“Herkes onlar gibi görsün, duysun, düşünsün ve konuşsun istiyorlar.”[1]
Reel sosyalist ülkeler topluluğunun likidasyonu -öncesi ve Gorbaçov’lu[2] sonrası- ile devreye giren BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) 8 Aralık 1991’de Rusya, Ukrayna ve Belarus arasında imzalanan anlaşma ile kurulmuştu.
BDT neresinden -bakarsanız bakın- bürokratik deformasyonun ürünü nomenklatura hakikâtiyle ilişkiliydi. Sovyetler Birliği döneminde parti içindeki bürokratik yönetimde yer alan “güvenilir ve donanımlı” kişi, devlet adamı, yöneticilerden oluşan nomenklaturanın[3] günümüzdeki kapitalist yapılanmanın öncülerini oluşturduğu “sır” değildi.
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin, “Zorbalık karşısında duyarsızlaşmış bir toplum, zehirlenmiştir,” ifadesindeki üzere milliyetçilikle zehirlenmiş güncel fiiliyat Şair Fyodor Tyutçev’in, “Rusya akılla anlaşılmaz/ Arşınla da ölçülmez/ Rusya’nın hâli bambaşkadır/ Rusya’ya sadece iman edilir” ya da Çar III. Aleksandr’ın, “Rusya’nın iki müttefiki vardır: Biri ordusu, biri donanması”[4] dedirten geç(me)mişiyle ilintiliyken; “Demokrasi yönünde her şeye karşın önemli yol almış görünüyor,”[5] türünden nafile “iyimserlik”ler yerine Rusya’nın geri(ye) dönüşünden söz etmek daha anlamlı olacaktır.
“Nasıl” mı?
Rusya’nın Ukrayna’daki askeri saldırganlığının ve dış politikasının ardındaki mantığı daha iyi anlamak için, biraz geri gidip Rus filozofların Rusya ve Rus kimliği hakkında söylediklerine bakalım. Rus istisnacılığı (Rus milletinin diğer milletlerden üstün olması), Ortodoks inancı ve otokrasi, Rus siyaset felsefesinin temel fikirleridir. Örneğin, Vladimir Solovyov, dini (Hıristiyan evrenselcilik ilkeleri üzerine inşa edilmiş bir Rus liderliğindeki) küresel imparatorluk fikrini savunmuştur. Nikolay Fedorov, Ortodoksluk ve otokrasi yoluyla dünyayı birleştirmenin Rusların “görevi” olduğunu vurgulamıştır. Nikolay Berdyaev, Rus Ortodoksluğu ve siyasi kültürünün tarihsel ve manevi evrimini belirtmiştir. XX. yüzyılın başında bu filozoflar, Rus istisnacılığı, yayılmacılık ve mesihçilik fikirlerini dillendirmişlerdir.
Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı, Rus seçkinlerince çok desteklenen bir ideolojiye dayanmaktadır: Avrasyacılık. Bu düşünce, Ruslar için kutsal bir mesih ideolojisidir ve Rusya dışında da tanınan bir isim olan Aleksandr Dugin tarafından yıllardır desteklenmektedir. Dugin, önde gelen bir jeopolitik bilimcidir, Avrasya boyutunda Rus yayılmacılığını doğal, hatta kaçınılmaz görmektedir. Ukrayna’daki savaşın da Rusya ve Ukrayna arasında olmadığını, gerçekte bir medeniyetler savaşı olduğunu belirtmekte, Batı’ya karşı ideolojik ve manevi bir savaş olarak nitelemektedir. Avrupa Birliği’ne karşı Avrasya Birliği, Avrasyacılık düşüncesini savunmaktadır. Avrupa-Atlantik sistemine karşıdır. Dugin’in fikirleri, Rus devlet aygıtında, askeri doktrininde etkilidir. Rusya lideri Putin’in önemsediği bir diğer ideolog da “Putin Doktrini” olarak da bilinen “yapıcı yıkım” kuramının savunucusu Sergei Karaganov’dur. Rusya’nın bu savaşı kaybetmeyi göze alamayacağını çünkü bir varoluş savaşı olduğunu söylemektedir.
Ancak Dugin ve Karaganov, Avrasyacılık düşüncesinin öncüleri değil, bu düşüncenin ve “Büyük Avrasya” düşüncesinin destekleyicileridir. Avrasyacılığın kuramsal temelleri, Nikolay Trubetskoy ve Piotr Savitsky’nin eserlerinde bulunabilir. Yazılarıyla Rusya’nın dış politikasını etkileyen, Rus yayılmacılığını destekleyen diğer Rus filozoflar, Aleksandr Blok, Yuri Kliuchnikov, Ivan Ilyin, Evgeny Korovin, Egor Kholmogorov ve diğerleridir. Bu filozofların fikirlerinin çoğu, Putin’in Ukrayna’daki “özel askeri harekâtı” haklı çıkarmaya çalıştığı konuşmalarında görülebilir. Michel Eltchaninoff, “Putin’in aklında ne var” kitabında, daha 2014 başlarında, Putin’in, parti üyelerine, bürokratlara, bölge valilerine, felsefe kitapları hediye ettiğini yazmaktadır. Bugün Rusya, jeopolitik nüfuzunu ancak yayılmacılık yoluyla yeniden kazanabileceğini düşünmektedir.[6]
Bunun kanıtlarından birisi Rus şarkıcı Vladimir Slepak’ın 2012’de -başkanlık seçimlerinin hemen öncesinde- yaptığı ‘Hadi ileri, Vladimir Putin!/ Davay vpered, Vladimir Putin!’ şarkısı sözleridir:
“Ey Rusya sen asla kaçmadın/ En korkunç düşmanla bile kavgadan/ Ey askerler, ey generaller/ Katılın hepiniz anavatan saflarına!/ Dönüm noktasında, ulus, durma yürü,/ Gel artık sabah, kavgamız var!/ İleri, ey Vladimir Putin!
Saldırında yanındayız…/ Ve Rusya, yeniden ayağa kalkıyor,/ Ülkemiz topyekûn yenileniyor…/ Huşu veren güç, büyük kudret/ Herkese gösterilecek/ Ey Vatan, gerçeği özlüyorsun/ Her yerde aklı temsil ediyorsun/ İleri, ey Vladimir Putin!/ Seninle Rus ulusu şahlanıyor.”[7]
RUSYA’NIN KONUMU
“Ruslar ‘Bize dokunmayan yılan bin yaşasın’ diyor, ‘soğuk savaş’ değil ama ‘soğuk sulh’ istiyor. Bu mesajları ilk anlayan mecburen Avrupalılar oldu,”[8] tespitini tekzip eden BDT, emperyal bir odaktır; bu su götürmez bir gerçektir.
Örneğin Rus Deniz Kuvvetleri Amirali Vladimir Visotsky, Karadeniz ve Akdeniz’de güçlerini arttırmak için Yunanistan ya da Türkiye’de deniz askerî üssü kurmaları gerektiğini söylerken;[9] Rusya Savunma Bakanı Anatoli Serdyukov, Rusya donanmasının dünya okyanuslarının taktik olarak önemli bölgelerinde varlığını korumasının önemine dikkat çekti.[10]
Bir zamanlar Server Tanilli’nin, “Uluslararası arenada Moskova’nın büyük bir güç olarak çıkarları açıktır… Dün büyük bir güç olan Rusya, XXI. yüzyılın kutuplarından biri olma davasındadır,”[11] notunu düştüğü hâle dair Rusya’nın ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde, ülkeler arasında enerji alanında ortaya çıkacak anlaşmazlıkların yeni savaşlara yol açabileceğine[12] dikkat çekilirken; Kremlin sitesinden yayımlanan 13 sayfalık belgede, ülke adı zikredilmeden “Rusya ve müttefiklerinin sınırları yakınındaki mevcut güç dengesi ihlâl edilebilir,” ifadeleri kullanıldı.
