
Gazeteci-yazar Kelime Ata’nın “Kızıldan Yeşile: Sol, Aleviler, Alibaba Mahallesi ve Sivas’ta Dönüşen Siyaset” isimli kitabı Şubat ayında çıktı. Sivas’ın yüzyıllık yerel siyasetini belgeleriyle ortaya koyan çalışmanın titiz bir emeğin ürünü olduğu açık. Hüseyin Şengül’ün dediği gibi “genelin yani bütünün bir parçası olan yerel tarih çalışmaları, genel tarihi anlaşılır kılar, onun içini doldurur.” Yerel tarihi özellikle bir mahalle ekseninde ele alması bakımından özgün bir nitelik taşıyan bu çalışma ülkenin yakın tarihini aydınlatıcı bir kaynak olarak da görülebilir. Sevgili Kelime Ata ile “Kızıldan Yeşile” üzerine konuştuk.
Ç.B. Öncelikle, Sivas’a dair nitelendirmelere baktığımızda büyük bir çeşitlilikle karşılaşıyoruz. Örneğin, “Sivas bir Cumhuriyet şehridir”, “Sivas bir Alevi şehridir”, “Sivas bir Ermeni şehridir”, “Sivas bir Sünni şehridir” , “Sivas bir Selçuklu şehridir” gibi. Aynı zamanda Türk-İslam sentezi açısından önemli bir şehir Sivas. Bu birbirinden çok farklı nitelendirmeler kentin siyasetine nasıl etki etmiştir veya ediyor?
Sivas, yüzölçümü bakımından Türkiye’nin ikinci büyük ili ve bütün bir tarih boyunca neredeyse hiç kesintisiz şekilde uç şehir olmuş. Bu uç şehir olma özelliği bazen idari, bazen kültürel veya politik sınır olma hali ile karşımıza çıkıyor. Sınırlar, çatışma alanları olduğu kadar buluşma bölgeleri de olduğundan haliyle bir çeşitlilik yaratıyor. Sivas, Türkiye’deki bütün etnik, dinsel kimliklerin kendisini bulabildiği bir coğrafyadır. Rumlar, Ermeniler, Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, Çerkezler… Bu renklilik, son yüzyılda büyük ölçüde tek tipleşti; yakın tarihte de Kürtler ve Aleviler şehirle bağlarını kopardı. Ancak Sivas’ta Ermeni nüfusu olmasa bile Ermeni zihninde bir Sivas tahayyülü var. Nüfusları azalsa da Alevilerin de anlam dünyasında Sivas hala önemli bir yere sahip. Dolayısıyla her bir toplulukla ilgili ulusal veya uluslar arası ölçekte meydana gelen sosyo-politik gelişmeler, burada yansımasını bulabiliyor. Örneğin, Berlin Konferansı’nda Ermeni sorunu bir uluslar arası sorun haline geldiğinde Sivas’ta bir karşılığı var. Radikal sol örgütlenmek istediğinde Sivas’ta muhalif damar bulabiliyor. Soğuk Savaş konseptlerinin uygulandığı 1970’li yıllarda Aleviler hedef haline gelebiliyor. Kürt siyaseti batıya açılmak isterse Sivas sınırını aşmak durumunda… Cumhuriyetçi kadrolar açısından yeni bir toplum ve ekonomi anlayışının laboratuarı niteliğinde… Dolayısıyla Sivas’ın stratejik konumda ve demografik çeşitlilikte olmasının ürettiği jeopolitik sonuçlar var. Bu da haliyle şehirdeki siyasal hayatın son derece dinamik, hareketli olmasını sağlıyor.
Ç.B. Tarihi yapılardan da anlaşıldığı kadarıyla Sivas, Osmanlı’dan çok bir Selçuklu şehri gibi duruyor. Buradan yola çıkarak Osmanlının Sivas’ı ihmal ettiğini söyleyebilir miyiz? Eğer yanıtınız evetse bunun nedenleri nedir size göre?
