İnsanlığın başlarına bir yolculuk yaparak başlayalım. Mesela evrim konusunu biraz daha açalım. Okullarda bize öğretilen bildiğimiz üzere evrim denince; yaşayan canlılar süreç içinde gelişir ve bir sonraki nesil çok daha fazla gelişmiş özelliklere sahip şekilde doğa ve çağa adapte olur. Fakat evrimleşmek demek aslında daha iyi olmak demek değildir, hayat mücadelesi içinde daha iyi bir şekilde yaşam ve çevre koşullarına uyumlanmak demektir.
Biz insanlar daha rahat yaşamak ve bunu sürdürebilmek için her konunun ince detaylarından anlayan uzmanlar yetiştirdik ve devamda ediyoruz. Biraz daha net bir örnekle ifade edersek örneğin, kemiklerimiz, kaslarımız veya eklemlerimiz ağrıdığında ortopediste giderdik fakat şimdi günümüzde podiatristler var ki eğer özellikle ayak ve ayak bileği sorunu çekersek onlara gösterebiliriz. Ayrıca bu teknolojiden daha öte nano teknolojimiz var. Atomik seviyede, hücre büyüklüğünde nano robotlar vesilesi ile doktorlarımız bilim adamlarımız bizi kontrol altında tutabiliyorlar.
Her konuda yararlanabildiğimiz ince detaylarına kadar faydalanabildiğimiz teknolojimiz, tıbbımız, sığınabileceğimiz güzel ve hatta akıllı evlerimiz varken bizler neden hala stres ve kaygı içinde huzursuzuz ve özgüven eksikliği çekiyoruz? Örneğin, kaplumbağaların düşük özgüveni olduğunu ya da az önce gözü önünde annesi aslan tarafından yenen bir ceylanın travma geçirdiğini veya köstebeğin fareye duyduğu kini, son örnek olarak da güvercinin tilkinin kuyruğunu kıskandığını sanmıyorum.
Açıkça söyleyebilirim ki biz insanlar tehlike ile baş edebiliriz ama kıskançlık ve başkalarıyla kendimizi karşılaştırmayla baş edemeyiz. Hasetlik hissettiğimizde sonrasında intikam almaya doğru ilerleyen, tepeden aşağıya doğru yuvarlanan kar topu gibi büyüyerek çok güçlü bir duygu haline dönüşür. Maalesef, bu durumun kontrole alınmaması sonucu zihinsel hastalığa yakalanabiliriz. Özellikle duygusal yoksunluk içinde büyüyen çocuklarda bu durum çoklukla görülebilir.
Biz insanlar, kendimizin en büyük düşmanına kolayca dönüşebiliriz ve kendimize çok zor zamanlar yaşatabiliriz. Bu kadar kendimize eleştirel olmamız esasında haksızlıkta diyenler olabilir çünkü çoğu davranışımız DNA’mızın mirasıdır.
Bunu tam olarak açıklamak gerekirse genetik miras bir anlamda nesilden nesle atalarımızdan bu zamana kadar hayatta kalmak için aktarılan bilgilerdir. Kiminin “Ailecek DNA’mız bozuk ben ne yapayım” bahanesinin, uydurma olmadığını bu bilgiye artık sahip olduğumuzdan anlayabiliriz.
Biz insanlar DNA’mızın belli bir oranını, yaşayan diğer canlılarla da paylaştığımızı yapılan bilimsel araştırmalar sonucu görürüz. Örneğin, DNA’mızın yüzde doksan sekizini “Great ape” denilen bir maymun türü ile paylaşırız, bu da demek oluyor ki biz, insanlar olarak o türdeki büyük maymunlardan yüzde iki oranında küçük bir farkla farklılaşıyoruz, bu da demek oluyor ki DNA’mızın yüzde doksan sekizi “Great ape” ile aynıdır.
Bu, yüzde oranları diğer canlılarla da ilişkilidir. Mesela, DNA’mızın yüzde doksanı farelerle aynıdır. O sebeple bilim adamları birçok deneyi fareler üzerinde yapabilirler.
Daha da ilginci DNA’mızın yüzde otuzunun maya maddesi ile, yanlış duymadınız evet bildiğiniz hamur yapımında ya da bira yapımında kullanılan maya ile aynı oldugudur. ”Mayası bozuk” sözünün nereden geldiği biraz daha açık öyle değil mi?
