Marcel Bois |
Margarete Schütte-Lihotzky ilk hazır mutfağın yaratıcısı olarak biliniyor. Bu mutfağın alametifarikası ev işlerine ayrılan zamanın kısaltılması için tasarlanmış olması. Ancak Lihotzky’nin “sosyal mimarisi” onun daha derinde yatan siyasal inançlarının sadece bir parçasıydı- onun Nazizm’e karşı Komünist direniş içinde yer almasına yol açan bir yolculuktu…
Hiç şüphe yok ki “Frankfurt Mutfağı”, Margarete Schütte-Lihotzky’nin en öncü niteliğindeki çalışmasıydı – New York Modern Sanat Müzesi’ndeki bir örneğini bugün bile bulabilirsiniz. Sadece 1.9’a 3.4 metre ölçülerinde olan dünyanın ilk hazır mutfağıydı söz konusu olan. Mavi-yeşil dolapları, pratik çalışma alanı ve uygun fiyatıyla biliniyordu. 1920’li yılların işçi dairelerinde mevcut olan sınırlı mekanı değerlendirmek için tasarlanmış mutfak, öyle etkin bir düzenlenişe sahipti ki yapılması gereken işler arasında geçen vakit bir kronometre tarafından ölçülebilirdi.
Yine de Schütte-Lihotzky’nin bir iç tasarımcı olarak tanınmaya dönük bir arzusu yoktu. Eskiden, insanlar onu sadece Frankfurt Mutfağı’nın tasarımcısı olarak tarif ettiğinde, “Ben bir mutfak değilim” diye ısrar edecekti. Gerçekten de Avusturyalı mimar 103 yıllık yaşamı boyunca dünyaya çok daha fazlasını vermişti- özellikle de sosyalist siyaseti bakımından. 1897’deki doğumunun ardından, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kadınların rolünün çoğunlukla kinder, küche, kirche (çocuk, mutfak, kilise) olarak tanımlandığı dönemleri yaşıyordu. Yine de Margarete Schütte-Lihotzky’nin yaşamı oldukça farklı bir rota izledi – öyle ki kariyer, mutfak ve komünizm onun için daha uygun bir tanımlama olacaktır.
Kişiliğini şekillendiren bir deneyim
Margarete Lihotzky 23 Ocak 1897’de Viyana’da doğdu ve büyüdü. Bir burjuva ailesinden geliyordu. Babası üst düzey bir devlet memuru idi. Annesinin ünlü sanat tarihçisi Wilhelm von Bode’la teması vardi ve von Bode Nobel Barış Ödülü sahibi olan Bertha von Suttner’ın bir tanıdığıydı. Bu arka plan Margarete Lihotzky’nin Birinci Dünya Savaşı yıllarında Viyana Üniversitesi’nin Uygulamalı Sanatlar Bölümü’nde öğrencilik yapmasına olanak sağlamıştı. Viyana Üniversitesi o dönem kadınların gidebildiği sayılı üniversiteden biriydi.
Orada Oskar Strnad isimli mimar bir hocası vardı. Lihotzky işçi daireleri için bir tasarım yarışmasına katılmaya ilgi duyduğunu söylediğinde Strnad ona işçilerin yaşam koşullarını gözünde gerçekten canlandırabilmesi için işçi sınıfının yaşadığı bölgeleri ziyaret etmesini önerdi. Gerçekten de yüzyılın başında Viyana temelden bölünmüş bir şehirdi. Merkezde Habsburg krallığının temsilcileri vardı ve refah içindeki orta sınıf kentin büyük binalarında yaşarken dış bölgeleri kuşatan yerlerde göçebe sanayi proletaryası karanlık ve dar gecekondularda yaşıyordu.
Bu Lihotzky için şekillendirici bir deneyim olmuştu. Hatıralarında “Büyük Heinrich Zille’in şu alıntısını henüz bilmiyordum, ‘bir insanı baltayla olduğu kadar bir apartman dairesiyle de öldürebilirsiniz’ oysa hissettim bunu”, diye anımsayacaktı. “Viyana’da benim orta-sınıf entelektüellerinden ibaret dünyamın ve kendilerini diğer sınıfların üzerinde gören elitlerin yaşamlarının yanında, zorlu hayatlarını yaşamaya çalışan yüz binlerce kişiden oluşan muazzam bir sosyal sınıfın olduğunu bilmediğimi çok daha açık şekilde fark ettim. Onların yaşadığı sefaletin sebepleri benim için henüz çok açık olmasa da, onların yoksulluklarını ortadan kaldırmaya katkı sağlayabileceğim bir kariyer seçmeyi istedim. Bir mimar olmaya karar vermem böylece kesinleşti.
