
“Duyuyor musun? insanın insandan aldığı bütün yaraların merhemi insandadır diyorum sana”[1]
Göçmenliğin bir trajediye dönüştüğü veya Jean Jacques Rousseau’nun, “Artık bana burada ne iyilik edebilirler, ne de kötülük. Bu dünyada umacağım ya da korkacağım şey kalmadı; uçurumun dibinde rahatım,” ifadesindeki hiçleşmeye kodlandığı koordinatlardan geçiyoruz.
Göçmen ya da ilticacı herkesin, Stefano d’Anna’nın ifadesiyle, “Kurban daima suçludur!” çaresizliğine mahkûm edildiği tabloda; “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur,” diyen Fyodor Dostoyevski’ye kulak vermeliyiz.
Kolay mı?
Dünya genelinde göçmen düşmanlığı hızla yayılırken ve yerlerinden edilenlerin sayısı dünya tarihinde en büyük acılardan birinin yaşandığı II. Dünya Savaşı döneminin iki katına çıkmış durumda.
‘Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) rakamlarına göre dünyada zorla yerinden edilmiş kişi sayısı 103 milyonu geçmiş durumda. Buna ek olarak ülkeler içerisinde yerinden edilenlerin sayısı da 53 milyonun üzerinde. Bu rakamın 32.5 milyonunu mülteciler oluştururken 4.9 milyonu ise sığınmacı pozisyonunda. 5.2 milyon kişi ise uluslararası koruma altında bulunuyor.
BM Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) ‘2022 Dünya Göç Raporu’na göre, 2020 itibarıyla dünya genelinde 281 milyon göçmen bulunuyor. 2019 yılına göre yüzde 3.5 artış gösteren göçmen nüfusunun 135 milyonu kadın, 146 milyonu ise erkek.
Dünya çapında 1970’te 84 milyon ve 1990’da 153 milyon göçmen olduğu kaydedilirken, uluslararası göçmen sayısı 50 yılda 3 kattan fazla artış gösterdi.
BMMYK’nin açıkladığı verilerde göze çarpan en vahim olgulardan biri ise yerinden edilmiş kişilerin neredeyse yarısını 18 yaşından küçük çocukların oluşturuyor olması. 2021’de yerinden edilmiş insan sayısı 89.3 milyonken bunun 36.5 milyonunu, yani yüzde 41’ini 18 yaşın altındaki çocuklar oluşturdu. Ayrıca 2018’den 2022 sona dek her yıl 350 bin ile 450 bin arasında çocuk mülteci olarak doğuyor![2]
COĞRAFYAMIZDAKİ DURUM
Göç/ ve göçmenlik ciddi insan(lık) sorunudur; tabii anlayanlar için ya da “… ‘Sınır ticareti’ bir dönem Doğu ve Güneydoğu illerimiz için umut olmuştu. Günümüzde sadece sınır ticaretinin adı var, uygulamada böyle bir ticaret yok gibi. Son yıllarda, kaçakçılığın türü de değişti ve öne önemli gelir kalemleri arasına insan kaçakçılığı girdi,”[3] yaklaşımıyla sorunu bir “sınır güvenliği” meselesine indirgeyen milliyetçiler için değil.
Sahi insanlar neden toprağını bırakıp kaçar? “İnsan kaçakçılığı”ndan önce konuşulması gereken bu değil mi?
Öncelikle yerinden yurdundan edilenleri, onların durumlarını konuşmalıyız! Prof. Dr. Haydar Efe ile Nurcan Arıcı’nın çalışmasına göre, Afganların göç kararı almalarının en büyük nedeni, yüzde 62 ile “Taliban baskısı ve savaş” idi…[4]
İran asıllı gazeteci Taha Kermani, “Taliban üyeleri kaçak yollardan Türkiye’ye geliyor… Taliban, 20 yıl önceki Taliban ile aynı. İran hükümeti, ‘Taliban değişmiş’ diyor ama bu doğru değil, değişen bir şey yok. Onların ideolojileri, zihniyetleri hiçbir zaman değişmez,”[5] derken; “Umut göçü”nün ABD ve NATO askerlerinin büyük bir bölümünün Afganistan’dan çekilmesiyle hızlandığını[6] bilmeyen, görmeyen var mı hâlâ?!
