Adını kurucusu Makedonya Kralı (asıl adıyla III. Aleksandros) Büyük İskender’den (MÖ 356-323) alan İskenderiye; Kütüphanesi ve Antik Dünya’nın yedi harikasından biri sayılan Deniz Feneri (Pharos) ile bir dönem Atina’ya bile rakip olmuş bir kültür şehri. Bugün Mısır’ın üçüncü büyük şehri. Kimine göre Akdeniz’in başladığı, kimine göreyse bittiği yer.
Rivayettir ki Doğu Seferinde Smyrna/Smirni’ye (bugünkü İzmir) gelen Büyük İskender, Pagos Tepesi’nde (bugünkü Kadifekale) avlanırken uyuyakalır ve bir rüya görür. Rüyasında kendisine şehri bu tepenin eteklerine taşıması gerektiği söylenmiştir. Smyrna’nın yeniden kuruluşu Büyük İskender’e bağlanır. Büyük İskender ardında adıyla özdeşleşmiş başka şehirlerde bırakır: MÖ 333’de İssos yakınlarında kazandığı zaferden sonra kurulmuş“Alexandria/İskenderun” ile bugün Çanakkale/Ezine’nin Dalyan köyü sınırları içinde kalan MÖ 310’da kurulmuş “Alexandria Troas” antik şehri onun eserleridir.
Büyük İskender, MÖ 336-323 yılları arasındaki iktidarında büyük bir komutan olmasına karşılık ahlâkî ve içki zafiyetiyle, kazandığı zaferlerin sarhoşluğuyla tanrılığını ilân eden zalim bir figür.
İskenderiye, Mısır’da bir Yunan kültür merkezi oluşturmak isteyen Büyük İskender tarafından Rodoslu mimar Dinokrates’in hazırladığı plan üzerine MÖ 332’de kurulmuştur. MÖ 322’de Büyük İskender’in, Mısır’ı ele geçirmesi sonrası bir Yunan şehri modelinde tasarlanmıştır. Ancak doğunun tüm kültürel ve politik unsurlarından etkilendiği için zamanla Helenistik dönemin kozmopolit yapısına uygun bir şehir hâline dönüşür. Yunancasıyla “Alexandria/İskender’in şehri” Büyük İskender’in hayalini kurduğu Doğu-Batı sentezinin bir sembolü olur; Yunanlar, Yahudiler ve Mısırlılar… İslamiyet, Yahudilik, Hıristiyanlık ve eski Mısır dini… Şehrin entelektüel zenginliği sanatçılar için ilham kaynağıdır.
Büyük İskender’in ölümünden sonra şehir, İskender’in kurmaylarından Ptolemaios’un kurduğu “Ptolemaios Hânedânı” tarafından yönetilir, Hânedân’ın üç kuşağı yüzyılı aşkın süre içinde şehrin görkemini ve şanını dünyaya duyurur.
MÖ 44’de Romalıların eline geçer, artık bir Roma İmparatorluğu şehridir. Romalıların kötü yönetiminin ordu üzerindeki olumsuz etkilerinin sonucu 619’da Persler tarafından işgal edilir, 641’de Arap egemenliği altına girer. 1517’de Osmanlı Devleti’nin kontrolüne geçen İskenderiye, 1798’de Napolyon (1769-1821) yönetimindedir. Ancak İngilizlerin Doğu Akdeniz’deki yerini koruma amacıyla Osmanlı Devleti’ni desteklemesi üzerine 1801’de yeniden Fransızlardan Osmanlılara geçer. 1805’de Osmanlı Sultanı tarafından gönderilen Kavalalı Mehmet Ali Paşa (1769-1849) halkın desteğiyle Mısır’ın başına geçer, İskenderiye’nin eski görkemine dönüş yıllarıdır. Şehir önemli bir ticaret limanı hâline gelir. 1879’da “Mısır Mısırlılarındır” hareketiyle başlayan iç karışıklık sonrası 1882’de İngilizlerin bölgeyi işgaliyle 20. yüzyılın ortalarına kadar süren İngiliz egemenliği İskenderiye tarihinin modern yüzüdür.
