“ÇILGINCADIR, HERKESİN HER HUSUSTA
ŞAHSİ GÖRÜŞÜNÜ ÖVMESİ!
EĞER İSLAM, TESLİMİYETSE ALLAH’A
ŞÜPHESİZ, HEPİMİZ YAŞAYIP ÖLMEKTEYİZ İSLAM’DA.”
Bu şiir, yaklaşık 200 yıl öncesine ait. Şiir “batılı” bir şairin isyanı, tepkisi olarak anlaşılabilir. Benim içinse en yakınlarını, sevdiklerini ve saydıklarını karşısına alabilen bir cesaretin ve muhtemelen uzun süren tartışmaların ürünüdür bu dizeler. Bir dine bilaşek vela şüphe iman etmiş bir mümine ait değillerdir, çünkü bu dizeler şüphe içerir. “Eğer” der şair, “İslam teslimiyetse Allah’a […]” ve yukarıda alıntılandığı şekliyle devam eder. Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Johann Wolfgang von Goethe’ye aittir bu dörtlük ve olgunluk eserlerinden sayılan Batı-Doğu Divanı’nın Hikmet Kitabı’nda yer alır.
Johann Wolfgang von Goethe’nin son dönem eserlerinden olan Batı-Doğu Divanı ilk olarak 1819’da yayımlanır ve 1827’de genişletilerek tekrar yayımlanır. Goethe’nin en geniş şiir derlemesidir. Eser, Farslı şair Hâfiz-i Şirâzî‘nin eserlerinden esinlenerek kaleme alınmıştır. Goethe’nin bizzat temize çektiği nüshayı UNESCO Dünya Belleği Programı dijital olarak korumaya almıştır.
Goethe anadiline 1812’de oryantalist Joseph von Hammer-Purgstall tarafından çevrilmiş olan Der Diwan von Mohammed Schemşeddin Hafis adlı eseri okur ve Hafız’ın şiirlerine ve kendisine derinden bir ilgi duyar. Goethe’nin Doğu’nun şiir aleminde manevi bir gezintiye çıkması böyle başlar. Divan’ını yazarken Goethe Farslı şairi ve onun dünyasını adeta ruhlar aleminde ziyaret etmeye başlar. Okuyucusunu da bu alemlerde hayali bir yolculuğa çıkarmaktan geri kalmaz.
Divan’ın “Açıklamalar” bölümünde Goethe, bizzat tanımadığı ama manen kendisinin ruh ikizi olarak gördüğü Hâfız’ı detaylı bir şekilde tanıtır. Asıl ismi Hace Şemseddin Muhammed olan Hâfız’ın Kur’ân’ın tamamını ezberlemesinden dolayı verilen bir unvan olduğunu okuyucuya açıklar.
Goethe bu noktada dahi kendisiyle Hâfız arasında ortak bir nokta görür. Zira kendisinin de İncil metinlerine olan vukufiyetine vurgu yaparak kıyaslamalarda bulunur. Hafiz “sürekli yeni” ve aynı zamanda “mutedil canlılığını”, huzur verici bilgeliğini, arkasında dünyaya kalıcı bir eser bırakma konusundaki istekliliğini ve folklorik ritüelleri kesinlikle reddedip aynı zamanda ilahi hakikatin emsalsiz bir arayıcısı olma gibi özelliklerini sayarak över. Şu dizelerle manevi dostuna seslenir:
“Dünya yarın batacak da olsa,
Seninle Hâfız, sadece seninle
Girmek isterim müsâbakaya! acıda ve sevinçte
İkiz kardeş olalım!”
