Nuri Bilge Ceylan Üç Maymun filmiyle 2008’deki 61. Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü aldıktan sonra yaptığı konuşmada ödülü “yalnız ve güzel ülkeme” adıyorum demiş ve bu sözle neyi kast ettiği uzun süre tartışılmıştı. Şahsen Ceylan’ın kastı nedir bilmiyorum ama bu söz “Una Giornata Particolare” isimli başrolünde Sophia Loren’in oynadığı ve Türkçe’ye “Özel Bir Gün” olarak çevrilen film için çok uygun düşüyor.
1977 tarihli filmin konusunu 1938 senesindeki Faşist Mussolini İtalya’sı ile Hitler Almanya’sı arasında imzalanan bir barış anlaşması sırasında bir kadınla bir erkek arasında geçen bir hikâye oluşturuyor. Söz konusu tarihte Hitler tüm Alman devlet erkânıyla birlikte İtalya’ya gelir ve tüm Roma kendisini karşılamak için hazırlanan törenlerde yerini almıştır. Tüm okullar, devlet kurumları kapalıdır, herkesin bu ziyaret için hazırlanan tören alanlarında toplanması arzulanmaktadır. Gerçekten de tüm Roma halkı caddeleri doldurmuş, radyolar naklen yayın yapmakta ve askerî geçit törenleri düzenlenmektedir. Askerî uçaklar gösteri yapmakta, yürüyüş birlikleri sokakları arşınlamakta tüm meydan Duce ve Heil Hitler sesleriyle inlemektedir. Faşizmin korkunçluğuna tek ses olmuş milyonlar eşlik etmektedir. Kitlelerin coşkusu, meçhul asker anıtına iki lider çelenk bıraktığı sırada tavan yapar.
Aslında filmin arka planını oluşturan da bu sahnedir. Dünya hızla savaşa doğru gitmekte, her iki ülke de tüm dikkatlerini ordularını geliştirmeye odaklamıştır. Arkalarında kalabalık kitlelerin desteği vardır. İtalyan faşizmi ile Alman faşizmi arasındaki saldırmazlık anlaşması her iki ülke için de coşkuyla karşılanacak bir şeydir. Tekliğin sesi her yerde galebe çalmaktadır.
Filmin arka planında yatan temel fikir, bu faşizmin kitleler tarafından şiddetle arzulandığıdır. Deleuze ve Guattari’nin Wilhelm Reich’ın kitlelerin faşizme boyun eğmekten çok onu arzuladığı yönündeki vurgusuna verdiği önemi biliyoruz. Gerçekten de görünen odur ki faşizm kitleleri coşturmuş ve yarattığı devasa devlet mekanizmasına ama aktif ama pasif katılımlarını sağlamayı başarmıştır. Dolayısıyla filmin arka planındaki sahne faşist devletin kitleleri nasıl coşturduğu, kendi arkasında hizaya soktuğu ve kitlelerin bu duruma tek tipçi bir anlayış ve heyecanla nasıl katıldığıdır. Bu anlamda faşizmin gücü “herkes”in “orada” olması, bunu örgütleyebilmesidir.
Filmin arka planını oluşturan şey tek başına bu faşist estetik sahne değildir. Evet bu sahne herkesi kapsamış, herkes gönüllü bir şekilde bu tarihi güne tanıklık etmek için alandaki yerini almıştır. Ancak filmdeki iki istisna arka plandaki faşizmin resmini bizim için netleştirir.
“Özel gün”deki törende bulunamayan birinci karakter Sophia Loren’in canlandırdığı Antonietta’dır. Antonietta altı çocuk annesi, tüm zamanını ve emeğini evi için harcayan tipik bir ev kadınıdır. Ailesi tipik bir İtalyan ailesidir. Kocası devlet memuru ve Mussolini yanlısı bir faşisttir; konuşurken yabancı kelimeler kullanılmasına karşı çıkar. Hedefleri yedinci çocuğu yapıp hükümet teşvikinden yararlanmaktır. Altı çocuklarının tümü de tören günü alandaki yerini alırlar. Çocuklar sıradan çocuklardır. Kimisi gizlice sigara içer, kimisi süslü bir genç kız, kimisi kendine bıyık çizen ve babasının verdiği porno dergileri okuyan bir ergen, kimiyse herkesin dalga geçtiği şişman bir çocuk… Tören günüyse Antonietta evde kalarak ev işlerini yapmak zorundadır. “Törene katılmak için hizmetçin olması gerekir” diyen bir komşusu faşizmin sınıfsal niteliğine dair de bir vurgu olarak okunabilir. Kendisine kalsa törene gidecek olan ev kadını, evde kalarak filmin ana öyküsü için ilk ayağı oluşturur.
Faşizmin coşkun kutlamalarına katılmayan diğer kişi ise Marcello Mastroianni’nin canlandırdığı, Antonietta’nın altıncı kat komşusu Gabriele’dir. Gabriele gey olduğu için çalıştığı radyodan kovulmuş aynı zamanda anti-faşist olan birisidir. Antonietta’nın evlerinden kaçan kuşu yakalamak için yardım istemesiyle yolları kesişir. Önce Antonietta Gabriele’nin dairesine gider. Onun yardımıyla kaçan kuşu yakalar ve evine geri döner. Daha sonra Gabriele onu ziyaret eder, kahve içip sohbet ederken ikilinin giderek yakınlaştığına tanıklık ederiz.