ΜÖ 2. yüzyılda İskenderiye, felsefe, bilim, sanat ve mimarlık alanlarındaki gelişmelerle dünyanın bilim ve kültür merkezi olarak Atina’nın önüne geçmiştir.
MÖ 3.yüzyılda Yunan egemenliğindeki İskenderiye toplumunda okuma ve yazma, ticarî, siyasî ve içtimaî hayatın ayrılmaz parçasıdır ki, dünyanın ilk büyük kütüphanesinin burada kurulmuş olması şaşırtıcı değildir. Kütüphane, MÖ 323-285 yılları arasında hüküm süren I.Ptolemaios (MÖ 367-283) tarafından kurulmuştur. Kütüphane kurma düşüncesi, Yunan ve Mısır ideallerinin ortak sonucuydu. Kütüphane, insanın öğrendiklerinin toplamını içerecekti. Böylece dünyanın ilk kitapseverlerinden birinin kütüphanesi, Aristoteles’in (MÖ 384-322) kişisel kitap koleksiyonu dönüp dolaşıp İskenderiye Kütüphanesi’ne ulaşacaktı. Eserlerin sınıflandırılması için ilk karmaşık sistem burada uygulandı. Katalog, kütüphanenin yarım milyonu aşan içeriğini listeleyen yaklaşık 120 parşömen rulosundan oluşuyordu. Dönemin akademik zihnini anlamak bakımından, en az eserlerin kendisi kadar kataloğun hangi kategorilere ayrıldığı önemlidir. Kütüphanede sekiz kategori vardı; drama, hitabet, lirik şiir, mevzuat, tıp, tarih, felsefe ve muhtelif/zenaat. (Hani diyorum; günümüz okullarını bu sekiz başlık üzerinden reorganize etsek; eminim çok sağlıklı bir insan yetiştirme düzenine kavuşmuş oluruz. Ne dersiniz?) En bariz eksiklik, Batıdaki büyük Ortaçağ kütüphanelerinin neredeyse tamamını temsil edecek olan teoloji kategorisiydi. Bu, birbirinden apayrı iki okuma kültürünün kanıtıdır. İskenderiye Kütüphanesi, bir müze, bir bahçe, ortak bir yemek salonu, bir okuma odası, amfiler ve toplantı salonları da barındırıyordu, bu da Batı Avrupa’nın büyük manastır vakıfları, kolejleri ve üniversiteleri için bir model olacaktı.
Antik Dünya’da öğrenmenin merkezi olan İskenderiye’nin kozmopolit etkisi bugünde yürürlükte. Yunan ve Mısır medeniyetlerinin kültürünü ve toplumunu bir araya getiren, Antik Dünya’nın kozmopolit, özgür ve zengin şehrinden bugüne…
Mısır’a giren her kitabın buraya getirilmesi zorunlu idi. Kitabın, burada bir nüshası çıkarılıp sahibine verilir, aslı kütüphanede kalırdı. Bir taraftan da yurt dışına gönderilen memurlar, başka ülkelerde buldukları kitapları satın alıp, getirirlerdi. Böylece, o zamana kadar birçok bilime ait dağınık hâlde ve kaybolmaya mahkûm eserler, emin bir yerde toplanmış oldu. (Bir dipnot; aynı dönem Anadolu topraklarındaki Bergama Kütüphanesi, İskenderiye Kütüphanesi ile yarışıyor ve hatta Mısırlılar, Bergama Kütüphanesi’ne yaptıkları papirüs sevkiyatını bir süre sonra kesiyorlar ve bunun üzerine Bergamalılar, tarihte ilk kez kâğıdı/parşomeni icat ediyor. Daha sonraki dönemde Bergama Krallığı yenilince, Kleopatra (MÖ 69-30), kütüphanede bulunan 200.000 ciltlik eseri, İskenderiye Kütüphanesi’ne getiriyor.) İskenderiye Kütüphanesi’nin, Helen uygarlığının oluşumunda etkisi büyüktür.