Sivas, bir Selçuklu şehri olarak bilinir ki, şehir merkezindeki medreseler, şifahaneler başta olmak üzere pek çok tarihi eser bunun kanıtıdır. Çünkü Selçuklular, doğu-batı, kuzey-güney yönünde bir kavşak noktasında, uluslar arası ticaret güzergahı üzerinde bulunan Sivas’ı, yönetim merkezlerinden biri kabul etmiştir. Bu dönemde gelişmiş bir ticaret ve zanaatkarlık vardır, şehir köle mübadelesinin merkezidir. Tarihi kayıtlar bize Cenevizlilerin konsolosluk açtıklarını, Bulgar ve Yahudi tüccar mahallelerinin oluştuğunu söylemektedir. Böyle olunca, İbn-i Batuta, Muhyiddin Arabi gibi seyyah ve düşünürler de elbette ki Sivas’a geleceklerdir. Ancak Babai isyanı, ardından Anadolu Selçuklularının yenilgisiyle sonuçlanan Moğol istilası büyük bir yıkım olmuştur. Sivas, Osmanlı İmparatorluğu zamanında da Sivas stratejik bir şehirdir tabi ki; çünkü Safevi İmparatorluğu ile sınır bölgesidir. Şah İsmail’e giden tüm yardımların, müritlerin, yani her türlü lojistik desteğin geçiş noktasıdır. Dolayısıyla Osmanlı için Sivas’ın, askeri güvenlik açısından kritik önem taşıdığını görürüz. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzünün batıya dönük olması, Balkanlardaki fetihleri öncelemesi bütün Anadolu şehirleri gibi Sivas’ın da ihmal edilmesi gibi bir sonuç doğurmuştur.
Kelime ATA Kimdir?

Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Nallı köyünde doğdu; Alibaba Mahallesi’nde büyüdü. İlkokul, ortaokul ve liseyi Sivas’ta tamamladı. Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik Bölümü mezunu. Ankara’da 1988 yılında başladığı gazetecilik yaşamı boyunca Hürriyet, SiyahBeyaz, Günaydın, Flash Tv, Schwarzweiß, Günlük Haber ve Gazete Ankara’da muhabirlik yaptı. 1993 yılında Karayalçın… Aaa Kral Çıplak adlı çalışması yayınlandı. İkinci çalışması, 2007 yılında yayınlanan “Alevilerin İlk Siyasal Denemesi, (Türkiye) Birlik Partisi” adlı araştırmadır. Bu eser, Türkiye Birlik Partisi üzerinde gerçekleştirilmiş ilk araştırma olma özelliğine sahiptir. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Alevi Bektaşi Federasyonu’nda uzun bir süre yöneticilik yaptı.
Bu noktada tabi ki coğrafi keşiflerle ticaret yollarının değişmesinin negatif yöndeki etkisini hatırlatmalıyım; ayrıca Osmanlı toprak ve vergi düzenindeki bozulmalardan kaynaklı yaşanan toplumsal huzursuzluğun, özellikle 16. yüzyıldaki ayaklanmaların bölgede asayiş sorunu yaratması da şehrin geri kalmasına yol açmıştır. Yaklaşık 300 yıl boyunca şehir merkezinde yaptırılan okul- muallimhane sayısının sadece 34 olduğu dikkate alınırsa Sivas’ın, imparatorluğun gözünden ve gönlünden ne kadar ırak kaldığı anlaşılır. Bu durumun istisnası Tanzimat, daha çok da Abdülhamit devridir. 2. Abdülhamit zamanında daha sonra çok prestijli bir bölge okuluna dönüşecek olan Sivas Lisesi ile Sanayi Mektebi, kız okulları eğitime başlar, son dönemlerde görev yapan Halil Rıfat Paşa gibi çalışkan valiler, altyapıyı iyileştirmeye çalışır. Ancak, bu çabaların yüzyılların ihmalini telafi etme konusunda yetersiz kaldığı tahmin edilebilir sanırım.