Gerçekten de Lihotzky’nin 1919’daki mezuniyetinden sonraki ilk profesyonel çalışması toplumun daha yoksul kesimlerine adanmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, hem işçi ayaklanmaları hem de ulusal azınlıkların çıkardığı isyanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşüne yol açmıştı. Viyana açlık ve muazzam bir konut sıkıntısı içindeydi. Kalabalık sayıda işçi, kentin etrafını saran ormanlık alanları işgal etmiş ve basit barakalar inşa etmişti. Lihotzky’nin daha sonra anımsadığı gibi, “böylece zorunluluk nedeniyle imar izinleri olmayan derme çatma yerleşim yerleri inşa ettiler.” Genç mimar kentin barınma yerleşim komisyonunda bir iş buldu ve harekete destek olmak için faaliyet gösterdi. Lihotzky inşa etmesi kolay evler için prototipler geliştirdi, ilk mutfakları tasarladı ve “yerleşimcilere” sorunları hakkında danışmanlık yaptı.
Bu yeni bir şeydi: Habsburg krallığı yönetiminde çoğu mimar elit kesim için çalışıyor, üst sınıflar için alçıdan oluşan gösterisi bina cepheleri tasarlıyorlardı. Ancak Lihotzky bunun yerine “sosyal mimariden” yanaydı, çünkü işçi sınıfının yaşam koşullarını iyileştirmeye çalışıyordu. İşinin kılavuz niteliğindeki ilkelerini özetlerken –işlevsel olarak tasarlanmış bir mimari yaklaşım ile- ortalama işçinin “çatısı üzerindeki melek figürlerinden ziyade mutfak lavabosundan daha fazla faydalandığında” ısrar etti.
Lihotzky, bu görüşünde asla yalnız değildi. Savaşın sonundaki isyanlar ve devrimlerden esinlenmiş sayısız mimar ve sanatçı sıradan insanların ihtiyaçlarına hitap etmeye başlamıştı. Moskova’da Rus avangardının temsilcileri posterler ve vitrinler tasarlamış, ajit-trenler (devrimin mesajını yaymak için ülkenin etrafında tur atan trenler) üzerine resimler çizmiş ve işçi kulüpleri tasarlamışlardı. Aynı zamanda Berlin’de – ki kendisi de bir devrim merkeziydi- sanat için bir işçiler konseydi vardı. Konseyin üyeleri anıtsal nitelikte kamusal binalar tasarlamış, amatör mimarlarla sergiler düzenlemiş ve daha sonra Bauhaus tarafından gerçekleştirilecek sayısız fikirler geliştirmişti.
Herseyden önce Lihotzky, kendi kenti olan Viyana’daki gelişmelerden etkilenmişti. Yeni kurulan Avusturya Cumhuriyeti’nin başkentinde, kentin sosyalist hükumeti yeni bir radikal reform programı yürürlüğe koymuştu. Program kreş ve anaokulları açıyor ve ücretsiz sağlık hizmeti sunuyordu. Ancak 1920’lerin “Kızıl Viyana’sı” yoğun konut projeleriyle öne çıkıyordu. Kısa süre sonra kent yönetimi küçük müstakil evler yerine büyük miktarda apartman blokları yapmaya başladı. 1930’ların başında kentin 64 bin dairesi vardı ve iki yüz bin civarında insana konut sağlanıyordu. Lihotzky toplamda dört yüz apartman blokunun birisine planlama konusunda yardım etmişti. Bu “komünal sosyalizm” için gerekli fon ise kararlı yeniden paylaşım mekanizmaları aracılığıyla evde işçi çalıştırma, lüks eşyalar ve pahalı konutlar gibi kalemler üzerine konan vergilerle sağlanıyordu.
Aynı zamanda, sınırın öte tarafında Almanya’da olan kentler de sosyal konutlar inşa etmeye başlamıştı. Bunlar arasında Berlin’in “ At Nalı Konutları” olarak bilinen ve 1925 ve 1933 yılları arasında inşa edilen proje ile “Yeni Frankfurt” projesi de vardı. Gerçekten de, 1920’lerin ortasında, Frankfurt’un yeni planlama direktörü Ernst May ve ekibi yeni bir estetik standart benimsemeye başlamıştı. Sadece binlerce apartman inşa etmekle kalmadılar aynı zamanda yeni armalar, neon tabelalar ve tramvay durakları tasarladılar. Onların en kalıcı etkilerinden birisi ise yerel bir firma tarafından proje için tasarlanmış olan ancak günümüzde her tarafta yaygın şekilde kullanılan “Futura” tipi yazı karakterinin kullanımıdır.