Güvencesiz göçmenlerin sağlık hakkına erişememesi hâli, mesela![7] Giriş yapan yaklaşık 4 milyon Suriyeli, Afganistan, Pakistan uyruklu vatandaşın, beraberinde birçok salgın hastalık getirdiğini de unutmadan![8]
Ya da Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un, eğitim çağındaki 432 bin 956 Suriyeli çocuğun okul dışında kaldığını ifade etmesi![9] Bu arada 14-17 yaş grubundaki 199 bin 87 göçmen çocuk eğitimden koparılmış vaziyette…[10] Yüz binlerce Suriyeli çocuk eğitime erişemezken uzaktan eğitim sürecinde sorunlar daha da derinleşti. Lise çağındaki her 10 Suriyeliden yedisi okula gitmiyor, gidemiyor…[11]
Nihayet ‘Eğitim İzleme Raporu 2024’e göre; Türkiye’de 14-17 yaş arası 199 bin 87 Suriyeli ve 43 bin 273 yabancı uyruklu olmak üzere toplam 242 bin 360 göçmen çocuk örgün eğitime devam etmiyor. Türkiye vatandaşı olan 612 bin 814 çocuğun da eğitim dışı kaldığı ve 2024’e göre yüzde 38.4 arttığı belirtiliyor…[12]
Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin ‘Göçmen Mahâllerinde Yaşam: Türkiye’de 2010 Sonrası Göçler ve Göçmenlerin Toplumsal Katılımı’ araştırmasında çocuk işçiliğinin Suriyeliler arasında yaygın olduğuna dikkat çekilirken; “7-17 yaş arasındaki Suriyeli hane halkının çalışma oranı yüzde 4, diğer göçmenlerde bu oran yüzde 3, Türkiye vatandaşı olanlarla ise yüzde 1.7” idi.[13]
Türkiye’de yaşayan ve çalışabilir durumda olan Suriyelilerin yüzde 93’ü bir meslek sahibi olmasına rağmen sadece yüzde 55.8’i bir işte çalıştığı açıklanırken bu kişilerin neredeyse tamamı kayıt dışı olarak istihdam edildiği belirtiliyor.[14]
DİSK Mülteci İşçiler Daire Başkanı Seyit Aslan, mülteci işçilerin iki kat daha fazla sömürüldüğü vurgusuyla, “Mültecilere çalışma izni vermeyerek daha ağır çalışma koşulları dayatıyor. Sermayeye hiçbir maliyeti söz konusu değil. Mülteci işçilerin sadece karın tokluğuna çalıştırıldığı gerçeğini görmemiz gerekir,”[15] diyor.
Kolay mı? Göçmen işçi sayısı 8 yılda 8.5 kat arttı… Milletvekili Çetin Osman Budak, 2011’de 17 bin 466 yabancıya çalışma izni verilirken, bu rakamın 2019’da 145 bin 232’ye yükseldiğini belirterek, “Türkiye’yi ucuz göçmen işçi cennetine çevirdiler,”[16] diyor.
Özetle sermayenin krizini göçmen emeğini sömürerek çözmeye çalışıyor. 2 milyona yakın göçmen, tekstil atölyelerinde, fabrikalarda, tarlada, inşaatlarda çalışırken bunlardan sadece 110 bini sigortalı.[17]
Ya sonrası mı?
İzmir Çiğli’deki İzmir İl Göç İdaresi Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde 23 Haziran 2021 akşam saatlerinde 5’inci katta çıkan yangında 21 yaşındaki Suriyeli Ahmed Maslem öldü. Avukat Ali Derman Güler, hayatını kaybeden kişinin tedavi görmesi gerekirken merkezde tutulduğunu söyledi.[18]
Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’ye aktardığı 200 milyon avroyu aşkın fonla kurulan göçmen geri gönderme merkezleri (GGM) yaygın insan hakları ihlâlleriyle gündemden düşmüyor. Araştırmalar merkezlerde şiddet, kötü yaşam koşulları ve hukuksuz sınır dışı uygulamaların sistematik hâle geldiğini ortaya koyuyor.
Avukat Duygu İnegöllü’nün aktardıklarına göre, Türkiye’ye gelen herhangi bir göçmene, kayıt işlemlerini yaptırdığı günden itibaren 6 ay çalışma izni verilmiyor. Bu durum göçmenleri kayıt dışı olarak düşük ücret karşılığında çalışmak zorunda bırakırken, alıkonulanlar hakkında ise sınır dışı kararı veriliyor. 30 gün içerisinde kişinin ülkeyi terk etmesi beklenmeden idari gözetim kararı alınarak GGM’lere gönderilirken iddialara göre göçmenler burada aç bırakılıyor, kimseye ulaşamıyor ve darp ediliyor![19]
Dumlupınar Üniversitesi’nden Dr. Sibel Utar’ın ‘Ankara’da Yaşayan Suriyeli Kadınların Deneyimleri Üzerinden Analizi’ başlıklı araştırması Suriyeli kadınların cinsiyet temelli sorunları sık yaşadığını ortaya koydu. Göç İdaresi Başkanlığı’nın resmi verilerine göre 2024 itibariyle Suriyeli sığınmacıların yüzde 48’i kadın. Sayılarının yüksek olmasına rağmen kadınların cinsiyet temelli eşitsizliğe uğramalarını engellemek için hazırlanmış bir devlet politikası yok.[20]
Göçmen kadınların boşanmadan, emek haklarını almaya kadar adli ve hukuki süreçlerde elleri kolları neredeyse bağlı. Av. Atilla Bulut, sınır kapısında medeni durumun bile yanlış yazıldığını söylerken; Av. Ebru Beşe de “Hukuki yardıma erişebileceklerine dair bilgi sahibi olamamaları kanayan bir yara,”[21] diyor.
Ya “Devlet” mi?
Milyonlarca kayıtsız göçmen konusunda iktidarın para karşılığı göçmenleri coğrafyamızda tutmak için İngiltere ile anlaşma girişimlerinde bulunduğu haberlerini okuyoruz.[22]
Yani iktidarın emperyalist güçlerle pazarlık aracına dönüşen göçmen politikası, coğrafyamızın en tartışmalı meselelerinden olup çıkıyor!
Suriye’deki iç savaş ile Türkiye “açık kapı politikası” yürütmeye koyuldu. Ve ilk sığınmacılar Nisan 2011’de gelmeye başladı. 10 yılda Türkiye’ye gelen Suriyeli sayısı 3 milyon 690 bini geçti.
Sığınmacıları Batı’ya karşı koz olarak kullanan ve sık sık “kapıları açarız” uyarısında bulunan Erdoğan, Şubat 2020’de Yunanistan sınırını açtı. Sınıra giden ve Avrupa’ya geçmek isteyen binlerce göçmen Yunanistan askeri tarafından geri itildi.
