Carmen P. Flores, Editor of TEJ. Journalist
Futbol hakkında konuşmak, din, politika, sosyoloji ve elbette ekonomi hakkında konuşmak gibidir. Sporların kralı olarak adlandırılan futbol, büyük kârlar getiren dev bir endüstridir. Gerçekten bir spor mu? Futbol bundan da fazlasıdır.
Karl Marx, “din halkın afyonudur” ifadesini ortaya atmıştır ve biraz daha geç doğmuş olsaydı, bu ifadesi “futbol halkın afyonudur” şeklinde olabilirdi. Bazı taraftarlar için futbol, sadece statları dolduran bir din değil, aynı zamanda milyonlarca insanı televizyon karşısına toplayan ve futbol yıldızları ile takımlarına ait ürünleri satın almalarını sağlayan bir tutkudur.
Futbol, dünyanın on yedinci büyük ekonomisi olarak kabul edilebilir ve İspanya gibi ülkelerde en önemli eğlence sektörü haline gelmiştir. İspanya ekonomisinin ürettiği her on Euro’nun ikisi La Liga’dan, yani Futbol Ligi’nden gelmektedir. Futbol sektörü, İspanya’nın Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nın (GSYİH) %1’inden fazlasını oluşturmaktadır. Futbol ekonomisi, ülke ekonomisinin genelinden daha hızlı büyümektedir.
Bunun temel sebebi, kulüplerin spor yayınlarından, sponsorluklardan ve lisanslı ürün satışlarından elde ettiği gelirlerdir. Ancak bu gelirler, büyük markaların sponsorluklarıyla desteklense de, kulüplerin tedarikçilere ve maliyeye borçlanmalarını engelleyememektedir. Birçoğu, Arap, Çin ve daha az ölçüde Rus sermayesinin kulüpleri satın almasıyla başa çıkmak zorunda kalmıştır.
Takımların toplamda 4 milyar Euro’dan fazla borcu olduğu, bunun 200 milyon Euro’sunun Vergi Dairesi’ne olduğu söylenmektedir. Sosyolog, tarihçi ve gazeteci David Goldblatt, “kulüplerin özelleştirilmesi fikrinin büyük bir hata olduğunu” düşünmektedir.
Futbol dünyasında ve ona bağlı olan alanlarda birçok dönüşüm yaşanmıştır. Jose Luís Núñez’in Barça başkanı olduğu dönemde, kulübün gelirlerinin %80’i sezonluk bilet satışlarından, geri kalanı ise reklamlardan geliyordu. Günümüzde ise gelir kaynakları tersine dönmüştür; marka reklamları ve televizyon yayın hakları kulüp gelirlerinin %80’inden fazlasını oluşturmaktadır.
Sezonluk bilet sahipleri, yani kulüp üyeleri artık daha az söz sahibidir. Belki de bu yüzden, maçları yayınlayan kuruluşlar, karşılaşmaların hangi gün ve saatlerde oynanacağına karar vermektedir.
Bu durum futbol için iyi mi? Bir yandan evet, çünkü bu sayede kulüpler mali hesaplarını düzeltebilmektedir. Öte yandan, kulüplerin bu gelir kaynaklarına neredeyse tamamen bağımlı hale gelmesi, sürdürülebilir olmayan bir durum yaratmaktadır.
Yolsuzluk, bu en popüler sporun en büyük zaaflarından biri olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Ulusal ve uluslararası düzeyde birçok önemli figür, futboldaki yolsuzluk skandallarına karışmıştır. Maç şikeleri de bu durumun bir parçasıdır; bazı oyuncular ve yöneticiler, spor dışı bu eylemler nedeniyle yargılanmıştır. Etik olmayan ama ekonomik açıdan kârlı olan bu uygulamalar futbolun bir gerçeği haline gelmiştir.
Büyük bir futbol tutkunu olan Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, “Bir insan hayatı boyunca eşini, siyasi partisini veya dinini değiştirebilir ama tuttuğu takımı asla değiştiremez” demiştir. Takımlarına “sadık” olmak, taraftarlar için kutsal bir şeydir. Peki, taraftarların çoğunda bu neredeyse hastalık derecesindeki bağlılık neden kaynaklanıyor?
Uzmanlara göre futbol, insanların haftanın stresini ve sıkıntılarını unutmasını sağlayan bir kaçış mekanizmasıdır.
Bir maçı statta izlemek ile televizyondan izlemek aynı şey midir? Görünüşe göre değil. Stadyum atmosferinde yaşanan adrenalin, televizyon başında oturmaktan çok daha yüksektir. Taraftarlar, hakemin iptal ettiği bir gol ya da adaletsiz buldukları bir karar karşısında büyük tepkiler gösterebilir. Hakeme bağırarak öfkelerini dışa vurmaları, statlardan hafiflemiş bir ruh haliyle çıkmalarını sağlar. En azından maç süresince birbirlerini sever, kendi sorunlarını ve ülkenin dertlerini unuturlar.
Futbol oynandığında, insanların diğer konulara daha az odaklandığı söylenir. Hükümetler bunun farkındadır ve bu durumdan faydalanır. Romalı şair Juvenal, “Halka ekmek ve sirk verin” demiştir ve Romalı imparatorlar bu politikayı uygulamıştır. Yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen bu anlayış değişmemiştir; sadece sirk yerini futbola bırakmıştır.
Birçok kişi, Franco diktatörlüğü döneminde her Çarşamba günü futbol maçlarının yayınlanmasının, fabrikalar ve üniversitelerdeki sendikal hareketleri yatıştırmaya yardımcı olduğunu hatırlamaktadır. Günümüzde de futbol, “halkın sirki” olarak varlığını sürdürmektedir.
Bu makale ilk önce economyjournal.com da yayınlanmış olup, ingilizce orjinal metninden Türkçe’ye çevrilmiştir.