Goethe’nin Hâfız’la karşılaşması onun uzun yıllardır süren İslam dini ve/veya doğu kültür ve edebiyatına olan ilgisinin bir neticesidir. İlk yazımızda belirttiğimiz gibi genç yaşta bir Kuran tercümesi okumaya başlayan Goethe ileriki zamanlarda hamisi olan Prens Carl August‘un isteği üzerine Voltaire‘in “Le Fanatisme ou Mahomet le Prophète ” isimli eserinin çevirisini yapmıştır. Eserin içeriğinden dolayı kendiyle çelişen Goethe, “Fırtına ve Coşku” döneminde adeta Hz. Muhammed’i yücelten “Muhammed’in Şarkısı” şiirini ele almıştır. Avrupa’da hızla benimsenmekte olan dini çoğulculuk fikri de edebiyatta başlayan bu akım için bir zemin hazırlar. Nitekim Gottfried Ephraim Lessing’in aynı döneme ait olan “Bilge Nathan” adlı eseri özellikle Aydınlanma’daki hümanizm ve hoşgörü fikirlerini işlemektedir.
Goethe divana “Batı-Doğu” adını verir çünkü Doğu’nun, eski Fars şiirinin, özellikle de Hafız divanının Batı şiirinin tezatı olarak anlaşılmasını ister. Bu anlamda rahatlıkla Goethe’in Doğu’nun şiir tarzını yüceltip ayni zamanda Batı’nın şiirini de geliştirdiğini ifade edebiliriz.
“Niyetim Batı ve Doğu’yu, geçmişi ve bugünü, Farsı ve Alman olanı neşeyle birbirine bağlamak, bu farklı geleneklerin ve düşünce biçimlerinin iç içe girmesine izin vermektir.” diye yazar Goethe yayınevine. Sonuç olarak bu eserde niyeti gerçekleşir.
Eserinin daha iyi bir kavranılması için baskısına eklediği çok kapsamlı “Notlar ve Makaleler” bölümünde Goethe, oryantal şiirin temel karakterinin “biz Almanların ‘Geist’ (ruh), diğer bir ifadeyle tin dediği şey” olduğunu belirtir. Ruh öncelikle yaşlılığa ya da olgunlaşan bir dünyaya aittir. Onun için Doğu şairlerinde ruh, dünyayı kavrayıcı bir bakış, ironi ve yeteneklerin özgürce kullanımından müteşekkildir.
Batı-Doğu Divanı’nın içeriğini dört ana tematik çerçeve içinde toplayabiliriz.
Birincisi, şiiri Goethe’de poetik bir karşılık bulan Hâfız’la manevi alemde buluşması; ikincisi, Hatem (=Goethe) ile Züleyha arasındaki ikili dram etrafındaki aşk teması; üçüncüsü ise hissi ile akli ve maddi ile manevi motifler arasındaki bağ. Bu tema tüm eser boyunca ve özellikle “Sâki Kitabı” (“Schenkenbuch”) gibi bölümlerde ele alınmaktadır. Sonuncu tema ise, hikmetli sözler ve bilge öğretileridir. Divan’ın stilini karakterize eden bazı esasların varlığından bahsetmek de mümkündür. Eserde bu stil dünyaya kuşatıcı bir bakış -ki bu en günlük konularla en ulvi konular, şakalar ve coşkulu bir anlatım tarzı, en cinsel ve siyasi olaylar, şarabın sarhoşluğundan ve en mistik ruh halleri, dünyevi ve uhreviye kadar olan temalar ve tonların gelgitlerinde kendini gösterir.
Goethe Divan şiirinden esinlenmesine rağmen özellikle gazellerdeki kafiye örgüsünü kısmen taklit eder ve şiirlerini daha serbest bir tarzda yazar.
Bunu Züleyha bölümünün son manzumesi olan “Övgü Duaları”nda eşsiz şekilde başarır: Doğu’nun tüm yabancılaştırmasına rağmen, Heine, Goethe’nin bu dizelerindeki estetiğe hayran kalır ve bunun Almanca’da nasıl mümkün olabileceğini hayretle sorar.