Erdoğan 2020 Temmuz’unda “Biz bu ülkede iktidarda olduğumuz sürece bize sığınan Allah’ın kullarını biz katillerin kucağına atmayız,” ifadeleriyle mesaj verdi. AB, 17 Aralık 2020’de 2016’da imzalanan mutabakat kapsamında Türkiye’ye taahhüt edilen 6 milyar avroluk mali desteğin tamamının ilgili projelere aktarıldığını açıkladı.
AB’de, Türkiye’nin Suriyeli göçmenlere 2024’e kadar ev sahipliği yapmaya devam etmesi için 3.5 milyar avroluk fon oluşturuldu. AB üyesi 6 ülke, Avrupa Komisyonu’na yazdıkları ortak mektupta iltica başvurusu reddedilen Afganistan vatandaşlarını ülkelerine geri göndermeye devam etmek istediklerini belirtti. [23]
Evet göç ve sığınmacılık konusu tüm dünya için önemli bir soru(n) oluyorsa da, Türkiye, bu meselede tam anlamıyla sınıfta kalmış durumdadır. Sığınmacılar, Türkiye’ye sığındıkları ilk günden bu yana iktidarın Avrupa’yı tehdit için kullandığı bir siyasi araç hâline getirilirken; AB’den milyarlarca euro para alınmıştır. Tabi ki bu paralar da sığınmacılar için kullanılmamış olup yalnızca iktidarın cebini doldurmuştur.[24]
Bununla birlikte krizle boğuşan Türkiye’de iktidar, muhalefet ile el ele vererek, halkın öfkesini kapitalist sisteme ve Suriye savaşında rol oynayan iktidara yöneltmesini engelleyip, canını kurtarmak için gelen sığınmacılara yöneltmiştir.
Mesela Maraş Depremi’nde sığınmacılara “yağmacı” oldukları iddiasıyla uygulanan işkence ve kötü muamele, sosyal medyada günden güne artan nefret söylemleri bu durumun sonucunu gösteren çarpıcı örneklerdendir.[25]
Dahası da var…
İdlib’den İstanbul’a 2016’da 5 bin dolar borç alarak kaçak yollarla geldiklerini anlatan S.C., çocuklarıyla güvenli bir hayata kavuşmak için Türkiye’ye geldiklerini anlatıyor. S.C., “2 gün boyunca yürüyerek güvenli bir yaşama ulaşmaya çalıştık. Kaçakçılar iki küçük kızımı almak istedi. Birisi 13 öteki ise henüz 16 yaşındaydı. Oğlum olmasaydı kızlarımı alıp gideceklerdi, yüreğim ağzımdaydı kızlarım için ölesiye korkuyordum” diyor. Sınırda 10 gün kaldıklarını söyleyen S.C., “Kaçakçılar paramızı çaldığı için paramız kalmamıştı bu nedenle 10 gün boyunca bir tanıdığımızın bize para göndermesini bekledik. Hatay’dan da İstanbul Esenyurt’a geldik. Bambaşka bir ülke bambaşka bir kültür ancak alışmak zorundaydık,” diyor.[26]
İran’da kadınlara yönelik politikaları ve zorunlu başörtüsünü protesto ettiği gerekçesiyle 12 yıl hapis cezasına çarptırılan iç mimar Nasibe Şemsai (36), 2020’nin Mayıs ayında 3 gün boyunca dağlarda yürüyerek Türkiye’ye geldi. Ve “ Kaçakçının verdiği sahte Alman pasaportuyla İtalya’ya gitmek isterken havaalanında yakalandım. İstanbul’daki bir Emniyet’te iç çamaşırlarım hariç tüm kıyafetlerim çıkarılarak üzerimi aradılar. Burada her gün 5 dakika sadece kendi telefonunla ailenle ya da avukatla konuşma hakkımız vardı. Ancak konuşmaya başlar başlamaz ‘kapat’ diye bağırmaya başlıyorlardı. Bu nedenle ne avukatla ne de aileyle konuşma imkânı oluyordu,”[27] dedi.
Ayrıca İran uyruklu mülteci Gholamreza Khajavi (57), 12 yıldan beri Kütahya’da yaşıyor. İran’daki baskıcı rejimi protesto edip kadın haklarını savunduğu için hakkında tutuklama kararı çıkmasını gerekçe göstererek Türkiye’ye yerleşen Khajavi, Kütahya Göç İdaresi’nin hakkında iki yıl önce verdiği mültecilik dosyasının kapatılması kararına göre sınır dışı edilme ile mücadele ediyor. Khajavi, İran’a geri dönerse idam edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu vurguluyor.