Son örneğimiz ise muz, bu meyve ile DNA’mızın yüzde yirmi beşini aynı olarak paylaşırız. Bir muz bir insana yüzde yirmi beş oranında benziyorsa yıllar önce bunun şarkısı yapan Ajdar “Muz gibiyim muz muz çikita muz” şarkısının sözlerinde geçirirken, o zamanlar dimağlarımızda durgunluk yaratmıştı, meğer haklılık tarafı varmış diye bakabiliriz.
Kanıtlar ve ispatlar gösteriyor ki doğada var olan her şey birbirleriyle alakalı ve benzeştir. Peki bizi bu kadar üstün ve özel kılan nedir? Bunun cevabını beynimizi kullanma biçimimiz “Düşüncesini uygulayabilme yeteneği” diyerek cevaplayabiliriz, doğadaki en güçsüz yaratıklardan biri olsak da yaratıcılığımız ve birlikte gruplar halinde görev paylaşımı ile çalışma yeteneğimiz sayesinde en güçlü canlı olmayı tarih içinde başarmışız.
Doğada bulunan canlılara baktığımızda, misal, bir baykuş, iki yüz yetmiş derece boynunu sola veya sağa doğru iki yöne de döndürebilir, doksan derece kadar boynunu, omuzlarını oynatmadan aşağı ve yukarı hareket ettirebilir. Daha da fazlası gözleri tam bir dürbün görüşünde ve gece görüşü de normalin çok üzerinde olduğundan onlara gece kuşu da dendiği bilinir. Baykuşlar, geceleri üç kilometre iki yüz on sekiz metre ötede olan bir tavşanı rahatlıkla görebilir.
Bir başka örnek, vahşi bir kuş türü olan “Alaca Doğan” uçarken üç yüz seksen dokuz kilometre hıza ulaşabilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün fakat düşünebiliyor musunuz biz insanlar eğer bu hayvanlardan birinin bu özelliklerinden birine sahip olmuş olsaydık süper kahraman olmuş olmaz mıydık?
Neyse ki zekayı kullanma biçimimiz ve fiziksel uygunluğumuz sayesinde, doğadaki her şeyi taklit ederek onların doğal yeteneklerine araçlar ve aletler sayesinde ulaşmayı başardık. Bir kuştan daha hızlı uçakla uçabiliyor, teknolojik aletler sayesinde bir baykuştan daha iyi görebiliyoruz. Teleskoplar ile uzayı, başka gezegenleri görebilir, hatta yolculuk bile yapabiliriz.
Spor psikoloğu Zeynep Eylem Şenkal İstanbul doğumludur. Doksanlı yıllarda profesyonel olarak hem milli takımda hem de Fenerbahçe kulübünde voleybol oynadı. Marmara Üniversitesi Spor Bilimlerinden mezun olduktan sonra sporcu pskolojisi konusunda çalışmalar yapmaya başladı. İngiltere Londra’da beş yıl kaldı ve burada BBP University’de yüksek lisans psikoloji eğitimini tamamladıktan sonra “Premier League” takımlarından Chelsea ve Arsenal futbol kulübünde çalıştı. Şu anda İstanbul’da Fransız Lape hastanesinde çalışmaktadır.
Zeynep Eylem Şenkal’ın farklı konularda ödülleri vardır. Pertevnial Lisesinde Liseler arası 5000 metre koşusunda birinci oldu, okuluna kupa kazandırdı. Fenerbahçe genç takımında oynarken lig şampiyonluğunu kazanan takımın ilk altısında oynadı. Okulu Marmara Üniversitesinin takımında üniversiteler arası şampiyonluk kazanan takımın ilk altısında oynadı.
Formula 1 takımlarından Redbull ile beş yıl boyunca çalıştı ve 230 dünya şehri gördü.
Sporun dışında da başarıları bulunan Zeynep Eylem Şenkal 1996 Türkiye Best Model seçildi. 1998 yılında Kore’de yapılan “Miss Universe” yarışmasında dünya birincisi seçildi. 15 tiyatro oyununda baş rolde oynadı. En son tiyatro oyunu “Necmiq” ile “En iyi komedi oyunu” ödülünü ekibi ile beraber kazandı. Onlarca televizyon programı sundu. Sinema ve dizi filmlerde oynadı. Ayrıca tiyatro öğrencilerine drama dersleri verdi.
Zeynep Eylem Şenkal tüm bu tecrübelerini harmanlayarak ünlü ya da değil sporcu ve ya kendini geliştirmek isteyen bireylerle mesleği kapsamında; kişinin kendisinin potansiyelinin sınırlarına erişebilmesi için bilimin ve teknolojinin ışığında kişiye özel fiziksel ve zihinsel çalışmalar yürütmektedir.
Daha fazla bilgi için www.eylemsenkal.com