Goethe, Fars şiirini bir pazar yeri (carşı?) ile karşılaştırır: “Ortamdaki en kıymetli ve en basit mallar her zaman ayrılmazlar, birbirlerine karışırlar ve sık sık nakledildikleri varil, kutu ve çuvalları görürüz. Ayrıca Doğu şairinin yeryüzünden gökyüzüne yükselmesi yahut oradan aşağı inmesi ya da tam tersinin bir farkı yoktur.” Ve Goethe, divanını seçkin bir pazar yerine (çarşı?) dönüştürmeye çalışır. Alman şiirinin bu merkezi eserinin entelektüel kapsamı, aydınlanma rasyonalitesinden Eros ve Thanatos’un bir araya geldiği mistik şiir ve romantik şiirin “Selige Sehnsucht” daki “öl ve ol”un yakınlığına kadar uzanır.
“Bu Muhammedi din, mitoloji ve gelenekler şu anki yaşıma yakışır bir şekilde şiire imkan sunuyor. Tanrı’nın sonsuz iradesine koşulsuz teslimiyet, hareketli, dünyanın seyrini kavrayan bir bakış, aşk, iki dünya arasında gidip gelen, bütün gerçekleri arındırmış ve sembolik olarak soyutlaşmış. Bu yaşlı adam bundan daha fazla ne ister ?“ Yakın arkadaşı olan Zelter’e bu devasa eserindeki motifleri ve ele aldığı temayı bu şekilde açıklar.
“Doğu da Allah’ındır!
Batı da Allah’ın!
Kuzey ve Güney sahası
Sulh içindedir O’nun kudretiyle.”
“Doğu da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.” Bakara Suresi 115.
Ayetinin mealini bu dörtlükle beraber okuduğumuzda anlaşılır ki Goethe sadece içerik olarak mealden esinlenmemiş hatta ayete bir yorum da katmıştır. Nitekim mezkur ayetten Allah sınırsızdır ve varlığı sürekli genişletip büyütür manaları da çıkmaktadır. Doğu ve batıya, kuzey ve güney yönlerini eklemiş olan Goethe şüphesiz sürekli büyüyen dünyaya vurgu yapmıştır.
Bu bağlamda rahatlıkla şu hususu öne sürebiliriz ki Goethe’nin şiirlerini oluşturma stili, İslam’ın dini ve kültürel dünyasına veya en azından İslam inancının belli başlı temel öğretilerine olan yakınlığını ve saygısını da ifade etmektedir. Nitekim hazret yeni çalışmasının basılacağını duyururken, şu anlama gelen bir cümleyi de eklemekten çekinmez: “Yazar kendisinin Müslüman olabileceğine dair bir şüpheyi reddetmemektedir.” Bu ifade, muhtemelen şiirsel bir anlam içermektedir. Bununla birlikte Goethe’nin din ile olan ilişkisini ve daha yoğun olarak İslamiyet ile olan ilişkisini önümüzdeki yazılarda kapsamlıca ele almaya çalışacağımızı şimdiden ifade etmekte fayda var.
Divan’ın bazı temel manzumeleri başlıca Kuran’dan alınmıştır ya da Kuran’ın bir versiyonu şeklindedir. Örneğin eser “Hicret (Hegire)” adlı şiir ile başlar. Bu kelime Arapça’dan alınmıştır ve bilindiği gibi İslam Peygamberi’nin Mekke’den Medine’ye göçünü ifade eder; aynı zamanda İslam takviminin de başlangıcıdır. Goethe’de ise hicret, daha soyut manada kullanılır ve daha çok bir aşk, sarhoşluk ve doğal bir dindarlığa olan bir hicrettir.