İmza atmak için gittiği Emniyet’te iki yıl önce tanıştığı başka mültecilerin fuhuş çetesi olduğunu öğrenmesi üzerine çetenin kendisini ölümle ve tecavüzle tehdit ettiğini savunan Khajavi, bu durumu Kütahya Göç İdaresi yetkilileri ile paylaştıktan sonra mültecilik dosyasının kapatıldığını öne sürüyor. Khajavi, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Kütahya Göç İdaresi haksız ve asılsız bahaneyle mültecilik dosyamı kapattı. Yakın zamanda beni İran’a geri göndereceklerdir. İran’ın molla rejimindeki infazcılara ve işkencecilere karşı yaklaşık 25 yıllık faaliyet geçmişine sahibim. Faaliyetlerim kadın özgürlüğü ve toplum özgürlüğü üzerine olup bugüne kadar sayısız konuşmalarım ve yazılarım mevcuttur. İdama gönderilmeden önce sesimi tüm dünyaya duyurmak ve bu gerçeği herkesle paylaşmak istiyorum.”[28]
Bir de Yunanistan’a geçmeyi deneyen Emir’e kulak verelim: “İran’dan bir buçuk yıl önce geldim İstanbul’a. Savaştan ve baskıdan kaçtım. İstanbul’a gelince tekstil alanında ütücü olarak iş buldum. Kapıların açıldığı gün işi bırakıp Pazarkule’ye geldim. Üç öğün yemek geliyor, tuvaletler de var ama çok kirli ve pisler. Duş yok, 10 gündür vücuduma su değmedi, kendi kokumdan ben rahatsız oluyorum ama tüm kamp bu durumda. Çadırı olanlar şanslı, biz naylonlara sarılıp uyuyoruz. Yunanistan polisi sürekli gaz bombası atıyor. Tellere yaklaştığımız zaman da plastik mermi yeme ihtimalimiz var.”[29]
Durum buyken; “Masum insanları öldürmenin utancını kapatacak büyüklükte bir bayrak yoktur,” diyen Howard Zinn’i anımsamamak mümkün mü?
COĞRAFYAMIZDA GÖÇMENLER
Yıl 2021: Türkiye, çoğu 10 yılda şiddet ve yoksulluktan kaçan 200 bin ila 600 bin Afgan’a ev sahipliği yapıyor.[30] 2021’in ilk 8 ayında kaçak yollardan giren Afgan sayısı 33 bine yaklaştı. Ancak asıl sorun ülkeye kayıtsız şekilde giren ve tespit edilemeyen göçmen sayısı. Bu rakamın son girişlerle 100 bini bulduğu tahmin ediliyor.[31]
BM Mülteci Örgütü’nün resmi kayıtlarına göre, dünya çapında yaklaşık 5 milyon 611 binden fazla kayıtlı Suriyeli göçmen var. İçişleri Bakanlığı’nın verilere göre ise, Suriyeli göçmenlerin yaklaşık 3 milyon 670 bini Türkiye’de yaşıyor.[32]
Suriyeli erkekler toplam Suriyeli sayısının yüzde 53,8’sini oluşturuyor. Suriyeli kadınların oranı ise yüzde 46.2. 10 yaşın altındaki Suriyelilerin sayısı 1 milyon 63 bin 629 (yüzde 28.9).[33]
Yıl 2022: Mülteciler Derneği’nin verilerine göre, Türkiye’de 3 milyon 750 bin civarında geçici koruma altında Suriyeli bulunuyor.[34]
Göç İdaresi Başkanlığı’nın 2022 Mart ayı verilerine göre Türkiye’de 3 milyon 754 bin Suriyeli var. Rakam TÜİK kokuyor! Gerçek, bu rakamın iki katı. Bu verilere göre, Suriyelilerin yaş ortalaması 24. Bu, aktif bir nüfus demek. Yüzde 20’si 10 yaşın altında. Bu, Türkiye’de doğum demek.[35]
Milletvekili Gürsel Tekin, “Geçici koruma statüsünde, ikamet izni olan veya kaçak 2 milyonu aşan insan, İstanbul’un 39 ilçesinde yaşıyor. Suriye’nin yanı sıra Afganistan, Pakistan, Irak, Uganda, Nijerya, Kongo, Libya’ya kadar her yerden insan var. Bugün resmi nüfusu 1 milyon olan Esenyurt’ta, 250 bin de yabancı var… Valilik tarafından açıklanan rakamlara göre İstanbul’da 1.3 milyon yabancı var ama Valilik kaçak göçmenleri takip edemiyor, yüzde 97’si kaçak çalışıyor. Hiçbir özlük hakları yok, örgütlü değiller, sigortaları yok, asgari ücretin altında para alıyorlar,”[36] diyor.
Yıl 2023: Göç İdaresi Başkanlığı, Türkiye genelinde sığınmacı sayısının 4 milyon 893 bin olduğunu açıkladı.[37] İçişleri Bakanlığı’nın Temmuz 2023 verilerine göre Türkiye’de 4 milyon 888 bin 286 göçmen yaşıyor.[38]
Suriye’deki iç savaş sonrası 4.81 milyon Suriyeli sınırlarda gerekli önlemler alınmadığı, sığınmacılara açıldığı için Türkiye’ye giriş yaptı. Bu sayı her geçen gün artmaktayken; 5 ile 18 yaş arasındaki çocuk-genç sayısı bir milyonun üzerindedir.[39]
Yine BMMYK açıklamasına göre, 2023’de en fazla sığınmacı barındıran Türkiye’de bilinen sayı, 4 milyon 990 bin kişi. Ancak 300 bin ile 2 milyon arasında olduğu tahmin edilen düzensiz göçmenler var.
Hacettepe Nüfus Etüdleri Enstitüsü’nden Gökhan Yıldırımkaya’nın Suriyeli göçmen örneklemi çalışmasında; çocukların yüzde 21’inin resmi kaydı yok, 6 yaş üstü kadınların yaklaşık yarısı okuryazar değil, erkeklerin eğitim süresinin 5.1 yıl. Doğurganlık hızı 5.1 çocuk. 15-19 arası kadınların yüzde 50’sinin doğumları arası 18 ay. 20-29 yaş arası yüzde 46’sı 24 aydan az, 30-39 yaş arasının yüzde 24’ü ise 2 yıl içinde doğum yapmakta. Erkeklerin çoğu 3-4 eşli ve her kadın çok çocuklu. Doğurganlık hızı çok yüksek, eğitim durumları ortada. Resmi rakamlara göre ülke nüfusumuzun yüzde 6’sı kadar eğitimsiz ve zanaatsız sığınmacı/ mülteci var.[40]
Yıl 2024: İktidar, İstanbul’da 1 milyon 87 bin göçmen olduğunu öne sürdü. Bakanlık, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kentte 2.5 milyon göçmen olduğuna ilişkin açıklamasının ise “spekülatif” olduğunu iddia etti.