Bu proje de doğrudan Lihotzky’yi ilgilendiriyordu. Lihotzky’i Viyana gezisinde karşılayan May onu kendisiyle çalışmaya ikna etmişti. 1926’nın başında yirmi dokuz yaşındaki mimar, Frankfurt konut departmanı standartlaştırılması bölümünde çalışmaya başlamış ve burada zamanını ev içi işin rasyonelize edilmesi ve apartman dairelerinin inşası gibi konulara adamıştı. Burada sayısız dersler verdi, yaşamaya elverişli konutlar için tasarılar ve o ünlü mutfak tasarımını çizdi. Bu tasarım on binden fazla yeni apartman dairesine monte edildi.
Burada yine, Lihotzky’nin amacı ücretsiz icra edilen ev işini kolaylaştırarak işçi sınıfının yaşamını iyileştirmekti. Daha sonra şöyle diyecekti: “kadının ekonomik bağımsızlığının ve kendini gerçekleştirmesinin toplumsal bir değer olduğuna ve dolayısıyla ev içi emeğin daha fazla rasyonalize edilmesinin bir zorunluluk olduğuna ikna olmuştum.” Taylorizmden yoğun şekilde etkilenmişti: Franfurt Mutfağı’nın modern bir endüstriyel iş yeri kadar pratik olması hedeflenmişti. Düzenleme için trenlerin yemek vagonlarındaki mutfaktan esinlenilmiş, en önemli eşyaların çoğu erişim mesafesine konumlandırılmış ve iş sürecini kısaltmaya yardım amacı ile tasarlanmış çok sayıda da cihaz vardı. Yüzeyler mavi-yeşile boyanmıştı çünkü bilim insanları bu renklerin sinek gibi canlıları uzak tutacağını öne sürmüştü. Maliyeti düşürmek içinse Frankfurt Mutfağı kolayca kitlesel üretimi yapılabilecek bir modüler sistem olarak tasarlanmıştı. Yeni bir apartman dairesine doğrudan kurulduğundan, bir dolabın arkası için gerekli olacak tahtadan da tasarruf sağlanmıştı.
Frankfurt Mutfağı kısa zamanda Lihotzky’yi ünlü yapmış ve hikayesi uluslararası basından yoğun bir dikkat çekmişti. Lihotzky daha sonra şöyle yazacaktı: “bir kadının esas olarak evde mutfakta çalışmış olması zamanın burjuva ve küçük burjuva görüşleri ile uyumlu, dolayısıyla elbette kadın bir mimarın en iyi bileceği şey yemek pişirmek için önemli olan şeydir.” Ancak düzelterek eklemiştir: “o zaman propaganda olarak işe yaramıştı ancak doğruyu söylemek gerekirse Frankfurt Mutfağı’nı tasarlamadan önce asla ev işi yapmadım, yemek pişirmedim veya mutfakla herhangi türde bir deneyimin olmadı.”
Mutfaktan Yangına
Fakat Lihotzky’nin Frankfurt’taki dönemini belirleyen şey sadece kariyer başarısı değildi – aynı zamanda orada politik olarak da radikalleşmişti. “Sosyal Demokrat Viyana’nın konut, sağlık, eğitim ve kültür alanlarındaki başarılarından” zaten etkilenmiş ve kısa süre sonra da Avusturya Sosyal Demokrat Partisi’ne katılmıştı. Bu kararının arkasında Avusturya’nın önde gelen ekonomistlerinden Otto Neurath’ın etkisi vardı ve Neurath’ın kendisi de kısa ömürlü Münih Sovyet Cumhuriyeti’nde yer almış ancak hareket bastırıldıktan sonra Viyana’ya dönmüştü. Lihotzky, Neurath ile ilk defa Viyana konut ve yerleşim komisyonu için çalışırken tanışmış ve ikili uzun yıllar sürecek bir arkadaşlığın tohumlarını atmışlardı.
