Türkiye tarihinin bence en önemli seçiminin ilk turunu geçtiğimiz Pazar günü tamamladı ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Toplumun değişim isteyen ilerici kitleleri Kemal Kılıçdaroğlu’nun aldığı oy oranı nedeniyle büyük hayal kırıklığına uğradı ve psikolojik olarak deyim yerindeyse çöktü. Peki durum gerçekten bu kadar iç karartıcı mı?
Siyaset bilimci değilim. Edebiyat fakültesi mezunuyum. Hukuk alanında da yüksek lisans derecem bulunmakta.1996 yılından beri siyasette yer almış, parti üyeliği bulunan bir yurttaş olarak naçizane bir iki düşüncemi burada paylaşmaki istiyorum.
Evet hepimiz çok umutlanmıştık. Baharın geleceğinden hepimiz çok emindik. Ancak sonuçlar istediğimiz gibi olmadı. Büyük bir üzüntü, şok, hayal kırıklığı ve öfke hissettik. Hepimizin alım gücü sabun gibi erirken, eğitim, sağlık gibi kamu hizmetleri vahşi kapitalizmin kucağına terkolunmuşken, enflasyon toplumun çoğunluğunu silindir gibi ezerken hepimiz bu işin Pazar akşamı biteceğinden adımız gibi emindik. Bunun yanı sıra meydanlardaki coşku, kitlelerin değişim arzusunun da bir kanıtıydı. Kemal Bey ve yol arkadaşlarına gösterilen ilgi ve yıllardır girilmemiş mahallelerdeki gözle görülür destek muhalif cephenin moralini yükselten etkenleri oluşturdu.
Marx “İnsan kulübede başka, sarayda başka türlü düşünür.” der. Merhum felsefeci Ulus Baker ise Marx’ın bu sözünü şöyle yorumlar: “İdeoloji, kulübedekinin saraydaki gibi düşünmeye başlamasıdır.” İtalyan düşünür Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı da Marx’ın bu sözüyle çok uyumlu bir kavramdır. Özetle Gramsci, “hegemonya” kavramını yönetenlerin baskı unsuruyla beraber yönetilenlerin rızasını kazanma yetkinliği diye tanımlar. Hegemonya rıza üretimidir bir bakıma. İktidarın fikirlerinin tüm toplumun sağduyu ölçüsüne gelmesidir. İktidar eğitim, medya, dini kurumlar, güdümlü STKlar, siyasi partiler iktidarca kullanılan başlıca aparatlardır.
Pazar günü 21 yıldır bu tipik hegemonik sistemle yönetilen bir toplumun seçimine şahit olduk. İha, Siha, Togglarla tütsülenen, işsizliği kendi tembelliğine yoran, soğanın fiyatını Biden’ın belirlediğine inanan bu toplum dün tercihini farklı yönde yaptı. Tüm devlet imkanlarını kullanan, sahte videolarla muhalefete ayan beyan iftira atan, bir nefret ittifakıyla mücadele eden muhalefet ilk turda istediğini alamadı. Gramsci yine “irademi harekete geçirebilmek için en kötü hipotezi düşünürüm.” Der.
Şu an ihtiyacımız olan en önemli şey kararlı irade. Dayanışma ve mücadele zemininden ayrılmadan 28 Mayıs’ta hem oy verip, hem de sandıkları koruyacağız. “Ama” ve “fakat” gibi kelimeleri kullanmadan bu hibrit despotik düzenden kurtulmaya çalışacağız. Velevki kaybettik seçimi. O zaman da başa dönüp mücadeleye yeniden başlayacağız.
Mussolini’nin hapishanelerinde bile üreten Gramsci’ye, Avrupa’da iki dünya savaşı arası dönemi yaşayan entelektüellere, 12 Mart ve 12 Eylül faşizmlerine direnen anne babalarımıza nazaran biz daha sağlam bir kuşağız. Yeni dönemde özellikle kadın hareketleri muhalif cephenin en temel mevziisi olmalıdır. Kadınların örgütlülüğü toplumun ilerici kesimleri için parlak bir ışık olacaktır.
Çeşitliliğimizle, farklılıklarımızla birleşip, dayanışmayı kitleselleştirip, umudu ve iradeyi her zaman diri tutmak devrimci bir sorumluluk olarak hepimizin omuzlarında. Kariyerizmin cazibesine kapılmadan, bireysel siyasi ikbal peşinde koşmadan toplumun tüm kesimleri için mücadele vermek en temel görevimiz.
1980 yılında İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Ünibersitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı lisans mezunudur. MEF Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Özel Hukuk yüksek lisansını geçtiğimiz yıl tamamlayan Buğra Konuk, bu yıl da Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitisu’nde tarih yüksek lisansına başlamıştır. Sağlık sektöründe orta kademe yönetici olarak çalışmaktadır.