Ç.B. Sizinle yapılmış röportajlardan anladığım kadarıyla Cumhuriyet’i bir “kopuş” olarak değerlendiriyorsunuz. Bu kopuşun Sivas’a yansımaları nasıl olmuştur?
Sivas, bir Selçuklu şehridir, şehre vurulan bir diğer mühür ise Cumhuriyet’tir. “Anadolu’nun en emin ve güvenilir yeri” olarak 3-4 Eylül 1919 tarihlerinde yapılan Sivas kongresine yaptığı ev sahipliğinden dolayı Cumhuriyet kadroları, bu şehre özel bir ilgi göstermiş, himayeci bir tutum izlemiştir. Cumhuriyet’in ilanından 7 yıl sonra demiryolu ile Sivas’ın dış dünyaya açılması; Atatürk’ün, ilk yurt içi gezilerinden birini Sivas’a yapması, ilk 500 liralık banknotların her iki yüzüne Sivas simgelerinin konulması, Türkiye’deki iki aşı merkezinden birinin Sivas’ta faaliyete sokulması, daha pek çok ziraat, sağlık, eğitim yatırımı, Divriği Demir Madenleri işletmesinin, Askeri Dikimevi’nin, Cer atölyesinin açılması, şehir merkezine ilk kez elektriğin, şebeke suyunun gelmesi gibi sıralanamayacak kadar pek çok hizmet, bu yakın ilginin göstergeleridir. Çünkü, Kemalistler için de Sivas bir “inkılap ve mefkure”dir. Osmanlıdan kopuşun mekansal karşılığı, imar düzenlemelerinde cami merkezli planlamalardan vazgeçilmiş olmasıdır.
“O tarihe kadar CHP’nin elinde bulunan Sivas belediye başkanlığı, 1984’te Anavatan Partisi’ne geçti ve Bekir Timurboğa belediye başkanı seçildi. Timurboğa’nın partilileriyle birlikte topluca namaz kılıp tekbir eşliğinde belediyeye girmesi, başkanlık masasının zemzem suyuyla yıkanarak “küfür izleri”nden arındırılması şehirdeki siyasal ve toplumsal değişimin habercisiydi.“
Tanıtım Bülteninden
Planlama esaslarına dahil edilen tiyatro, parti binası, Halkevi, sinema, eğlence mekanları, hanların yerini alan oteller, müzayede salonları, heykel, apartmanlaşma, geniş caddeler, parklar, yeni şehircilik anlayışının unsurlarıdır. Yeni şehircilik, yeni bir hayat demektir. Geleneğin yerini modernizm alır, kadın evinden çıkar, cemiyet hayatına katılır. Kamil Kitapçı, Şevket-Nüzhet Çubukçu, Kemal Şeker, Başara ailesi gibi aileler Cumhuriyet modernizminin rol modelleri olarak şehri kayak sporuyla tanıştırırlar, tenis kortunu getirirler, basım ve yayın faaliyetleriyle Ankara ve İstanbul’daki dönemin ünlü şair, siyasetçi ve yazarlarını Sivas’la buluşturdukları canlı bir kültürel ortam yaratırlar. Caz konserleri, cumhuriyet baloları bu yeni yaşam tarzının renkli görüntüleri olur. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün Sivas’ta demiryolunun gelmesi nedeniyle düzenlenen törende açıkladığı devletçilik politikasının pilot bölgesinin Sivas olması ise ekonomik anlamda şehri canlandırır.
Ç.B. Peki Kelime Hanım, Alevilik açısından bakıldığında Sivas’ı önemli kılan unsurlar nelerdir?