Daha sonra Frankfurt’ta yaşayan Avusturyalı mimar kendi kentinin radikal politik kültürünü özleyecekti. Yeni ülkesi Almanya’da gördüğü şeyleri Viyana’daki durumla kıyaslarken şunları yazmıştı, “meslektaşlarımın politik tek tipliliği beni şaşırtıyor ve dehşete düşüyor- hepsi de düzenli personel ve kıdemli bürokratlar gibiler”. Öte yandan Frankfurt Sosyal Demokratlarını da kendi meslektaşlarından daha iyi bir durumda bulmuyordu ve aynı zamanda partinin kendisini üye yapma girişimlerinden de kaçınıyordu. Bu ayrıca kafa dengi insanlarla buluşma ve fikir alışverişinde bulunma fırsatının da çok nadir olduğu anlamına geliyordu. Bunun tek istisnası, Lihotzky’nin 1927’de evleneceği Frankfurt’taki meslektaşı Wilhelm Schütte’ydi.
Schütte-Lihotzky yine de Frankfurt Okulu olarak isimlendirilen yerde politik faaliyeti için başka bir kanal bulmuştu- Sosyal Araştırma Enstitüsü. Neurath onu enstitünün direktörü, kendisi de Viyanalı olan “seçkin eski Marksist” Carl Grünberg’le tanıştırmıştı. Önde gelen Avusturyalı Marksistler Max Adler, Otto Bauer ve Karl Renner de Grünberg’den etkilenmişlerdi. Lihotzky daha sonra şöyle hatırlayacaktı: “Frankfurt’taki beş yılım boyunca en iyi saatlerimi onun evinde geçirdim”.
Bu Schütte-Lihotzky’nin politik faaliyetlerinde gerçek bir değişim anlamına geliyordu: Anılarında enstitüyle ilişkiye geçmeden önce teorik Marksizm bilgisinin Komünist Manifesto ve Engels’in kimi makaleleriyle sınırlı olduğunu ancak şimdi Grünberg’le yoğun şekilde siyaset tartışmaya başladığını yazmıştı. Grünberg’in, aynı zamanda, Sovyetler Birliği ile yakın bir teması vardı ve Lihotzky daha sonra “Avusturya Sosyal Demokrasisi’nin gerçekliğine benim gözlerimi açan ve onların ülkeyi sosyalizme götürmeyeceğini anlatanın” Grünberg olduğunu yazacaktı.
Lihotzky’nin tutumundaki bu değişikliği etkileyen bir diğer etmen de Viyana’daki olaylardı. 1927 yazında, üç aşırı sağcı paramiliter militanın cinayet suçlamasından beraat etmesi bir genel grevin ve Adalet Sarayı’nın yakılmasıyla sonuçlanacak bir isyanın fitilini ateşlemişti. Ancak Sosyal demokratlar doğmakta olan protesto hareketini desteklemekten çekinmişti – bu Sol kesimden çok fazla tepki çeken bir karardı ve tepki gösterenlerin arasında Lihotzky de vardı. Bu olaylar onun partisinden ayrılmak için daha sonra “hazin bir mektup” dediği bir yazıyı kaleme almasına neden oldu. Enstitünün etkisi altında Schütte-Lihotzky şimdi yüzünü komünizme dönmeye başlamıştı.
Bir Komünist Olmak
Gerçekten de, Büyük Buhran krizi Yeni Frankfurt’a getirdiğinde, “Doğu’dan gelen ışık” Schütte-Lihotzky’nin penceresinde parlamaya başlamıştı. Kent yönetimi artık Almanya’daki projeyi fonlayamazken, projenin başındaki Ernst May’e Sovyetler Birliğine gitme ve orada ilk Beş Yıllık Plan’ın bir parçası olarak yeni kentler planlama fırsatı sunulmuştu. 1930 ekiminde May bir grup Almanca konuşan mimarla birlikte Moskova’ya yola çıktı.
Schütte-Lihotzky ve kocası bu ekibin bir parçasıydı. Birlikte Uralların eteğindeki bir sanayi kasabası olan Magnitogorsk’taki binalarda ve başka projelerde çalıştılar. Diğer yabancı uzmanların çoğu Sovyetler Birliği’ni kısa zamanda terk ederken çift Sovyet sosyalizmini inşa etmeye yardım ederek hayatlarının tadını çıkarmaya devam etti. Büyük Terör ve yargılamaların başladığı 1937’ye kadar orada kaldılar. Bazı yeni araştırmalar Wilhelm Schütte’nin kendisinin de rejim tarafından hedef alınmaya başlandığını ve bu durumun ülkeyi terk etme kararı almasına katkıda bulunduğunu öne sürüyordu. Ancak Sovyetler Birliği’ni geride bırakmak komünizmi geride bırakmak anlamına gelmiyordu. Londra ve Paris’te çalıştıktan sonra çift İstanbul’a geçti ve burada arkadaşları Bruno Taut’un yardımıyla Güzel Sanatlar Akademisi’nde çeşitli görevler üstlendiler. Türkiye’de Margarete ve Wilhelm nihayet Avusturya Komünist Partisi (KPÖ) üyesi oldular.
