
Savaş savaş savaş, şehit ol mutlu öl!
Savaşın sizde ölün, cennete bizim silahlarımızla lüks bir seyahate çıkın.
Eski silahlarınızı atın… birbirinizi daha temiz öldürmeniz için yenileri geliyor…
Savaş kavramı için yukarıda yazılanları delice buluyorsanız, savaşların akıllı işi olduğuna inanacak kadar ahmaksınız demektir.
İnsan doğasının en ahmakça şeyidir savaşmak. Trajik olacak kadar ciddiyete bile sahip değildir. Bir düşünün…kaldırımları temiz tutmak için seçtiğiniz belediye başkanı, çok sinirlendiği diğer kasabayı darmadağın etmeye sizi belediye otobüsü ne bindirip kendisi ve arkadaşlarının çıkarları için ölmeye gönderiyor.
Saçma mı geldi…
Peki bana saçma olmayan versiyonunu anlatın!
“Belediye başkanım öl dese ölürüm!” “Vur dese vururum!”
Yine mi komik geldi?
Tamam tamam! örnekle anlatayım….
Örneğin, Suriye Savaşı’nda yer almanın yukarıda söz ettiğim durumdan ne farkı var?
Kendini savunmak bile savaşı gerekçelendirecek kadar ciddi bir şey değildir. Çünkü, kendinizi savunmaya hazır olmanız zaten savaşmanın gereksizliğini ortaya koyacaktır.
Savaşlar, politikacıların hırslarının en çirkin şekilde ortaya çıkmasıdır.
Maalesef yukarıdaki satırlarda, gerçekten delilik olduğuna inandığım savaşlarda milyonlarca genç, yaşlı, çocuk, hayvan ve bitki yaşamını yitiriyor, sonra da unutulup gidiyor.
Geçtiğimiz gün Suriye de bir çok genç yaşamını yitirdi, saklanan rakamlar ya da açıklananlar… hiç bir önemi yok… İnsanları numaralandırmak her zaman tuhaf gelmiştir. Bana, aynaya bakın alnınızda numara yoksa o berbat savaşta ölen gençlerin yaşlıların çocukların alınlarında da bir rakam yoktur.
Roma’da askeri yargısında, isyan sırasında ya da kuşatma altında kalındığında açlık baş gösterdiğinde geçerli kurallar vardır. Bunların en acımasız olanlarından biri de decimation’du. Bu kurala göre, askerler bir onluk gruplara ayrılırken “onuncu” asker bir önce adı söylenen ‘’dokuzuncu’’ asker tarafından infaz edilir.
Bu yüzden, meslek hayatım boyunca savaşlarda ölenler bana hep çok göründü. Savaşlar her şeyden çok öldürür. Ayrıca, gittiğim hiç bir yerde karşılaştığım hiç bir insanın alnında rakam yazmıyordu.
Çok mu idealist ve naif geldi yazdıklarım?
Öyle ise hepimiz bir şekilde savaşlarda ya da savaşların yarattığı etkilerle öleceğiz demektir.
Çünkü hayatımızı, başkalarının hayatını, tarihi her şeyi kaydederken savaşlar ve çatışmalar üzerinden kaydederiz. Bu bizim doğamız değil bu bize hezeyanları ile yaşayan politik liderlerin dayattığı bir şey.
Bu yüzden dünya tarihi dediğimiz şey aslında savaş tarihi olarak kaydedilmiştir.
Savaşların ortak özelliği ölümdür.
İnsanlar ölür… sizlerde öyle!
Çatışma filmlerinde gördüğünüz kanlı sahneler gerçeğin ucuz bir replikasıdır. Gerçek ise çok daha kanlıdır.

Yakınlarda çıkan ve hala süren Suriye savaşında;
40 bini aşkın kişi kafası kesilerek öldürüldü.
13 bin civarında insan yakılarak öldürüldü.
120 bin civarında insan kurşuna dizilerek öldürüldü.
Geri kalanı ise savaşın direk etkileri ile hayatını kaybetti.
Toplam rakam 2018 yılı itibari ile 511.376 kişi… Bu rakamlar kaydedilen vücudu bulanan insan sayısı…
Toprağa karışan ve arazilerde bombardımanlarda ölenlerin sayısı bilinmiyor. Tahminler gerçek rakamların milyonu aştığı yolunda. Ölen insanlar sizler gibi…insan… siz ölmeyeceğinizi düşünmeyin. Savaşlar sizleri de öldürür.
Dünyanın en ucuz emtiası silah… En pahallı olanı ise insan… Savaşlarda değerli insanlar ucuz silahlar ile ölür.
Havada 200 km’den yüksek hızla seyreden 15 gramlık bir demir parçasıyla.
Ölümü kutsayanlardan uzak uzak durun. Onlar kendi hayatlarını değerli sizinkini ucuz görenlerdir.
İdeolojik ya da dinsel temaları sizi öldürmek için kullanırlar.
Bir de şiddeti sıhhi hale getirenler vardır; Özgürlük savaşçısı, gerilla, asker, komando…. Bunlar ölümü size daha romantik anlatırlar. Onlar yaşar ama siz ölürsünüz.
1994… Celalabat dan Kabil’e giden yol… Şehrin hemen dışında kesif bir koku…Tarlaya doğru ilerledikçe aylardır yağmur yağmayan arazide, ayaklar çamura saplanıyor… Garip bir çamur suyla oluşmamış…Yağ ve pıhtılaşmış kandan mamul… İlerledikçe artık koku alma duyusunu körelten bir elektrik var havada… Ayaklar arada batmamak için kemiklere basmak zorunda, bir kafatasına tutunan ayakkabı ucu… Göz alabildiğine tarla göz alabildiğine ölüm…

