Yeşilçam ülkenin özellikle 70’li yıllarına damga vurmuş bir sinema filmleri dönemine işaret eder. Komediden romantik aşk filmlerine, “vurdulu kırdılı” filmlerden fakir kız zengin erkek klişelerine kadar onlarca yüzlerce film çekilmiş bunların hatırı sayılır kesimi de bugün dahi izlenen yapımlara dönüşmüştür.
Canım Kardeşim filmi de Yeşilçam’ın döneme damga vuran filmlerinden biridir. Nedir, bu kez konumuz doğrudan yoksulluk ve yoksullardır. Yeşilçam’da yoksullukla alâkalı başka filmler de yapılmış olmasına ve yoksulluğun her zaman bir izlek olarak kendisine yer bulmuş olmasına rağmen yoksulluk belki de ilk kez bu kadar derinlemesine ele alınmıştır. Yine filmin oyuncularından Tarık Akan’ın da Yeşilçam’ın jön başrol oyuncularından çıkıp aynı zamanda toplumsal bir sinema oyunculuğuna geçişinin ilk örneği olarak düşünülebilir.
1973 tarihli, senaryosunu Sadik Şendil’in yazdığı, Ertem Eğilmez imzalı filmin dikkat çekici bir özelliği de oyuncuların genellikle komedi filmlerinde oynayan kişilerden oluşmasıdır. Tarık Akan, Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Metin Akpınar, İhsan Yüce ve Adile Naşit gibi daha çok komedi filmlerinde, örneğin Hababam Sınıfı’nda oynamış olmalarına rağmen oyuncuların böylesine dramatik yönü güçlü bir filmde yer alması ve bunun hiçbir şekilde sırıtmaması kuşkusuz bir yönetmen başarısıdır.
Filmin önemi, o hâlde, yoksulluğun başrolde olması ve tüm film boyunca bizi bir an bile bırakmamasıdır. Yoksulluk anlatısı daha jenerikte başlar. Mahalle çamur içindedir, yol yoktur. Evler gecekondudur, su yoktur, tüm kadınlar su kuyruğunda beklemekte ve kovalarla su taşımaktadırlar. Mahalledeki yoksulların temel geçim aracı 15 günde bir verdikleri kandır. Hatta mahallenin tek paralısı da kan simsarlığı yapan Kancı Mehmet’tir. Rh negatif lakaplı bir diğer yoksul ise kanını bağımsız olarak satmakta, elindeki radyodan yapılan anonsları takip ederek hayatını kazanmaktadır. Dolayısıyla film, bir yandan da yoksulun kanı çevresinde döner.
Filmdeki yoksulluğun şiddeti kadın karakterlerin yokluğuyla da ölçülebilir. Filmin küçük oyuncusu Kahraman ve abisi Murat’ın annesi ölmüştür. Halit’in annesi ortalarda yoktur. Babası yoksul olduğu kadar ayyaş bir adamdır. Bir gece ağzında sigarasıyla uyuyakalır ve çıkan yangında ölür. Bu yoksulluğun bir kat daha katmerleşmesi demektir. Şimdi abisi ve kardeşi bir başlarına kalmışlardır.
Yeniden kadınlara dönecek olursak; yukarıda çeşmede su bekleyen kadınlardan söz etmiştik. Burada vurgulanması gerekir ki kadın öznenin yokluğu da film için önemli bir vurgudur. Kahraman’ın öğretmenini canlandıran Adile Naşit dışında, Halit’in ev sahibesini saymazsak filmde kadın karaktere yapılan vurgu, Halit ve Murat’ın Kancı Mehmet’le gittikleri pavyonda gördükleri konsomatris kadınla sınırlıdır. Bu kadın da Halit’in annesidir. Dolayısıyla yoksulluk sürekli derinleşmektedir. Olmayan anneden konsomatris anneye geçiş, yoksulluğun sadece malî değil psikolojik olarak da derinleştiğini anlatır bize.
Yoksulluk film boyunca farklı açılardan ele alınmıştır. Tarik Akan’ın canlandırdığı Murat karakterinin arkadaşı Halit’in (Halit Akçatepe) çıplak kadın fotoğraflarıyla dolu erotik kadın dergilerine düşkünlüğü lümpen bir yoksulluk anlatısıdır. Büfeden çaldığı dergileri biriktiren Halit’in tek malvarlığı bu dergilerdir. Halit kirasını ödeyemediği için evden atıldığında bu dergilerle Murat ve Kahraman’ın yanına taşınır.
Annesizlik ve kadınsızlık, yoksulluğun katmanlarının en önemli göstergeleridir. Paranın olmaması belki fakirlik olarak tanımlanabilir ancak yoksulluk, bir yoksunluk biçimi olarak, annenin yokluğuyla iki kat ağırdır. Murat’ın babası eşekle eşya taşıyan bir adamdır. Malını mülkünü bırakıp göçmen olarak buraya gelmiştir, karısı ölünce iki çocuğuyla kalmış yoksul bir hayat sürmektedir. Zaten öldüğünde cenazesi için gerekli para eşek satılarak karşılanır. Sahibinin ölümü eşeğin de ölümüdür. Zaten eşek, kendisini sosis yapacak bir kaçak kasaba satılır. Babanın cenazesi düzenlenir, oğlu bir başka mezara konulan çelengi getirip babasının mezarına koyar.
Yoksulluğun katmanları o kadar derindir ki filmde düzgün işleyen tek bir şey yoktur. Eşek, kaçak et kesen bir adama satılır. Rh negatif elinde radyosuyla kan anonsu beklemektedir. Mahallede oturan bir at yarışı jokeyi kahramanlarımıza doping tüyoları vermektedir. Kancı Mehmet 15 günde bir 75 lira karşılığında kan simsarlığı yapmakta ancak kendisi çok daha fazla kazanmaktadır. Tarık Akan’ın canlandırdığı Murat ve Halit, Almanya’ya işçi olarak gitmeye çalışan insanlara sağlıklı çiş satmaktadır. Örnekler çoğaltılabilir.
Tüm bu örnekleri verme nedenimiz, yoksulluk ile suçun iç içe girdiğini vurgulamak içindir. Küçük Kahraman televizyon çıkması ümidiyle her gün gazete kuponu biriktirmektedir. Mahalleye televizyon gelmiş, kancı Mehmet’in evinin önü çocuklarla dolup taşmıştır. Kancı Mehmet’in deyimiyle koca İstanbul’da sadece birkaç evde vardır televizyon ancak yayılması uzun sürmez, çatılar antenlerle dolup taşar.
Yoksulluğun tüm boyutlarıyla filmde sergilenmesinin ardından ana darbe gelir. Bu darbe, Kahraman’ın hastalığıdır. Kahraman’ın kan kanseri olduğu anlaşılır ve sadece birkaç ay ömrü kalmıştır. Bu filmde gerçek bir değişime işaret eder. Bugüne kadar yoksulluk içinde yaşayan ve ufak tefek “yolunu bulma” olayları hariç parasızlıktan çok da şikayetçi olmayan hatta sistem dışında kalmayı biraz da tercih eder görünen karakterler, Kahraman’ın hastalığıyla para bulmaya çalışmaya başlarlar. Öncelikle hamama gider ve temizlenir, Kahraman’a üst baş alırlar. Sonra tüyo aldıkları bir yarış için İzmir’e gider ellerindeki üç kuruş parayı da orada kaybederler. Daha sonra her gün kuru fasulye yemekten bıkan Kahraman’ı mutlu etmek için lüks bir lokantaya giderler. Orada kanlarını satarak kazandıkları parayla felekten bir gece çalmak isterler ancak paraları yetişmez, polisin elinden zor kurtulurlar.
Film boyunca sergilenen yoksulluğa şimdi bir de çaresizlik eklenmiştir. Kahraman ölecektir. Abisinin Allah’a isyanını Kahraman duyar, artık öleceğini bilmektedir. Arkadaşıyla bunu paylaşır, arkadaşı çocuklukla yoksulluğun karışımı olan katı gerçekçi bir tepki vererek Kahraman’ın misketlerini ister. Kahraman ise şu yanıtı verir: ben ölünce abimden alırsın. Diğer her şey gibi ölüm de yoksulluk içinde tüm gerçekliğiyle yerini alır.
Film, yoksulluğu toplum dışılık olarak anlatır. Burada ikili bir işleyiş vardır. Birincisi bu insanlar toplum tarafından dışlanmıştır. Çünkü yoksullardır, gariban bir mahallede herkes kendini kurtarmaya çalışır. İkinci olaraksa topluma karşı bir lümpenlik vardır. Filmde kan satmadan başka meslek görünmez, kimse iş aramamaktadır. Almanya’ya gidecekleri kandırarak onlara çiş satmak sayılmazsa tabii. Ya da kahvede okey oynayıp hileyle kazanmak sayılmazsa. Jokeyin doping tüyosu vermesi bunun bir örneğidir. Kimse toplumun içine girmeye, doğru düzgün bir iş bulmaya çalışmamaktadır. Çünkü bunlar yoktur, onun yerine günü kurtaracak ufak tefek kazanç sağlamaktadır herkesin gözü.
Toplumun dışına itilmek ve orada toplum dışı lümpen bir hayat sürmek, Kahraman’ın hastalığıyla krize girer. Yapacak şey yoktur, çocuğun isteklerini yerine getirmekten başka. Lunaparka gidilir, lokantaya gidilir ancak televizyon alacak para yoktur. Abisi bir hafta içinde alacağına söz verir ve ilk iş olarak gidip bir anten çalarlar. Televizyon gelecektir, Kahraman beklemektedir, abisi ise parayı nereden bulacağını düşünmektedir.
Film kadar başarı kazanan film müzikleri Cihat Oben tarafından yapılan filmin sert gerçekçiliği burada da devrededir. Kriz serttir: yoksulluğun ötesinde bir imkânsızlık vardır. Ölmek üzere olan çocuk TV istemekte, ona TV getireceğine söz vermiş abisi ise hiçbir şey yapamamaktadır. Burada tek olasılık devreye girer, ağabeyi bir mağazadan TV’yi çalar ve eve getirip kurar. O esnada uyumakta olan Kahraman’ı uyandırmaya çalıştıklarında ise küçük çocuğun öldüğü anlaşılır. Ağabeyin ağzındansa filme adını veren kelimeler duyulur: Canım Kardeşim.
1979 İstanbul doğumlu. Lisans eğitimini Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü’nde tamamladı. Ardından Londra’daki Middlesex Üniversitesi’nde felsefe üzerine yüksek lisansını yaptı ve uzun seneler Londra’da yaşadı. Halen Hacettepe Üniversitesi’nde felsefe bölümünde doktora öğrencisidir. Bugüne kadar aralarında çevirmenlik ve editörlüğün de bulunduğu pek çok işte çalıştı. Aynı zamanda şair. Pek çok dergi ve fanzinde şiiirleri yayımlandı.