Kremlin’in onaylanması beklenen yeni askeri doktrinine göre, nükleer ve kitle imha silahlarıyla saldırı tehdidinde bulunma iması dahi artık nükleer silah kullanması için yeterli gerekçeyken;[13] NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemesi “Kabul edilemez” diye nitelenip, “Avrupa-Atlantik bölgesinde sadece NATO’ya dayalı mevcut küresel ve bölgesel yapıdaki istikrarsızlık, uluslararası güvenliğin garantisi açısından artan oranda tehdit” değerlendirmesi yapıldı.[14]
Özdem Sanberk’in, “Rusya’nın alacağı veya almayacağı kararlar, benimseyeceği veya benimsemeyeceği davranış tarzları, kendisiyle ayni mukadderatı paylaşan, uzak yakın tüm komşularının geleceğini ilgilendirecek ve XXI. yüzyılın şekillendirilmesinde birinci planda rol oynayacak… Bu gelişme karşısında Batı dünyasının takınacağı tutum yeni yüzyılın jeopolitik geleceğinde belirleyici rol oynayacak,”[15] diye formüle ettiği güzergâhta NATO’nun sınırlarına yaklaşmasını birincil tehdit olarak gören Rusya’nın askeri doktrini, nükleer silahların kullanılacağı durumların kapsamını da genişletiyor. Rusya kendini tehdit altında hissederse nükleer saldırı yapabilecekti…[16]
Elbette batı da boş durmadı: ‘Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı’nın (AGİT), II. Dünya Savaşı’nın başında Sovyetler Birliği ile Nazi Almanyası’nın rollerini bir tutan karar tasarısını kabul etmesi, Rusya’yı ayağa kaldırdı. AGİT parlamenterler asamblesinde 3 Temmuz 2009’da kabul edilen tasarı, saldırmazlık paktının imzalandığı 23 Ağustos 1939’un yıldönümünün, “Stalinizm[17] ve Nazizm Kurbanlarını Anma Günü” olmasını öngörüyor ve “Bölünmüş Avrupa’nın Yeniden Birleşmesi” başlıklı tasarı, Letonya ve Slovenya tarafından sunulmuştu![18]
Sonrasında… “Savaş örgütü NATO Rusya’yı çevrelemeyi sürdürüyor”ken;[19] soru(n) Ukrayna’da somutlandı ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’daki NATO irtibat bürosunun faaliyetleri ile ittifakın Moskova’daki askeri misyonuna da son verme kararı aldıklarını kaydetti![20]
VERİLİ DURUM
Rusya, dünyanın en geniş yüzölçümüne sahip ülkesi, 17 milyon kilometrekare. Kazakistan’dan Moğolistan’a, Finlandiya’dan Çin’e toplam 14 ülkeyle komşu. Nüfusu 145 milyona yakın ve yaklaşık yüzde 80’i Rus. Onları yüzde 4’le Tatarlar takip ediyor. Ülkede 200 kadar millet ve etnik grup yaşıyor. Halkın üçte ikisi Hıristiyan Ortodoks, yüzde 15’i Müslüman. Başkanlık sistemiyle yönetilen ülkede 85 federal birim var.
Rusya dev bir ekonomi. 1.6 trilyon dolar büyüklüğünde. Rusya; savunma sanayisinde, nükleer santral yapabilme kabiliyetinde, uçak-uzay teknolojisinde dikkat çekiyor. Ayrıca zengin fosil yakıtlara (petrol, doğalgaz, kömür) sahip. İhracat gelirlerinde bunların payı, yaklaşık üçte iki. İthalat ve ihracatta en büyük ortağı Çin.
Rusya; SSCB’nin 1991’de dağılmasından kısa süre sonra kurulan BDT’den başka, kuruluşuna öncülük ettiği ‘Avrasya Ekonomik Birliği’ ve ‘Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ gibi örgütler eliyle de yakın çevresinde etkisini, nüfuzunu korumak, geliştirmek istiyor. Ayrıca, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün de kurucuları arasında, Çin’le birlikte. Bu örgüte Rusya daha çok güvenlik öncelikleriyle bakarken, Çin daha fazla ekonomiyi ve ticareti önceliyor.
BDT’nin üzerinde yükseldiği Sovyetler Birliği’nin (SSCB) 1991’de dağılması, beraberinde, bugüne kadar süren etnik ve bölgesel çatışmaları getirdi.
SSCB, 15 kurucu cumhuriyetten oluşan bir federasyondu. Bu kurucu cumhuriyetlerin sınırları, Sovyet liderleri tarafından, karmaşık bir şekilde çizilmiş, pek çok etnik grup, bir diğer kurucu cumhuriyetin sınırları içinde kalmıştı. Böyle olunca, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde, buralarda kanlı çatışmalar meydana geldi. Bunlardan bazıları, günümüzde hiçbir çözüme kavuşturulmadan “dondurulmuş” olarak bekletilse de bazıları, sıcak çatışma olarak devam ediyor.
Çatışmaların pek çoğunda Rusya doğrudan veya dolaylı olarak taraf oldu. ABD’nin 1990’lardan itibaren eski Sovyet coğrafyasında etkisini artırmaya başlaması, Rusya’nın güvenlik endişelerine neden oldu. (Rusya yönetimine yakın olan strateji uzmanı Aleksandır Dugin’in söylediği üzere, “Rusya, ya bir imparatorluk olarak var olur ya da hiç var olamaz.”) Bu çerçevede Rusya, bu bölgelerde kendi etkisini sürdürebilmek veya yeniden kurabilmek için, bu çatışmalarda yer aldı.
ABD’nin öncülüğünde NATO’nun, 1999’da Yugoslavya’nın Sırbistan Cumhuriyeti bünyesindeki Kosova Özerk Bölgesi’nden Sırp askerlerini çıkmaya zorlaması ve 2008 başlarında Kosovalı Arnavutların bağımsızlık kararını tanıması, Rusya’nın tepkisine neden olmuş ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Batılı ülkelerin Sırbistan’ın Kosova bölgesi konusunda attığı adımın eski Sovyet coğrafyasındaki çatışma bölgelerinde ciddi yansımalarının olacağını söylemişti. Nitekim, buralarda 1990’ların başında donan çatışmalar, 2008’den itibaren tekrar ısınmaya başladı.
Gürcistan, Azerbaycan-Ermenistan, Ukrayna vd’leri gibi…
Amerikalı araştırmacıların, “Afrika gibi ölümcül bir Avrupa ülkesi” olarak nitelediği BDT Rusyası büyük soru(n)larla karşı karşıya…
Resmi verilere göre, şu anda Rusya’nın nüfusu yaklaşık 146 milyon. Rusya’daki demografik krizin en güçlü sebeplerinden biri, çok yüksek ölüm oranı. SSCB dağıldıktan sonra yaşanan krizler nedeniyle yılda yaklaşık 2 milyon insan ölmekteydi. Bu ölüm oranı doğum oranını aşıyordu. Yüksek işsizlik oranı, aşırı alkol kullanımı, sigara kullanımı, nüfusun genel sağlık durumunun bozulması ve uyuşturucu kullanımı başlıca sebeplerdi.
Resmi uluslararası verilere göre, Rusya Covid-19’dan en çok etkilenen ilk 10 ülkeye girerken yaklaşık 390 bin ölüm kaydedildi. Pandemi ile savaşın yanında Rusya askeri bir savaşı da başlattı. Başlangıçta Rusya Ukrayna’ya yaklaşık 165 bin asker gönderdi. Ardından eylül ayındaki seferberlikle Rusya 300 bin asker daha göndermeye karar verdi. Seferberlik yasal olarak değil, beyanla sona erdi.
Kimi yorumcuların, Rusya Federasyonu’nun er ya da geç SSCB’nin kaderini tekrarlayacağını iddia ettikleri tabloda Rusya’nın, içten içe “yanan” küllenmiş soru(n)ları çaplı patlayıcılar içermekte ve bunun için de despotlaşmaktadır.
Gerçekten de Mihail Gorbaçov’un Putin’in gücü tek elde toplandığına dikkat çekip, politikalarını sert biçimde eleştirdiği[21] düzlemde Rusya giderek daha muhafazakâr, milliyetçi, kaçınılmaz olarak da liberal ya da sosyalist, muhalif akımları daha fazla baskı altına almaya çalışan otoriter bir çizgiye oturdu.
Öncesinde liberallerle bir tür yakınlık içinde olmaya dikkat eden Putin[22] bu yükü sırtından atıp, Ortodoks Kilisesi’yle, aşırı milliyetçi akımlarla bir yakınlaşma içine girdi…
“Liberal mitlere” karşı “Korkunç İvan”, Stalin gibi tarihi karakterleri savunan çalışmalarıyla ünlü tarihçi Vladimir Medinski’nin Kültür Bakanı olarak atanması, vatana ihanet yasalarını, neredeyse yabancılarla ilişki kuran herkesi kolaylıkla kapsamına alacak biçimde muğlaklaştırarak genişletmeyi hedefleyen düzenleme, dine hakaret etmeyi yasaklayan yeni yasa, Putin ile Ortodoks Kilisesi ve milliyetçi muhafazakâr kesimler arasında giderek yoğunlaşan ilişkilere örnek gösteriliyor.
