
BRAHMA CHELLANEY
ABD öncülüğünde Rusya’ya karşı uygulanan eşi benzeri görülmemiş Batı yaptırımları, nihayetinde Rus ekonomisini yok edecek ekonomik kitle imha silahlarına benzetiliyor. Gerçekte, yaptırımlar iki ucu keskin bir kılıç gibidir – Rusya’ya acı veriyor ama aynı zamanda empoze edenlere de maliyet yüklüyor.
Aslında Batı bir tuzağa düştü: Yaptırımlar ve derinleşen çatışma, küresel emtia ve enerji fiyatlarının yükselmesine katkıda bulunarak, ihracatında önemli bir düşüşe rağmen Moskova için daha yüksek gelirlere dönüşüyor. Ve yükselen uluslararası fiyatlar enflasyonu körükleyerek, yaptırımları uygulayanlar için içeride siyasi sorun anlamına geliyor.
Başka bir paradoksa bakalım: Rusya’nın dünyanın finans can damarları ile bağı kesilmesine rağmen, Rus rublesi devlet müdahalesiyle önemli ölçüde toparlandı. Ancak, Japonya’nın Rusya’ya karşı ABD’yi takip etmenin bedelini ödediğini gösterircesine, Japon yeni (dünyanın en çok işlem gören üçüncü para birimi) ABD doları karşısında 20 yılın en düşük seviyesine geriledi ve bu yıl, izlenen 41 para birimi içinde en kötü performansı göstererek – rubleden daha kötü durumda- ilk sırayı aldı.
Bu arada, kontrolden çıkan enflasyon ve tedarik zincirlerindeki kesintiler Batılı şirket kârlarını tehdit ederken, enflasyonu dizginlemek için artırılan faiz oranları tüketiciler açısından kötü olan durumu daha da kötüleştiriyor. Ekonomik sıkıntıların artmasıyla Nisan, Wall Street için pandeminin tetiklediği Mart 2020 düşüşünden bu yana en kötü ay oldu. S&P 500 Nisan’da yüzde 8.8 değer kaybetti.
Finlandiya’da merkezli bir düşünce kuruluşu olan Enerji ve Temiz Hava Araştırmaları Merkezi’nin raporuna göre, Ukrayna’daki savaşın ilk iki ayında yaptırımları uygulayan devletler, Rusya’nın kendilerine fosil yakıt satışından elde ettiği geliri neredeyse ikiye katlayarak yaklaşık 62 milyar avroya çıkarmasına ironik bir şekilde yardımcı oldu. En büyük 18 ithalatçı, Çin hariç, yaptırım uygulayan ülkelerdi ve bu dönemde Rusya’dan yapılan yakıt alımlarının yüzde 71’ini tek başına Avrupa Birliği (AB) oluşturuyordu.
Türkiye, Güney Kore ve Japonya da Rusya’nın enerji kaynaklarına bağımlılığını sürdürürken, AB’nin Rusya’dan gaz, petrol ve kömür ithalatı 2021 yılının tamamında 140 milyar avroyken, bu iki aylık dönemde toplamda 44 milyar avroya ulaştı.
Rusya, ekonomisi Batı yaptırımlarından zarar görürken bile, Polonya ve Bulgaristan’a gaz arzını kesmek de dahil olmak üzere, uluslararası enerji ve emtia fiyatlarını yüksek tutmak için üzerine düşeni yapıyor. Moskova, daha geniş karşı yaptırımlar yoluyla fiyatları daha da yükseltebilir ve yine de ihracat gelirlerindeki kaybını telafi etmeyi başarabilir.
Gerçek şu ki Rusya, dünyanın en büyük doğal gaz, uranyum, nikel, petrol, kömür, alüminyum, bakır, buğday, gübre ve altından daha değerli olan ve büyük ölçüde katalitik konvertörlerde kullanılan paladyum gibi değerli metaller ihracatçıları arasında yer almak da dahil olmak üzere, doğal kaynaklar açısından dünyanın en zengin ülkesidir.
Ne yazık ki, Rusya-NATO çatışmasının gerçek kaybedenleri, hiçbir suçları olmaksızın ekonomik çöküşün yükünü çeken daha yoksul ülkelerdir. Artan akaryakıt, gıda ve gübre fiyatları Peru‘dan Sri Lanka‘ya kadar bazı devletlerde devam eden siyasi kargaşaya dönüşen şiddetli sokak protestolarını tetikledi. Birçok yoksul ulusun borç sıkıntısı derinleşti.
Batı, ekonomik silahlarının tamamını kullanarak, yaptırımların bir savaş biçimi olduğunun altını çizmek istercesine Rusya’ya “şok ve korku” salmaya çalıştı. Ancak Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin de gösterdiği üzere, silahlı çatışmalar gibi yaptırımlar da sonuçları şekillendirmede tahmin edilemez ve genellikle niyet edilenden farklı veya istenmeyen sonuçlara yol açar.
Büyük bir gücü, özellikle de dünyanın en büyük nükleer silah cephaneliğine sahip olan bir gücü, bir dizi sert yaptırımla sıkıştırmak birçok tehlikeye gebedir, özellikle giderek daha gelişmiş ve ağır Batı silahları Ukrayna’ya akarken, Amerika Birleşik Devletleri de hedef verileri de dahil olmak üzere savaş alanı istihbaratı sağlıyorken.
Neredeyse her gün, bu çatışmanın sadece Ukrayna’nın kontrolü veya gelecekteki statüsü ile ilgili olmadığını hatırlatan bir şey oluyor. Aksine, bu, Avrupa’nın büyüyen çatışmanın cephesini oluşturduğu, Washington ile Moskova arasında tam teşekküllü yeni bir Soğuk Savaşt. Başkan Biden’ın Moskova’ya karşı çevreleme 2.0 stratejisi, Rusya’yı Ukrayna’da askeri bir çıkmaza sokmak, Rus ekonomisinin çöküşünü tetiklemek ve Başkan Vladimir Putin’in devrilmesini sağlamak üzere tasarlandı.