Naziler Avrupa’da her gün giderek daha fazla yayılsa da Türkiye hiçbir zaman çatışmaya doğrudan taraf olmadı. 1940’da Schültte-Lihotzky bu göreceli güvenli ortamı arkalarında bırakıp anavatanlarındaki anti-faşist direnişe katılmaya karar verdiler. Lihotzky Viyana’ya bir direniş kuryesi olarak döndü. Ancak, maalesef, grubu açığa çıktı. Lihotzky tutuklandı ve ölüm cezasından kıl payı kurtuldu. Savaş yıllarının çoğunu Viyana ve Bavyera’da hapishanede geçirdi ve 1945 nisanında ABD askerleri tarafından kurtarıldı.
Ancak bu yeni özgürlük yeni güçlükleri de beraberinde getirdi. Soğuk Savaş Viyanası’nda Lihotzky yalıtılmış bir vaziyetteydi ve kentsel yapı işleri için nadiren sözleşme teklifi alıyordu. Savaş öncesindeki profesyonel ağı artık mevcut değildi ve bir kadın, direniş savaşçısı ve komünist olarak daha da marjinalize ediliyordu. “Yıllarca ‘persona non grata’ (istenmeyen kişi) konumundaydım.” diye yazacaktı, “bir KPÖ üyesi olarak kamu sözleşmelerinde çalışmaktan pratik olarak men edilmiştim.” Bu durumun da etkisiyle Lihotzky yoğun olarak seyahat etmeye başladı: 1958’de Mao’nun Çin’i üzerine çalışmak için uzun bir geziye çıktı ve izleyen on yıllardan sonra Küba ve Doğu Almanya da çalışmaya başladı.
Direniş Anıları
Schütte-Lihotzky’nin hayatı boyunca iki şey değişmeden kaldı- bir mimar olarak mesleki adanmışlığı ve derin politik angajmanı. Bir anti-faşist, komünist ve kadın aktivisti olarak, 60 yıldan fazla bir süre KPÖ üyesiydi ve yirmi yıl boyunca da Demokratik Kadın Federasyonu’na başkanlık yaptı.
Mimarın anavatanında uzun bir süre reddedildikten sonra tekrar kabul görmesi ise Soğuk Savaş’ın sonuna doğru gerçekleşti. Neredeyse otuz yıl boyunca, medya ve politikacılar bir dönem dünyaca ünlü mimarı görmezden geldiler. Nihayet, Lihotzky seksen yaşının üzerindeyken hakkında yoğun haberler çıkmaya başladı. Birçok fahri doktora unvanı ve sayısız ödül aldı. Bunlardan birisi de Avusturya Cumhuriyeti’ne hizmetleri nedeniyle verilen “Büyük Onur Altın Yıldız Dekorasyon Ödülüydü”.
Lihotzky ilerleyen yaşına kadar politik inançlarını devam ettirdi, 1985’te “Direnişten Anılar” isimli bir kitap çıkardı. Yaklaşık yüz yaşında, Nazi dönemini yaşamış ve hayatta kalmış dört kişiyle birlikte Nazi imha kamplarını önemsiz gösterdiği gerekçesiyle aşırı sağ politikacı Jörg Haider’e dava açtı. Nazi zulmünün bir mağduru olarak Haider’in Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) yükselişinden büyük rahatsızlık duydu. Yine de aşırı sağın Avusturya federal hükumeti olduğunu görmedi- nedeni ise sadece Lihotzky’nin 18 Ocak 200’de yani FPÖ hükumete gelmeden sadece iki hafta önce ölmesiydi.
Kendi hayatını tarif ederken, Schütte-Lihotzky şöyle yazmıştı: “Benim için esasen önemli olan, işimde ve onun dışında kalan yaşamımda, sahip olduğum etkinin tüm imkanlarıyla içine doğduğum dünyadan daha iyi bir dünya yaratmaya katkıda bulunmaktı.”
Yaklaşık 103 yıllık tarihi bu inancının anıtı gibidir.
Bu makale JACOBİN de yayınlanan İngilizce orijinal versiyonundan çevrilmiştir.
Çeviri: BARIŞ YILDIRIM