Bir kamuoyu yoklamasına göre, yüzde 65’i eşcinsellerle, yüzde 33’ü de yabancılarla komşu olmak istemeyen Rusya halkına gelince, çoğunluğun, Putin’in güçlü, maço lider imajını, milliyetçi muhafazakâr, dindar çizgisini benimsediği, desteklediği anlaşılıyor. Kremlin de, ekonomik koşullar, uluslararası ilişkiler sertleştikçe, tarzını ve politikalarını şekillendirirken, Batı’nın ve liberal entelijensiyanın değil, giderek daha fazla oranda, nüfusun, en muhafazakâr, en az eğitimli, kırsal ve görece yaşlı kesiminin duyarlılıklarını göz önüne alıyor. Ne de olsa halkın yüzde 78’i kendini inançlı Ortodoks olarak tanımlıyor.[23]
Yeni Rusya, Tanrıyı bireye anlatmak için 20 yılda 23 bin kilise yaptırdı. (O para, 5 milyon evsize verilseydi Tanrı adına daha iyi bir sevap olmaz mıydı?)[24]
Rusya çöküşün ardından yeniden inşa sürecine girdi. Putin bu süreçte Batılı güçlerin yoğun olarak kullanmaya çalıştığı dini, jeopolitiğinin bir unsuru olarak gördü. Bu kapsamda Ortodoksluğu kültürünün ayrılmaz bir parçası olarak değerlendiriyor. Fener Rum Patrikliği’nin Rusya’yı sınırlama girişimlerine karşı koymak amacıyla, Rus Ortodoks Kilisesi güçlendiriliyordu.[25]
Bunlara eklenmesi gereken bir diğer şey de bir araştırmaya göre, Rusların kişi başına yılda neredeyse 50 şişe votka tüketilmesiydi![26]
Neresinden bakılırsa bakılsın; hiçbir nostaljiye kapılmadan kapitalist bir coğrafya konusunda söylenecek her söz; Edward Said’in, “Temelde insan adaletini savunmak istiyorsanız bunu sadece kendi tarafınızın, kendi kültürünüzün ve kendi milletinizin onayladıkları için değil, herkes için yapmanız gerekir,”[27] uyarısını “es” geçmemelidir…[28]
EKONOMİK VERİLER
‘The Forbes’un listesine 100 milyarder sokan[29] Rusya bütçesinin yüzde 30’unu ve ihracatının yüzde 75’ini petrol ve doğalgaz oluştururken;[30] resmi verilere göre yoksulluk sınırının altında yaşayan insan sayısı 20 milyonun üzerinde, gerçekte ise 30 milyona yakındı.[31]
Rusya, petrol doğal gaz ve enerji kaynakları üzerinde kıyasıya rekabetin sürdüğü, gelir dağılımındaki adaletsizliğin büyüdüğü, hem milyarderlerin hem de yoksulların arttığı klasik kapitalist bir ülke hâline gelmiş bulunuyorken; Rusya’nın dış borçları 1998’de GSYİH’sının yüzde 70’i kadarken, 2007 sonunda yüzde 35’ine gerilemiş durumda. Toplam kamu borcu ise GSYİH’nın yüzde 8.6’sı kadardı.[32]
SSCB’nin likidasyonu ardından kapitalizme U dönüşünün tüm çıplaklığıyla görüldüğü Rusya’da[33] global markalar, yeme-içme zincirleri, mağazalar Moskova ve Petersburg bulvarlarındaki yerlerini almışlar anında. Bildik bankalar, kredi kartları, bildik cep telefonu, iPad muhabbetleri hepsi tastamam…[34]
Dönüş süreci sınıfsal kutuplaşmayı hızlandırmış ve kısa sürede, özelleştirmelerle birlikte, iri kıyım Rus kapitalistleri çıkmıştı ortaya. ‘The Forbes’un dünya zenginleri listesine göre, Rusya, Avrupa’nın milyarderlerinin üçte birine sahipti. Moskova 2012’de 79 oligarkıyla tekrar dünyanın milyarder başkenti olma unvanını ele geçirmesi yanında güçlü yabancı partnerlere de sahipti.[35]
Rusya’da halkın yüzde 25’i açıkça “rüşvet ve yolsuzluk ortamında çıkarı olduğu”nu itiraf ediyorken;[36] Putin’in “Verginizi ülkenizde ödeyin” emrine rağmen en zengin 20 Rus, servetlerini offshore hesaplara aktarıp, Güney Kıbrıs ile Virgin Adaları’ndaki bankalara kaçırıyorlardı.
Rusya’nın en zengin 20 isminin toplam serveti 227 milyar dolarken; Rusya’nın en zengin ismi olan demir üreticisi Alisher Usmanov’un serveti ise 20 milyar dolardı.[37]
Sakhalin Valisi Alexander Horoşavin’in evinden 17 milyon dolar nakit ve 2 milyon dolarlık saat koleksiyonu çıkabilen[38] Rusya’ya ilişkin olarak organize suçla mücadelede uzman üst düzey bir İspanyol savcı Jose Grinda Gonzalez, “Mafya devleti oldu,” deyip, Moskova’da hükümet birimlerinin -özellikle de güvenlik birimlerinin- organize suç örgütleriyle yakın bağları olduğuna dikkat çekiyordu.
‘The Guardian’ın 3 Aralık 2010 tarihli manşetinde “Putin’in mafya devleti” olarak nitelenen Rusya’nın yolsuzluklara dayalı bir ülke olduğu ifade edildi. Rusya’da yetkililerin, oligark olarak adlandırılan önemli siyasi bağlantılara sahip iş adamlarının ve organize suç örgütlerinin “neredeyse bir mafya devleti” yaratmak için bir arada hareket ettikleri belirtiliyor.[39]
DEVLET TERÖRÜ
“Medyayı susturan, meclisi zapturapt altına alan, muhalefeti seçime sokmayan ve göstericileri döverek dağıtan Kremlin”in[40] Rusya’sında “Yolsuz liderler koltuklarına yapışmış durumda ve eleştiriye tahammülleri yok”ken[41] tablo giderek ağırlaştı!
i) Rusya, yurtdışındaki vatandaşlarını korumak için askeri müdahale öngören yasa çıkardı…[42]
ii) ‘The Daily Telegraph’, Rus istihbarat servisi FSB’nin ajanlarına devletin düşmanı olarak görülen kişilerin dünyanın her neresindeyseler tasfiyesi için talimat verildiğini açıkladı…[43]
iii) 25 Ekim 2012’de Rusya’da parlamentonun alt kanadı Duma’nın kararıyla “vatan hainliği ve casusluk” yasasının kapsamı genişletildi. Yeni tasarıya “Rusya’nın dış güvenliğine” maddesine, “Rusya’nın anayasal düzeni, egemenliği ile toprak ve devlet bütünlüğüne karşı yürütülen faaliyetler” de dahil edildi…[44]
iv) Rusya’da muhalif siyasetçi Boris Nemtsov 27 Şubat 2015’de suikasta kurban gitti…[45]
v) Rusya’da savcılıkların sivil toplum örgütlerini inceleme altına aldığı bildiriliyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Moskova Savcılığı’nın yurtdışından maddi destek alan bazı sivil toplum örgütlerinin, tüzük, vergi kayıtları ve diğer belgelerinin kopyalarını istedi…[46]
vi) Eski başbakan yardımcısı Boris Nemtsov Moskova’da uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Muhalif PARNAS Partisi’nin eşbaşkanıydı. Putin karşıtı gösterilere verdiği destek ve muhalif tutumlarıyla öne çıkıyordu…[47]
vii) Eski KGB ajanı Aleksander Litvinenko’nun 2006’da İngiltere’de nükleer maddeyle zehirlenmesine Rusya lideri onay verdi…[48]
viii) Rusya’da insan hakları savunucuları öyle sık öldürülüyor: Güvenlik güçlerinin İnguşetya’daki insan hakları ihlâllerine karşı faaliyet yürüten Makşarip Auşev gibi…[49]
ix) Rusya’da cesur habercilik yapan gazeteciler birer birer öldürüldü…[50]
x) Rusya’da iki kişi bile bir araya gelip eylem, gösteri veya yürüyüş yapmaya kalkarsa yerel yetkililerden izin almak zorunda. Amaç, her türlü muhalefeti susturmak. Zira birden fazla kişinin “izinsiz” gösteri düzenlemesinin cezası, 32 bin dolardan başlıyor. Eyleme katılmanın cezası ise en az 9 bin dolar! (üç işi birden yapan bir doktor 650 dolar maaş alıyor)…[51]
xi) Moskova’da yılbaşı akşamı hükümet karşıtı yürüyüş düzenlendi; polis aralarında ülkenin önde gelen insan hakları savunucularından birinin de olduğu onlarca kişiyi gözaltına aldı. Polis en az 50 kişinin gözaltına alındığını duyurdu. Gözaltına alınanlar arasında 82 yaşındaki Sovyet dönemi muhaliflerinden insan hakları savunucusu Lyudmila Alekseyeva da vardı…[52]
xii) U2’nun Moskova konserinde sivil toplum örgütlerinin çadırları yıkıldı, eylemcileri gözaltına alındı…[53]
xiii) Ortodoks katedraline girerek Meryem Ana’ya ülkeyi Putin’den kurtarması için seslenen bir şarkı söyledikleri için dört aydır tutuklu yargılanan punk grubu Pussy Riot’un davasına bakan yargıç grubun üç üyesi Nadezha Tolokonnikova (23), Yeketarina Samutseviç (29) ve Maria Alyokhina’yı (24) “motivasyonunu dini nefretten alan holiganlık”tan suçlu buldu. İkişer yıl hapis cezası verilmesine hükmedildi…[54]
xiv) Duma, Putin’in eşinden ayrıldığı ve dünya şampiyonu bir jimnastikçiyle evleneceği haberlerinden sonra medyaya yeni kısıtlamalar getiren bir yasa tasarısını onayladı…[55]
xv) Rusya, ‘İngiltere Konsolosluğu’nun ülkedeki faaliyetlerine son vermesini istedi. Başkent Moskova dışındaki 15 ofisinin kapatılması talebi, özellikle muhalif Aleksandır Litvinenko’nun İngiltere’de zehirlenerek öldürülmesiyle kötüye giden ilişkilere yönelik yeni bir darbe olarak nitelendirildi…[56]
xvi) Putin, parlamento seçimlerini protesto edenlerin ABD tarafından desteklendiğini ve seçimleri etkilemek için Amerikan fonlarından yüz milyonlarca dolar harcandığını öne sürdü…[57]
Özetle Anton Çehov’un, “Şu hayata bir bakınız: Güçlülerin küstahlığı, avareliği, güçsüzlerin cahilliği, yabaniliği, her yerde aklın almayacağı bir yoksulluk, darlık, soysuzlaşma, sarhoşluk, ikiyüzlülük, yalan… Bununla beraber bütün evlerde, sokaklarda sessizlik,” sözleriyle yıllar öncesinden işaret ettiği verili durumu en iyi Jean Paul Sartre’ın, “Bir şeyler başlıyor, bitmek için,” saptaması betimlemektedir…
PUTİN!