Evet, İskenderiye Kütüphanesi hakkında en genel bilgi, zamanının en büyük kütüphanesinin yakılıp yıkıldığıdır. Bin yıllık birikim yok edilmiştir. Peki, İskenderiye Kütüphanesi nasıl yok oldu?
391’de Bizans’ın Mısır Valisi Theophilos, İskenderiye’de Mısır’ın en eski din mensuplarına ait Osiris Tapınağı’nın yeri olan bir arsayı, kilise inşa edilmesi için Hıristiyanlara verir. Burada yapılacak kilisenin temel kazısı sırasında, üzerinde eski dine ait yazılar bulunan bir taş çıkar. Hıristiyanlar, bunu alay konusu yapar. Olay şehirde oldukça kalabalık olan putperestleri kızdırır ve dinî ayaklanma çıkar. İnsanlar kitle hâlinde kılıçtan geçirilir. İskenderiye Kütüphanesi’nin bulunduğu bölge yerle bir edilir. İmparator I. Theodosius (347-395), valiye başka büyük şehirlere göre eski dinin İskenderiye’de hâlâ neden bu kadar canlı/güçlü olduğunu sorunca, bunun sebebinin İskenderiye Kütüphanesi’ndeki eski putperestlik kültürüne dair kitapların varlığını öne sürer. İmparator, bunun üzerine hepsinin yok edilmesini emreder. İskenderiye Kütüphanesi’ndeki tüm eserler, şehrin hamamlarına dağıtılarak yaktırılır ve böylece insanlık tarihinin bir bilim ve kültür hazinesi yok edilir. Kütüphane’nin Sezar tarafından, İskenderiye’yi kuşattığı sırada yok edildiği bir başka rivayettir. Kütüphane’nin varlığını 4. yüzyıla kadar sürdürdüğü bilinmektedir. Sezar’ın kuşatmasında yalnızca bir bölümünün zarar görmüş veya yıkılmış olduğu da düşünülebilir.
Astrobiyolog Carl Sagan (1934-1996) televizyon dizisi “Cosmos”un 1980’de yayımladığı açılış bölümünde, İskenderiye Kütüphanesi’ni yok eden yangından bahseder. Sagan, izleyicilere “Eğer zamanda geriye gidebilseydik, ilk geleceğim yer burası olurdu çünkü antik dünyadaki tüm bilgiler bu mermer duvarların içindeydi” derken Kütüphane’nin yıkılmasından 1600 yıl sonra utanç verici bir uyarı yapar: İskenderiye Kütüphanesi bilim ve kültüre karşı cehaletin zaferi sembolüdür. İskenderiye Kütüphanesi ile ilgili anlatılanlar bir efsaneler koleksiyonu olsa da.
İskenderiye Kütüphanesi, bugünkü İskenderiye’nin bilinmeyenlerinde gömülü. Kütüphanenin papirüs rulolarından hiçbiri günümüze ulaşamamış.
Binaya dair bir mimarî tanım dahi yok bugün elimizde. Sadece bilginlerin büyük bir salonda birlikte dolaşıp yemeklerini de yiyebilecekleri bir yerden bahsediliyor. Ve burasının bir kütüphane olarak değil Kraliyet Sarayı’nın bir parçası müze olarak adlandırıldığından söz ediliyor. Müze denmesinin nedeni, müzik ve şiir tanrıçası Muses adına inşa edilmiş olması. Hiçbir eski kaynak, müze ve kütüphanenin aynı şey olduğunu açıkça belirtmese de birbirleriyle ilişkili oldukları varsayılıyor.