Sivas yöresinden derlenmiş bir müziği duymadığınız herhangi bir türkü programı oldu mu? Olmaz. Hem devlete hem özel sektöre ait radyo ve televizyonlarda bir program içerisinde mutlaka birden fazla Sivas ezgisi dinlersiniz. Kâh bir deyiştir bu, kâh bir semah ezgisidir, kâh bir nefestir. Bu, Sivas’ın bir türkü coğrafyası olduğunu gösterir ki; Çamşıhı ve Şarkışla Emlek yöresi tam türkü havzasıdır. Alevilerin gündelik hayatında ve cem ibadetinde deyiş, nefes ve semahların ne kadar vazgeçilemez bir unsur olduğu ayrıca anımsanacaktır. Bu müziği büyük ölçüde Aleviler ürettiğine göre, Sivas, Alevilerin yoğunluklu olarak yaşadığı, Aleviliğin şekillendiği, maya tuttuğu ana merkezlerden biri(ydi). En çok Alevi köyü Sivas’ta… 12- 13. Yüzyıllarda dedelerin, babaların en çok faaliyet gösterdiği yer yine Sivas… Safevilerin nüfuz alanı ve Safevi devletin kurucu unsurları arasında sayılan Ustacalu, Şamlu, Rumlu oymaklarının yerleşim bölgesi… Şaha bağlanan ve ona gidenlerin yurdu… Osmanlı-Safevi çatışmasını en sıcak yaşayan bölge olması itibariyle Kızılbaş damarın son derece güçlü olduğu şehir… Ve tabi ki, toplumsal tabanını Alevilerin oluşturduğu Celali ayaklanmalarının merkezi… Yakın tarihte ise Alevileri hedef alan iç savaş stratejilerinin uygulandığı ana hattın omurgası…
Ç.B. Genel kabul görmüş hatta mutlak gerçek olarak ifade edilen bir olgu da CHP’nin Alevi toplumuyla özdeş olduğu. Ancak kitabınızda da açıkladığınız üzere durum böyle değil. Genelde Alevi toplumu özelde ise Sivas şehri bağlamında Alevilerin siyasi tercihleri zaman içinde nasıl bir değişim göstermiştir?
CHP ile Aleviler arasında mutlak bir ilişki kurma eğilimleri, sosyolojik-siyasal bir durumu kavrama arzusunun değil özel bir amaca matuf siyasi projelerden besleniyor. Söz konusu retorik öyle bir kerteye geldi ki, Alevileri ötekileştirmenin bir aracına dönüştürüldü. Oysa
Alevilerin CHP ile ilişkisi dönemlere göre değişkenlikler gösterir. Bilinenin aksine CHP’nin kapıları, 1960’arın ortalarına kadar Alevilere kapalıdır. Sivil ve askeri bürokrasinin, eşrafın, orta sınıfın partisidir CHP ve ilk Alevi milletvekilinin seçilmesi ancak 1965 seçimlerinde olmuştur. Oysa çok partili siyasal yaşama geçildiğinde, CHP’nin tek parti dönemindeki uygulamalarından hoşnutsuz Aleviler, Demokrat Parti’yi destekler. Demokrat Parti de 1950 yılındaki ilk seçimden itibaren listelerin seçilebilecek yerlerine Alevi isimleri koyar. Çok partili siyasal yaşamın yarattığı rekabet ortamında Aleviler, siyasal katılımı DP ile öğrenir adeta. 1960 yılından sonra da DP’nin mirasına sahip çıktığını söyleyen Yeni Türkiye Partisi ve Adalet Partisi Alevi oylarının toplandığı partiler olur. Adalet Partisi’nin Sünni muhafazakarlığa yönelirken parti içindeki Alevileri tasfiyeye yönelmesi, tarikat ve cemaatlerin nüfuz alanını genişletmesi, artık şehirlere göç etmiş Alevilerde gelişen siyaset yapma arzusu Türkiye Birlik Partisi’nin kuruluşunu hızlandırır. Sivas, Türkiye Birlik Partisi’nin iki milletvekili çıkardığı tek il olma özelliğini taşır. CHP ile buluşma, 70’li yılların realitesidir. Hem Türkiye Birlik Partisi’nde başlayan erken dağılma hem de CHP’nin ortanın solu söylemiyle güçlü bir rüzgar estirerek iktidar alternatifi olması, Alevilerin bu partiye yönelmesini sağlar. CHP içinde önseçim listelerini şekillendirecek kadar bir güç biriktirilince de Alevilerin siyasal katılım mekanizmalarındaki varlığı hissedilir olur. Ancak yeni neslin politika alanları ortanın solunun çok ötesindedir tabi…
Ç.B. Sivas’ta sol ideolojinin gelişimini de konuşmak isterim. Sol örgütlenmenin Sivas’taki önemli dönüm noktalarını sorsam?