Tüm bunlar da Stefan Zweig’ın, “Otokrat, bir köle ister ve karşısında bağımsız bir insan bulunca öfkelenir”…[58]
Umberto Eco’nun, “Diktatörlükler, kendilerinden yana olanları bir arada tutmak için her zaman bir dış düşman bulurlar”…[59]
Louis Althusser’in, “Despotizmin mekânı, boşluktan başka bir şey değildir. Bir imparatorluk yönettiğini sanan despot, aslında bir çölde hüküm sürmektedir”…[60]
Hannah Arendt’in, “Totaliter örgütlerin üst yönetiminde herkes şefin yalan söylediğini bilir. Ama şef kaybederse hepsi kaybedeceğinden, susarlar. İlke, şefin yanılmazlığı değil yenilmezliğidir; buna olan inanç biterse totalitarizmin hayal dünyası bir anda çökecek ve gerçek kazanacaktır”…
Ignazio Silone’nin, “Özgürlük; kuşku duyma olanağı, hata yapma imkânı ve nereden gelirse gelsin, otoriteye hayır diyebilme gücüdür”…
Stefan Zweig’ın, “Dünyanın yörüngesini değiştirip, güneşi batırmayı iş edinen zorbalar, bir gün mutlaka, akrep gibi kendi kendilerini sokacaklar. İşte o zaman, barışın çocukları sonsuza kadar özgürlüğün türküsünü söyleyecekler”…
Étienne de La Boétie’ın, “İnsanlar tirana kulluk etmeyi bıraktığında, tiran kendiliğinden yok olup gider”…[61]
François-Marie Arouet Voltaire’in, “Erdem özgürlüğü gerektirir. Baskı yönetimi altında erdem bulunmaz. Beni bir kul hâline getirirsen böylece ben o şey için uygun olmayan biri hâline gelmiş olurum”…
Immanuel Wallerstein’ın, “Devlet otoritelerinin diktatörce davranışı genelde gücün değil zayıflığın işaretidir,”[62] saptamalarıyla müsemma ve Garry Kasparov’un, “Putin, Al Capone gibidir,” deyişini özetidir sanki…
Fehim Taştekin’in ifadesiyle “Putin, Türkler gibi gücü kutsayan Rusların hayallerine denk düşen bir lider. Kafkasya’daki cinayetler ya da siyasi suikastlar kimin umurunda. Onların gözünde Putin sarhoş Boris Yeltsin’in dağıttığı evi toparlayan vatansever… Yüzde 90’ları bulan destekte hile payının ötesinde ‘zalimin şerrinden emin olmak için onun yanında gözükme’ psikolojisi etken,”[63] notunu düştüğü gidişatsın miladı “Duvarın yıkılması”ydı. Neo-liberallerin gurusu Francis Fukuyama, “Tarihin sonu” diyordu olanlara. SSCB patronajındaki “reel sosyalizm”, tasfiye olmuştu. Rusya, dağıtıyor ve herkes yoluna gidiyordu.
SSCB’nin dağıldığı yıllarda küresel kapitalizm yükselişteydi. Asya, özellikle Çin ve Hindistan, milyonlarca ucuz, uysal işgüçleriyle hızla sisteme entegre olmuş, çokuluslu sanayi şirketlerinin sanayi üssüne dönüştürülmüşlerdi. Latin Amerika, kısmen Afrika, Ortadoğu hızla küresel meta üretimine dahil oluyorlardı. Şimdi de SSCB ve etkisindeki coğrafyalar kapitalizme açılıyordu.
Rusya’nın petrolü, doğalgazı, madenleri küresel firmaların iştahını kabartıyordu. Hızla özelleştirme, iflasın eşiğindeki 130 milyon nüfuslu ülkenin geniş bir pazara dönüşmesini bekliyorlardı. Pusulasız Yeltsin, Rusya’yı teslim alacakları, tam aradıkları adamdı. Ama ummadıkları bir şey oldu. 1952 Leningrad doğumlu Vladimir Putin adlı bir eski KGB ajanı usul usul yükseldi ve 2000’de devlet başkanlığına kadar tırmandı. Batı kapitalizminin hazırlandığı büyük yağma planı, Putin’in gelişiyle bozuluyor, tekere çomak sokuluyordu. Putin yönetimi ile birlikte Rusya’nın petrol ve doğalgaz kaynakları hemen devlet denetimine alındı. Devlet işletmeleri kısmi özelleştirme ve tasfiye ile reforme edilirken, ağır sanayi, silah sanayi ve madencilik, iş makineleri üreten sektörlerde etkili kamu işletmeciliğine gidildi. 1998 kriziyle dibe vuran Rusya, kısa sürede toparlandı ve 2000’li yıllarda, Türkiye gibi, yıllık yüzde 7 dolayında büyüme oranları yakaladı. Artık Rusya, yeniden uluslararası alanda bir güç hâline geliyor, reel sosyalizmin yerini alan “devlet kapitalizmi” ile hızla güçleniyordu…
Rusya’da kişi başına geliri, istihdamı yükseltmeyi başaran Putin, hızla Rusya halklarının desteğini arkasına aldı…[64]
‘The Guardian’a göre, 40 milyar doları aşan servetiyle Avrupa’nın en zengin adamı[65] ve Surgutneftegaz’ın yüzde 37’sini, Gazprom’un yüzde 4.5’ini ve Gunvor’un en az yüzde 75’ini elinde tuttuğu öne sürülen[66] Vladimir Putin[67] fakir bir işçi ailesinin oğlu olarak, Leningrad’da dünyaya geldiğinde takvimler 1952 yılını gösteriyordu. Ailesinin tek çocuğuydu ve o da o yıllarda doğan milyonlarca çocuk gibi, “kommunalka” denilen sosyal konutlarda büyüdü. Bu büyük apartmanlarda aileler bir arada yaşar, aynı banyoyu, aynı tuvaleti ve mutfağı paylaşırlardı. Putin o yıllarda kendi deyimiyle “tam bir yaramaz sokak çocuğuydu”.
Çocukluk ve gençlik yılları, yoksulluk içinde geçti. Sessiz, ciddi ve sert görünen babası Putin’e sevgisini pek göstermedi. Okulun yaramaz çocuklarıyla takılan Putin 6. sınıftayken Öğrenci Disiplin Kurulu’ndan, davranışlarının düzeltmez ise “İnternat” denilen özel yatılı okuluna gönderme uyarı cezası aldı. Bu uyarı işe yaradı, öğretmenlerden biri Almanca dersini alması için Putin’i ikna etti.
Edebiyat ve tarih derslerine özel ilgi gösteriyordu. Dil konusunda kabiliyetli olan Putin spora da merak sardı; önce sambo (günümüzde uygulanan Greko-Romen güreşi, serbest stil güreşi) ardından judoya başladı. Sambo hocasına göre ufak tefek, çok özel yetenekleri olmayan ancak çok disiplinli, azimli ve seri hareket eden bir yapıya sahip olmasıyla bu alanda da başarılı oldu.
Putin 16 yaşındayken, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Sovyet casuslarının zaferlerini anlatan bir filmden etkilenip, doğruca Leningrad’daki KGB merkezine gitmişti. Casus olmak istiyordu. Oradaki KGB yetkilisi, karşısında duran ve daha bıyıkları yeni terlemeye başlamış sarışın çocuğa bakıp, “Biz öyle her geleni işe almayız. Bizimle çalışacakları biz seçeriz. Hem sen daha küçüksün. Önce bir yüksekokul bitirmelisin” demişti.
Küçük Putin ısrarla sordu: “Hangi okul?” Adam bu küçük çocuğu başından savmak için, “Herhangi bir üniversite olur; mesela hukuk oku” demişti. Bu söz, ana hedefi hâline geldi. Okulu bitirir bitirmez Leningrad Üniversitesi’nde hukuk bölümüne başladı. Son sınıftayken de yıllarca düşlediği KGB’ye kabul edildi. O artık casus olacaktı.
İlk yıllar KGB’yi ve bürokrasiyi öğrenmekle geçti. KGB’ye girişinin sekizinci yılından itibaren hayatı değişmeye başladı. Putin için KGB, Sovyet Devleti’nin baskı aracı değil ayrılmaz bir parçasıydı. Putin, KGB’nin Birinci Daire’sinde yer aldı. 1. Şube; dünyadaki tüm casus şebekelerini ve ajanları kontrol edip toplayıp değerlendirdiği haberleri Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne ulaştırıyordu. Bu şube siyasi, ekonomik, askeri, bilimsel ve kültürel çok sayıda bölümden oluşmuştu. Resmi açıklamalara göre, Putin’in görevinin Leningrad’da yaşayan yabancıları izlemek olduğu söyleniyor. Ancak bazı iddialara göre sistem muhaliflerini yok etmekle görevliydi. Putin’in görevine yeterince vâkıf, üstlerine karşı çok iyi bir komünist olduğu söyleniyor.
Sonra hayatına Ludmila girdi. Bu güzel hostesle Leningrad’ın ünlü tiyatrosunda bir arkadaşı vasıtasıyla tanışmıştı. Kısa süre sonra, 1983’te evlendiler. Bu arada Putin’in ne iş yaptığını akrabaları ve karısı da dahil kimse bilmiyordu. Yakınları onu polis zannediyordu.
