Nihayet TCMB’nin beklenen faiz kararı geldi ve Banka politika faizi olarak belirlediği bir haftalık repo faizini %10,25’den %15’ e yükseltti. Bu piyasaların beklentileri yönünde, aynı zamanda ekonomi yönetimi ile piyasa yapıcı diğer kurumlar arasında bir ara bulma gayreti, normale dönüş çabası olarak düşünülebilir. En azından kısa dönemde mali piyasalardaki dalgalanmaların önüne geçmeyi amaçlayan bir gayret olarak da düşünülebilir. Bu bakımdan olumlu bir gelişme olarak görmek mümkündür. Hatta yeni başkanın piyasa aktörlerinin onayını almak yönünde geleneksel olarak icra ettikleri ilk testi geçmiş olduğu şeklinde de yorumlanabilir. Zira Başkanın atanmasını takip eden süreçte yeni pozisyon alan piyasa aktörlerinin aldıkları yeni pozisyonun sonuçsuz kalmadığı da, bu karar neticesinde anlaşılmıştır. Bu bakımdan başarılı bir sınav vermiş olan Başkanı kutlamak gerekmektedir!
İktisatta her karar aynı zamanda bir vazgeçmedir. Bu kez faiz kararı ile vazgeçilenlerin kapsamı ve mahiyeti çok daha önemlidir ve aynı zamanda da manidardır. Öncelikle çok uzun zamandır düşük faiz yolu ile enflasyonla mücadele yürütmeye çalışan bir anlayışın pratikte artık bundan vazgeçmesidir. Her ne kadar 18 Kasım’da TOBB’da yaptığı konuşmasında, Cumhurbaşkanı o bildik enflasyon-faiz ilişkisine yönelik görüşlerini tekrar etmiş olsa da, bugünkü karar ile o görüşlerin pratikte arzulanan sonuçlara erişmekte yetersiz kaldığı da üstü kapalı bir şekilde kabul edilmiştir.
Bu karar bir başka bakımdan da bir vazgeçişe işaret etmektedir. Uygulanan düşük faiz ve bol likidite politikasının hanehalkları ve firmalarda yol açtığı yüksek borç stoklarının döndürülmesi, bu karar sonrasında hem güçleşecek, hem de daha pahalı hale gelecektir. Belki bu kararla birlikte, kurlarda kısa vadede aşırı dalgalanmaların önü alınacaktır, ama borç yükü yüksek olan reel sektörün fon kullanma maliyetleri de kısa vadede artacaktır. Bu kararla birlikte TL borç yükü altında ezilen kesimlerden de vazgeçildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte hükümetin çok arzuladığı yüksek büyüme oranlarının bu faiz artışları neticesinde zora girmesi kaçınılmazdır. Bir bakıma büyüme de vazgeçilenler arasında yer alacaktır.
Tüm bunlara rağmen, yeni başkanla birlikte alınan bu yeni faiz kararı normalleşme yönünde atılmış bir adım olarak görülmelidir. Bir süreden beri, gereksiz bir inatlaşmanın sonucu olarak, mevcut iktisadi sorunlarımızın üstüne bir de TCMB’nin faiz belirleme ve para politikası yönetimi sorunu eklenmişti. Piyasa ile Banka arasında politika faizinin belirlenme şekli konusunda ortaya çıkan anlaşmazlık, ülkenin risk algısında artışlara yol açarken, döviz kurlarının artmasına ve ekonominin önemli miktarlarda mali kaynak kaybetmesine neden olmuştur.
Yeni Başkanın atanması ve Hazine ve Maliye Bakanı’nın istifası ile belli bir beklenti içine giren ve pozisyon olan piyasaların beklentisi bu kararın ardından boşa çıkmamış oldu. Cumhurbaşkanı’nın halen koruduğu anlaşılan kendi faiz görüşüne rağmen gelen bu faiz artışı, siyasi otoritenin mali piyasalardaki durumun ve ülkenin kaynak açığının yaratabileceği risklerin farkında olduğunun ve bu farkındalık ile gerekli adımları (!) atabileceğinin bir göstergesidir.
Faizdeki bu artışın yanında, artışın gerekçeleri ile bundan sonraki dönemde para politikasının belirlenmesinde dikkate alınacak olan ilkeleri içermesi bakımında da bugünkü kararın önemli olduğunu düşünmekteyim. Elbette bu ilkelerin söylenmesinin değil, kararlılıkla uygulanabilmesinin çok daha önemli olduğunu belirtmeden edemeyeceğim. Kamuoyuna yapılan açıklamada dikkat çekici olan birkaç hususa, bu itibarla dikkat çekmekte yarar var.