İmamoğlu, İstanbul nüfusun yaklaşık yüzde 17-18’nin göçmenlerden oluştuğunu ifade ederken Başkanlığın verilerine göre, geçici koruma kapsamında 530 bin 612 Suriyeli bulunuyor. Söz konusu veriye göre bu oran ise yüzde 3.28 olarak belirlendi. Başkanlığın verilerine göre aynı zamanda uluslararası koruma kapsamındaki göçmen sayısı 3 bin 252, ikamet izniyle kalan göçmen sayısı ise 553 bin 153 olarak belirlendi.[41]
Nihayet ülkelerindeki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen milyonlarca sığınmacı, bir yandan yaşam savaşı verirken, diğer yandan geçim derdiyle boğuşuyor. Etkin bir göçmen politikası olmayan iktidar (ve “muhalefet”in) belirsiz uygulamalarıyla yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Ayrıca sığınmacılara yönelik “ırkçı söylemler” artarak sürüyor.
Hedef gösterilen kesimlerin başında da Suriyeliler ve Afganlar var. Türkiye’deki sığınmacı sorununu değerlendiren İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Metin Çorabatır “Mülteciler iç politika malzemesi oldu. Türkiye’de herhangi bir statüleri yok. Bir şekilde kapılara işaret konulması gibi bir olay yaşıyoruz. Üstelik sadece mültecilere değil, mülteci haklarını savunanlarla ilgili de listeler hazırlanmaya başladı. Bu kişiler de tehdit altında,”[42] demekte kesinlikle haksız değil!
COĞRAFYAMIZDAN BATI’YA MAFYA
Bilmeyen, görmeyen yok: İnsan kaçakçılığına yönelik suç örgütleri Türkiye’de kurumsallaştı. Suriyeli kadınlar fuhuş mafyasının eline düştü. IŞİD hücreleri, elini kolunu sallayarak dolaşabiliyor. Gettolaşmanın yarattığı sosyal uyumsuzluk, suç örgütlerinin işine yarıyor.
Prof. Dr. Fethi Açıkel, insan kaçakçılığına yönelik suç örgütlerinin Türkiye’de kurumsallaştırıldığına dikkat çekerek “Suriyeli kadınlar fuhuş mafyasının eline düştü,” dedi.
Suç örgütleri suistimal ediyor: Mafya yardımı ile önce Türkiye’ye giriş yapan gariban mülteciler, buradan Batı’ya göç edebilecekleri umuduyla organize suç örgütlerinin suiistimaline uğruyor. Özellikle kadın ve çocuklar, bu süreçte kendilerini büyük insani dramların içinde buluyor. Meriç Nehri, Ege Denizi’nde hatta Van Gölü’nde onlarca mülteci yaşamını yitiriyor. Türkiye’de yerleşik kalanların ise barınma, beslenme, eğitim ve sağlık sorunları ciddi boyutlarda. Maalesef Suriyeli kadınlar, 18 yaşın altındaki kızlar, fuhuş mafyasının eline düşmüş durumda. Mülteci kadınlar cinsel sömürüye uğruyor, çocuk yaşta evlilik yapmak durumunda bırakılıyorlar. Kayıt dışı çalıştırılan ve büyük bölümü asgari ücretin altında gelir elde eden Suriyeli işçilerin sayısı bir milyonu aştı.
Bu durumun Türkiye’ye çok ciddi ekonomik maliyeti oldu. 50 milyar dolara kadar bir kaynak harcandığı resmi ağızlardan ifade ediliyor. Birçok sektörde kaçak işçi sayısı artış gösterdi. Gettolaşma yaşandı, mültecilere karşı önyargı attı ve yer yer saldırılar oldu. Çift hukukluluk yaygınlaştı. Çokeşlilik, çocuk evlilikleri ve bu evliliklerden doğan bebek sayısında yükseliş var.[43]
Örneğin İstanbul’da “turizm ve seyahat acentesi” adı altında göçmen kaçakçılığı yapanlara yönelik olarak 8 ayrı adrese baskın yaptı. Operasyonlarda 32 şüpheli yakalanarak gözaltına alınıp, aramalarda yüklü miktarda para ele geçirilirken;[44] Yusef Hammud isimli çete lideri, Suriye Halep’teki ailelerinden kiraladığı çocukları kaçak yollardan Türkiye’ye sokuyor ve İstanbul’a getiriyor. İnsan kaçakçıları, sahada çocukları kontrol edenler, toplanan paraları Suriye’ye transfer edenler büyük ve profesyonel bir örgüt oluşturmuş. Çocuklar, Sultangazi’de kiralanan depolarda tutuluyordu. Her sabah Beyoğlu, Şişli, Fatih ve Zeytinburnu’ndaki tramvay, metro, metrobüs duraklarına götürülüp dilendiriyorlardı.[45]
Bunlar sadece coğrafyamızda değil, küresel insan ticaretinde elde edilen yıllık gelirin yaklaşık 150 milyar dolar[46] olduğu “uygar” (?) Batı’da böyle!
“Nasıl” mı?
