Elie Mystal |
Medya Minneapolis protestocularını kınarken, cinayet ve baskıya karşı şiddetsiz karşılık vermenin inanılmaz bir güç gerektirdiğini hatırlamakta fayda var.
Asla polise taş atmazdım. Asla bir dükkan vitrinine bir tuğla fırlatmazdım. Asla bir ofis binasını ateşe vermezdim. Ama bunları yapmak istiyorum. Bazı insanların bunu neden yaptığını anlıyorum.
“Şiddet karşıtı” olmam gerektiğini biliyorum. 42 yaşında, karısı, iki çocuğu olan, ev kredisi ödeyen bir adamım; lisans eğitimim, hukuk diplomam ve Twitter’da mavi ‘tik’im var. Biber gazı ve plastik mermilere taş ve alevlerle karşılık verdiklerinde protestolarının ahlaki üstünlüğünü yitirdikleri iddia edilen “isyancılar” ve “yağmacılar”ı dışlamam gerektiğini biliyorum. Ancak adaletsizlik karşısında herkesin sabrının bir sınırı var.
George Floyd’un ölümü üzerine Minneapolis’te başlayan protestolar ikinci gününde, dün gece şiddetli bir patlamaya dönüştü. Bunun nedenini anlıyorum. Ve bunun daha sık olmamasına şaşırıyorum.
Kendinizi yalnızca geçen Mart ayından bu yana, Amerika’daki nispeten bilinçli bir siyah insanın yerine koyun. Siyah toplumu orantısız bir şekilde kasıp kavuran bir salgınla başbaşayken, medya sürekli olarak salgın hakkında yalan söyleyen ırkçı bir başkanın canlı basın konferanslarını yayınlıyor. Kongre beyazların sahip olduğu şirketlere milyonlarca dolar akıtırken, işten çıkarmalar ve işsizliğin toplumumuzu kırıp geçirdiğine şahit olduk. Beyazların çılgına dönüp, polise Konfederason bayrakları ve silahlarını salladıklarını, güvenlik görevlilerini göle attıklarını ve sorunsuzca kalabalık gruplar halinde toplandıklarını, polislerin ise sosyal mesafe kuralını ihlal ettikleri gerekçesiyle –tam anlamıyla- siyahların üzerine oturduğunu gördük.
Ve sonra cinayet haberleri gelmeye başladı. Son üç haftada Ahmaud Arbery’in linçi videoya kaydedildi. Breonna Taylor polis tarafından kendi yatağında, kameralardan uzakta öldürüldü. Ve George Floyd hayatını kurtarmak için kaldırımdaki yabancı insanlar dil dökerken, polis tarafından güpegündüz sokakta boğuldu.
Tüm bunlar olurken siyah olduğunuzu, tüm bunlara şahit olduğunuzu ve protesto düzenlediğinizde beyaz Konfederasyon taraftarları gibi sakin, soğukkanlı bir polis tepkisiyle karşılaşmak yerine, tam teçhizat giyinmiş, kalabalığı ‘kontrol’ altına almak üzere biber gazı ve plastik mermi kullanan polisle karşı karşıya geldiğinizi düşünün.
Ve sonra bir taş gördüğünüzü. Ve sonra sahibi beyaz, boş bir dükkan gördüğünüzü. Ve sonra bir kibrit gördüğünüzü düşünün.
Çoğu siyah insanın bu durumda taşı eline almaması bir mucize. Siyah insanların ezici çoğunluğunun maruz kaldığı şiddet ve teröre karşı taşlar ve tuğlalar yerine, kelimeler ve şarkılarla yanıt vermesi başlı başına olağanüstü. Amerika, siyah ve esmer insanların devlet destekli şiddete karşı şiddetsizlikle tepki verdiği için, haline şükretmelidir. Başka bir zaman ve dünyanın diğer yerlerinde, “yerel polis” olarak bilinen beyaz Amerikan paramiliter güçler tarafından düzenli olarak uygulanan adaletsizlik, molotof kokteylleri ve gerilla savaş taktikleri ile karşılık bulur. Burada ise siyah insanlar sokaklara çıkar ve hemen hemen hepimiz bunu şiddet kullanmadan yaparız. Amerika dünyanın en şanslı ülkesi.
İnsanlar şiddete başvurmamanın bir seçim olduğunu anlamalı ve aklından çıkarmamalıdır. Ben köken olarak Haitili’yim. Bu önemli, çünkü Haiti kökenli herhangi birinin size memnuniyetle anlatacağı üzere, Haiti, Batı yarım küredeki tek başarılı “köle isyanı”nı yaşamış ve özgürlüğünü de şiddet kullanmadan kazanmamıştır. Sanırım kökenim, şiddete başvurmamanın diğer birçok seçenek arasında sadece bir seçenek olduğunun farkında olmamı sağlıyor. Beyazlar dinlerken herkes T’Challa (çizgi roman karakteri / Black Panther)* gibi konuşuyor ama Killmonger (Black Panther’in en önemli düşmanı)*, en azından kısmen, haklıydı. Kara Panter olmanın birçok yolu vardır.