İkinci rivayet; Sezar (MÖ 100-44) da kaynaklarda İskenderiye’nin yakılmasını, MÖ 48-47’de büyük rakibi Pompey’e karşı yaptığı savaşın kazara bir sonucu olarak bildirir. Ancak bu yangının anlatılış biçimi genelde abartılıdır. Düşman birliklerini getiren gemiler limana, bir dizi ambarın yakınına demirlemişti. Sezar’ın birlikleri onları yaktığında yangın genişlemiş ve yakındaki bir dizi binaya yayılmıştır. Ayrıca, bu yangının kütüphane koleksiyonuna maddi zarar vermiş olması olası iken muhtemel sonunu getirmemişti. Serapeum tapınağı kalıntıları; Bu anlatı aynı zamanda MÖ 48-47 olaylarından birkaç on yıl sonra kütüphanedeki kaynakları kullanarak kendi araştırmasını yapan coğrafyacı Strabo’nun anlatımıyla da uyumludur. Ayrıca bu olaydan yaklaşık dört yüzyıl sonraki yazılarda kütüphaneden hâlâ söz edildiğini biliyoruz. Aslında eski İskenderiye’de iki kütüphane vardı: Mouseion ve Serapeum yani İç ve Dış Kütüphaneler. Serapeum iki defa yangına maruz kalır. Ancak yangının kütüphaneyi mi yoksa sadece tapınak kompleksini mi etkilediğine dair kesin bir fikrimiz yok.
Üçüncü rivayet ise; 642’de dördüncü halife Hazreti Ömer (584-644) döneminde Mısır’ın fethi üzerinedir. Müslümanlar, verimli arazilerle birlikte kültür hazinelerini ele geçirdiler. Bu hazinelerden biri de İskenderiye Kütüphanesi’dir. Kütüphane’nin Hazreti Ömer’in emriyle Amr b. el-As tarafından yakılıp yıkıldığını iddiası vardır. Müslüman tarihçiler ve oryantalistler (Bernard Lewis, Eusèbe Renaudot, Alfred J. Butler, Victor Chauvin, Paul Casanova, Gustave Le Bon Eugenio Griffini, Bertrand Russell) Kütüphane’nin komutan Amr b. el-As’ın Mısır’ı fethinden önce yıkılmış olduğunda ittifak etmektedir.
Günümüz bilim insanları İskenderiye Kütüphanesi’nin yıkımını “yüzyıllar boyunca gerçekleşen yavaş bir çürüme” olarak nitelendirmekte. Yani kütüphane ani, dramatik bir yok oluştan ziyade uzun süreçte, etkisinin zamanla azalması, koleksiyonların satılması sonucunda yok olmuştur. Roma İmparatoru Diocletianus’un 297’de şehri kuşatması ve yağmalaması gibi olaylar, kütüphanenin ve ilgili binaların tahrip edilmesinde rol oynadı. Bu süre zarfında Roma ve Atina, her biri kendi kütüphanelerine sahip güçlü akademik merkezler hâline geldi. Bunların toplamında İskenderiye entelektüel bir merkez olma özelliğini zaman içinde kaybetti.
Ya kütüphane günümüze ulaşsaydı?
Mısır Devlet E. Başkanı Muhammed Hüsnü Mübarek (1928-2020) döneminde UNESCO’nun desteğiyle eski yerinde (Zaglul Meydanı’nın doğusunda) kurulan 2002 doğumlu modern İskenderiye Kütüphanesi, “avangard” tasarımıyla çevresindeki binalarla uyumsuzluk örneğidir bugün.
İskenderiye’nin ikinci alametifarikası Deniz Feneri (Pharos), Ptolemaios Hânedânı tarafından gemilere rehberlik etmesi kadar gücünün ve ihtişamının daimî bir hatırası olarak MÖ 300-280 yılları arasında Pharos Adası’nda inşa ettirilmiş. Fener 100 metrenin üzerinde yüksekliğiyle o kadar etkileyiciydi ki, Antik Dünya’nın yedi harikası arasına girmiş ama günümüze ulaşamamışsa da 1600 yılı aşkın bir süre varlığını sürdürmüştür. Ardından bıraktığı kalıcı miras; “pharos” adı denizcilere rehberlik etmek üzere tasarlanan ışıklı kulelerin mimarî tarzı olarak “deniz feneri” sözcüğünün karşılığı olarak denizcilik literatürüne girmiştir. Fenerin Knidoslu mimar Sostratus’un eseri olduğu yaygın kanaattir. Konumu, Pharos Adası’nın kireçtaşı ucunda, İskenderiye limanına cephelidir. Ada ile anakara arasında yaklaşık 0.75 mil uzunluğundaki “Heptastadion” geçiş yolu bulunmaktaydı. Denizcilere yol göstermek ve onları sağ salim limanlarına ulaştırmak amaçlı tasarlanan fener iki tanrıya adanmış; “Zeus Soter/Teslimci” ve “Proteus/Denizin Yaşlı Adamı.”
