Nasıl ki toplumsal kutuplaşma sosyal grupların ezberlerini sertleştiriyorsa, iktisat literatüründe de farklı kamplar arasında ezberler mevcut. Elbette bu ezberler, birbirleriyle gerilim halindeki grupların üyesi bireylerde korunaklı aidiyet duygusunu besler.
İktisattaki iki karşıt grup arasındaki önde gelen ezberlerden biri de talep artışı, kamu harcamaları ve para basma ile enflasyon arasındaki ilişkiye dair tavır.
Anaakım iktisat, parayı ekonomik süreçlere dışsal ve nötr gören Paranın Miktar Teorisi çerçevesinde para basmanın, kamu harcamalarının ve bütçe açığının enflasyonu tetikleyeceğini ileri sürerken; muhalif, özellikle de Post-Keynesyen iktisat, Paranın İçselliği Teorisi çerçevesinde buna itiraz eder. Post-Keynesyenlere göre atıl kapasite olduğu sürece talep artışı nedeniyle enflasyon gerçekleşmeycektir, çünkü talep artışı üretim artışına sebep olacaktır.
Post-Keynesyen yoruma yakın olmakla birlikte, kamu harcamalarının, para basmanın enflasyonu tetikleyeceği durumları kabaca irdelemek niyetindeyim.
1) Aramalı ve nihai tüketim mali ithalatı dolayısıyla döviz kurunun fiyatlar üzerinde güçlü etkisinin olduğu Türkiye gibi ülkelerde yerli para birimi miktarındaki artışın döviz miktarındaki artıştan hızlı olduğu durumda, yerli para birimi değer kaybedeceğinden, para basmak kur etkisi nedeniyle dolaylı olarak enflasyon yaratır.
2) Vergi gelirlerinin daha büyük kısmının KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden sağlandığı ve yanı sıra, talebin fiyat esnekliği düşük olan çay, şeker, benzin, alkol, tütün gibi ürünlerde devletin fiyat belirlediği durumlarda, bütçe açığını bu ürünlere zam yapmakla kapatma çabası enflasyon yaratır. 1990larda ve 2018 sonrası Türkiye’de olduğu üzere…
Aslında kamu harcamasını kısmak, orta-uzun vadede bütçe açığını yapısal olarak artırır, çünkü kamu harcamasının kısılması, piyasada vergilendirilecek toplam geliri de kısar. ABD’nin son 30 yıllık performansı bunu gösteriyor.
O nedenle, gerek bütçe açığını düşük tutmak, gerekse de bundan kaynaklı kronik enflasyondan kurtulmak için Türkiye devletinin vergi gelirleri kompozisyonunu doğrudan vergi (özellikle kurumlar vergisi) gelirlerine doğru yeniden düzenlemesi ve yukarıda sayılan ürünlerin fiyatlarını belirlemesi imkanından vazgeçmesi gerekiyor. Çünkü bu ürünlere zam yapıldığında, bu ürünleri hem nihai mal hem de girdi olarak kullanan diğer ürün üreticileri de yaşam standartlarını koruma güdüsüyle kendi fiyatlarını artırma yoluna gidiyorlar.
3) Kamu harcaması, kamu istihdamı veya para basma yoluyla talep artışının enflasyona yol açıp açmayacağı konusundaki üçüncü ve en önemli husus, ekonomideki hakim sektörlerin talep ve maliyet yapılarıdır ve toplumun harcama kompozisyonudur.
Ekonomi tam kapasitede değilse talep artışı enflasyon yaratmayacaktır diyen Post-Keynesyenlerin göz ardı ettiği husus budur.
Eğer firmanın maliyet kompozisyonu ağırlıklı olarak değişken maliyetlerden (emek ve ham madde maliyetlerinden) teşekkülse ve talebinin de fiyat esnekliği düşükse, talep artışına, atıl kapasitesine rağmen, fiyat artışıyla karşılık vermeyi tercih edecektir.
Öte yandan, eğer maliyet kompozisyonunda sabit maliyetlerin payı daha yüksekse ve talebinin fiyat esnekliği yüksekse talep artışını üretim artışıyla karşılayacaktır.