1984’te KGB’nin istihbarat akademisine giden Putin, ertesi yıl da hayatının ilk ve tek yurtdışı görevine gönderildi. O zamanın Doğu Almanya’sındaki Dresden’e. Genç Rus casusu burada daha çok siyasi istihbarat topladı ve üniversitedeki Rus öğrencilerin faaliyetlerini takip etti. Arkadaşları arasında sistem adamı ve rahatına düşkün biri olarak tanınan Putin, Dresden’de bulunduğu dönemde tam anlamıyla sistemin çöküşüne tanıklık etti. 1989’da Berlin Duvarı yıkılıp Sovyetler Birliği Doğu Avrupa’daki üslerinin kontrolünü kaybedince Dresden halkı da sokağa döküldü ve önce Doğu Alman Gizli Servisi Stasi’yi bastı ve ardından çok yakındaki KGB ofisinin kapısına dayandı. Bu sırada Putin gizli belgeleri imha ediyordu…
Aynı yıl apar topar Moskova’ya dönen Vladimir Putin’in uluslararası casusluk macerası böyle son buldu. Bundan sonra Moskova’da kalacak ve önüne yeni fırsatların gelmesini bekleyecekti.
Leningrad’a döndüğünde çok şey değişmişti, Gorbaçov’un perestroyka reformları, Sovyetler Birliği’ni değiştiren bir harekete dönüşmüştü. KGB toplumdaki etkisini kaybetmiş, bir zamanlar muhalif diye ajanların peşine düştüğü insanlar şimdi meclise girmişti. Daha sonra da malum darbe.[68]
Darbe Putin’in hayatını parçalara ayırdı. O ana kadar Rusya’daki değişimi tam olarak anlamamıştı. Darbe günlerinde KGB tarafından gösterilen tüm idealler, hedefler tamamen yıkılmıştı.
Putin, KGB’den emekli olmaya karar vermek üzereydi ki Leningrad yerel yönetimindeki eski hocalarından hukuk profesörü Anatoly Sobchak ile karşılaştı. Sobchak, 1990’da Rusya’daki demokrasi hareketinin liderlerinden biriydi. Sobchak’ın yanında belediye başkan yardımcısı olarak göreve geldi. Şehri yeniden canlandırmak için yapılan kanal projeleri vitrini hoş gösterse de özünde yozlaşmış bir yerel yönetim işleyişi bulunuyordu.
Devlet eliyle işleyen ekonomi bir anda serbest pazarın her çeşidine açılınca yolsuzluk tüm Rusya’da had safhaya ulaşmıştı. Sobchak, kısa zamanda eski adı Leningrad olan St. Petersburg’un demokratik yollardan seçilmiş ilk belediye başkanı olduğunda Putin de yanındaydı. Belediye başkanlığındaki Dış İlişkiler Komitesi Başkanı da oldu. Ayrıca Leningrad Üniversitesi Dış İlişkiler bölümünün rektör yardımcısı oldu. Leningard borsasına ve Alman firmalara yatırım yapmaları için kolaylıklar sağladı. Dresden Bankası’nın Rusya finans piyasasına girmesi için ön ayak oldu. KGB, Putin’in yeni işinde bir sakınca görmemişti.
1996’da Sobchak seçimleri kaybedince Putin de açıkta kaldı. Sobchak’ın yerine eski adamlarından Yakovlev seçildi. Putin’e birlikte çalışmayı teklif etti ancak “ihanet etmektense asılmayı yeğlerim” diyen Putin bu teklifi reddetti. Sadakat Putin’in hayatında öne çıkan bir kavramdı.
Putin bir süre eski ve yeni dünya düzeni arasında kaldı. Ne artık komünist ne de tam olarak kapitalistti. Fırsatlar ülkesine dönüşen Rusya, kargaşa, rüşvet, mafya ve kanunsuzlukla anılır oldu. Bundan sonra da Putin’in önlenemez yükselişi başladı. Çalışkan, yetenekli ve Yeltsin’e sadık kalan bu adam kısa sürede yetkililerin dikkatini çekti. Özellikle Yeltsin’in kızı, Putin’i çok destekledi. İşte, bundan sonra da her şey çok çabuk olup bitti. Putin, iki seneden de az bir süre içinde, önce KGB’nin yerine kurulan iç istihbarat örgütü FSB’nin başına geçti. 13 ay sonra da, Yeltsin tarafından Başbakan olarak atandı. Bu atamadan 3 ay sonra da, Rusya Federasyonu’nun başkanvekilliğine getirildi. Bir zamanların casusu artık Kremlin’deydi.
KGB’yi çok seven, Komünist Parti’den hiçbir zaman istifa etmemiş, Sovyet döneminin özlemiyle yaşayan ve “güçlü bir devlet olmak Rusya’nın genlerine işlemiştir” diyen bu adam, aslında tam da Rus halkının beklentilerine hitap ediyordu. Halk düzenin ve huzurun yeniden kurulmasını istiyordu. Putin de bunu yapabileceğini Çeçenistan’da gösterdi. Çeçenlere karşı büyük bir savaşa girişti. Bu operasyondaki sert, ödün vermez ve hatta acımasız tavrı 1994-1996 savaşında Çeçenistan’da ağır yenilgiye uğramış Rus ordusunun takdirini kazandı. Bundan sonra da Rus halkının desteğini arkasında buldu.
Bu olayların ardından Putin’in kariyeri yükselişe geçti. Kremlin’de sözü geçen biri hâline geldi ve pozisyonunu kullanarak federal savcılarca sorgulanan eski patronu Sobçak’ın özel uçakla Paris’e kaçmasını sağladı. Kremlin’dekilerin ve Yeltsin’in yakın çevresinin istediği ortak özellik sadakatti. Kendilerini ne pahasına olursa olsun koruyacak ve dişli savcılara haddini bildirecek birini istiyorlardı. Yeltsin, Putin’e başbakanlığı teklif etti ve dört ay sonra yeni bir partinin başkanı olmasını istediğini bildirdi.
Putin’in başkanlığa gelişiyle devlet kademelerinde görevli bürokratları da sağlam adamlarla, devlet düzenine sadık KGB’den meslektaşlarıyla yavaş yavaş değiştirdi. Siloviki denilen ve devlete yakınlıkları ile bilinen gizli servis ajanlarına önemli görevler verdi. Yeltsin döneminde yozlaşan, rüşvet yiyen bürokratların yerine devlete ve kendisine sadık bir ekip oluşturmayı amaçlamıştı.
Putin, sosyalizm sonrası gemi azıya alan büyük yozlaşmadan bunalan Ruslar için tam aradıkları bir lider profili idi. Bu lider, Rusya’nın tarihsel büyüklüğünü geri getirecek ve duraksamış bir milleti yeniden canlandıracak, modernleşmeyi devam ettirecek, Rus halkına güven verecek, içki içmeyen biri olmalıydı. Bir politikacı olarak her kesimden insana yakın görünmeyi becererek, başka şekilde dağılacak bir halkı, istikrar ve düzen hakkında sakinleştirici söylemlerle birleştirecekti.
Rus halkı da Sovyet sonrası belirsizlikten kendilerini kurtaracak ve 90’ları geride bırakacak ayık bir lideri kucaklamaya hazırdı. Çalışanların birikimlerini kaybettiği ekonomik krizleri, devlet mallarının peşkeş çekilmesini eli kolu bağlı seyretmek durumunda kalan halk, artık Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla gelen sözde demokrasiyle tanışmıştı.
Putin’in başbakan Yeltsin’in yerine geçeceği olarak duyulunca tüm Rusya sallandı. Fotoğrafı hemen devlet dairelerine asıldı ve Putin’in adı okullara, caddelere verilmeye başlandı. “Putin gibi bir erkek istiyorum” pop şarkısı listelerde en üst sıraya yerleşti. Kampanyayı yürüten halkla ilişkiler görevlisinin yazdığı şarkı sözlerinde olduğu gibi Putin’in imajı, “enerji dolu ve içki içmeyen bir erkek” olarak pazarlanıyordu.
O; genç, çalışkan, dinamik gerektiğinde sert ve acımasız olabilen, Rusya’nın eskisi gibi büyük ve güçlü olmasını isteyen bir yöneticiydi. Yani tam da Rusların arzu ettiği gibi bir lider.
Aralık 2003 Duma Seçimleri’nde geldi. Yüzde 37.7’lik seçmen desteğiyle iyice güçlenen Putin artık tartışılmaz bir lider durumundaydı. Eline geçirdiği milletvekili çoğunluğuyla istediği yasaları kabul ettiren Putin, ülkeye istediği şekli vermeye başladı.