Yunan coğrafyacı ve gezgin Strabon’un (MÖ 64-MS 24) fenere dair tespiti önemli: Adanın en uç noktasındaki kayalıkta, beyaz mermerden yapılmış, hayranlık uyandıran birkaç katlı bir kule. Fenerin tasarımına dair bilgiler çelişkili olmakla birlikte; kulenin beyaz (görünürlük için), en altı dikdörtgen, ortası sekizgen ve en üstü yuvarlak olmak üzere üç katlı olduğu, en tepede Zeus Soter heykelinin bulunduğu konusunda görüş birliği vardır. Fenerin alt kısmının dış çevresinde yükselen bir rampa ve üst katlara ulaşmak amacıyla kullanılan bir iç merdiven tarif edilmekte. Kulenin yüksekliğinin 100-140 metre arasında olduğu hesaplanmaktadır. Fenerin tepesinde, geceleri görünmesini sağlamak amacıyla, büyük ihtimalle odunun az olması nedeniyle yağ yakılan bir ateş bulunurdu, ancak bu durumun en başından beri böyle olup olmadığı tartışmalıdır. Bu tahmini bilgiler feneri, Gize Piramitleri’nin ardından dünyanın en yüksek ikinci mimarî yapısı yapmakta. Fener, 1330’larda yaşanan deprem sonucu yıkılmıştır. Antik çağlardan bu yana deniz seviyesinin yükseldiği bölgede yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu, bir zamanlar fener ve çevresine ait olabilecek birkaç taş parçası ile I.Ptolemaios ve kraliçesi Berenice’ye adanmış iki anıtsal figür ortaya çıkarılmış; granit temelli fenerin kalıntıları, 15. yüzyılda inşa edilen “Kayıtbay Kalesi”nde kullanılmıştır.
Ve çağdaş Yunan edebiyatının ustalarından Konstantinos Petrou Kavafis’in (1863-1933) şiirinin başşehri İskenderiye. İstanbul kökenli, varlıklı bir Rum ailesinin çocuğu olan Kavafis, ailesinin 1850’de göç ettiği İskenderiye’de doğar. 1870’de babasının ölümü sonrası annesi ve kardeşleriyle birlikte gittikleri ne Londra (1872-1880), ne de Bizans ve Helenistik araştırmaları yaptığı İstanbul (1882-1885) şairin hayatında İskenderiye’nin etkisini yaratabilir. İskenderiye algısı, şairin yaşadığı dönemden çok hayal dünyasında yaratıp biçimlendirdiği İskenderiye’dir.
1894’de yazdığı ancak 1910’da yeniden düzenleyip yayımladığı “Kent” şiirinde şehrin aslında kişinin bizzat içinde taşıdığı yer olduğunu vurgulayan Kavafis, nereye giderse gitsin kişi içinde yarattığı şehri beraberinde götürür fikrindedir. Kavafis için şehir, İskenderiye’dir. Şair ile İskenderiye arasındaki ilişki, aşk ile nefret duygularının iç içe geçtiği karmaşık bir düzen olarak tanımlanabilir. Kavafis’in şiirlerinde İskenderiye “metoforik şehir,” “duyguların şehri” ve “masal şehir”olarak üç farklı kimliğe sahiptir.
Basit ve yalnız bir hayat süren Kavafis’ten bize kalan 1882-1933 yılları arasındaki şairlik serüveninden 154 yayımlanmış şiirdir. Kabul etmese de 1886-1896 yılları arasında yazdığı 24 şiiri daha mevcuttur. Şiirleri, ölümünden sonra 1968’de kitaplaştırılır. Ayrıca, 30’a yakın taslak hâlinde bitirilmemiş şiiri bulunmaktadır.