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla Avrupa’ya göç etmek zorunda kalan Ukraynalı kadınlar, insan kaçakçılarının cinsel istismarına maruz kalıyor ve fuhuş çeteleri tarafından zorla çalıştırılıyor.[47]
Belçika medyasından De Standaard, VRT ve Knack’in Lost in Europe çalışmasına göre, 2021-2023 yıllarında yanlarında yakınları olmadan Avrupa’ya giden 51 bin 433 çocuk göçmenden haber alınamıyor.[48]
Avrupa’ya göç ederken ebeveynlerini kaybeden binlerce çocuk, gittikleri ülkelerde insan tacirleri ya da organ mafyasının eline düşüyor. Rusya-Ukrayna savaşı sonrası yaşanan göç akını ile Avrupa’ya gelen göçmen çocukların akıbeti bilinmiyor. 2015’ten 2022’ye çok sayıda çocuk, Avrupa’ya geldikten sonra kayboldu. Bu sayı endişe verici boyutlara ulaştı. Lost in Europe’un 2021 raporunda Avrupa’da 2018 ile 2020 arasında 18 binden fazla göçmen çocuğun kaybolduğu belirtildi; yani Avrupa’da günde 17 sığınmacı çocuk kayboluyor. İngiltere, Almanya ve İtalya gibi bazı ülkelerde devlet gözetimindeki çocuklar da kayboldu. Örneğin İngiltere’de Temmuz 2021-Ağustos 2022 kesitinde 116 göçmen çocuğun kaybolduğu açıklandı. İtalyan hükümeti, 2022’nin ilk 4 ayında en az 2 bin 409 çocuğun kaybolduğunu duyurdu. Alman Federal Kriminal Dairesi, ülkede her yıl 1600’den fazla çocuğun kaybolduğunu, bu çocukların yarısından fazlasının sığınmacı çocuklar olduğunu bildirdi.[49]
AD gazetesinin Hollanda Sığınmacı Kabul Merkezi Kurumu (COA) verilerine dayandırdığı habere göre, Hollanda’da Ocak 2022’den 2023’e 360 refakatsiz mülteci çocuğun iltica başvuru merkezlerinden kaybolduğu bildirildi. Kaybolan çocukların akıbetinin meçhul olduğu belirtilen haberde, insan kaçakçılarının eline düştüğünden şüphelenildiği kaydedildi.
Haberde insan hakları kurumlarının COA’ya sunduğu gizli raporlarda iltica merkezinin yakınlarında yaşayan bazı sakinlerin, yetkililere siyahi bazı çocukların düzenli olarak Alman ve Hollandalı yaşlı erkekler tarafından alındığı iddialarına yer verildiği öne sürüldü.
Benzer vakaların İngiltere’de de görüldüğü iddia edilen haberde 1.5 yılda İngiltere’nin Brighton şehrinde otele yerleştirilen 136 mülteci çocuğun kaybolduğu belirtildi.
Hollanda’nın Maastricht kentinde polisler, sokakta tek başına dolaşan ve 5 yaşında olan depremzede bir çocuk buldu. Maastricht polisinin “Büyük şehirde tek başına” başlıklı açıklamasında, tek başına bulunan çocuğun sadece Türkçe konuştuğu belirtildi.[50]
Ayrıca İngiltere’de göçmenlere ilişkin yayınlanan bir rapora göre hükümetin otellerinde kaybolan birçok göçmen çocuğun “insan ticareti” ağlarına düşmüş olabileceğini ortaya koydu. ‘The Guardian’ın haberine göre geçen sene onlarca refakatsiz göçmen çocuğun yerleştirildikleri İçişleri Bakanlığı’na bağlı otellerden çeteler tarafından kaçırıldığı ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Londra Üniversitesi Akademisi (UCL) ile Tüm Çocuklar Kaçakçılığa Karşı Koruma Altında (Ecpat UK) harekete geçti.
Resmi verilere göre 2021’den Ocak 2024’e kadar faal olan bakanlığa bağlı 7 otelde toplam 440 göçmen çocuk kayboldu. Söz konusu çocuklardan 144’ü geçen kasım ayına kadar bulunamazken, 118 çocuğun hâlâ kayıp olduğu belirtiliyor. Araştırmada ayrıca bazı göçmen çocukların 18 yaşının üzerinde değerlendirilerek yetişkin otellerine yerleştirildiği ve cinsel istismara maruz bırakıldığına dair ciddi bilgiler elde edildiği belirtildi.[51]
AKP, CHP, MAFYA, VD’LERİ
Suriyelilerin ile Afganistan’dan gelen göç dalgası sığınmacı krizini her geçen gün büyütürken; iktidarın günü kurtarma politikas(ızlığ)ı ırkçılığı tehlikeli boyutlara taşırken; Cumhurbaşkanı Erdoğan, soru(n) yokmuş gibi davranıyor. Ya da göçmenleri ancak Batı’yla masaya oturduğunda hatırlıyor. Yeri geldiğinde de göçmenleri “koz” olarak da kullanmaktan da geri durmuyor.
Milyonlarca göçmen, sermaye için ucuz iş gücü kaynağı olarak görülüyorken; belirsizlik ile yaratılan gerilim, göçmen karşıtlığını durmadan besleyip, büyütüyor.
Göçmenler için kayda değer hiçbir plan, proje ve program bulunmuyor. Adeta “saldım çayıra” durumu var.[52]
AKP mültecileri, sadece AB ve ABD ile ilişkilerinde kirli bir pazarlık için kullanıyor. Batı ile ilişkilerinde elindeki yegâne koz şu anda mülteciler. İktidar, yüz kızartıcı bir şekilde “sınırları açarım” tehdidiyle Batı’dan para sızdırmaya çalışıyor. Ortada tam bir ahlâksızlık, insanlığa karşı işlenen bir suç var.