Savaş ilerledikçe Biden, Amerika’nın savaşa katılımını derinleştirmek de dahil olmak üzere daha cüretkar adımlar atar hale geldi. Ancak, Biden’ın Moskova’da rejim değişikliği için yaptığı üstü kapalı çağrı ve yönetiminin açıkça ilan ettiği “zayıflamış” bir Rusya hedefi, başkanın savaşın yaklaşık ikinci haftasında söyledikleriyle çelişiyor: “NATO ile Rusya arasındaki doğrudan çatışma, engellemeye çalışmamız gereken III. Dünya Savaşı anlamına gelir.”
Ne yazık ki, yaptırımların Rusya’yı zayıflatıp zayıflatmayacağı veya Ukrayna’ya yapılan cömert askeri yardımın Rus ordusunu uzun süreli bir çatışmada gerçekten durdurup durduramayacağı konusu Amerika’da çok az tartışıldı. Ya milliyetçi bir tepki zayıflamış bir Rusya yerine, askeri açıdan daha iddialı, neo-emperyal bir Rusya’yı doğurursa?
Ağır Rus kayıplarına yol açan ilk yanlış adımlarından sonra, Rusya şimdi askeri olarak Ukrayna’nın kaynak zengini doğu ve güneyindeki kontrolünü sağlamlaştırmaya odaklanmış durumda. Rusya, Kırım’a bir kara koridoru açtı ve tüm açık deniz petrolü ve kritik liman altyapısının çoğu dahil olmak üzere Ukrayna’nın enerji kaynaklarının yüzde 90’ına sahip olan bölgelerin kontrolünü ele geçirdi. Azak Denizi’ndeki Ukrayna limanları ve Ukrayna’nın Karadeniz kıyı şeridinin beşte dördü şimdi, bu iki denizi birbirine bağlayan Kerç Boğazı’nın kontrolünü daha önce ele geçiren Rusya’nın elinde.
Batı’nın Ukrayna’ya akıttığı silahlar bu yeni askeri gerçekleri değiştirebilir mi? Rusya, Ukrayna’nın güney ve doğusunun işgal altındaki bölgelerinde bir tampon bölge kurmaya odaklanan dar askeri hedeflere odaklanmaya devam ederse, bu geniş ülkedeki askeri altyapıyı sistematik olarak hedef almaya devam ederken bir yandan da bir çıkmazı önleyebilir.
Açık konuşmak gerekirse, tarihsel olarak küçük ve savunmasız devletlere karşı uygulanan yaptırımlar, büyük veya güçlü olanlara karşı uygulananlardan daha iyi sonuç verdi. Ancak nadiren zamanında değişime neden oldular. Mevcut Batı yaptırımlarının Rus ekonomisine ciddi şekilde zarar vermesi yıllar alabilir.
İronik olan şu ki, Biden yönetimindeki Beyaz Saray, Rusya’ya karşı tüm olası zorlayıcı ekonomik araçları kullanmasına ve savaşı sona erdirmeyi müzakere etmeyi zorlaştırmasına rağmen, yaptırımların tek başına işe yarayacağına inanmıyor, bu da çatışmayı körüklemek ve Rus savaş hedeflerini engellemek için Kongre’den 33 milyar dolarlık ek askeri ve ekonomik fon talep etmek de dahil olmak üzere, neden giderek daha fazla silah tedarikine yöneldiğini açıklıyor.
Ancak yaptırımlar, ABD liderliğindeki yeni tek kutupluluk çağının başlangıcına işaret ederek, savunmaları gereken Batı kontrolündeki küresel finansal mimariyi zayıflatacak ve hatta baltalayacak gibi görünüyor. Kapsamlı yaptırımlar, finansın silah olarak kullanılması ve bunun ABD kırmızı çizgisini aşmaya cüret eden herhangi bir ülke üzerindeki etkileri konusunda yaygınlaşan endişeler, Batılı olmayan devletleri paralel düzenlemeler oluşturma yöntemleri bulmaları için yeni bir arayışa teşvik ediyor. Çin sadece bu sürece liderlik etmekle kalmayacak, aynı zamanda NATO-Rusya çatışmasının gerçek galibi olarak ortaya çıkacaktır.
Biden’ın “bu savaşın uzun süre devam edebileceğine” dair inancı, savaşın yıllarca sürmesini beklediğini ifade eden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley tarafından destekleniyor. Ancak çatışma uzadıkça ve yaptırımların bumerang etkileri geçim krizini derinleştirdikçe, Batı kampındaki bölünmeler genişleyecek ve “Ukrayna yorgunluğu” başlayacak.
Önceki yıllarda İspanya dışişleri bakanı olarak da görev yapan eski NATO başkanı Javier Solana’nın öngördüğü üzere, Batı’nın çatışmayı sona erdirmek için Putin ile müzakere etmekten başka seçeneği kalmayacak. Bu tür müzakereler, Ukrayna’nın yıkımını durdurmak ve asıl bedeli Avrupa’nın ödemesini engellemek için hayati önem taşıyacak.

Brahma Chellaney bir jeostratejist ve ödüllü “Water: Asia’s New Battleground” (Georgetown University Press) dahil dokuz kitabın yazarıdır. Kendisini Twitter’da @Chellaney’den takip edebilirsiniz.
Bu makale The Hill’de yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.Çeviren: Irmak: Irmak Gümüşbaş