hamile olduğuna kadar varmış ve kız da nihayetinde intihar etmiştir. Woo-Jin’in “çok konuştuğu” için cezalandırmak istediği Dae-su’yu hapsettirmesinin nedeni de budur.
Olayın çözülmesiyle birlikte Dae-su yüzleşmek amacıyla Woo-Jin’in yanına gider. Mi-do’yu ise kaldığı hapishanenin sahibi Mr. Park’la birlikte bırakır. Woo-Jin’in yanına gittiğinde olayları hatırladığını anlatır. Ancak Woo-Jin’in ona göstereceği bir şey vardır. Bu bir aile albümüdür ve sayfalar çevrildikçe fotoğraflardaki küçük kızın Dae-su’nun ilişki yaşadığı Mi-do olduğu açığa çıkar. Buna göre Win-Joon on iki sene boyunca kızı gizlice büyütmüş ve Dae-su hapishaneden bırakıldığında ilişki kurmaları için hipnoz yoluyla onları maniple etmiştir. Dae-su ilişki yaşadığı genç kadın Mi-do’nun kızı olduğunu öğrenince bunu kızına söylememesi için Woo-Jin’e yalvarır ve nihayetinde “çok konuştuğu” için kız kardeşinin ölümüne sebep olduğu gerekçesiyle kendi dilini keserek kendisini cezalandırır. Bunun üzerine Joo-Win, Mr. Park’a albümü kıza göstermemesini söyler ve aşağı inmek için bindiği asansörde kendini başından vurarak intihar eder.
Filmin sonunda ise Dae-su Mi-do’nun kızı olduğunu unutmak için bir hipnoz uzmanıyla anlaşır. Buna göre hipnoz uzmanı Mi-do’nun Dae-su’nun kızı olduğunu unutturacak ve böylece mutlu bir şekilde yaşayabileceklerdir. Burada hipnoz uzmanı Dae-su’ya kendisinin iki farklı kişiliğe böleceğini birincisinin bu sırrı unutan Dae-su, ikincisinin de bu sırrı saklayan canavar olduğunu söyler. Buna göre canavar her attığı adımda bir yıl yaşlanacak ve yetmiş yaşına vardığında da huzur içinde ölecektir. Bunun ardından Dae-su’yu karlara uzanmış olarak görürüz. Mi-do gelir ve sarılarak onu kaldırır ve “seni seviyorum” der. Burada Dae-su’yu önce sevinç ardından da acı içinde görürüz.

Filme ilgili söylenmesi gereken bir şey de filmin olağanüstü müzikleri ve dövüş sahnelerinin başarısı. 24 parçadan oluşan bir müzik albümü olarak piyasaya çıkarılan müzikler özellikle de sevişme ve kavga sahnelerinde arka planda oldukça başarılı bir şekilde icra ediliyor. Şiddet sahnelerinde özellikle öne çıkan müziklerle şiddetin oldukça başarılı bir biçimde estetize edildiğini söylemek mümkün.
Film yayınlandıktan sonra eleştirmenlerin genelinden olumlu eleştiriler aldı. Buna göre Rotten Tomatoes isimli gözden geçirme internet sitesi 147 yoruma dayanarak filme yüzde 82 puan verdi; 10 üzerindense 7.38 puan verdi. Filmin genel olarak bir intikam filmi olduğunda birleşen eleştirmenler filme dört üzerinden dört verirken, filmin çarpıcı olduğu konusunda da hemfikir. CNN izleyicilerine göreyse film en iyi Asya filmlerinden birisi.
Filmle ilgili vurgulanması gereken son bir şeyse, yönetmen Park Chan-wook’un ana karakter Oh Dae-su’nun isminin Oedipus’u hatırlatması için verildiği. Buna göre filmin en önemli sahnelerinden birisinde Woo-Jin’i oynayan Yoo Ji-tae’nin sıra dışı bir yoga pozu vermesi. Park Chan-wook bu sahneyi Apollo imgesini çağrıştırmak için tasarladıklarını söyler. Apollo, Sophocles’in Kral Oedipus’unda Oedipus’un kehanetini açıklığa kavuşturan tanrıydı. Ne var ki, Asyalı eleştirmenler arasında bu bağlantı sıkça işlenirken Batı dünyasında ise bu iki eser arasındaki bağlantının üzerinde pek durulmamış. Yine Mi-do’yu Antigone’ye benzeten yorumlar da mevcut.

1979 İstanbul doğumlu. Lisans eğitimini Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü’nde tamamladı. Ardından Londra’daki Middlesex Üniversitesi’nde felsefe üzerine yüksek lisansını yaptı ve uzun seneler Londra’da yaşadı. Halen Hacettepe Üniversitesi’nde felsefe bölümünde doktora öğrencisidir. Bugüne kadar aralarında çevirmenlik ve editörlüğün de bulunduğu pek çok işte çalıştı. Aynı zamanda şair. Pek çok dergi ve fanzinde şiiirleri yayımlandı.