Öte yandan, kendi kaderine terk edilen mülteciler, kaçınılmaz olarak bir yeraltı ekonomisi oluşturuyor, suç çeteleri üretiyor, kadınları fuhuş mafyasının eline düşüyor, çocuklar istismar ediliyor. Ortada büyük bir insanlık dramı var.
‘Göç Araştırmaları Derneği’nden (GAR) Dr. Polat Alpman, “AKP pragmatizmi, sorunu daha da büyüttü,”[53] derken yine GAR Başkanı Doç. Dr. Didem Danış, AKP’li Yasin Aktay ve Mehmet Özhaseki’nin “Suriyeliler giderse ülke ekonomisi çöker”, “Sanayiyi göçmenler ayakta tutuyor” şeklindeki açıklamalarının da altını çiziyor.[54]
Ayrıca Eski Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Şu anda Türkiye’de tarım sektöründe, sanayide, hâllerde istihdama ihtiyaç var. Benim babamın koyunları var mesela, çoban bulamıyorum diye söyleniyor. Şu anda işgücüne ihtiyaç var,” derken mülteci krizini besleyen en önemli iç dinamiklerden biri de sermayenin göçmen işçiler üzerinden kurduğu ucuz emek rejimidir.
Coğrafyamızda en kötü, güvencesiz şartlarda yaşayan, ciddi bir kısmı asgari ücretin de altında ücretlerle çalıştırılan kayıtsız işçi sayısı milyonlarla ölçülüyor. Türkiye’ye yönelik göçmen akımının ardından büyüyen bu yeni sömürü ağı, ilk günden bu yana iktidar tarafından destekleniyor. Hem iktidar hem de sermaye açısından göçmen emeği bugün hayati önemde. İnşaat, tekstil, imalat gibi sektörlerde göçmen emeği düşük ücretlerle sermayeye dev bir kâr payı yaratmanın yanı sıra, göçmen olmayan işçiler açısından da ülkenin tamamında ücret baskılama yöntemi olarak kullanılıyor.
Kayıt dışı işçilik, göçmen dalgasının yarattığı bir kriz -ya da fırsat- değil, emek rejimindeki dönüşümün önemli bir dinamiğidir. AKP’nin iktidara geldiği 2002’den beri sürdürdüğü en istikrarlı politika, çalışma yasalarındaki esnemelerle sömürü ve örgütsüz, güvencesiz çalışma koşullarının normalleştirilmesidir.
Bu politikalar sayesinde Türkiye’de çalışan nüfusun yarısına yakınına asgari ücret ve civarında ödeme yapılıyor. Türkiye haftalık çalışma sürelerinde Avrupa lideriyken, sendikalılık oranında ise sonuncu. Çalışan nüfus sahip olduğu tüm kazanım ve güvenceleri hızla kaybetmeye devam ederken, hâlihazırda açlık sınırının altına düşen asgari ücret bile patronlar tarafından fazla bulunuyor. Dolayısıyla Suriye iç savaşı ile birlikte “beklenmeyen” bir şekilde başlayan göç, emek rejimindeki bu dönüşümü hızlandıran bir dinamik olarak gelişti.
Türkiye’de büyük çoğunluğu kayıt dışı çalışan göçmen işçiler, bir kısmı kayıtsız, iş güvenliği ve denetimin olmadığı atölye, imalathane, fabrika ve hatta madenlerde çalışıyorlar. KİT’lerin iptal edilmesi ile pıtrak gibi çoğalan kaçak madenlerdeki ölümcül koşullarda en fazla göçmen işçiler çalıştırılıyor. Tekstil atölyeleri, göçmen emeğinin en çok sömürüldüğü sektörlerden biri.
Ağır ve sağlıksız koşullarda çalışan göçmen işçiler, aldıkları düşük ücretler sebebiyle benzer şekilde metruk, kaçak yapılarda, kalabalık nüfuslar hâlinde yaşamak zorunda kalıyor. Bu durumun yaygınlığı, bu şartların iktidarın keyfiliği ya da denetimsizliği ile değil, bilinçli bir plan dahilinde şekillendiğinin en önemli göstergesi.
Kolay mı? Bunların yanında…
Mültecileri sürekli Avrupa’ya karşı koz olarak kullanan AKP’nin Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay’ın, “Çok önemli bazı yerlerden Suriyelileri bir çekin, Suriyeliler bir gitsin, ülke ekonomisi çöker,” şeklindeki açıklaması, yürütülen politikanın itirafı oldu. AKP ile ittifakı öncesi sürekli mültecilerin geri gönderilmesi gerektiğini söyleyerek ırkçı politikalarını sürdüren MHP, yoğun göçün yaşandığı 5 yılda sessiz kaldı.
Öte yandan ‘The Guardian’ın haberine göre İngiltere hükümeti, kaçak göçmenlerin Avrupa’ya geçişini engellemesi için Türkiye’ye 2022’de 3 milyon sterlin para ödedi.[55]
Bir kez daha vurgulayayım; emperyalist savaşlar, bölgesel askeri müdahaleler ve sömürge politikaları coğrafyaları yeniden şekillendirirken küresel ölçekte nüfus hareketliliğini hızlandırıyor. AKP iktidarının AB ile yaptığı anlaşmalar sonucu “açık hava hapishanesi”ne dönen Türkiye’de de işgücü piyasasına katılan göçmenlerin sayısı hızla çoğalıyor. Güncel olarak göçmenler politik bir malzeme hâline getirildi.