Bu arada, seçimler esnasında kendisiyle ters düşen bazı rakiplerinin başını ezmeyi de ihmal etmedi.[69] Kendisine uyum sağlayanlara dokunmadı, baş kaldıranları tasfiye etti. Rusya’ya yeniden otoriterliği getirdi. Otoriterliğini açıkça dayatmak yerine demokrasi kurumlarının şeklen var olduğu, öz olarak otoriter bir sistemi kurdu.[70]
15 Aralık 2011 tarihli ‘Christian Science Monitor’da David Speedie’nin aktardığına göre, Pepsi Cola’nın kurucularından, Donald Kendall “Ben 1959’dan bu yana Rusya’yla iş yapıyorum. Putin, bu ülkenin bugüne kadar ürettiği en iyi lider,”[71] övgüsüne mazhar olan Putinizm, iktidarının ilk adımlarını yargı mekanizmasını avucunun içine alarak attı… İkinci adım, seçimle parlamentoya gelmiş temsilcilerin iktidar alanını sınırlamak oldu… Üçüncü adım, medyanın bir bütün olarak iktidar tarafından kontrolüydü… Putinizmin ekonomik boyutu (yani dördüncü adım) ise, kendi kontrolünde kapitalizm. Projelerin, yatırımların ve her türlü makroekonomik faaliyetin, siyasal iktidarın başındaki şahsın denetimi ve hatta katılımı olmaksızın mümkün olmadığı bir ekonomik sistem… Yani Putin’in Rus oligarklarını biat ettirme pratiği… Uygulanan yöntemler, Karl Marx’tan aşina olduğumuz devlet kuramının hilafına, sermayenin devlete egemen olduğu değil, siyasal iktidarın sermayeye hükmettiği adeta bir “Asyatik kapitalizm” tarzı biçimleniyordu.[72]
Bilinen bir süreç olmakla birlikte, bir kez daha kısaca anımsamakta yarar var: “Gerçekte var olan sosyalizm”i saplandığı fosilleşme sürecinden çıkarma çabaları, Gorbaçov döneminde sistemin toptan çökmesine yol açtı.
Yeltsin döneminde, SSCB ve Doğu Bloku çöktükten sonra, Rusya’da ekonomik, toplumsal yaşam dağılmaya başladı. Örneğin 1989-1999 döneminde GSMH yüzde 50 geriledi, sanayi kapasitesinin yarısı yok oldu, ortalama yaşam beklentisi 75-80 yaş arasından 55-60 yaş arasına düştü, SSCB döneminde, ihmal edilecek düzeylerde seyreden işsizlik toplumsal kriz, alkolizm ölümcül salgın hastalık konumuna yükseldi, yoksulluk 10 kat arttı. İşçiler memurlar emekliler maaşlarını alamıyor, yaşlılar soğuktan ve yoksulluktan/ açlıktan ölüyordu.
SSCB çökerken hızla uygulanmaya konan IMF’nin neo-liberal “şok” programı bu toplumsal sonuçları yaratırken, ülkenin kamu malları ve doğal kaynakları “oligark” olarak adlandırılmaya başlanan bir grup, eski bürokrat, partili, hırsız işadamının elinde toplanıyor, buradan da giderek Batılı şirketlerin denetimine geçmeye başlıyordu.
Bu sırada, ABD’nin, Doğu Bloku dağılırken, Gorbaçov’a, SSCB’nin pasif kalmasını sağlamak üzere verdiği sözler unutulmuş, NATO eski Doğu Bloku ülkelerini bünyesine alarak genişlemeye, Rusya’yı kuşatmaya başlamıştı. Rusya, uluslararası etkisini kaybetmişti, bir “III. Dünya ülkesi,” “yeni-sömürge” olmaya doğru ilerliyordu.
Putin bu koşullarda devlet başkanı oldu, bir ekonomik siyasi toparlanma, enkaz kaldırma çabasını sürdürürken, aynı dönemde Rusya’yı, daha uygun koşullarda Batı ile entegre etmenin çeşitli yollarını aradı, dış politika alanında Batı’nın kayığını sallamamaya dikkat etti. Ancak doğal kaynakları yeniden denetim altına alır, petrol gelirlerini, askeri siyasi reformları finanse etmeye yönlendirirken, Batı’nın Rusya’ya yönelik hesaplarını da bozuyordu. Batı bu nedenle Putin’i asla affetmedi, benimsemedi, Batı’yla bütünleşme çabalarını sabote etti. Bu süreç 2007’de Ukrayna’daki “Portakal Devrimi” maskaralığıyla; Putin’in “Münih Güvenlik Konferansı”nda, ABD dış politikası şiddetle eleştiren, hegemonyacılıkla suçlayan konuşmasıyla resmen bitti.[73]
“Putin’in Rusya’ya getirdiğini söylediği istikrar, gardiyanların mahkûmların payına düşen tayınları almasını sağladığı, itaatkârları ödüllendirip düzeni korumak için potansiyel çıbanbaşlarını önceden cezalandırdığı bir gulagın istikrarı”[74] biçiminde tarif edilirken; 2000 yılından beri Rusya’yı fiili açıdan yöneten Putin, Stalin sonrası en uzun süre görev yapan Rus lider olarak 2024’e kadar Kremlin’de oturacak. Ancak Putin, 20 yıldır yönetimde olmasına rağmen yeterli bulmadı. Anayasa izin vermeyince başkanlığı 2036’ya kadar uzatıp “Tek adam” yönetimini daha da güçlendirmek için değiştirip referanduma sundu.[75] Komünist milletvekili Viktor İlyukin, tasarıyı eleştirirken “Ülkenin kaderini tek bir kişinin ellerine bırakmak kabul edilemez,” dese de…[76]
Toparlarsak: “Putinizm” diye bir kavram var. Bildiğimiz demokrasiden de klasik diktatörlüklerden de farklı bir yönetim tarzı: Bireysel özgürlükler, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığını ihlâl edip, kısıtlandığı için otoriter rejimdir.
Özetin özeti: “Eğer ördek gibi yürüyorsa, ördeğe benziyorsa ve ördek olmadığını iddia ediyorsa büyük ihtimal Vladimir Putin’in ördeğidir,”[77] esprisiyle müsemma “Putin’in izini sürdüğü kişi II. Katerina”yken;[78] Putinizm rejim olarak “pekiştirilmiş otoritarizm”dir, “genişleme” siyaseti de apaçık gözler önündedir!
DIŞ İLİŞKİLER VE SİLAHLANMA
Rusya-Batı ilişkileri için Rusya’nın NATO’daki Büyükelçisi Dimitriy Rogozin’in, “Soğuk Savaş yerine Soğuk Barış,”[79] ifadesini kullandığı nokta çok gerilerde kaldı!
ABD’yi “Roma İmparatoru” gibi davranmakla suçlayan Putin, “Lütfen Avrupa’da bir silahlanma yarışını tahrik etmeyin. Buna hiç ihtiyaç yok. Peki biz ne yapmalıyız? Onlar füzelerini yerleştirirken rahat rahat oturmalı mıyız?”[80] sorusunu telaffuz ederken; Yeni Delhi ziyaretini Hindistan’da 16 nükleer reaktör kurulması dahil milyarlarca dolarlık enerji ve silah anlaşmalarıyla taçlandırdı;[81] Nijerya doğalgazı için Batılılarla sert bir rekabete girdi;[82] Karadeniz’deki NATO varlığına Latin Amerika’da misilleme yapıp ilk kez Latin Amerika’ya açıldı;[83] “Rusya’nın Afrika’ya geri dönüşü”[84] yaşandı; vb’leri, vb’leri…
Tüm bunlar yeniden paylaşımın kaçınılmazlıklarıyken; bir nükleer güç olarak Putin’li Rusya tarihin sahnesine yeniden çıkmaktaydı.[85]
Kolay mı?
Rusya’nın silah ihraç firması ‘Rosoboronexport’ yetkilisi Valeri Varlamov, 80 ülkeye silah satışı yaptıklarını açıklarken;[86] Putin, Rus ordusunun silahlanma ve modernizasyonu için 2020’ye kadar 614 milyar dolar harcama yaptıklarını açıklıyordu.[87]
Putin, ‘Rossiiskaya’ gazetesindeki ‘Güçlü Olmak Rusya’nın Milli Güvenliğinin Teminatıdır’ başlıklı makalesinde, “Şurası aşikâr ki, Rusya’yı savunamazsak, milletlerarası pozisyonumuzu güçlendiremeyiz,”[88] derken çok önemli şeylerin altını çiziyordu ki, oradan bugünlerin Ukrayana’sına ulaşıldı, ötesi de görülüp/ yaşanacak…
Yazar, aktivist. 1954, Kale Mahallesi / Çorum doğumlu. Baba adı Kemal, anne adı Necla’dır. Eserlerinin çoğu Sibel Özbudun ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır. Kitapları dışında kendisi hakkında yeterli bilgi bulunamayan Temel Demirer, kendisini şöyle anlatır:
“Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm… Ne yazacağımı kestiremedim. Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım… “İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil” diyen(lerden); dünyaya aşağıdan bakan(lardan); kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan); yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan) ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden); sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden); bir afet-i devrana aşık olan(lardan); hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan) ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim… Ve nihayet halen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım.”
N O T L A R
[1] Luigi Pirandello.
[2] Sinan Dervişoğlu, “Gorbaçov ve Çöküşün Anatomisi”, Politika, Yıl:9, No:82, 28 Aralık 2022, s.24-21-22-23.
[3] Roma dünyasındaki anlamı “İmparatorların huzuruna çıkanların adını ve kişiliğini bilen, onları takdim eden kişiye Nomenklator, yaptığı işe de Nomenclatura deniliyor”du…
[4] Hadi Uluengin, “Kırım Çarı”, Taraf, 19 Mart 2014, s.9.
[5] Ataol Behramoğlu, “Son Rusya Yolculuğumdan”, Cumhuriyet Pazar, No:1388, 28 Ekim 2012, s.3.
[6] Violeta Stratan İlbasmış, “Putin’in İlham Aldığı Filozoflar”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 2022, s.2.
[7] Şarkı için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=RNFaHppNrXc.
[8] Ceyda Karan, “Rusya’dan ‘Soğuk Sulh’ Reçetesi”, Radikal, 8 Eylül 2008, s.8.
[9] “Rusya’nın Gözü Sıcak Sularda”, Cumhuriyet, 6 Ağustos 2010, s.11.
[10] “Rus Donanması Okyanuslara Açılıyor”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2007, s.11.
[11] Server Tanilli, “Rusya Eskisi Gibi Değil…”, Cumhuriyet, 22 Ağustos 2008, s.6.
[12] “Enerji Anlaşmazlıkları Savaş Çıkarabilir”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2009, s.11.
[13] “Rusya’ya Tehdit İması Nükleer Saldırı Nedeni”, Birgün, 19 Aralık 2009, s.10.
[14] “Rus Strateji Belgesi: Enerji Savaşı Çıkacak”, Radikal, 14 Mayıs 2009, s.16.
[15] Özdem Sanberk, “Yeni Büyük Oyun ve İstikrar Platformu”, Radikal, 30 Ağustos 2008, s.13.
[16] Deniz Berktay, “Başlıca Tehdit NATO”, Cumhuriyet, 8 Şubat 2010, s.11.
[17] Stalin, bazıları için iyi, bazıları içinse kötü bir efsaneye dönüştü… Stalin, hâlâ, en ateşli tartışmaların merkezinde yer alıyor… Bazıları Stalin’in zamanında ülkenin İngiliz ve Japon casuslarıyla dolu olduğunu ve Stalin’in hiç kimseyi suçsuz yere hapse göndermediğini, kurşuna dizdirmediğini söylüyor ve bu iddialarına bir de Churchill’in “Stalin, kara saban kullanan bir Rusya’yı devraldı ve ardında atom bombasına sahip bir Rusya bıraktı” sözünü ekliyorlar. Bazılarıysa, Stalin’in II. Dünya Savaşı’nın en başında 800 bin Sovyet askerini ve subayını kurşuna dizdiğini, 2 milyon kadar Sovyet askerinin ise Almanların safına geçtiğini iddia ediyor. Bu durumda “Öyleyse, Almanlara karşı kim savaştı ve zaferi kim kazandı?” sorusunu sormak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı’nda ülkeyi işgalden kurtaran kişinin Stalin olduğunu karşıtları görmezden geliyor. (Nikolay Troitskiy, “Stalin Tartışması Kapanmıyor”, Rus Resmi Haber Ajansı RİA Novosti, 21 Aralık 2009.)
[18] “AGİT Sovyetler’le Nazileri Bir Tuttu”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2009, s.11.
[19] Manlo Dinucci, “Rusya’yı Çevreleme Stratejisi: NATO Giderek Genişliyor”, Birgün, 11 Ocak 2016, s.12.
[20] “Rusya, NATO Temsilciliğini Askıya Aldı”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2021, s.7.
[21] “Gorbaçov’dan İkinci Perestroyka Çağrısı”, Milliyet, 3 Nisan 2013, s.15.
[22] “İstikrar ve güçten yana Putin ile ılımlı ve liberal söylemleri ile Medvedev, iki rakip lider değil, adeta iyi polis-kötü polis.” (Habibe Özdal, “Rusya’da Madalyonun İki Yüzü: Medvedev ve Putin”, Radikal, 1 Haziran 2011, s.37.)
[23] Ergin Yıldızoğlu, “Putin’in Yeni Çizgisi”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2012, s.9.
[24] İsmet Konak, “Rusya’da Efsanenin (Din) Dönüşü”, Evrensel, 10 Nisan 2012, s.8.
[25] Nadim Macit, “Rus Jeopolitiğinde Din”, Cumhuriyet Strateji, Yıl:4, No:209, 30 Haziran 2008, s.18-19.
[26] Cenk Kıral, “Rusları Anlamak”, Radikal İki, 30 Ağustos 2009, s.8.
[27] Edward Said, Entelektüel, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 2017.
[28] “Rehber kitapçıklarında ‘Sovyet Devrimi Müzesi’ olarak geçen yeri, Petersburg seyahatimde sokak sokak aramıştım. Bolşevik Devrimi’nin tarih sahnesi olan şehirde yolda kimsecikler ‘devrim müzesi’ diye bir yer bilmiyordu. ‘Ekim Devrimi’, ‘Bolşevik Devrimi’ falan dediğimde de yüzüme boş boş bakıyorlardı. Meğer Putin yıllarında rahatsız edici ‘devrim’ sözcüğü lügatten çıkmış.
Devrimin merkez komitesinin toplandığı, Pravda gazetesinin kurulduğu, Lenin’in kişisel notları, çalışma masası ve daktilosunun bulunduğu, St. Petersburg halkına da balkonundan ilk kez seslendiği müze, sıradan bir ‘Siyasi Tarih Müzesi’ne indirgenerek meraklı gözlerden gizlenmiş… Muktedir, ‘Çarlık Rusyası’nın kuyusunu kazdığı için Lenin’den nefret ediyor.” (Nilgün Cerrahoğlu, “Muktedirin Tarihi”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2022, s.7.)
Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Lenin’in Kızıl Meydan’daki mozolesinden çıkarılarak mezara gömülmesi konusunda acele edilmemesi gerektiğini, bu konuda “halkın, zamanı gelince karar vereceğini” söyledi. (Deniz Berktay, “Putin: Tarih Aceleye Gelmez”, Cumhuriyet, 8 Eylül 2010, s.10.)
[29] Suat Taşpınar, “Rus Kızları ve Rusya Gerçekleri…”, Radikal, 4 Mayıs 2008, s.14.
[30] Cenk Sidar, “Orban’ın ‘Sert Delikanlıları’: Erdoğan ve Putin”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2014, s.2.
[31] “Rusya’nın Yeniden Yükselişi ya da ‘Çar Putin’…”, Evrensel, 23 Mart 2014, s.7.
[32] Uğur Gürses, “Rusya: 10 Yıl Önce, 10 Yıl Sonra!”, Radikal, 1 Eylül 2008, s.13.
[33] Rusya’da Yüksek Mahkeme, Bolşevik Devrimi’nden sekiz ay sonra 17 Temmuz 1918’de Ural kenti Yekaterinburg’daki Ipatiev Evi’nin mahzeninde infaz edilen II. Nikolay ile ailesinin ‘siyasi baskı kurbanı olduklarına’ hükmederek itibarlarını iade etti. Yüksek Mahkeme sözcüsü Pavel Odintsov, “Çar II. Nikolay’ın ve ailesine baskılar temelsiz bulunup itibarları iade edilmiştir,” dedi. (“Rus Yargısından Çar Ailesine İade-i İtibar”, Radikal, 2 Ekim 2008, s.9.) Romanovlar’ın akrabalarının avukatı German Lukyanov, kararın yasalara dayandığını ve siyasi olmadığını savunarak, “Bu karar Rusya’nın tarihini anlamasına ve uygar bir ülke olma yönünde ilerlemesine yardım edecek” dedi. (“Son Çar’a İade-i İtibar”, Cumhuriyet, 2 Ekim 2008, s.8.)
[34] Rusya’daki bir anket, halkın çoğunun Sovyetler Birliği’nin dağılması karşısında üzüntü duyduğunu ortaya koydu. Yuri Levada kamuoyu araştırmaları kuruluşunun anketine katılanların yüzde 60’ı “Sovyetler Birliği’nin dağılması halk için olumsuz sonuçlar doğurdu, bu süreç engellenebilirdi” dedi.
Yuri Levada’nın anketine göre, Rusya halkının yüzde 60’ı Sovyetler Birliği’nde yaşam şartlarının bugünün Rusya’sına göre daha iyi olduğunu düşünüyor. Emeklilerin yüzde 85’i, 40-55 yaş grubunun yüzde 67’si, 65 yaşın üstündekilerin yüzde 83’ü, dar gelirlilerin yüzde 79’u ve kırsal kesimde yaşayanların yüzde 66’sı bu görüşte. Anket, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının kaçınılmaz olduğunu düşünenlerin de azınlıkta olduğunu gösterdi. Anket katılımcılarının sadece yüzde 28’i “Birliğin dağılmasından başka çare yoktu” dedi.
Rusya’daki kamuoyu araştırmaları, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecini tamamlayan politikaların mimarı Mihail Gorbaçov’un halk tarafından en az sevilen liderler arasında olduğuna da işaret ediyor. (“Rus Halkı: Keşke SSCB Dağılmasaydı”, Evrensel, 22 Aralık 2009, s.8.)
[35] Mustafa Sönmez, “… ‘Post-Sosyalist’ Rusya Gözlemleri…”, Cumhuriyet, 3 Kasım 2012, s.10.
[36] Suat Taşpınar, “Ölümden Gayrı Her Derde Deva Satılan Memleket”, Radikal, 24 Mayıs 2009, s.13.
[37] “Rus Oligarklar Para Kaçırıyor”, Milliyet, 4 Mayıs 2013, s.29.
[38] “Rüşvetle Servet Yapan Valiye Gözaltı”, Milliyet, 28 Mart 2015, s.26.
[39] “Rusya Mafya Devleti Oldu”, Radikal, 3 Aralık 2010, s.26.
[40] Vladimir Kara-Murza Jr., “Muhalif Ruslar Yeşil Işıkta Geçerken Bile Tutuklanabilir!”, The Wall Street Journal, 5 Ağustos 2010.
[41] Mihail B. Hodorkovski, “Putin’e Direnen Hapsi Boylar”, Los Angeles Times, 20 Ekim 2010.
[42] “Savaş Tehdidi Gibi Rus Yasası”, Radikal, 10 Kasım 2009, s.16.
[43] “Rus Ajanlara ‘Düşmanı Bulduğun Yerde Öldür’ Emri!”, Radikal, 4 Ekim 2011, s.26.
[44] “Rusya’ya İhanet Artık Çok Kolay”, Radikal, 25 Ekim 2012, s.28.
[45] “Charlie Senaryosu Absürd”, Cumhuriyet, 10 Mart 2015, s.13.
[46] “Moskova, STK’leri Mercek Altına Aldı”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2010, s.10.
[47] “Rus Muhalif Nemtsov Öldürüldü”, Cumhuriyet, 1 Mart 2015, s. 9.
[48] “Putin Onaylı Suikast”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2016, s.12.
[49] “Rusya Stalin Dönemini Aratmıyor”, The Washington Post, 29 Ekim 2009.
[50] Anthony Appiah, “Rus Basını Her An Tehdit Altında”, The Washington Post, 7 Ekim 2009.
[51] Mehveş Evin, “Putinleşmek Ne Demekmiş, Anladım”, Milliyet, 24 Nisan 2013, s.8.
[52] “… ‘Putinizm’ Karşıtlarına Gözaltı”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2010, s.13.
[53] “U2’nun İlk Moskova Konseri Vukuatlı Geçti”, Radikal, 27 Ağustos 2010, s.16.
[54] “Putin’i Eleştirmenin Bedeli İki Yıl Hapis”, Milliyet, 18 Ağustos 2012, s.21.
[55] “Medyaya Putin Kısıtlaması”, Cumhuriyet, 26 Nisan 2008, s.13.
[56] “Rusya’dan İngiltere’ye Misilleme”, Cumhuriyet, 13 Aralık 2007, s.11.
[57] “Muhalifleri ABD Kışkırttı”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2011, s.13.
[58] Stefan Zweig, Joseph Fouche, çev: Gülperi Sert, DoğuBatı Yay., 2015.
[59] Umberto Eco, Foucault Sarkacı, çev: Şadan Karadeniz, Can Yay., 1992.
[60] Louis Althusser, Montesquieu Siyaset ve Tarih, çev: Alp Tümertekin, İthaki Yay., 2005.
[61] Étienne de La Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, İmge Kitabevi, s.22.
[62] Giovanni Arrighi-Terence K. Hopkins-Immanuel Wallerstein, Sistem Karşıtı Hareketler, çev: C. Kanat-B. Somay-S. Sökmen, Metis Yay., 1995.
[63] Fehim Taştekin, “Putin’siz Rusya İçin Çabalamak Beyhude”, Radikal, 15 Aralık 2011, s.30.
[64] Mustafa Sönmez, “İflastan Yükselişe Putin Rusyası…”, Cumhuriyet, 9 Mart 2012, s.11.
[65] Nerdun Hacıoğlu, “40 Milyar Dolarlık Adam”, Hürriyet, 22 Aralık 2007, s.16.
[66] “Putin; 40 Milyar Doları Var”, Radikal, 22 Aralık 2007, s.12.
[67] Rusya’nın eski başbakan yardımcılarından Boris Nemtsov ve muhalif Leonid Martinyuk beraber hazırladıkları 32 sayfalık bir raporla Putin’in mal varlığının zannedilenin ötesinde olduğunu ortaya koydu. İkilinin 28 Ağustos 2012’de basına açıkladıkları rapora göre Putin’in 20 rezidansı, 58 uçaktan oluşan bir filosu, 59.2 milyon dolar değerinde yatları, yaklaşık 690 bin dolar değerinde saat koleksiyonu ve Mercedes marka arabaları var. Putin’in evleri, jetleri ve arabalarının yaklaşık 2.5 milyar dolar değerinde olduğu vurgulanan raporda sadece Karadeniz kıyısındaki bir malikanesinin fiyatının yaklaşık 950 milyon dolar olduğunun altı çizildi. Putin’in 53.7 metre uzunluğunda, içerisinde spa havuzu ve şarap mahzeni bulunan yatına da yer ayrıldı. Tüm bu lüks yaşama karşın Putin’in yıllık gelirini 1.1 milyon dolar olarak açıklamıştı. (“İşte Rusya’nın Kölesi: Tuvaleti 75 Bin Dolar”, Milliyet, 30 Ağustos 2012, s.20.) Ayrıca Putin’in dünyanın en zengin adamı olduğunu belirten ‘Hedge Fon’ yöneticisi Bill Browder’a göre Putin’in kişisel servetinin değeri 200 milyar dolar. (“İddia Doğruysa Putin’in Serveti Dudak Uçuklatır!”, Taraf, 17 Şubat 2015, s.6.)
[68] “Moskova’ya gittiğimde proletarya diktatörlüğü değil, bir grup ayrıcalıklı insanın iktidarın nimetlerinden faydalandığını gördüm. Sıradan vatandaş ‘komünalka’larda, parti yetkilileri lüks içinde yaşıyordu. Sovyetler’in dağılmasının ardından gizli servisin adı değişti, ikiye bölündü, iktidarı sarsılır gibi oldu. Ağustos 1991’deki Gorbaçov’a yönelik darbe girişiminde başarısız olmaları da ağırlıklarını azaltmıştı. Darbeye direnip iktidara gelen Boris Yeltsin, yeni bir ülke kurma yükünün altında ezilmeye başladı. NATO’nun Yugoslavya operasyonunda Rusya itilip kakılan bir ülke konumuna düştü. Yeltsin’in sarhoşluğu, sekreterini gıdıklaması, Almanya’da orkestra şefinin batonunu alıp orkestrayı yönetmeye çalışması Rusya’nın imajını iyice dağıttı. Bir yandan Çeçenistan fiili bağımsızlık elde etti. Bu süreçte Yeltsin’in yerine Putin’in gelmesinin, gizli servisin ipleri yeniden ele almak için yaptığı bir darbe olduğunu düşünüyorum.” (Berivan Aydın, “Cenk Başlamış: Rusya ile Balayı İç Savaşla Bitti”, Cumhuriyet, 7 Şubat 2016, s.12.)
[69] Neriman Özcan, “Kommunalka’nın Yaramaz Çocuğu”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2009, s.7.
[70] Putin, kendisine benzetilen Erdoğan’ı, AB yaptırımlarına uymama kararına atfen “Çok sağlam adam” diyerek övdü. (“Batı’ya Öfke Erdoğan’a Övgü”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2014, s.14.) “Rusya, Türkiye’yi ulusal felaketten kurtaran Atatürk gibi bir lidere muhtaç. Putin hâlâ bir Rus Atatürk’ü olabilir, fakat bunun için ülkenin çarpık sistemine ulusal bir dirilişi zorla dayatması gerekiyor.” (Alexei Bayer, “Rusya Yıllardır Atatürk’ünü Arıyor”, The Moscow Times, 7 Aralık 2009.)
[71] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Putin’siz Rusya’ mı?”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2012, s.10.
[72] Zafer Yörük, “PutinağodrE”, Yeni Yaşam, 15 Temmuz 2018, s.8.
[73] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Sırada Rusya’da…”, Cumhuriyet, 27 Şubat 2012, s.13
[74] Oleg Kozlovsky, “Rusya’da Gulag İstikrarı Hâkim”, The Washington Post, 19 Mayıs 2008.
[75] “… ‘Putin Tipi Dikta’ Referandumu”, Yeni Yaşam, 26 Haziran 2020, s.7.
[76] “Putin’in Dönüş Yolu Açılıyor”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2008, s.11.
[77] “Avrupa’da Putin Düşmanlığı Artıyor”, Evrensel, 29 Kasım 2014, s.6.
[78] Fehim Taştekin, “… ‘Kullanışlı Aptallar’ ile ‘Yeni Rusya’…”, Radikal, 21 Nisan 2014, s.21.
[79] Dimitriy Rogozin, “Soğuk Savaş Yerine Soğuk Barış”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2009, s.10.
[80] “Medvedev’in 11 Eylül Benzetmesi”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2008, s.11.
[81] “Putin’in Büyük Hindistan Vurgunu”, Radikal, 14 Mart 2010, s.13.
[82] Dimitriy Mondarenko, “Gazprom Nijerya’yı Ele Geçiriyor”, Ekonomiçeskiye İzvestiya, 10 Ocak 2008.
[83] “Rus Ordusu Latin Amerika’da!”, Radikal, 8 Eylül 2008, s.8.
[84] Arnaud Dubien, “Afrika: Rusya’nın Geri Dönüşü”, Le Monde Diplomatique-Türkiye, No:11, 7 Aralık 2020, s.6-7.
[85] Fikret Ertan, “Rusya’nın Nükleer Gücü ve Şemsiyesi…”, Zaman, 9 Mart 2010, s.17.
[86] “Rusya 80 Ülkeye Silah İhraç Ediyor”, Günlük, 29 Mayıs 2009, s.4.
[87] “Ruslar Coştu, Silaha 614 Milyar Dolar Yatıracak”, Taraf, 4 Temmuz 2012, s.6.
[88] Fikret Ertan, “On Yıl Sonra Rusya”, Zaman, 26 Temmuz 2012, s.15.