![iyi insan olmak](https://gorus21.com/wp-content/uploads/2020/06/eylem-senkal2-1.jpg)
21. yüzyıl, kolektif kültürün son demlerini yaşadığımızı göstermektedir. Otomatik olarak teknoloji, sanal dünya, politika, siyaset ve kapitalist sistemin zorunda bıraktığı bir tek seçime doğru “Bireyselcilik” kültürüne yönlendirilmekteyiz. Kolektif kültürün değerlerini kaybetmek bir anlamda bu kültürden gelenler için kavram kargaşası ve hayatın anlamını sorgulatan bir durumda bırakır.
Öncelikle kolektif (Ortaklaşa) kültürden bahsetmek gerekirse, bir arada yaşayan insanların ihtiyaçlarını ve hedeflerini bir bütün olarak değerlendirip uygulayan sisteme denir. İnsanlar arasındaki iletişim, birbirlerine karşı sorumluluk ve sosyal kurallar her bireyin o toplum içinde sağlayacağı katkı ve görevi belirler. Ortaklaşa kültürün içinde bencillik yoktur, aksine paylaşmak ve toplumda yaşayan bir başka kişiyi desteklemek üzerine kurulu bir anlayış sistemidir. Bu sebeple birbirleri ile sıkı bağlar içindedirler.
Eğer bir toplumda, birey ne derse desin söylediklerinin bir değeri olmadığını görmeye başlarsa ve kişinin geleceğinin belirsizliği ve can güvenliğini tehlike altında hissetmeye başladıysa, o insanın çareyi bireysel kurtuluşta araması doğaldır. Yeni dünya düzeni içinde grupları birbirinden ayırıp, ötekileştirip, yalnızlaştırarak yönetme eğilimi olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Yalnızlaşan ve korkan insanları büyük güçlerin istediği gibi kullanıp yönetmesi kolaydır.
Son yıllarda bizim gibi sonradan bireyselleşen toplumun insanlarında oluşan hayatta kalma mücadelesi içinde panik haliyle sağa sola koşturan, zamanı yetiştiremeyen, bunalıma giren, sıkıntısını çözemeyen, depresyon halinden ve enerji düşüklüğünden yakınan yüksek oranda içinde bulunduğumuz sistem bu tarz bireyler üretmeye başladı.
Hayatın tahmin edilemezliği, insanın bu durumu kontrol etme çabası ile belirsizlik halini kendince tanımlayıp telafi etmek ister. Bunu son covid-19 salgını sırasında dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de hükümet tarafından 3 günlük karantina kararları alındıktan sonra çoğu insanın neredeyse marketleri boşaltacak kadar her kişinin 2 yıllık erzak alması davranışı ile gözlemledik. İşte bu davranış hali savunma mekanizmamızın bilinmeyene karşı oluşturduğu korunma yöntemlerinden biriydi.
Bu “Tek başına, başının çaresine bak” anlayışı insanları farklı arayışlara sürüklemektedir. Kontrol edemediğini kabullen felsefesinin tarihsel dayanağı Stoisizm’dir. Stoa felsefesinin dinamiklerinin içinde kişinin kendisine yetebilmesi, elinden gelenin en iyisini yaptıktan sonra, yapılacak bir şey yok ise durumu kabul edip ve bu durumu büyük bir olgunlukla karşılayıp, erdem göstermesi esastır. Stoa felsefesini savunanlar “Mutluluk, dış etkenlere bağlı olmamalıdır” der çünkü kişinin mutluluğunun kaynağı kendisi ve yaptıkları olmalıdır.
Milattan önce 195-159 yılları arasında yaşayan komedi oyun yazarı Terentius der ki “Bütün umudum kendimde” bir anlamda bu bakış açısı başkalarından beklentiyi kesip, kişiyi hayal kırıklıklarından kurtarıp kendisine odaklanmasını sağlar. Bu anlayışı benimsemek için de temelini oluşturacak bir felsefeye ihtiyaç vardır. Odağına insanın kendisini ve erdemliliği alan bir felsefe olan Stoisizim’in de savunduğu gibi bir insanda olması gereken; bilgelik, cesaret, adalet ve ölçülülük olmalıdır diye savunur. Bu bütünlük kişinin yeri geldiğinde iyi veya kötü bir durumda hangi tutumla olaylara yaklaşacağını ve ne ölçüde değerlendireceğini bilmesine yarar. Kontrol edilemeyen dışsal faktörler başına geldiğinde, böyle bir durumdan değil de onun karşısında göstereceği tepkinin seçiminden sorumlu olduğunu bilir.
Kişi sistemlerin içinde yer bulamadığında hayatının amacını bulmakta zorlana bilir. Böyle bir durumda birey filozof Diyojen gibi toplumdan soyutlanma halini seçebilir. Buna bir anlamda hayatı bırakma hali de diyebiliriz. Burada önemli olan kişinin kendine iyi olması değil topluma iyiliği nedir diye bakmalıyız. Çünkü iyilik insanların birbirine yaptığı bir lütuf değil zorunluluktur. İnsan günümüze değin varlığını sürdürebilmesinin temelinde yardımlaşma ve iyilik gelir. Kötülük ise grupları birbirinden ayırmaya ve nifak ile şüpheye düşürür. Yalnız insan güçlü değildir, hepimizin birbirine ihtiyacı vardır. Misal, şu an bilgisayarımın başına oturup size bu yazıyı yazıp size ulaşıncaya kadar olan süreçte binlerce belki de milyonlarca insanın iş birliği ile bunu gerçekleştirebildiğimi söylesem ne derdiniz? Hiç bu şekilde düşündünüz mü? Daha da açık bir örnek ile ifade etmek gerekirse, sadece kullandığım tek bir objeyi düşünelim, mesela, şu an üzerine oturduğum sandalye, şeklini dizayn eden insandan tutun da malzemelerini tek tek yapan, ahşabına, kumaşına, demirine, çivisine kadar bunları birleştiren, yapan, ulaşımını sağlayan, daha da öteye gidecek olursak sandalyeyi icat eden kişiye kadar tüm bu saydığım ya da sayamayacağım kadar çok insanın emeği sayesinde bu konfor ve rahatlığa sahibim. Kullandığımız ne varsa o obje için binlerce insanın emeği, iş birliği ve katkısı olduğunu görebiliriz. Her şeyin bir bağlantısallık içinde olduğunu söyleyebiliriz.