Edward Said Goethe’nin eserlerinde yer alan benzer fenomenleri “iki dünya arasında” sözleriyle tanımlamaya çalışır. Hugo von Hofmannsthal ise yabancı bir dünya ile “biz” arasında yüzen olayı fark eder ve “çift görüşlü” terimini üretti. Bundan kasıt zıtlıkların ya da çelişkili gibi görünenlerin kolayca bir araya getirilebilmesidir. İki dünya, Batı ve Doğu, Almanya ve İran, Hıristiyanlık ve İslamiyet, Dünya ve Ahiret, ya da Şiir ve Bilim örneklerinde olduğu gibi. Batı-Doğu Divanı aslında ismiyle müsemma olduğu gibi zıt anlamlı kavramların birleştirilerek yeni bir kavram yaratılması ve bunları uyumlu hale getirilmesini ihtiva eden bir eserdir.
Friedrich Rückert, 1822 yılında Brockhaus tarafından Leipzig’de yayınlanan Doğu Gülleri isimli şiir kitabının ilk sayfalarında Goethe’nin Divanına şu sözlerle doğrudan atıfta bulunur: “Saf Doğu’yu tatmak isteyenin, Batı’ya en iyi şarapları en dolu kaptan sunmuş olan kişiden başkasına gitmesine gerek yok.“
Sonuç olarak Goethe, çok farklı eğilimleri kendine özgü bir çeşit esneklikle mükemmel bir denge içerisinde sunmayı ve Doğu ve Batı şiirinin bir sentezini oluşturmayı başarmıştır. Goethe’nin dünya edebiyatı üzerine düşüncesi, farklı dillerin, ülkelerin ve kültürlerin spesifik özelliklerinin üstesinden gelmek veya onları tek bir bakış açısına indirgemek veya genelleştirmek değildir. Tersine, böyle bir genelin varsayımı, bir ortak paydanın kabulü, karşıdakini anlamanın ön koşuludur. Goethe’ye göre ‘dünya edebiyatı’ kavramı, genel olanın spesifik olanın yerini alması olmayıp; mezkûr kavram aksine, kişinin kendi kültür süzgecinden geçirme sürecinin köklü öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Bu süreçte genel olarak kabul edilebilen ortak insani payda, birbiriyle kültür alışverişinde olan öznelerin kendi bakış açılarıyla tekrar tekrar müzakere etmelerini ve bakış açılarını düzenlemelerini sağlayacak bir fikir işlevi görür. Goethe bu tür kültürlerarası bir bakış açısı sayesinde güncelliğini korumaktadır ve ideal bir kültürlerarası alışverişi resmetmektedir.
Hepimizin bildiği bir Münir Nurettin şarkısı olan “Sana Dün Bir Tepeden Baktım Aziz İstanbul” eserinin güftesi aslında Yahya Kemal’in bir şiiridir ve şiirde yine hepimizin çok iyi bildiği ve dilimize pelesenk olan “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel” ifadesi geçer. O halde Yahya Kemal’den ufak bir (ç)alıntı yaparak bu yazımızı şöyle bitirebiliriz:
Sadece Batı-Doğu Divanı’nı orjinalinden okuyup anlayabilmek bir ömre bedel ve bu tat için de Almanca öğrenmeğe değer.
Eseri aslından okurken tüylerinizin ürpereceğini, çok farklı şiirsel hazlar alacağınızı ve şairin sizi farklı alemlere götüreceğini şimdiden temin ederim.
*Eser, Türkçe’ye Doğu-Batı Divanı olarak çevrilmiş. Bu tercümeyi başlıkta devralsam da orijinaline sadık kalarak kabul edemeyeceğim. Bu yüzden yazının devamında Batı-Doğu Divanı tercümesini kullanıyorum.
Bochum ve Münster üniversitelerinde Hukuk okudu. Münih Askeri Üniversitesinde sosyal bilimler dalında lisans ve yüksek lisansını tamamladı. Halihazırda Alman ordusunda subay olarak görev yapmakta. İlgi alanları din sosyolojisi, Alman kültür ve edebiyatıdır. Özellikle Goethe ile meşgul olup, sosyal medyada bu yönde aktiftir.