Her kişinin kendine has farklı bir tavrı, tutumu, davranışı, zevki ve yeteneği vardır. Kişi kendiliğini fark etmeye küçük yaşlarda başlar fakat tam olarak bireyliğini ergenlik çağında ortaya koyar. Bu döneme kadar annesi veya özel bakımını üstlenen insan tarafından giydirilmiş, yedirilmiş ve biçimlendirilmiş olmasının artık sonu gelmiştir. Artık kendi seçimleri ve hayata karşı kendini konumlandırmaya başladığı döneme geçmiştir. Kişi kimlik duygusunu 12 veya 13 yaşından itibaren ailesinin elinden kendi inisiyatifine almaya başlar.
Kimileri kimseye benzemeyen bir tarzı benimser kimileri ise çoğunluğa benzer bir tarz ile kendini konumlandırmayı tercih eder. Bu durum biraz kültürler arası anlayış ile de değişir. Uzak doğuya baktığımızda farklı olmaya çalışan kişiye “Çıkan çiviye çekiçle vur” diye bir atasözü ile karşılık verirler. Bu da o kültürün farklı kişinin uyumsuz olduğunu ifade eden bir yaklaşımda olduğunu gösterir. Tam tersi batıda farklı olmanın, eşsiz olmak anlamına gelip bunun taçlandırıldığı bir anlayıştadır. Batı kültüründen dikkat çekmek başarıdır. Burada yine kolektif ve bireysel kültürlerin farkları devreye girer.
Kolektif kültür kişinin grubun dışında görünmesinin grubun ahengini tehlikeye attığı için tasvip edilmez. Bu bir nevi sizden üstünüm farklılığı yaratma endişesi olarak kabul edilebilir. Farklı olanın kendileri ile anlaşamayacağını düşünürler. Uzak doğuda yapılan bir araştırmada insanların bir seçim yapmaları istendiğinde aşina olduklarına eğilim gösterdikleri tespit edilir. Bireysel kültür insanları ise tam tersi şekilde hareket eder. Daha az tercih edilene yönelme ve kendi özelliklerini yansıtan seçimleri yaptıkları gözlemlenir.
Hangi kültürde yaşarsak yaşayalım insanın doğasında yarışmak, farklı olmak ve dikkat çekmek vardır. Şu bir gerçek ki insan eşsizdir, tıpkı parmak izlerimiz gibi, ayrıca hayat tecrübelerimiz ve durumları algılayışımız da birbirinden farklıdır. Bu da bizi farklı kılar.
Eşsiz olmadığını düşünen insanların olduğunu görüyorum bu sebeple yazımın bu bölümünde neden eşsiz olduklarını ifade etmeye çalışacağım. Baktığımızda hepimizin olaylara cevapları, yaklaşımlarımız, kurduğumuz cümleler ve verdiğimiz örnekler aynı toplumda olsak bile en azından aynı şiddet oranında değildir. Aynı ailede doğup büyüyen ikiz kardeş bile olsak algımız ve bakış açımız değişir.
Hayat tecrübelerimiz ve algımız bizim bir inanç belirlememizi sağlar ve bu inançlar yaşadığımız deneyimlerimize göre de değişir. Misal, bir grup insana bir kitap okumaları ve sonra konuyu anlatmalarını isteyin, sanki hepsi farklı bir kitabı okumuş gibi anlatırlar. Sebebine gelince kişilerin algısını topladığı ve aklında tuttuğu yerler tamamı ile bireysel deneyimlerine, yaşamlarına, kültürlerine dayanır. Kendi yaşadıklarına benzer olan hikayelere odaklandıklarını görebilirsiniz.
Bunu yaşadığımız olaylar karşısında neyin doğru veya neyin yanlış olduğuna, tecrübelerimiz ve biz de oluşturduğu duygu durumuna göre karar verdiğimizi söylersek de yanlış olmaz. Eğer dolunay sırasında kötü bir olay yaşadıysak, muhtemelen hayatımızda onlarca kez dolunayı gördüğümüzde başımıza bir şey gelmemiş olsa bile bir kez kötü bir olay yaşayıp o güne denk geldiyse sürekli dolunayın iyi gelmediğini ve kendimizi o günlerde iyi hissetmediğimize inanabiliriz.
Her insanın hayat amacı aynı değildir. Yaşamı kucaklama tarzı, ortaya koyduğu yenilikler, girişimler farklıdır. Buna istinaden zevkleri, hobileri de farklılık gösterecektir. Hatta genetiği gereği doğuştan getirdiği yeteneklerini de saymak gerekir. Sporcuların seçtiği branşlar, müzisyenlerin seçtiği müzik aletleri, şarkı ses tonu ve ortaya koydukları performansları farklıdır.