Sivas’ta sol örgütlenmenin tarihi 1920’li yıllara kadar götürülebiliyor. Sosyalizm düşüncesiyle İstanbul’da iken İştirak çevresiyle tanışan öğretmen Ruşen Zeki’nin Halk İştirakiyun fırkasını daha sonra da TKP ile ilişki kuran öğretmen Ruşen Zeki ve çevresindeki öğretmen ve öğrencilerden oluşan bir sol çevre var. Ancak tahmin edilebileceği gibi oldukça sınırlı, etkinliği yok ve toplumla temasları hayli zayıf. Solun filizlenmeye başladığı tarih 1960’lar sonrasıdır. Önce Toprak işleyenin su kullananın sloganı ile sınıf siyasetini öne çıkaran Türkiye İşçi Partisi ile örgütlenmeye çalışılan sol muhalefet, 1960’ların sonunda itibaren büyük şehirlerdeki üniversitelerde okuyan öğrencilerin yerel ilişkileri harekete geçirmesiyle bir genç muhalefetine dönüştü. Bu süreçte, Sivas Devrimci Gençlik Derneği ile 4 Eylül Kültür Derneği’nin açıldığını özellikle ikinci derneğin Alevi tabanla kısmen ilişki kurduğunu görürüz.
Ancak devrimci mücadelenin örgütlenmesi, farklı toplum kesimlerinde devrim perspektifinin oluşması, solun kitleselleşmesi, sendikal hareketin güçlenmesi 1974 sonrasına ait bir durumdur. 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan süreçte sol hem örgütsel yapılarını koruyamamış hem de liberal söylemler ve kimlik siyasetleri karşısında ideolojik olarak da tarihsel bir yenilgiye uğramış gözükmektedir.
Ç.B. 1978-80 yıllarında Alevilerin yoğun yaşadığı Sivas, Çorum, Maraş gibi kentlerde iç savaş hazırlıkları yapıldığını biliyoruz. Bu kanlı olaylarda en az zararı Sivas’ın almasını nasıl açıklayabiliriz?
Sivas, Çorum, Maraş, Malatya, Dersim, Erzincan, Tokat, Elazığ vs Şah İsmail’in Çaldıran yenilgisinden sonra Kızılbaş toplulukların yüksek rakımlı dağlara çekildikleri ve buralarda kendi dinsel ve toplumsal düzenlerini kurdukları şehirlerdir. Aynı zamanda etnik çeşitliliği de barındırır. Etnik ve dinsel çeşitliliğin olduğu bölgeler, her zaman kendi içerisinde çatışma potansiyelini de taşıdığından kaos dönemlerinde bu farklılıklar tahrik unsuru olarak kullanılırlar. Bu politika egemenlerin her zaman kendi varlıklarını sürdürebilmesinin yegane aracıdır neredeyse. 12 Eylül 1980 öncesinde de izlenen yeşil kuşak projeleri çerçevesinde soğuk savaş konseptleri dahilinde komünizme karşı mücadelede etnik ve dinsel çeşitlilikleri çatıştırmak, solu etkisiz kılmanın bir yöntemi olarak tedavüle sokuldu. Nitekim Jandarma Genel Komutanlığı’nın “aşırı sol” ile mücadele yöntemlerine ilişkin bir gizli belgede Türkiye “sarı, kırmızı, yeşil” renkli bölgelere ayrılıyor. Sivas, bu belgede Maraş, Malatya gibi etnik ve dinsel çatışma olasılığı olan illerle birlikte