Yeni dünya düzeninin içinde iyi insan olabilmek için Stoacı felsefeden faydalanmak gerekir. Bu felsefeye göre varlığımızın bir değeri olmalıdır. Bu değeri de belirleyen dünyaya sağladığımız katkıdır. Hayatın amacını belirleyip kendi öznel kararımızla yaşam anlamını keşfetmeliyiz. Burada önemli olan kendini bilmek ve aynı zamanda dünyayı da bilmektir. Bilgi ve akıl sahibi olmanın gerekliliği yanında, erdemli de olmalıyız. Erdemli insan ahlaklıdır ve adaletlidir ve çevresine de dünyaya da olumlu katkılarda bulunur.
İyi bir insan içsel mutluluğa sahiptir. Negatif duygulardan yoksundur. Mutluluğu dış kaynaklı değildir. Sahip olduğu ne varsa, varlıkları yok olsa da bu durum onu etkilemez çünkü mutluluğun kaynağı sahip olduğu maddeler değildir. Huzur ve neşe içindedir bir anlamda yaşamın bir kutlama olduğunu bilir. Epiktetos der ki “İnsanın hüsranı, başına gelenlerden değil, başına gelenleri yorumlayışından kaynaklanır.” Bir kişi kendisini hayat kurbanı ilan edip, yaşamdan intikamını alır gibi nefret içinde bir tutum içindeyse bu kişinin kendi seçimi ile hayat anlayışına dönüşür. İnsan elinden gelenin en iyisini yaptığında hayal kırıklığı olmaz. Sonuç istediği gibi olmasa bile denemiş olmak, çabalamak, dönüştürmek için çabalamanın zevkini yaşar, bir anlamda süreçten öğrenir ve keyif alır.
Bireyin cebinde ne varsa onu verir dünyaya “Mutsuz insan mutluluk veremez”. Hayatta kaybedişler de vardır fakat onları bir tecrübe olarak görüp bir nevi kazanımına odaklandığı an başka insanlara da deneyim transferi sağlayıp, başına gelen ne kadar kötü olursa olsun diğer insanların başına gelmemesi için onlara yol gösterir.
Kolektif kültür toplum içinde yaşayan bireyleri iyi olmaya zorlar, düzeni bozan kötüleri içlerinde barındırmaz. Bireysel kültür kişinin özgürlüğünü temel alındığını vurgulasa da en çok intihar oranlarının bu kültürlerden çıktığını istatistiksel verilerden yola çıkarak söyleyebiliriz. İnsan sosyal varlıktır, birbirimize ihtiyacımız var ve bu nedenle bilmeliyiz ki iyi olmak bir lütuf değil mecburiyettir.
![eylem senkal spor psikolojisi](https://gorus21.com/wp-content/uploads/2020/05/EylemSenkal03.jpg)
Spor psikoloğu Zeynep Eylem Şenkal İstanbul doğumludur. Doksanlı yıllarda profesyonel olarak hem milli takımda hem de Fenerbahçe kulübünde voleybol oynadı. Marmara Üniversitesi Spor Bilimlerinden mezun olduktan sonra sporcu pskolojisi konusunda çalışmalar yapmaya başladı. İngiltere Londra’da beş yıl kaldı ve burada BBP University’de yüksek lisans psikoloji eğitimini tamamladıktan sonra “Premier League” takımlarından Chelsea ve Arsenal futbol kulübünde çalıştı. Şu anda İstanbul’da Fransız Lape hastanesinde çalışmaktadır.
Zeynep Eylem Şenkal’ın farklı konularda ödülleri vardır. Pertevnial Lisesinde Liseler arası 5000 metre koşusunda birinci oldu, okuluna kupa kazandırdı. Fenerbahçe genç takımında oynarken lig şampiyonluğunu kazanan takımın ilk altısında oynadı. Okulu Marmara Üniversitesinin takımında üniversiteler arası şampiyonluk kazanan takımın ilk altısında oynadı.
Formula 1 takımlarından Redbull ile beş yıl boyunca çalıştı ve 230 dünya şehri gördü.
Sporun dışında da başarıları bulunan Zeynep Eylem Şenkal 1996 Türkiye Best Model seçildi. 1998 yılında Kore’de yapılan “Miss Universe” yarışmasında dünya birincisi seçildi. 15 tiyatro oyununda baş rolde oynadı. En son tiyatro oyunu “Necmiq” ile “En iyi komedi oyunu” ödülünü ekibi ile beraber kazandı. Onlarca televizyon programı sundu. Sinema ve dizi filmlerde oynadı. Ayrıca tiyatro öğrencilerine drama dersleri verdi.
Zeynep Eylem Şenkal tüm bu tecrübelerini harmanlayarak ünlü ya da değil sporcu ve ya kendini geliştirmek isteyen bireylerle mesleği kapsamında; kişinin kendisinin potansiyelinin sınırlarına erişebilmesi için bilimin ve teknolojinin ışığında kişiye özel fiziksel ve zihinsel çalışmalar yürütmektedir.
Daha fazla bilgi için www.eylemsenkal.com