O nedenle pazar payını artırmak isteyen firmalar iki tür inovasyonu da stratejik açıdan önemserler: Talebin fiyat esnekliğini düşürecek, müşterinin bağlılığını artıracak ürün inovasyonları ve maliyetlerde emeğin payını düşürecek verimlilik artırıcı üretim tekniği inovasyonları. Dolayısıyla sektörler ve firmalar bu iki kategori arasındaki skalada dağılırlar.
Bu iki kategorinin dışında bir de, fiyatın talep tarafından belirlendiği ham madde, besinler, tarım ürünleri gibi stoklanamaz ürünler ile, fiyatın maliyet tarafından belirlendiği stoklanabilir endüstriyel nihai tüketim ürünleri kategorisi de var.
Dolayısıyla talep artışının, yani harcamalardaki artışın enflasyon yaratıp yaratmayacağı, maliyetlerin ve talebin, harcamaların yapısına, yani sektörel kompozisyona bağlıdır.
Eğer ülkede değişken maliyetlerin payının daha yüksek ve talebin fiyat esnekliğinin düşük olduğu sektörler ağırlıktaysa ve tarımsal ürünlerin ve besinlerin tüketim harcamalarındaki payı yüksekse, talep artışının enflasyonu güdülemesi ihtimali, sabit maliyetlerin payının ve talebin fiyat esnekliğinin yüksek olduğu, tarım dışı, nihai endüstriyel tüketim malların tüketim harcamalarında daha yüksek pay sahibi olduğu bir duruma nazaran daha yüksektir.
İkinci durum önemli ölçüde, ülkedeki istihdam kompozisyonunda beyaz yakalıların ağırlığının daha yüksek olduğu bir duruma tekabül eder, zira beyaz yakalıların hem maaşları üretim miktarı ile değişmediğinden değişken maliyetler kapsamında değil, hem de görece daha yüksek gelir düzeylerinden ötürü harcama kompozisyonlarında beslenme ve gıda ürünlerinin payı mavi yakalılara nazaran daha düşüktür.
Özetle enflasyonla talep arasındaki ilişki, sabit değildir; vergi gelirlerinin, maliyetin ve talebin yapısına, ülkenin sektörel kompozisyonunun etkisine tabidir.
Buradaki analize binaen işsizliği ve enflasyonu aynı anda düşük tutacak iktisat politikaları ise, bir sonraki yazının konusu.
1983 Newroz’unda Elbistan’ın Sevdilli köyünde dünyaya geldi. İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra, ÖSYM bursuyla girdiği Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası Finans lisans eğitimini 2011‘de tamamladı. Türkiye’nin AB’ye üye olacağını, demokratikleşeceğini sandığı lisans döneminde sivil toplum aktivitelerine katıldı; çeşitli gazetelerde yorum yazıları yayınladı. Eski dindar çalışma arkadaşlarının değişen tavırları üzerine, bu çabalarının işe yaramayacağını, aksine Türkiye’nin diktatörlüğe evrileceğini düşünüp 2012‘de ülkeden çıkma kararı aldı. Akdeniz Üniversitesi ve Hamburg Üniversitesi’nin ortak Avrupa Çalışmaları yüksek lisans programını DAAD bursuyla Mayıs 2014‘te tamamladı. Ekim 2014 – Ekim 2017 arasında Hamburg Üniversitesi Sosyal Ekonomi departmanında „finansallaşma, maaş eşitsizliği ve tekelleşme“ başlıklı, uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış 3 makaleden oluşan doktora tezini tamamladı; araştırma görevlisi olarak „Büyüme ve Bölüşüm“ ve „Ekonomiye Giriş“ derslerini verdi. Rostock Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırma görevlisi olarak Finans ve İktisat Politikası, Dağıtım ve Rekabet, ve Endüstriyel İktisat derslerini verdi. İktisadın Post-Keynesyen ekolüne yakındır, politik olarak liberal-solcudur. Eşitsizlik, finans ve iktisat politikası temel araştırma konularıdır.