sarı bölge içinde kalıyor. Zaten kontrgerilla faaliyetlerinin yoğunlaştığı alanlar da buralar… Sivas ve Alibaba Mahallesi, Maraş ve Çorum’daki gibi büyük bir vahşeti yaşamadı. Nedeni, sol ve Aleviler arasında mutlak bir ilişki kurulmasının bir şekilde başarılmış olmasıyla ilgili… Öncelikle, Sivas’ta solun örgütleyici isimlerinin hemen hemen tamamının CHP’li Sünni aile çocuklarından oluşması, Alevi görünürlülüğünü azalttığı için solun şeytanlaştırılmasını kısmen önlemiştir. 1978’de “Aleviler Alibaba Camisi’ni bombaladı” provokasyonu yapıldığında bunun yalan olduğunu ilk söyleyenler, Çavuşbaşı Mahallesi’nin Sünni solcularıdır. Bu Sünni mahallesinde solun da kendine taraftar bulması, Alevi mahallesi olan Alibaba Mahallesi ile kimlik eksenli değil, eşitlik, paylaşımcılık, sınıf kardeşliği üzerinden köprüler kurulması bence mucizevi bir durum. Çünkü, düşler ortaklaştırılmıştı; o da yeryüzü cennetini kurmak. Boğazımıza kadar kimlik siyasetlerine gömüldüğümüz bu günlerden geriye bakıldığında ne kadar inanılmaz bir şey! Başka bir faktör daha var. O da Devrimci Yol’un etnik ve dinsel farklılıkların kışkırtılacağı öngörüsüyle antifaşist mücadeleyi ve mahalle örgütlenmesini ön plana çıkarmış olmasıdır. Olası saldırılara karşı savunma amaçlı bir hazırlığın gerçekleştirilmiş olması, 3-4 Eylül 1978 tarihindeki Alibaba Mahallesi olaylarında can kayıplarını azaltıcı temel faktörlerden biridir.
Ç.B. Kitabınız genel olarak bir kent tarihini anlatmakla birlikte mikro bir unsuru var, ki çalışmayı özgün kılan da bu : Alibaba Mahallesi. Bu mahalleyi özel kılan şey nedir Kelime Hanım?
Alibaba Mahallesi bir öykü… Alevilerin şehirleşme tarihinden bir kesit… En azından 5 asırdır uzakta kaldıkları şehirde tutunma hikayesi, Aleviler ve sosyalistler arasında kurulan gelecek birlikteliği, eşitlik, özgürlük mücadelesinde bir tavır alış… Demografik süpürme harekatlarıyla terk etmek durumunda kaldıkları bir yurt… Yaklaşık 40-50 yıl süren bir misafirliğin mekanı; yani sonu hüzünle biten bir öykü… Alibaba Mahallesi’ni özgün kılan şey bütün bunların bir aradılığı ve size bir ülkenin siyasal, toplumsal tarihinin özetini sunuyor olması…
Ç.B. Son olarak kitabınızın en çarpıcı kısmına gelmek istiyorum: 2 Temmuz 1993 Madımak katliamı. Bu konu hakkında çokça yazıldı, çizildi. Fakat sizin araştırmanızı özel kılan şey bu katliama giden yolun taşlarının nasıl dizildiğini net bir şekilde ortaya koymanız. Okuyucularımız için bu konuda ne söylemek istersiniz? Madımak hakkında doğru bilinen yanlışlar veya bilinmeyen gerçekler nelerdir? Buna ek olarak, Madımak’tan sonra şehirde neler değişti?