Bilim insanlarının araştırma sonuçlarına göre insanların renkleri bile aynı tonda görmediklerini ifade ederler. Bu deneyi bir geniş sosyal medya sitesinde de görmüş olmalısınız ayakkabının rengi gri mi pembe mi diye? Sağ beyin hemisferi dominant olanların ayakkabının rengini pembe gördüğü, sol beyin hemisferi dominant olanların da gri renk gördüğü araştırma sonucunda tespit edilir. Ayrıca bir başka deneyde duyduğumuzun aynı olmadığını keşfetmek şaşırtıcılığımızı ikiye katladı. İşitme deneyinde “Laurell mı Yanny mi?” hangi ismi duyuyorsunuz diye sorulur çıkan sonuca göre beyin yaşı 25 yaş olanların Yanny, 25 yaş üstü olanların Laurell diye duyduğunu saptarlar. Ayrıca yapılan bir başka araştırmada da dil üzerinde tat alma bölgelerinde bulunan hassasiyete göre de tatları farklı seviyelerde algıladığımız ispatlanmıştır.
Bizler yapılan espri veya fıkralara aynı tepkileri vermeyiz. Biri fıkrayı çok komik bulurken diğeri hiç gülmeyebilir. Bir başka örnekle, bir karikatüristin hayata bakışı ile benim bakışım aynı değildir, bu sebeple o, sıradan olaylara baktığında çıkardığı komedi ile benim aynı şeye baktığımda görememem de ispatıdır diyebilriz.
Her insanın farklı bir iletişim biçimi vardır. Her insanın zeka biçimi farklıdır. Kimisi işitsel zekalı, kimisi görsel, kimisi de dokunsal zekalıdır. Bu nedenle zeka ve hafıza biçimine göre insanlar öğrenir ve algılar ve tepkiler verirler. Bu nedenle yaratıcılıkları, ortaya koydukları çözümler de farklıdır.
Kimisi çok neşeli, konuşurken ateşli ya da çok sessiz, sakin olabilir. Kiminin konuşurken ellerini ve vücut dilini kullanması değişiktir. Kimi ani tepki verir, kimisi o durumu umursamaz. Bu biraz karakter ile biraz da aile, kültür ve aldığı eğitim ile ilintilidir.
Tüm yazı boyunca eşsiz olmaktan söz ederken modern dünyamızda farklı olmanın da cezasını hala çeken insanlardan söz etme ihtiyacı duyuyorum. Örneğin, şimdilerde siyahi ırkın Amerika’da uğradığı adaletsiz yargılanma biçimlerinden söz edebiliriz. Kendisinden farklı olanı aşağılama, ötekileştirme hali, politikaların, sistemlerin uyguladığı oyundur. Siyasi olarak politikalarını bir düşman yaratıp onun üzerinden birlik olma ihtiyacı ile insanları yönetmek kolaydır. Esasında halka baktığımızda, onların birbirleri ile pek de derdi yoktur. Dini, dili, ırkı, mezhebi, boyu, posu, kilosu, engeli neyi olursa olsun “Özünde insan” demeyi bilir ve hayatlarını tehlike altına sokan bir durum yoksa dostça yaşarlar.
Farklılıklarımızın zenginlik olduğunu kabul edip, birbirimize saygı duyarak yaşam sürmek ve özgünlüğümüzü, insani bütünlüğümüzü koruyarak güvende hissedebileceğimiz günlere olan inancımla…
Spor psikoloğu Zeynep Eylem Şenkal İstanbul doğumludur. Doksanlı yıllarda profesyonel olarak hem milli takımda hem de Fenerbahçe kulübünde voleybol oynadı. Marmara Üniversitesi Spor Bilimlerinden mezun olduktan sonra sporcu pskolojisi konusunda çalışmalar yapmaya başladı. İngiltere Londra’da beş yıl kaldı ve burada BBP University’de yüksek lisans psikoloji eğitimini tamamladıktan sonra “Premier League” takımlarından Chelsea ve Arsenal futbol kulübünde çalıştı. Şu anda İstanbul’da Fransız Lape hastanesinde çalışmaktadır.
Zeynep Eylem Şenkal’ın farklı konularda ödülleri vardır. Pertevnial Lisesinde Liseler arası 5000 metre koşusunda birinci oldu, okuluna kupa kazandırdı. Fenerbahçe genç takımında oynarken lig şampiyonluğunu kazanan takımın ilk altısında oynadı. Okulu Marmara Üniversitesinin takımında üniversiteler arası şampiyonluk kazanan takımın ilk altısında oynadı.
Formula 1 takımlarından Redbull ile beş yıl boyunca çalıştı ve 230 dünya şehri gördü.
Sporun dışında da başarıları bulunan Zeynep Eylem Şenkal 1996 Türkiye Best Model seçildi. 1998 yılında Kore’de yapılan “Miss Universe” yarışmasında dünya birincisi seçildi. 15 tiyatro oyununda baş rolde oynadı. En son tiyatro oyunu “Necmiq” ile “En iyi komedi oyunu” ödülünü ekibi ile beraber kazandı. Onlarca televizyon programı sundu. Sinema ve dizi filmlerde oynadı. Ayrıca tiyatro öğrencilerine drama dersleri verdi.
Zeynep Eylem Şenkal tüm bu tecrübelerini harmanlayarak ünlü ya da değil sporcu ve ya kendini geliştirmek isteyen bireylerle mesleği kapsamında; kişinin kendisinin potansiyelinin sınırlarına erişebilmesi için bilimin ve teknolojinin ışığında kişiye özel fiziksel ve zihinsel çalışmalar yürütmektedir.
Daha fazla bilgi için www.eylemsenkal.com