Cinayet ve baskı karşısında şiddete başvurmamak inanılmaz bir güç gerektirir. Tarihin ibresinin eninde sonunda adalete döneceğine dair, neredeyse mantıksız bir inanç gerektirir. Ben ne İsa’yım, ne de Martin Luther King Jr.; “diğer yanağını çevirmek” benim için doğal bir güdü değil. Bu, çoğu zaman mantıklı bile görünmüyor.
Ağırlıklı olarak siyahların olduğu bir protesto eylemine katılıncaya kadar, şiddetsiz direnişin kendinizi ne kadar çıplak, ne kadar korunmasız hissettirdiğini anlamıyorsunuz. Kalabalığın içinde, polislerin “ateş açmayı” planladığı söylentisi yayılana kadar, şiddete başvurmamanın ne anlama geldiğini gerçekten düşünmediğinizi farkediyorsunuz. Sizi öldürme yetkisine sahip olduğunu bildiğiniz polisi, silahsız bir halde protesto etmenin kendinizi nasıl aptal hissettirdiğini bilemezsiniz.
Şimdiye kadar katıldığım böyle eylemlerden biri New York’ta Sean Bell’in öldürülmesinden sonraydı ve Bell’in cinayetiyle ilgili protestolar bu kadar ateşli değildi. O gün sokak eylemcisi olamayacağımı anladım. Beyaz şiddetine karşı etkili bir siyah eylemci olmak soğukkanlılık gerektiriyor. Aslında bu en önemli beceri. Protestoya katılıp bir kova taş almak ve bunu düşmana atmak çok daha kolay olurdu. Bunu herkes yapabilir. Bunu yapmak doğal. Ancak savunmasız bir haldeyken şiddete uğrayacağınız bilinciyle orada olmak, benim sahip olmadığım bir cesaret gerektiriyor.
Üstelik, şiddet kullanmayan siyah eylemci, aralarından bir dangalağın bile ‘şiddet’ içeren bir şey yapması durumunda, dikkatini çekmeye çalıştıkları medyanın soğukkanlılıklarını ve cesaretlerini göz ardı edeceğini kesinlikle bilir. Kelimelerle aram iyidir, bomba gibi pankartlar hazırlayabilirim. Ama aynı zamanda, Lin-Manuel Hamilton gibi dizeler döktürerek saatlerce dışarıda durabileceğimi de biliyorum ve yoldaşlarımdan ikisi Target’tan bir televizyon yağmaladıysa, kameraların beni göz ardı edeceğini de biliyorum. Kamera ateşi sever. Kanı sever. Şiddete ilgi duyar. Bazen insanlar taş atarlar, çünkü beyazların dikkatini yalnızca bu şekilde çekebileceklerini düşünürler.
Basın şiddeti özendirir; öfke şiddete ilham verir ve kendini koruma içgüdüsü şiddeti zekice ve haklı gösterir.
Bu yüzden, bu yolu tercih etmeyenleri kınamak yerine, şiddete basvurmadan eylem yapanları övmeyi seçiyorum. Bu ülkenin dört bir yanındaki siyahların gösterdiği soğukkanlılık takdire şayandır. Bizler terörize ediliyoruz. Travma yaşıyoruz. Bizi sokak ortasında öldürebilen polisler tarafından avlanıyoruz ve şikayet etmek için toplandığımızda, aynı polis bizi korkutmak, incitmek ve dağıtmak için şiddet taktiklerine başvuruyor. Ve yine de, neredeyse hepimiz yumruklarımız yerine kelimelerimizi kullanıyoruz.
Bu ülke neredeyse her gece, neredeyse her şehirde alevler içinde yanıyor olabilirdi. Böyle olmamasının nedeni, bu ülkedeki çoğu siyah insanın muazzam bir soğukkanlı duruşu tercih ediyor olmasıdır. Çoğu siyah insan hala uzlaşmaya hazır. Çoğu siyah insan, Amerikan polisinin seviyesine inmeden, bize karşı uygulanan şiddete dayanma cesaretine ve yürekliliğine sahip.
Amerika bunun değerini daha çok bilmeli. Ve bunun bir tercih olduğunu unutmamalı.
Elie Mystal Kimdir?
Elie Mystal, Nation’ın adliye, ceza yargılama sistemi ve siyaset haberlerini yapan, adliye muhabiri ve derginin aylık köşesi “Objection!”ın arkasındaki güçtür. Ayrıca Type Media Center’da bir Alfred Knobler Üyesi. @ElieNYC hesabından takip edebilir.
Bu makale THE NATION’da yayınlanan İngilizce orijinal versiyonundan çevrilmiştir. Çeviri: Irmak Gümüşbaş
*Cevirmenin notu / Videolar makaleye Görüs Redaksiyonu tarafindan eklenmiştir.