Tarihin, bilgeliğin ve hedonizmin şairidir Kavafis. Cins ve sıkı bir şairdir. Kimi şiirlerinde tarihten devşirdiği bilgece dizeler dikkat çeker. Kavafis’te mekân olarak İskenderiye, kozmopolit yapısıyla çoksesliliğe ve çokrenkliliğe olanak sağlayan etkiler yaratmıştır. Kavafis’in İskenderiye’sinde merkezde Yunan kültürü ve dili olmak birlikte Doğu kültürünün izleri barizdir.
“Yeni bir ülke bulamazsın,
başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma”*
Anlatılan, doğduğu ve öldüğü şehir İskenderiye’dir. İki ayrılık hariç hayatını kaplayan İskenderiye, şiirlerinde mekân olarak kendi biçimlendirdiği şehir imgesi dışında yer almaz; tutku ve nefret dolu bir aşkın vazgeçilemeyen hazzını simgeler. Antik dönem Atina’sının kuralcı ve sınırlı hayatına karşı, çok dilliliği ve çok kültürlülüğü barındıran İskenderiye’nin özgür ve esnek yapısı şairi beslemiştir. Bu sebeple kendisini hiç bir zaman Yunan olarak tanımlamayan Kavafis, Yunan asıllı bir İskenderiyeli’dir:
Öğreticidir bu şehir, Yunan’ın zirve noktasıdır
Her sözde her sanatta, en bilginidir…
Kavafis’in 70 yıllık yaşamının ana karargâhı, Lepsius Sokağı Numara 10. Ömrünü geçirdiği sığınağında yalnızlığıyla baş başa bir şair. Evinin alt katı batakhane, hemen yanı başı kilise ve karşı sokağında hastane. Sığınağını çevreleyen üç mekân; eğlence, merhamet ve son durak. Hayat kadınları, rahipler ve doktorlarla bir ömür komşuluk. Boğazını ateşler basar, gırtlak kanseridir. Önce sesini kaybeder, sonra kalbini. Evinin karşısındaki hastanede veda eder İskenderiye’ye. Ve İskenderiye geride kalır. Koynunda Helen Alfabesi, dilinde Fener Rumcası, kalbinde dünya haritası.
Kütüphanesi, feneri ve Kavafis’i ile Doğu-Batı idealinin cisimleşmiş hâli İskenderiye’deyim.
Kütüphanesiz, fenersiz ve Kavafis’siz.
Yavan bir şehir.
Kütüphanesiz ve fenersiz bir İskenderiye’de Kavafis’in şiirleriyle yaşamak/düşünmek, bir anlam arayışından başka ne ifade eder ki!
Şehir arkamdan bakıyor, bense arkama bakmıyorum. İçimde tarihe not düşmenin çocuksu sevinci ile insanlık tarihinin karanlık bir sayfasını -kendimce- aydınlatmış olmanın dayanılmaz hafifliği bir arada.
“Barbarlar”ı bekliyorum, Kütüphane’nin siluetinde.
*Şiirler, Kavafis’in Herkül Millas-Özdemir İnce çevirisi “Bütün Şiirleri” kitabından alınmıştır.
1962, İzmir doğumlu. İşletme eğitimli. Danışmanlık şirketi kurucu ortağı. DEİK Türkiye-Tanzanya İş Konseyi Kurucu Başkanlığı yaptı (2011). Tanzanya İşbirliği Forumu Başkanı (2014-). Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek Afrikatürk dergisini projelendirdi ve yayımladı (2019). Afrika Menekşesi adlı öyküsü, Tarık Dursun K. Öykü Ödülü’nde “yayımlanmaya değer” bulundu (2019). Dünya Siyasetinde Afrika adlı akademik kitap serisinin bölüm yazarlarından (2020-). Afrika Şiiri’ne dair ülkemizdeki en kapsamlı araştırma-incelemeyi yaptı ve yayımladı (2021). Afrika üzerine yazıyor, seminerler veriyor, arada Afrika’da yaşıyor.