Dolayısıyla filmin çatısı da kurulmuş olur. Arka planda faşizmin heybetli, gürültülü coşkusu vardır. Bu fonun önünde ise şöyle ya da böyle faşist histerinin dışında kalmış bir kadın ve bir erkeğin hikâyesi anlatılır. Ancak hikâyeyi sıradan olmaktan uzaklaştıran şey, Gabriele’nin gay oluşudur. Gabriele bir gay değil de heteroseksüel olsaydı film sıradan bir şekilde devam edecek ve basit bir kadın-erkek ilişkisine indirgenecekti. Ancak yönetmen Ettore Scola bu yolu izlemez. Bize hikâyeyi hep yan kanallardan anlatırken (örneğin saatlerce canlı yayın yapan bir radyo, hükümetin biyo-politik denilebilecek yönetim ve nüfus politikaları vs.) faşizm histerisinin dışında ve uzağında kalan bir hikâyeyi de resmeder.
Film boyunca arka planda dolaylı da olsa bir faşizm eleştirisi de vardır. Birinci eleştiriyi oğlan çocuk gösteriye gitmek istemediğinde görürüz. Annesi oğluna, “gitmezsen sınıfta bırakırlar” der. Böylece törene katılımın bir yanıyla zorunlu olduğunu görüyoruz. İkinci eleştiriyi Antonietta’nın evde bulduğu bir karikatürdeki “bu kadar ufak insanların böylesine gaddar olabileceklerine inanmazdım” sözünde görürüz. Bu söz, yukarıda anlatmaya çalıştığımız kitelelerin faşizmden nasıl heyecanlandığı ve onu nasıl arzuladığını gösterir niteliktir. Yine film boyunca paranoyak bir milliyetçiliğin izlerini görürüz. Buna göre herkes İtalya’ya karşıdır. Arka planda işleyen bir diğer ve son noktada film boyunca açık olan radyonun törene katılan İtalyanları coşkuları nedeniyle “güzel bir yurttaşlık örneği sergiledikleri” için takdir etmesidir. Bu da faşist ütopyanın makbul vatandaşına yapılan bir gönderme olarak dikkat çeker.
Yeniden ikiliye dönecek olursak: Antonietta aslında sıradan bir kadındır. Sıradanla kasıt faşizmle ilgili bir sorununun olmayışıdır. Ona kalsa o da gösteriye gidecektir ancak ev işleri buna engel olmuştur. Onun üzerinden bir ev kadınlığı eleştirisi de görürüz. Buna göre bir evde bir anne yerine üç anne olmalıdır. Birincisi temizlik işleriyle, ikincisi yemek yapmayla ilgilenecek üçüncü de yataktan hiç çıkmayacaktır. Antoinetta’nın başlangıçtaki sıradanlığını kapıcının kendisini Gabriele hakkında uyarırken de görürüz. Kapıcının uyarısı üzerine Gabriele ile arasında mesafe koymaya çalışır ilkin. Onu sürekli gülüp dalga geçmekle suçlar, faşizmin dilinden bir neşe eleştirisidir bu. Gerçekten de Gabriele faşizmin dışında bir tiptir. Dans eder, espri yapar, sürekli güler. Tüm bunlar faşizmin gerektirdiği ve getirdiği ciddiyetle bağdaşan şeyler değildir. Ancak Antonietta ne kadar uzak durmak istese de Gabriele’nin çekiminden uzakta tutamaz kendisini. Hatta Gabriele’nin gey olduğunu duyması bile değiştirmez işleri, Antonietta giderek karşı konulmaz bir cazibe hissetmektedir.
İşte Antonietta’nın yalnız ve güzel İtalya olduğu yer burasıdır. Birinci olarak faşizmin en tabanında yer alan, onu kutlamaya bile katılamayan bir destekçi olarak karşımıza çıkar. İkinci olarak faşizmin hem ev işlerinin hem de üremenin sembolü olarak kadına biçtiği rolü teşhir eder. Üçüncü olarak bir arzu nesnesi olmak ister ancak arzu duyduğu kişi eşcinseldir, kadınlara ilgi duymamaktadır. Dolayısıyla herkesin kendisinden faydalandığı ancak kimsenin kendisine bir şey vermediği asimetrik bir ilişki toplamıdır Antonietta. Yalnızdır ve güzeldir.
Gabriele ise daha karmaşık bir ilişkiler kümesi sunar. Gay olduğu anlaşılmasın diye bir kadınla ilişki kurmasına rağmen radyodan atılır. Antifaşisttir ve film boyunca bir hareketle bağı olduğu ima edilir. Yaptığı telefon görüşmelerinden bu izlenimi ediniriz.
Burada belirtilmesi gereken şey, Antonietta ile Gabriele arasındaki ilişkinin iki başlangıcı olduğudur. Bunlardan ilkinde Antonietta yabancı bir erkekle karşılaşır ve adım adım onun cazibesine kapılır. Adam kendisine okuması için kitap vermekte, Mussolini’nin kadınları aşağılayıcı sözlerini eleştirmekte ve bir eve hapsolmuş kadın için etkileyici bir figüre işaret etmektedir.
Bu aralarındaki ilişkinin birinci yönüdür. Ancak aralarındaki ilişki ikinci bir başlangıca daha işaret eder. Kapıcı gelip Antonietta’ya adamın antifaşist olduğunu söyler ve adama güvenmemesi için uyarır. Bunun üzerine Antonietta adamla arasına mesafe koyar ve adamın gey olduğunun anlaşılmasıyla daha da uzak durur. Bu ikinci başlangıç noktasıdır. Bunun üzerine adam Antonietta’yı eleştirerek birbirinin aynı erkeklerin arzusu için yanıp tutuşan bir kadın olmakla suçlar. Bu çatışmalı başlangıç bir süre sonra ilk başlangıç gibi kadının adama cazibe duymasıyla sonuçlanır ve ikili sonunda sevişirler.
Filmdeki sevişme sahnesinin sembolik bir önemi vardır. Filmin başından beri sürekli yayında olan radyo tam bu sevişme sahnesinde susar. Bu sembolik olarak faşizmin yenildiği anlamına gelir. Çift sevişmiş ve gerçek bir iletişime geçmiştir. Adam için kadın “diğerlerinden farklı”dır, kendisini çeken şey budur. Herkesin erkekten anladığının baba, asker ve koca figürleri olduğunu kendisininse bunun dışında kaldığını söyler. Kadın ise hayatından şikâyetçidir. Kocasıyla doğru düzgün konuşmamaktadır, adam karısına emir vermektedir, kocasının tüm ilgisi parti ve devlet üzerinedir.
Sevişme her şeyi değiştirmiştir. Faşizmin marşları, yürüyüşleri ve gürültüsünü bastırmış istisnaî bir an kurmuştur. İstisnaîdir çünkü tekrarı olmayacaktır. Gabriele, sevişmiş olmalarına rağmen geydir, ayrıca gelen iki arkadaşıyla birlikte detayları bilinmeyen bir gemi yolculuğuna çıkacaktır, apartmanı terk edecektir.
Sevişmenin kurduğu istisnaî anın bir diğer yönü de Antonietta’nın bundan sonra hayatının asla eskisi gibi olamayacağıdır. Törenler bitmiş herkes evine dönmüştür. Sofra kurulmuş, tüm aile yemektedir ancak Antonietta kayıptır, bedenen orada ama ruhen başka bir yerdedir. Antifaşist ve gey olmasına rağmen cazibesine kapıldığı karizmatik arzu nesnesi yoktur artık. Kocası kendisiyle sevişmek ister ama o Gabriele’nin kendisine verdiği kitabı okumayı tercih eder. Bu, kadının hayatının asla eskisi gibi olmayacağının işaretidir.
Filmin sonu, başlangıcının ikinci bir yansımasıdır. Herkes evine dönmüştür ama bayraklar, silahlar, ordular, Hitler’in nasıl biri olduğu, İtalya’nın askerî ve politik gücü üzerine konuşmalar tüm evlerde devam etmektedir.
Özetleyecek olursak Özel Bir Gün isimli film, faşizmin herkesi nasıl harekete geçirdiğinden hareketle başlar ve dışarıda kalan iki karakterin karşılaşması temelinde arzunun ve dönüşümün faşizm tarafından asla ele geçirilemeyeceğini vurgular. Dönüşüm, kadının dönüşümüdür. Sıradan, faşizmin destekçisi bir ev kadınının her bakımdan sıra dışı olan bir adamla karşılaşmasının bu yalnız ve güzel kadını nasıl değiştirebileceğinin hikâyesidir. Mussolini’nin kadınları aşağılayan sözlerini paylaşan, havada gösteri yapan savaş uçaklarından heyecanlanan faşizan bir kadından, hem cinsel kimliği hem de politik tutumları kadın için pek de rastlanılır olmayan ve hatta tehlikeli görülebilecek bir adama âşık olan bir kadına geçiştir bu. Öyleyse faşizmi yenecek olan da, bu film özelinde, karşılaşmalar ve karışımlar örgütlemekten geçmektedir. Faşizme karşı melezlik, filmin mottosu budur.
1979 İstanbul doğumlu. Lisans eğitimini Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü’nde tamamladı. Ardından Londra’daki Middlesex Üniversitesi’nde felsefe üzerine yüksek lisansını yaptı ve uzun seneler Londra’da yaşadı. Halen Hacettepe Üniversitesi’nde felsefe bölümünde doktora öğrencisidir. Bugüne kadar aralarında çevirmenlik ve editörlüğün de bulunduğu pek çok işte çalıştı. Aynı zamanda şair. Pek çok dergi ve fanzinde şiiirleri yayımlandı.
*Görüş gazetesi, farklı disiplinlerden, farklı görüş ve içeriklere açık bir platformdur. Makaleler Görüş gazetesinin editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.