Çalışmamı yürütürken zihnimdeki temel sorulardan biri, 2 Temmuz Madımak katliamının neden Sivas’ta yaşandığı idi. Acaba milliyetçi-İslamcı çevrelerin iddia ettikleri gibi Aziz Nesin Sivas’a gelmeseydi Madımak benzeri bir olay yine gerçekleşir miydi? Bu sorunun yanıtını bulmak için 2 Temmuz 1993 tarihi ve arifesindeki olaylara odaklanmak yerine çok daha gerilere gitmek gerekiyordu ki ben de onu yaptım. 1984 yılında ANAP adayının, 1989 yılında da Refah Partili Temel Karamollaoğlu’nun belediye başkanı seçilmesinden sonraki dönemde şehirde yaşanan siyasal-toplumsal değişime mercek tuttum. İzlediğim bu yöntemle Madımak katliamının nasıl bir toplumsal zeminde gerçekleştiğini, olay bazlı çıkarmaya çalıştım. Böylece, bugüne kadar 2 Temmuz’la ilgili daha önce bilinmeyen, ifade edilmeyen, gözden kaçırılmak istenen pek çok yeni bilgiye ulaşmak mümkün oldu. Madımak katliamında sol çevreler de milliyetçi-İslamcı cenah da devletin rolüne işaret ediyor hep. Kuşkusuz ki, hiçbir toplumsal olay, devletin dahli olmadan gerçekleşmez; hele 2 Temmuz gibi büyük katliam söz konusu ise hiç mümkün değil. Nihayetinde 8 saat süren olaylar, ulaşılmaz bir dağ köyünde değil, jandarma binasının, valiliğin penceresinden bakıldığında görülen, tugay komutanlığına 300-400 metrelik mesafede, emniyetin, MİT’in burnunun dibinde yaşanıyor. Devletin katliamdaki rolünü göz ardı etmeyeceğiz ancak toplumdaki değişimi de görmemezlikten gelmeyeceğiz. Refah Partisi’nin belediye başkanlığını kazandıktan sonra İslamcıların, Türk-İslam sentezcilerin, “putperest rejim”in sembol şehri olarak gördükleri Sivas’ı “iman kalesi”ne dönüştürmek için gerçekleştirdikleri muazzam örgütlenmenin bir sonucudur 2 Temmuz. Sivas’ı fethedilmiş toprak gibi gören RP’li belediye ve bu belediyenin mümbit hale getirdiği ortamda yeşeren yerel İslamcı güçlerle, Vali’nin şahsında temsil edilen Cumhuriyetçiler arasındaki çatışmaya Alevilerin kurban edilmesi olayıdır 2 Temmuz… Çok sık yinelediğim üzere Cumhuriyet, önce, kurulduğu şehirde yıkılmıştır. Madımak katliamının en büyük etkisi, Aleviler açısından Sivas’ın yaşanabilir, güvenilir bir şehir olmaktan tamamen çıkmasıdır. Aleviler, şehirle olan tüm duygusal bağlarını kopardılar, Sivas’ta kalanlar ise kendi içine kapandı ve bu olay devrimci mücadele içerisinde yer alan politik figürlere gibi Aleviliklerini hatırlattı. Sadece Sivas’ta değil tüm Türkiye’de büyük bir uyanışın vesilesi oldu.
Ç.B. Çok teşekkür ediyorum ve bir dahaki Sivas ziyaretimde, kenti sizinle birlikte gezmeyi ümit ediyorum.

1978’de Tokat’ta doğdu. 1995 yılında İzmir Maliye Meslek Lisesi, 2000 yılında İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi İktisat anabilim dalında tamamladıktan sonra, 2009 yılında “Amartya Sen ve Yetkinlikler Yaklaşımı” konulu doktora teziyle Yıldız Teknik Üniversitesi’nden doktora diplomasını almaya hak kazandı. 2012 yılında kurduğu “İktisadi Düşünce Tiyatrosu” girişimi ve 2019 yılında hazırladığı “İktisatçı” belgeseliyle iktisat ve sanatı bir araya getirme çabasını halen sürdürmektedir. Politik iktisat, iktisadi düşünce, edebiyat ve dayanışma ekonomisi çalışan Boz, Fenerbahçe Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesidir.