Podcast (3. Bölüm) | Turan Altuner – Muhreç Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş / Transcript
Muhreç Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş ile toplam beş bölümden oluşan podcastimizin üçüncü bölümü.
- Devlet nihayetinde hizmet eden makro bir organizmadır. Devletle yurttaşın arasında bir hukuk ilişkisi vardır, ikisi de bu hukuk ilişkisine uymak zorundadır ve burada devlet güçlü bir organizma olduğu için… Türkiye’ de benim dikkatimi çeken -izine gittiğimde de görürüm bunu – yurttaşların devlete karşı böyle bir şeyi var yani, devlet yurttaşları o kadar ezmiş ki, yurttaş devlete karşı hakkını savunamıyor. Yani bir yurttaşlık bilinci yok. Ben bir yurttaşım devletime karşı bir hakkım var, ben nasıl yasalara uymaya zorunluysam, devlet olarak aynı yükümlülükler sana da ait, sen de uymak zorundasın. Ama Türkiye’de devlet yurttaş ilişkileri gerçekten sorunlu, onun için sürekli kaos yaratan bir ilişki.
H.D: Şöyle, devlet yurttaş ilişkileri değil aslında… Şimdi Sedat Peker’in ifşaları neyi gösterdi? Emniyet müdürlerini mafya çeteleri tayin ediyor.
- Evet, o da garip bir şey ya…
H.D: Ama bakın işte en başta da dedim ya, Lego’ların parçalarını bir araya getirip büyük resme bakalım. Şimdi, emniyet müdürlerini mafya tayin ediyor. Hakimleri, mafya çeteleri tayin ediyor. Düşünebiliyor musunuz? Biz ne zannediyoruz? Bizim anayasamızda Hakimler Savcılar Kurulu diye bir kurul var, anayasal bir kurum var. Biz zannediyoruz ki bu anayasal kurul, anayasal ilkeler, devlet ilkeleri doğrultusunda hakimleri tayin ediyor.
Halbuki şimdi bu ifşalardan ne anlıyoruz? Mesela en son Esat Toklu birisini ifşa etti. Şimdi bakıyorsunuz, bir suç örgütü suç işleyebilsin diye atama yapılmış. İşlediği suç ne? Hedef seçilen vatandaşların pasaportlarını iptal etmek ve o pasaportların iptal edilmesinden sonra kim için istiyorlarsa onların pasaport haklarını iade ediyorlar, istemediklerini de devam ettiriyorlar. Buna bir devlet mekanizması diyemezsiniz ki. Ortada gayrimeşru bir suç örgütü var, bu gayrimeşru suç örgütü kamu teşkilatında belli noktaları ele geçirmiş ve bu mafya çetelerinin verdikleri direktifler doğrultusunda atamalar yapıyor ve o direktifler doğrultusunda kararlar veriyor. Şimdi buna devlet düzeni, devlet teşkilatı, devlet denilebilir mi?
- Hüseyin Albay siz diyorsunuz ki, Türkiye’de olan devlet değil, bir suç örgütünün kurduğu bir hakimiyet var. Bunu ayırmak gerekiyor yani, devletle suç örgütünü birbirinden ayırmak gerekiyor.
H.D: Aynen öyle. O yüzden ben ‘devlet’ ifadesini kullanmıyorum yaptığım paylaşımlarda da. Bir ‘soykırım bürokrasisi’ diyorum. Çünkü bütün devlet teşkilatında herkes, bürokrat olarak fiilen, aktif biçimde bu suçlara iştirak etmemiş olabilir. Zaten, Doğu Perinçek çıktı ne dedi mesela? “Yargı siyasetin köpeğidir,” dedi.
- O skandal, skandal…
H.D: Ben skandal demiyorum. Devlet terminolojisini kullanıyorum. Yargı mensuplarının çıkıp hep birlikte, Doğu Perinçek’e “Sen kim oluyorsun da bize siyasetin köpeği diyorsun,” diye itiraz etmesi gerekir ve bununla ilgili soruşturma açılması gerekir. Halbuki mevzuyu bu anlamda değil, sosyolojik, ideolojik bir takım tartışmalar doğrultusunda ele alıyorlar. Ama öyle değil. Şimdi, uygulamalara baktığınız zaman işte Sedat Peker’in ifşasıyla bunu yanyana getireceksiniz. O zaman büyük resmi görebiliyoruz.
- Hüseyin Bey bir de şöyle bir şey var. Ben geçen gün kendi kendime Sedat Peker’in ifşalarını…
H.D: Çok özür diliyorum. Başka bir konuya geçeceksek çok kısa bir şey daha var. Hani suç örgütü…
- Rica ederim, buyrun siz…
H.D: Herkes şimdi Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. Maddesine baksın, yani dinleyicilerimiz. Ben suç örgütü değil de, terör örgütü ifadesini daha çok kullanıyorum. Çünkü Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. Maddesi diyor ki: “Terör, cebir ve şiddet kullanmaktır,” diyor. Şimdi burada mesela cebir ve şiddeti kullanan Hüseyin Demirtaş mı, yoksa o kamu teşkilatını ele geçirmiş olan bir irade mi kullanıyor Türkiye Cumhuriyeti’nin 84 milyon vatandaşı üzerindeki o cebir ve şiddeti? Ben kullanmıyorum. Hayatım boyunca hiç kullanmadım. Ama şu an kamu teşkilatında görev alan… Biraz önce size linçten bahsettim, komutlu linçten, öldürmekten bahsettim. Bu arada cezaevlerinde 80 küsür yaşında insanlar var, geçen 83 yaşında birisi vardı, ismini anımsayamadım, %90 da engelliydi yanılmıyorsam. Şimdi bu insanların tedavileri kasıtla engellenerek, sistematik bir biçimde engellenerek, cezaevlerinden tahliyelleri engellenerek, tedavileri de engellenip ölmeleri sağlanıyor. Bugüne kadar isim isim tespit ettiğim 47 kişi bu şekilde öldürüldü, 47 kişi isim isim…
İki kişi – bu Van’daki linç ve bir tane de Emniyet’te yapılan işkence sonucu linç – 2 kişi işkenceyle öldürüldü. Bakın neden soykırım diyorum? İşte bu soykırım sistematiği, anlatabiliyor muyum? Ve bu toplumun sadece belli segmentine değil, yani sadece cemaatçi dediğiniz yapıya karşı işlenmiyor ki bu. Şimdi o Van’da öldürülen şahsın ne alakası var? Şu an mesela 28 Şubat darbecileri hüküm giydiler, dolayısıyla onlar Türk Ceza Kanunu gereği teröristler. Ama bu insanlar tutuklanmıyor. Bunlar, hüküm giymiş kişiler olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin herhangi bir yerinde rahat ve huzur içinde yaşıyorlar. Ama kanunlara göre teröristler onlar şu an. Şimdi, %90 engelli, %99 engelli, göremeyen, yürüyemeyen, eli ayağı tutmayan insanlar var. Gazi mesela, bu şahıs terörist iddiasıyla içeride, yaşayamıyor, bu adam üstüne yapıyor. Diyor ki, “Tuvalete gidemiyorum, yolumu bulamıyorum.” Adam hem kör, elleri tutmuyor, dizi yok adamın, ayağı parçalanmış. Bir eli yok, mesela. Şimdi bu insan nasıl yaşayacak orada? Bu insanın bir onuru var, değil mi, ailesi var. Dolayısıyla mevzunun sizin herhangi bir “ci” “cı” olmanızla ilgisi yok zaten devlet vatandaş ilişkisi üzerinden baktığınızda.
Şimdi bu anlamda cebir ve şiddet uygulayan… Mesela diyelim ki bu suç iradesinin aleyhinde bir düşünce beyanında bulundunuz gazeteci olarak veya bir vatandaş olarak. Hemen gözaltına alınıyorsunuz, hemen Cumhurbaşkanı’na hakaretten işlem yapılıyor. Bu nedir? Baskıdır, değil mi? Korkutmadır, değil mi? Bakıyorsunuz Terörle Mücadele Kanunu içerisinde cebir şiddet kullanılıyor mu? Kullanılıyor. Baskı, korkutma, yıldırma, sindirme, tehdit var mı? Alâsı var, sistematik biçimde. Şimdi peki bunlar cumhuriyetin niteliklerine uygun mu? Kesinlikle değil! Yani bunlar Atatürk ilkelerine mesela – anayasamızda var – cumhuriyetçilik ilkesine uymaz, halkçılığa uymaz, milliyetçiliğe uymaz. Laikliğe uymuyor yani şu anki yapılan uygulamalar. O mezhep dayatması, Diyanet’in durumu vesaire. Yani Atatürk’ün ortaya koyduğu ilkelerin tamamı yerle bir edilmiş. Hiçbirisi ayakta değil. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurumları, değerleri, hepsi yıkılmış. Bakıyorsunuz siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzen değişmiş yani, yok edilmiş. Bakın bu kullandığım ifade direkt Terörle Mücadele Yasası’nın 1. Maddesinde olan şeyler.
Mesela devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü bozulmuş mu? Bakıyorsunuz toplumun bütün segmentleri parça parça terörist ilan edilip birbirleriyle hasım haline getiriliyor mu nefret söylemleriyle? Bu ayrıştırılması, yani ülkenin bütünlüğünün bozulması değil mi? Kim yapıyor bunu, ben mi yapıyorum? Hüseyin Demirtaş mı yapıyor? Bakın çok net. Bunu o devlet gücünü ele geçiren, dini söylemler kullanan, Atatürkçü söylemler kullanan, milliyetçi söylemler kullanan, o hani vatan, namus, Allah edebiyatı yapan, toplumu birleştiriyoruz yalanıyla ortaya çıkan kişiler kamu yetkisini kullanarak vatandaşı birbirine hasım hale getirip milletin bütünlüğünü bozuyor işte yahu. Çok net değil mi?
Bakın gene devam ediyorum, çok özür dilerim.
- Yok, buyrun siz.
H.D: Devlet otoritesini zaafa uğratmak. Terörle Mücadele Kanunu’nun içerisinde var. Şimdi oraya bakıyorsunuz devlet otoritesi, yani meşru otorite… Şimdi, eğer Hakimler Savcılar Kurulu’nun yaptığı tayinler çetelerin direktifleri doğrultusunda yapılıyorsa, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün tayinleri çetelerin direktifleri ile yapılıyorsa, Jandarma Genel Komutanlığı’nın tayinleri, atamaları o doğrultuda yapılıyorsa, Jandarma Genel Komutanı mafya lideriyle, çete lideriyle aynı karede çıkıp böyle “Ben bundan şeref duyuyorum,” diye pozlar veriyorsa, ortada devlet otoritesi mi vardır, çete otoritesi mi vardır?
- Tabii ki çete otoritesi vardır.
H.D: Mesela temel hak ve hürriyetler şu anda yok edilmiş mi? Meclis’te mesela kalkıpta Ömer Faruk Gergerlioğlu çıkıp dedi ki defalarca, “İnsan hakları ihlâlleri yaşanıyor, insanlara tecavüz ediliyor, işkence yapılıyor, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde sistematik işkence yapılıyor.” Bütün dünya bununla ilgili, Birleşmiş Milletler karar verdi mesela BM verdiği kararda dedi ki, “Türkiye’de bu sistematik gözaltılar artık insanlığa karşı suç seviyesindedir.” Şimdi, Birleşmiş Milletler dünyadaki en büyük hukuk mekanizması ve biz kendi anayasamızın üstünde görüyoruz bunu, altını imzalamışız demişiz ki “Uluslararası sözleşmeler anayasanın da üzerindedir.” Ve o organ demiş ki “Türkiye’deki bu kitlesel hürriyeti tahditler artık insanlığa karşı suç sayılabilir,” demiş. Şimdi, devlet otoritesinden bahsetmek mümkün olmadığı gibi, yine Terörle Mücadele Kanunu içerisinde temel hak ve hürriyetlerin yok edildiğini de görüyorsunuz. Net bir şekilde bu da ortada. Bunun yanında diyor ki, devletin iç ve dış güvenliği, kamu düzenini, genel sağlığı bozmak amacıyla… Devletin şu anda kamu düzeni var mı? Yani, insanların hayatları güvende mi? Hukuki bir güvenlik var mı ülkede? Kamu düzeni budur yani. Anayasal düzendir yani kamu düzeni. Şimdi, anayasa tanımayan yürütme mensupları, anayasa tanımayan yasama mensupları, anayasa tanımayan yargı mensupları ve anayasasa tanımayan, devlet teşkilatını ele geçirmiş arka planda çeteler görüyorsunuz. Ortada bir hukuk düzeninden bahsedilemez ki. Genel sağlığın geldiği durumu zaten görüyorsunuz. Şimdi, bütün bu kişilerin yaptıkları terör suçu sayılıyor. Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. Maddesinde terör böyle tanımlanmış. İşte bu tanımlanan, somut, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçmiş, uluslararası kabul görmüş terör tanımına göre terör suçunu işleyen Hüseyin Demirtaş değil, şu an mevcut bürokraside bunca suça ortak olan kişilerdir. Yani bunu da ben böyle gördüğünüz gibi çok net ifade ediyorum. Durum budur.
- Hüseyin Bey, konuyla ilgili ben son bir ekleme yapayım aynı zamanda bir soru olacak. Geçen gün Sedat Peker’in açıklamalarından sonra şunu düşündüm. Sedat Peker diyor ki, “Ben bu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya 20 yıl boyunca yatırım yaptım.” Yani onu parti başkanı seçtirmiş, arkasında durmuş kendi elemanlarıyla, maddi manevi her türlü desteği vermiş. Şimdi Süleyman Soylu İçişleri Bakanı olarak polis teşkilatının başında, Jandarma teşkilatının başında. Başka başında olduğu bir teşkilat var mı?
H.D: Sahil Güvenlik Komutanlığı var. Şimdi, bunların şöyle bir özelliği var, aynı zamanda İçişleri Bakanı valilikler üzerinde de ciddi tesiri olan kişi ve Bekçi Teşkilatı var. Şimdi, ne saydık? Emniyet, yani polisler, Jandarma, bekçiler, Sahil Güvenlik. Şimdi bu dört tane kurumun, dört teşkilatın ortak özelliği ne biliyor musunuz? Bu dördünün ortak özelliği, Türkiye Cumhuriyeti yasaları doğrultusunda kendi vatandaşına -yabancılara değil- karşı silah ve zor kullanma yetkisine sahip kişiler bunlar. Yurtdışında silah kullanma yetkisi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Milli Savunma Bakanlığı’nın. Türkiye sınırları içerisinde silah ve zor kullanma yetkisi bu saydığım dört tane kurumun. Olay çok büyük yani. Bu resmi bu vehamette görmek lazım.
- Ben de şöyle düşündüm. Aslında bu sizin bahsettiğiniz polis teşkilatı, Sahil Güvenlik, Emniyet ve bekçilik yani bu dört kurumun aslında defacto yöneticisi Sedat Peker.
H.D: Biraz önce onu söyledim ya. O yüzden diyorum gayrimeşrudur. Ortada hukuk devleti kalmamıştır. Anayasa Mahkemesi de Enis Berberoğlu kararında – tabii onlar bunu daha hukuk lisanıyla söylüyorlar, ben pratiğini söylüyorum – bunu söylüyor, diyor ki, “Hukuk devletini, anayasal düzeni tanımayan uygulamalar,” ki bunlar kişiler, kurumlar, herkes için geçerli. Bu uygulamalar hukuk devletini tanımamak demektir. Yani ben ne diyorum buna, işte devleti tanımamaktır diyorum, devleti yok etmek, devleti yıkmak demek. Zaten bu defacto dediğiniz şey, bu gerçekleşmiş durumda yani. Mehmet Ağar yönetiyor dedi ya işte, Berat Albayrak… Bunlar emniyeti paylaşmışlar, ülkeyi bölmüşler. Birisi İstanbul’da hakim, öbürü Ankara’da hakim. Bu ne demek? Böyle bir şey olabilir mi ya? Hakimler Savcılar Kurulu’nun atamalarına müdahele etmek ne demek? İllerin Jandarma komutanlarını belirlemek ne demek? Yani ülke genelinde kolluk gücünü, yani saydığım o dört tane gücü, paylaşmış kendi aralarında ama çete nüfuzuyla paylaşıyorlar. Ne kadar vahim, görüyor musunuz olayı?
- Çok vahim. Gerçekten ben kendi kendime abartıyor musun dedim. Çünkü şunu dedi Sedat Peker yani, “Süleyman Soylu’nun sahibi benim.” Yani tırnak içinde, deyim yerindeyse…
- H.D: Şunu da söylüyor aslında, şimdi sahip, bazen sahibi Sedat Peker, bazen Mehmet Ağar. Yani Süleyman Soylu, sahibi değişen, aidiyeti değişen bir varlık.
Korkunç bir şey. Ve bu adam İçişleri Bakanı. Bu adamın altında koskoca Emniyet Genel Müdürlüğü ve İl Emniyet Müdürleri var. Yılların kamu görevlileri bunlar. Koskoca Jandarma Genel Komutanı var, Orgeneral rütbesinde. Bunların altında Bölge Komutanlıkları var, İl komutanlıkları var, İlçe Komutanlıkları var. İl Emniyet müdürlükleri, İlçe Emniyet Müdürlükleri var. Yüzbinlerce silah kullanma yetkisi olan kişiden bahsediyoruz bakın. Şimdi, bunların içerisinde devlete sadakat gereği çıkıp da, “Ben çetelere biat etmiş, sahibi çeteler olan bir İçişleri Bakanı’ndan emir almam,” diyebilecek kaç tane kamu görevlisi var acaba? O iktidarsızlaşma, bir suç iradesi, bir çete iradesi karşısında iradesini kaybederek iktidarsızlaşmanın karşılığı bu işte. Söylemek istediğim şey bu.
- Hüseyin Albay, devletten gelen bir insan, bir Kurmay Albay olarak Kürtçe eğitim konusunda da sizin görüşlerinizi almak isterim. Askerlerin – kurumsal olarak bahsediyorum kişisel değil – Kürtçe eğitime karşı bir alerjileri var. Yani Kürt kavramı geçtiği zaman veya Kürdistan kavramı geçtiği zaman, mesela Irak Kürdistanı denildiği zaman bile… Yani Kürt sorununa hep bir milli güvenlik sorunu olarak yaklaşmışlar. Yani yurttaşlarının belli bir bölümünü potansiyel olarak, kültürel aidiyetleri nedeniyle milli güvenlik sorunu olarak görmek acaba ne kadar sağlıklı bir anlayıştır? Galiba bu bir doktrin, değil mi? Devlet doktrini yani, gizli saklı olan bir şey de değil. Bana çok acayip geliyor, bir devlet nasıl yurttaşlarının kendi dilini, kendi kültürünü, anadilini milli güvenlik sorunu olarak görebilir. Sorun o zaman Kürt dilinde ya da Kürtlerde değil devlette yani.
Evet, tabii siz hep devlet sözcüğünü kullanıyorsunuz.
- Evet ya, kusura bakmayın.
Yo, yo problem yok. Bakın ben şunu itiraf edeyim, 2016 yılı öncesi bana bu soruyu sorsaydınız, o, nasıl bir şey dediğiniz düşünce yapısının savunucularından birisi olarak görecektiniz beni. Diyorum ya, çocukluğumdan beri böyle yetişmişim, beynimiz bu şekilde şekillendirilmiş. Sedat Peker’in vesaire ifşalarıyla bakıyorsunuz, bize bugüne kadar ‘dış tehdit’, ‘dış güçler’, ‘içimizdeki hainler’, ‘içimizdeki CIA işbirlikçileri’, ‘Amerika’nın işbirlikçileri’, ‘Amerika ajanları’ bu gibi sıfatlar insanlara dayatıldı ya, ama şimdi bakıyorsunuz ki hadise böyle değilmiş. Derin devlet diye bir şeyden bahsedilir, aslında ortada öyle ideolojik bir derin devlet de yokmuş. Ortada bir mafya, bir çete derinliği sözkonusu. İfşalar bunu gösteriyor. Bazı aydın kabul ettiğim insanlarla konuşurken düşünüyorum, diyorum ki, “Rezalete bakar mısınız, Jandarma Genel Komutanı bile böyle bir İçişleri Bakanına karşı duramıyor, Emniyet Genel Müdürü, üst düzey kamu görevlilerinden bir tanesi çıkıp da…”
Mesela hatırlar mınız 104 Amiral bir şey yayınladı, bildirge yayınladılar, bunun üzerine yüzlerce kamu ve özel kişilik suç duyurusunda bulundu. Hatırlıyor musunuz bilmiyorum.
- Evet evet, hatırlıyorum. Biz Erzincanlıyız köken olarak, bizim Erzincan Tapu Dairesi bile suç duyurusu yapmış. Çok gülmüştüm.
H:D: Bu Amiraller bir vaki olay üzerinden değil, muhtemel bir olay üzerine bir ikazda bulundular, işte Montrö sözleşmesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nde üniformasının üzerine takke giyen bir Amiral üzerinden. Dediler ki o takkeli Amiral ile ilgili, “Bunlar bizim Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinden olan Atatürk ilkelerine aykırı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde böyle bir şey olamaz,”; ikincisi, Montrö Antlaşması ile ilgili olarak, şu an yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri – o İstanbul Sözleşmesini ortadan kaldıran – aynı şekilde onu ortadan kaldıran bir Cumhurbaşkanı, gece yatıp sabah kalkıp “Ben Montrö Sözleşmesi’ni de kaldırdım,” diyebilir. Olaylara içerik açısından değil de yetki açısından baktığınızda arasında hiç bir fark yok, anlatabildim mi? Çünkü artık diyor ki bu kararnameler, “Ben artık Türkiye Büyük Millet Meclisi tanımıyorum,” diyor. “Ben tek başıma, Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi, uluslararası bir sözleşmeyi ortadan kaldırabilirim,” diyor. İstanbul Sözleşmesi’nde yaşanan şey budur.
Mesela Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atama, üniversitenin Anayasa’daki özerklik niteliğine tecavüz mahiyetindedir. Dolayısıyla o kararnamelere, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine, ‘butlan’, yani ‘hukuken yok hükmünde olmak’, ‘yoklukla malul olmak’ gözüyle bakmayan herkes hata yapıyor. Bunu ayrıca söyleyeyim, antiparantez. O amiraller bir tehlike, bir risk üzerinden bir bildiri yayınladırlar. Benim söylediklerim ise somut, olmuş vakalar üzerinden ben bunları telaffuz ediyorum. Şimdi, diyorsunuz ki bu askerler nasıl oluyor da Kürtleri, Kürtçeyi, Kürt toplumunu, Kürt halkını, Kürk ırkından gelen kişileri bir tehdit, kendi vatandaşını bir tehdit olarak görebiliyor? Beyniniz bu şekilde programlanınca, görebiliyorsunuz. Ama aslında arka plandaki meseleler hiç bir şekilde bir ırk mücadelesi vesaire değil. O homojenizasyon dediğim, tektipleştirme ve bu soykırıma uzanan bir budama, toplumun farklı renklerini budama. Kimliksizleştirip, budayacaksınız. Alevi kimliğini yok edip budayacaksınız. Mesela şu an o dayattıkları dini inanç da Sünni inanç değil; Selefilik, Vahabilik, İşidleşme. Yani İşid’in savunduğu bir zihniyeti Türkiye’de İslam gibi dayatıyorlar, böyle bir zihniyet var.
- Hüseyin Albay bunu biraz açar mısınız? Bu konuya ilk defa sizinle bu röportaj öncesi iletişim kurarken de değinmiştiniz. Bu önemli bir konu. Yani nasıl Selefileşiyor Türkiye? Sünnilik de değil bu uygulanan din anlayışı, Selefi bir anlayış. Bunu bize biraz açar mısınız? Önemli bir konu.
H.D: Mevzunun dini kısmını akademisyenlere havale ederek ben kendi gördüğümü… Türkiye tarihinde, belki de Türk tarihinde, belki de İslam tarihinde – bilemiyorum – ilk defa 15 Temmuz 2016 gecesi atılan sloganlar var. Ve Sakarya Valisi Avni Coş, “Biz belirledik bu sloganları,” dedi. Şimdi belirlenen slogan şu… Askeri birliklerin çevresini, lojmanların – bakın muharip birliklerin değil – askerlerin ailelerinin yaşadıkları lojmanların çevrelerini sarıp, anlatabildim mi bakın bu çok önemli bir şey…
- Evet, yani bir mahalle orası. Normal sivil bir mahalle gibi.
H.D: Evet, Kara Kuvvetleri’nde nizamiye denir, denizcilikte lumbar ağzı denir bir nizamiyesi var. Orada da bir tane Mehmetçik nöbet tutar, böyle bir yerdir. Ama muharip bir birim değildir orası. Benim eşimin çoluğumun çocuğumun ailelerimizin yaşadığı yer. Oralara birtakım militanlar gönderip şu sloganı attırdılar. Bu sadece Sakarya’da olmadı, bu Gölcük’te oldu, İzmit’te, Cengiz Topel üssünün orada oldu, Marmaris’te oldu, Ankara’da oldu, Beşiktaş’ta İstanbul’da oldu. Bu ne demek? Türkiye’nin değişik yerlerinde belli bir merkezden üretilmiş slogandan bahsediyorum. Zaten valiliğin bu sloganın üretilmesi sürecinde yer aldığını da bizzat Sakarya Valisi kendi söyledi. Ve bu slogan tarihte ilk defa atıldı. Slogan şu: Bunların karıları bize helaldir.
- Korkunç bir şey, evet. O sloganı duydum da organize olduğunu bilmiyordum yani.
H.D: Şimdi, birbirine benzemeyen yerlerde, birbirine benzemeyen rol ve statülerde, rütbelerde insanların ağzından aynı slogan çıkıyorsa bu belli bir merkezde üretilmiş demektir. Mesela Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı kendi maiyetine, kendi emrindeki kadın subaya işkence yaptırırken de bunu kullandı. Bir generalden bahsediyorum. Ali Türkşen isimli, Türk Silahlı Kuvvetleri birliklerine girmesi çok önceden Genel Kurmay Başkanlığı’nca yasaklanmış bir kişi, askeri bir birliğe işkence yapma kastıyla gidip orada işkence yaparken de aynı sloganı kullandı. “Şimdi, biz senin karını evine gidip bilmem ne yapacağız,” dedi.
- Hüseyin Albay şimdi şöyle bir şey var, isimleri telaffuz etmesek iyi olur çünkü o zaman cevap hakkı doğuyor, onları da almak zorunda kalacağız.
H.D: Tamam. Şöyle, bu söylediklerim tutanaklara yansımış, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde ve basın açıklamalarında farklı milletvekilleri tarafından telaffuz edilmiş şeyler.
- Bizi ilgilendiren tarafı cevap verme hakları doğuyor, o yüzden. Sizi alırsak onları da almak zorunda kalacağız.
H.D: Tamam. Aynı slogan sistematik işkencelerde, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde yapılan işkencelerde kullanıldı. Hatta eşleri, annesi getirilen insanlar var. Kız çocuğu getirilen var. Oğluyla tehdit edilen var, “Senin oğluna tecavüz edeceğiz,” diyerek. Gözünün önüne getirildi, hatta birtakım tecavüzler gerçekleşti, bir tane kadın subaya tecavüz edildi hamile kaldı o kadın subay ve sonra ameliyatla o çocuk alındı. Bakın, düşünebiliyor musunuz? Şimdi, birbirine benzemeyen rol ve statülerdeki kişilerin aynı sloganı atıp, bunu da fiilen gerçekleştirmesi hadisesinden bahsediyorum.
Yine bir cemaat lideri diyelim – elebaşı diyorum ben ama – çıktı Kısıklı Meydanı’nda dedi ki, “Bunların malları ganimettir,” dedi ve bu fetvayla Türkiye’de o KHK’larla birçok birbirine benzemez insanın malı mülkü gaspedildi. Hukuk devleti, anayasalar çerçevesinde olmadı bu, o fetvaların ürünü olarak oldu. Bu da ikincisi. Yani, karıları helal, malları ganimet. Üçüncüsü; bunların cenazeleri leş, namazı kılınmaz, Selâ’sı verilmez, cenazesi yıkanmaz, gasil yapılmaz, Müslüman mezarlığına gömülemez.
- Bir Hain Mezarlığı şeyi de var Kadir Topbaş’ın gündeme getirdiği.
H.D: Evet, Kadir Topbaş. Yani kendisi teklif ettiğini söyledi zaten, o Hainler Mezarlığı da kuruldu, tabelasıyla beraber de poz verdi. Şimdi, ne oldu? Karıları helal, malları ganimet, cenazeleri leş. Bunun dışında ne oldu? Şimdi mesela duruşmalara gidiyor insanların aileleri, o aileleri duruşma arasında gidip namaz kılacak değil mi camide? Camilerden “Sen Müslüman değilsin, senin namazın kabul olmaz deyip,”… Bakın yargılanan kişilerden bahsetmiyorum, onların annelerinden, babalarından, kardeşlerinden, çocuklarından bahsediyorum. Siz namaz kılamazsınız bu camide deyip, camilerden kovuldular. Beş madde etti. Ve bu mütemadiyen devam eden bir şey, hani aralıklı, münferit vakalar değil. Ayrıca bunlarla ilgili suç duyurusunda bulunduğunuzda KHK’larla bunları yapanlar da kayırıldı.
Birinci KHK’da kamu görevlileri için imtiyaz tanındı anayasaya aykırı biçimde, ikinci KHK’da da sadece kamu görevlileri değil, siviller de bunu yapabilir diye imtiyaz tanındı. Altıncı olarak ne oldu? Bu beş tane şey devletleştirilmiş oldu.
Diğer bir vaka, köprüde tekbir sesleriyle insanlar boğazlandı. Askeri öğrenciler, çocuklar boğazlandı, iki tanesi.
- Ve güpegündüz oldu bu yani.
H.D: Tabii ki. Şimdi, bunlar olurken İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Valisi, Ordu Komutanı vesaire, onların sağladıkları ortamda meydana geldi bu. Oradaki polisler artık vicdanları el vermeyip, “Ya bize artık takviye gönderin, biz bu sivilleri durduramıyoruz linç başlattılar,” dediklerinde oradaki emniyet müdürü – sonra Zonguldak Emniyet Müdürü oldu o şahıs – “Kardeşim beni bunlarla meşgul etme, kim ne yaparsa yapsın,” manasında oraya takviye göndermedi. Bu da etti mi yedi? Şimdi size somut vakalardan bahsediyorum. Bir ihtimalden, bir riskten bahsetmiyorum. Somut vakalardan, devletleştirilmesinden, devlet himayesine alınmasından bahsediyorum.
Şimdi bunu bir kenara koyun, İşid’in Ezidilere yaptığına bakın. Boko Haram’ın kendi bölgelerinde yaptıklarına bakın. Aynı tecavüzler var mı orada da? Irza geçmeler var mı? Malı, mülkü, haneleri gasp var mı? Tekfircilik var mı? Yani ‘Bunlar Müslüman değildir, dolayısıyla bunlar aleyhine her şey caizdir’ sapık zihniyeti var mı? Bu aynı sapık zihniyet, şu an gerçekleşen ve devlet himayesine alınan sapık zihniyetin birebir aynısı mı? Bunun herhangi bir ahlaki değerle, medeni değerle, hukuki değerle, insani değerle meşru görülmesi, makul görülmesi mümkün mü?
- Tabii ki değil, korkunç bir olay.
H.D: Dolayısıyla, İşidleşme dediğim şey de budur ve kamu teşkilatında malesef bu İşidleşme sözkonusu oldu. Bunları yapanlar da gene o Allah, vatan, namus yaygarası yapan kamu görevlileri ve onların işte o Sedat Peker vesaire işbirlikçileri. Anlatabildim mi? Hani Kürk konusundan buraya atladık, İşidleşme parantezi açtık ama tekrar dönebiliriz. Ama bu konu net oldu mu bilmiyorum.
- Yo, tamam. Son derece anlaşıldı. Zaten Türkiye’de devletin Selefileşmesinden bahsediyorsunuz yani.
H.D: Bunu nasıl yapıyorlar biliyor musunuz? Vatan toprağını ‘darülharp’ görüyorlar. Vatan toprağını darülharp gören sapık bir zihniyetin ürünü olarak kendilerini de İslam’ın Halifesi olarak görüyor, ondan sonra da diyorlar ki, “Recep Tayyip Erdoğan İslam’ın halifesidir, Reistir. O’na biat ve itaatla mükellefsiniz. Eğer O’na itaat etmezseniz siz Müslüman değilsiniz çünkü o bizim Emirimizdir -‘Ülü-l Emr’ diyorlar buna da- Ülü-l Emre itaat de farzdır,” siz farzı terkettiğiniz için de kafir oluyorsunuz. Nasıl sapık bir algoritma var burada görüyor musunuz? Kendi vatan toprağını darülharp görüp, orada kendisine biat etmeyenleri cariye, işte helâl dedikleri şey, ganimet dedikleri şey… Yani ganimet dediğin şey kafirlerden alınan bir şey, anlatabildim mi? Dolayısıyla sizi tekfir ediyor, aynı ortaçağdaki afaroz gibi. Büyük resimde bu sapık zihniyet var.
Bu sapık zihniyetin ürünü olarak kayyum atıyorlar zaten belediyeler, bu sapık zihniyetin ürünü olarak insanlara terörist diyor. Çünkü diyor ki sonra da, terörist Müslüman olamaz deyip onu ölüleştirmeyi, ona işkence yapmayı da bu şekilde caiz görebiliyor. Toplumdaki o İslam alt tabanını, Müslüman alt tabanını da bu şekilde istismar ediyorlar. Yani büyük resimde bunlar var.
Hüseyin Bey bu konuyu galiba son derece özlü bir şekilde, bir iki cümleyle bir Star gazetesi yazarı dile getirmişti. Covid’den öldü. Benim berbat bir isim belleğim var. Ayrıntıları, yüzleyi iyi hatırlıyorum ama isimleri çoğu zaman hatırlayamıyorum. O açıklamıştı, ‘Savaşı Kazandık, Ganimeti Alıyoruz,” diye.
Evet, Döngeloğlu muydu, öyle bir şeydi galiba.
- Yo, Döngeloğlu değil de başka bir isimdi. Covid’den öldü bundan 5-6 ay önce. Neyse ben onu araştırırım, podcastin transkripte ekleriz sonra (Ahmet Kekeç).O, çok çarpıcı bir şekilde bütün olup biteni bir iki cümleyle açıklamıştı , ‘Savaşı Kazandık, Ganimeti Alıyoruz,” demişti. Ben çok şaşırmıştım.
H.D: Şimdi bakın devlet vatandaş ilişkisi… Anayasal düzende, hukuk devletinde devlet vatandaş ilişkisi vardır. Biraz önce de söyledim ya hani. Siz gidip kişilerin önüne Alevi, Sünni vesaire birtakım sıfatlar eklediğinizde o devlet vatandaş ilişkisini yok ediyorsunuz. O yüzden ben devamlı devlet vatandaş ilişkisi üzerinden olayları izah etmeye çalışıyorum, ki hukuk devletinde de zaten bu perspektiften olaylara bakmak gerekir. Ben 15 Temmuz sürecini de zaten kişilerin devlet adamlığı dolayısıyla yüklendiği yükümlülüklerini yerine getirip getirmedikleri açısından analiz ediyorum. O zaman zaten sağlıklı bir analiz yapıp sağlıklı bir sorgulama yapabilirsiniz. Şimdi, diyorlar ya işte, bir sürü kurunun yanında yaş da yanıyor vesaire. Halbuki onu yapmayıp, çok net hukuk adamı gözüyle, devlet adamı gözüyle olaylara baktığınız zaman hiç kimse mağdur olmaz, çok net yani. Hiç böyle soykırım infaz listeleri hazırlamanıza gerek yok ki. Bunca insanı öldürmenize gerek yok ki. Çok net bir şekilde bu sahtekarlığa da ihtiyacınız yok. Neden benim aleyhime sahte belgeler düzenleyeceksiniz? Bunlara da ihtiyacınız yok. Olay çok basit aslında ama arkada yegane kasıt insanları öldürme ve bu homojenizasyon kastı olduğu için, işte o zaman siz bunu hukuk insanlarıyla, devlet adamlarıyla yapamıyorsunuz. Neye muhtaç kalıyorsunuz? Mafyalara, çetelere muhtaç kalıyorsunuz. Artık öyle bir durum oluyor ki, çeteler önce kullanılırken, devlet çeteleri, suç örgütlerini istismar ederken, belli bir yerden sonra artık çeteler atamaları yapmaya başlar hale geliyor. Yani çeteler devletleşiyor. Önce devletler çeteleşiyor, sonra çeteler devletleşmiş oluyor. Bu karşılıklı çeteleşme devletleşme kaosu içerisinde de devletle suç örgütü, biraz önce Terörle Mücadele Kanunu’nundaki uygulamaları saydığım zaman gördüğünüz terör örgütü ve bunların sonuçlarının soykırım olması itibarı ile soykırım terör örgütü arasındaki ayrım yapılamaz hale geliyor.
Muhreç Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş Kimdir?
1970 yılında Sivas’ta doğdu. İlk ve orta öğreniminin ardından Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu eğitimini tamamlayarak 1994 yılında Deniz Subayı olarak Teğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hizmet etmeye başladı. 22 yıllık deniz subaylığı süresince Deniz Kuvvetlerinin çeşitli yüzer ve kıyı birliklerinde ve çeşitli uluslararası pozisyonlarda görev yaptı. 2016 yılında Bükreş Deniz Ataşesi görevinin tamamlanmasının ardından Türkiye’ye döndüğünde, Romanya’da iken Türkiye’de adam öldürmüş ve yaralamış gibi gösterilerek gözaltına alındı. Ardından hak mücadelesine başlayınca memuriyetten çıkarıldı. Kendisini bir insan hakları aktivisti olarak tanımlayan Hüseyin Demirtaş halen Türkiye’deki rejim değişikliği ve milyonlarca vatandaşa karşı uygulandığını düşündüğü insanlığa karşı suçlarla mücadele yürütmektedir. Evlidir, 3 çocuk sahibidir, İngilizce bilmektedir.