Dünyanın olması gerekenden daha kötü bir yere dönüştüğü uzun süredir hepimizi meşgul ediyor. Çevre kirliliği, siyasal çalkantılar, ekonomik virajlar, tecavüzler, cinayetler, ayaklar altına alınan insan hakları ve onur, özgür düşüncenin sınırlandırılması gibi insanlığı farklı yönlerden tehdit eden durumlar bize her gün medyanın birçok kolundan gösteriliyor ve bunlar bilinçaltımızda yerlerini alıyorlar. Yola tüküren gençler, kapı tutmak yerine omuz atıp geçen “er“ler, aksanınız var diye burun kıvıran kasiyerler, birisinin yakını olduğu için sıra beklemeyenler gibi günlük hayatta bizi görece daha az rahatsız eden durumları medyanın da sıklıkla göstermesine gerek yok çünkü bunları şahsen biz kendimiz görüyor, yaşıyor ve biliyoruz. Hatta daha da fazlasını!
Pekiyi, dertlenirken, şikayet ederken, çığlıklar atarken ne yapıyoruz biz? Gerçekten soruyorum bunu önce kendime, sonra da size. Örneğin, en basiti çevremizi korumak için neler yapıyoruz, kişisel bir planımız var mı? Herkesin sokakta artık çöp kutusunu aktif bir şekilde kullandığını farz edersek, ormanları ya da denizleri korumak için kurumların geliştirdiklerinin dışında bizim kendimize ait planımız var mı? Çevrenin ve içinde yaşayan insan dışındaki organizmaların korunması için pek de birşey yapmadığımızı geçen sene ülkemizde ve diğer ülkelerde gerçekleşen orman yangınları ile anlamadık mı? Farklı dinlerden ya da mezheplerden olmanın bir kadının şiddet görme sebeplerinden birisinin olması gibi buna benzeyen ya da benzemeyen birçok sebebi duyduğumuzda ya da gördüğümüzde harekete geçiyor muyuz bu insanlar için, onların haklarını savunuyor muyuz? Üçüncü dünya savaşına doğru kamikaze dalışı yapmaya çalışan ve kendi çıkarları için zayıf ülkeleri ezmekten kaçınmayan ülkelere karşı ne söylüyoruz biz? Kendimizin, başkalarının ve dünyanın çevresinde pek de doğru olmayan şeyler döndüğünde, bizim kaygılanmaktan, korkmaktan ya da söylenmekten başka yaptıklarımız nelerdir?
Medya ve sosyal medya olumsuz haberleri ve bazen de kötülük diye nitelendirdiğimiz durumları bize aktarmaya devam ederken, son yıllarda aktarılan haberlerde iyiliklerden ve olumlu durumlardan daha çok bahsedilmesi hepimizi sevindiriyor. İyimserliğin değişim için gerekli olan güç kaynağı olduğunu, bunun da bizi iyiliğe götüreceğini izlediklerimizle, duyduklarımızla, takip ettiklerimizle içselleştirebiliriz. Birbirimizi “İyilik gücün olsun!“ diye motive ederek medyada bize sunulan iyilik hareketlerinin içinde biz de aktif rol alabiliriz. Bence birçok konudaki zorluğa rağmen iyilik için çoktan harekete geçtik bile. Örneğin, sokak hayvanları ya da sahipsiz hayvanlar için konulan mamalar, su kapları ve kartondan ya da plastikten yapılan evler renk renk, boy boy sokakları ve dolayısıyla fotoğrafları süslüyor. Bazıları kurumsal olarak hazırlanmışken, diğerleri kişisel olarak kapı önlerine, bahçelere kondurulmuş. Diğer yandan birçok yardım kuruluşunun tedavisinin çok masraflı olduğu hastalıklardan muzdarip olanlara, maddi durumu iyi olmayıp kötü koşullarda yaşayanlara, psikolojik ya da bedensel şiddet altında acı çeken bireylere ve daha sayamayacağımız kadar çok iyilik hareketlerine, desteklerine yine sosyal medyada rastladığımızda hem gururlanıp hem de umutlanmıyor muyuz insalığın iyilik yapan yanından? Sosyal medyanın haberi hızlı yayma özelliğini arkasına alıp çığ gibi büyüyerek güçlenecek iyilik hareketlerini hangimiz istemeyiz?
Bütün kötülüğün ve bütün iyiliğin istesek de istemesek de üstümüze bolca boca edilmesiyle, sizce bizim gönlümüz hangisine kayar? Doğduğumuz andan itibaren, içimizde var olan iyi ve kötünün çatışması şimdi ekranlardan naklen vicdanımıza sesleniyor. Olumsuzluğun kimsenin kolayca yardım eli uzatamayacağı karanlık kuyularına düşmemek ve belki de bununla kötülüğün artmasına sebep olmamak için, önce kendi mikro dünyamızda ve daha sonra yakın çevremizden uzaklara kadar yayılabilecek şekilde iyimserliğin gücü ile iyiliği yayalım! Herşey evet zıttı ile var olur, ancak iyiliğin zıttının boyutlarının küçülme vakti neredeyse kaçacak! Aman dikkat!
Nebiye Hilal Şan 1982 yılında Almanya’da doğmuş, ODTÜ İngilizce Öğretmenliği’ni anadal, Almanca Bölümü’nü yandal olarak bitirdikten sonra Albert-Ludwigs Üniversitesi Freiburg’ta Avrupa Dilbilimleri Bölümü’nde yüksek lisansını yapmıştır. Bir süre koklear implant takılmış çocuklarla işitme terapisti ve aile danışmanı olarak çalıştıktan sonra, sırasıyla Pädagogische Hochschule Heidelberg, Johann Wolfgang Üniversitesi Frankfurt, Europa Universitesi Flensburg’ta çokdilli çocukların dil gelişimi ve dil bozuklukları hakkındaki projelerde araştırma görevlisi olarak bulunmuştur. Şu anda Applied Sciences Frankfurt Üniversitesi’nde Almanya’daki üçüncü nesil Türkçe konuşan üniversite öğrencilerine anadillerindeki akademik becerilerini geliştirmeleri için Anadilciler İçin Türkçe dersini vermektedir. Aynı zamanda Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’nde Eğitim Fakültesi Özel Eğitim Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Göç Türkçesinde Özgül Dil Bozukluğunu Ölçme adlı konuda doktorasına Pädagogische Hochschule Heidelberg’te devam etmektedir. Yurtdışı Türkler ve Akrabalar Topluluğu’nun Türkçe Ödülleri kapsamında jüri ödülü alan şiiri Kök Gök’ün de içinde bulunduğu Lal Rüyalar isimli kendisine ait şiirleri amatörce sunduğu bir şiir bloğu vardır.