Ölenler askerlik yaşına gelmiş köylü gençler
Öldürülme gerekçeleri; hükmet güçlerine katılma ihtimalleri… sayı, yaklaşık 3 bin.
Öldüren; ABD ve Avrupa’nın o zamanlar özgürlük savaşçısı ilan ettiği Taliban.
1990 Irak… Akra civarında bir köy, ilerledikçe sıcaktan şişmiş insan gövdeleri, rüzgar estiğinde yuvarlanacak gibi duruyorlar.
Şişmiş cesetler Süryani köylülere ait… öldürülmeleri için üretilen gerekçe tam olarak bilinmiyor. Talabani ve Barzani’nin arasında taraf olabilecek kadar bilgiye sahip olmamaları olabilir.
Sayamadım, bilmiyorum… ama çok!
Öldüren… KDP’nin oradan geçen bir grubu.
Gazetecilerin ve politikacıların birlikte başlattıkları savaşları yaşıyoruz… ve çok tehlikeliler. çünkü bitmeyen türde savaşlar ürettiler. Sürekli nefretleriyle kaynatıyorlar yarattıkları cehennemin kazanlarını.
Bitmiyor…
Irak İç Savaşı, 3 milyona yakın insan dolaylı ya da direk etkilerden öldü. Basının ve batılı gaddar politikacılar ile onların ahmak yerel işbirlikçilerinin ürettiği bir savaştı. Saddam’ı üreten batılı gaddarlar, besledikleri liberal medya ile onu alaşağı etmek için savaş gerekçeleri uydurdular. Oysa, batı beslememiş olsa Saddam zaten iktidarda kalmazdı. Hatta iktidara gelemezdi.
Afganistan’da kutlu Taliban, ABD’nin laboratuvarlarında üretilmişti… Ellerine silah tutulmuş gözünü kan bürümüş sosyopatlara, batıda ilk konan ad barışın çocuklarıydı. Bir şey çağrıştırdı mı?
Suriye üzerine haberler dinlerken, yıllar önce BBC muhabiri Cihatçı kelle kesen insanlık düşmanlarını cennetten insanlığın yardımına koşan melekler olarak tanıtıyor. Neredeyse McCain (ABD’li senatör), CIA tarafından oradan buradan toplanmış katillere zaferlerinde başarı diliyor ve silah gönderme sözü veriyor.
Türkiye’de gazetecilerden biri filan değil ana akımda bütün kadın ve erkek hepsinin, gözlerini kan bürümüş… Esad gitmeli…..
Esad’ı tanımıyor, ülkeyi tanımıyor. Gitmeli derken ne dediğinin farkında değil. Çünkü moron. Zaten “moron” olduğu için ana akım da yüksek maaşlı gazetecilik yapabiliyorlar… Çünkü savaş dönemlerinin en önemli materyali, ahmak ve kullanışlı gazetecilerdir.
Onlar akıllanana kadar milyonlarca kişi öldü.
Başkalarının aklıyla ölmeyin şiddeti reddedin!
Savaşmayın!
Ölürsünüz.
Savaşı anlatabildim mi? Hayal edin! Yardım eder, korkarsınız, korkmak iyidir… İnsan olduğumuzu hatırlatır.
Sevgili Turan Altuner, “Bana savaşı anlatabilir misin?” diye sormuştu. Anlatabilir miyim, bilmiyorum. Çünkü cehennemin tarifi değişir… Herkes, kendi cebinde taşır savaşını… Kiminde ağız dolusu küfür kiminde kutular dolusu mermi vardır.

Gazeteciliğe 1982 yılında THA da spor fotoğrafçısı olarak başladı. Paris’te dil eğitimini tamamladıktan sonra, 1987-1992 yılları arasında nokta dergisinde, 1992’ den 1996 yılına kadar Sipa Press ve Asiaweek (Time Asia) dergilerinde Türkiye temsilcisi olarak çalışan Aral, aynı yıllarda yeni yüzyıl gazetesinde muhabirlik yaptı. 1996 yılında İngiltere’ye yerleşti. Afganistan basta olmak üzere 22 çatışma bölgesinde Türk ve dünya medyası adına muhabirlik görevi yapan Aral, televizyon ve sinema belgeselleri alanında bir çok kuruluşla freelance olarak çalışmaktadır.