Öncelikle Kurul “…faiz oranı parasal duruşun tek göstergesidir…” diyerek piyasa yapıcı kurumlara bundan sonraki dönemlere yönelik olarak politika faizi belirlerken, mümkün olduğu ölçüde bir basitleşmeye gideceğini ifade etmektedir. Bu Banka’nın parasal sıkılaştırma için, daha önce yaptığı gibi, başka araçlara veya başka kurumların desteğine başvurmayacağının da ilanıdır. Daha açık bir ifadeyle, Banka arzu ettiği para politikasının yönetiminde BDDK gibi, kamu bankaları gibi kurumlardan destek almaya son vereceğini, onları izlemeyi arzuladığı politikanın bir parçası yapmayacağını ifade etmektedir.
Temenni düzeyinde de olsa, kararda enflasyon hedeflemesine ve hedeflemenin kurumsal çerçevesinin gerektirdiği ilkelere ciddi bir vurgu yapılmaktadır. Şeffaflık, öngörülebilirlik ve hesapverilebilirlik bu ilkelerden en önemlileri. Ancak ülkemizin siyasi olarak içinde bulunduğu koşullarla çok fazla uyumlu olmayan bu ilkelerin nasıl korunacağı ise kamuoyunda oluşan bir başka merak konusudur.
Banka’nın Türkiye ve dünya ekonomisindeki gelişmeleri ve bu gelişmelerin para politikası sürecinde dikkate alınma biçimi bakımından da kamuoyu ile benzer bir yaklaşımı benimsediği gözlenmektedir. Bu, çok uzun zamandır, Banka’nın kamuoyu ile iletişiminde oluşmuş sorunların ve farklılıklarının bu kez ortadan kaldırıldığı şeklinde anlaşılabilir. Örneğin bugünkü faiz artışının hangi amaçlara hizmet etmek için gerçekleştirildiği konusundaki Kurul’un görüşlerinin kamuoyundaki beklentilerle uyumu böyle bir iletişimin sonucudur. Kamuoyuna yapılan yazılı açıklamada faiz artışı ile ortaya konulan amaçlar,
- ülkenin riskinin azaltılması,
- dolarizasyonun tersine çevrilmesi,
- rezerv artışının teşvik edilmesi,
- finansal maliyetleri kalıcı bir şekilde düşürmek,
şeklinde belirtilmiştir. Bu amaçlar çok uzun zamandır mali piyasalarda yapılması gereken ve kamuoyu tarafından talep edilen amaçlardır.
Bugünkü artışın gerekçesini açıklarken de Para Kurulu,
- gıda fiyatlarındaki artışı,
- kurda son günlerde yaşanan artışın nihai fiyatlar üzerinde yaratacağı baskıyı azaltmayı,
- ekonomide ortaya çıkan enflasyonist beklentilerin önüne geçmeyi,
- ve nihayet ekonomide TCMB’ye güvenin tesisi edilmesini sağlamayı,
aldığı kararın gerekçesi olarak olarak ileri sürmektedir.
Kanımca kararda dikkat çeken bir diğer önemli vurgu ise, enflasyon-faiz nedenselliği bağlamında, üstü kapalı bir şekilde bile olsa, enflasyondan faize yönelik akan bir nedenselliği dikkate aldığını ima etmesidir. Aslında bu da, para politikası oluşumunda dikkate alınan entelektüel bakış açısının, en azından şimdilik, normale döndüğünün işaretidir. Ancak şunun da bilinmesinde yarar var ki, ekonomimizdeki, özellikle de reel kesimlerin içinde bulunduğu sorunların halledilebilmesi sadece para politikası ile mümkün değildir. Para politikası, bu sorunların giderilmesi yönünde atılacak adımlar için elverişli bir ortam sağlamaktadır.
İTÜ İşletme Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Warwick ve Nottingham Üniversitelerinden ekonomi alanında yüksek lisans ve doktora dereceleri bulunmaktadır. Ağırlıklı olarak Türkiye ekonomisinin gelişme ve büyüme sorunları üzerine çalışan Öner Günçavdı’nın ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlanmış birçok makaleleri, kitap bölümleri ve derleme eserleri bulunmaktadır. Ayrıca 2009 yılında Tarih Vakfı tarafından yayımlanan “Düşten Gerçeğe – Türk Sanayiinde Elginkan Topluluğu” isimli eser ile “Yolun Sonu: Türkiye’nin Büyüme, Faiz, Bölüşüm Açmazı ve Yeni Türkiye Söylemi” (Efil Kitapevi, 2015) adlı iki telif kitabın yazarıdır.