“Kitle kültürü, bireylerin gerçek ihtiyaçlarını bastırarak onları yüzeysel ve anlamsız tüketim nesnelerine yönlendirir,”[56] vurgusundaki hiçleşme ile müsemma CHP’ye gelince!
İstanbul Milletvekili İlhan Kesici, “Yeni gelişler mutlaka durdurulmalıdır. Yeterince kalmış olanlar ülkelerine gönderilmelidir,”[57] çağrılarını dillendirirken; CHP Genel Başkan Başdanışmanı Milletvekili Erdoğan Toprak da ekliyor: “Sadece Suriyelilere harcanan 50 milyar dolar hesap ediliyor. 150 milyar ticaret hacmi kaybı, 50 milyar dolar da bölgedeki güvenliğin askeri boyutunu da koyun, fatura 250 milyar dolar”![58]
Ve güvenlikçi milliyetçi politikalarıyla CHP hiçliği…
TUTUM(UMUZ)
Albert Einstein’ın, “Evrende en büyük ziyan, sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir”; Bernard Shaw’ın, “Seni sessizken, sadece önemseyenler duyabilir”; Max Horkheimer’ın, “Başkası adına savunma yapan kişi, kendini de savunuyor demektir,” vurgularındaki üzere adil ve duyarlı olmak, vicdani/ insani bir tutumdur.
Göçmenlere yönelik saldırılar ve hak ihlâllerine yenileri eklenirken çözüme yönelik bir adım atılmıyor; ‘İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi’ (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır, “Sosyal adalet sağlanmadı. Göçmenlere eşit hak ve özgürlükler tanınmadığı sürece entegrasyon çok zor. Göçmenlere yönelik kullanılan sıfatlar bile entegrasyonu engelliyor. Çözüm entegrasyonda, ama Suriyeliler için ‘Geçici koruma’ sıfatını kullanıyoruz,”[59] diyor ve çok haklı!
Buna şu da eklenmeli: Coğrafyamızdaki, “göçmenler ve sığınmacılar” olgusu, ırkçı-sömürgeci emperyalist ülkelerle bağıntılı olarak irdelenmelidir.
Yerküredeki göçmenlik ve göç olgusunun esas nedeni ve sorumlusu, emperyalist devletler ve onların yürüttüğü politikalar. Bu bağlamda, göç ve göçmenlerle ilgili her tartışma, en temelinde bu gerçeğin ifşasıyla başlamalıyken; bu soru(n)dan kaynaklı tüm sıkıntıların sorumlusu ve suçlusu olarak, emperyalist devletler görülmeli. Dolayısıyla öfkemiz devletlere ve emperyalistlere karşı olmalı, göç edenlere değil…
Dünyada düzensiz göçmenlerin sayısı 82.4 milyonu bulmuşken,[60] göçle, mültecilerle mücadele değil kapitalizmle, emperyalizmle mücadele edilmelidir. Çünkü göçün asıl kaynağı kapitalizmdir, emperyalizmdir mücadele de ona yönelmelidir!
Malum üzere mültecilik, emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı koşulların bir sonucudur. Kapitalizmin yol açtığı açlık, yoksulluk, savaşlar, katliamlar ve siyasi baskılar sonucu insanlar yaşadıkları alanları terk ediyorlar. Emperyalizm var olduğu sürece mültecilik olgusu da devam edecektir. Mızrağın sivri ucu egemen sınıflara ve onların sömürü düzenine yöneltilmelidir. Sınırların açılması, duvarların yıkılması temel talebimizdir. Sınırların olmadığı ve büyük insanlığın kardeşçe yaşadığı bir dünyanın yaratılması öncelikli hedefimizdir…
Mülteci/ sığınmacı/ göçmenlerin temel insan hakları olduğunu unutmayarak bir gün hepimizin aynı duruma düşeceği gerçeği gözümüzün önünde canlanmalı her daim; ve göçmen krizinin çözümünün sivri okları emperyalist merkezlere, onlarla AKP iktidarının imzaladığı ikili anlaşmaların iptaline yoğunlaştırılmaldır!
TOBB Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Üyesi Doç. Dr. Başak Yavcan’ın, “Suriyelileri değil göç politikalarını eleştirin,”[61] tespiti sonuna dek haklıdır; emeğin, emek örgütlerinin ve sol siyasetlerin, ırkçı ve yabancı düşmanı politikalara prim vermeden, ülkeye peşpeşe göç dalgalarının gelmesinin esas sorumlusu iktidardan sorması gereken hesaplar ve acil talepleri olmalı ve kardeşleşme vurgusu öne çıkartılmalıdır.
Hatırlayın: Günter Wallraff “Bir parça Apartheid içimizde” diyordu. Bu vurguyu asla unutmamalıyız. Çünkü proleterleşen kitlelerin en zayıf kesimi olan göçmenlere karşı ayrımcı bir bakış açısı kabullenilirse, bu, ırkçılığı besler. Bunu engellemek için tüm göçmenlere, mültecilere seçimlere katılma hakkı, hatta yurttaşlık hakkı verilmelidir. Kardeşlik de, eşitlik de burada başlar…
Neresinden bakarsanız bakın göçmen sorunu siyasi bir sorundur. Onu bastırıp, apolitikleştiremezsiniz…
Kimsenin inkâr edemeyeceği üzere: Göç ve mültecilik sorunu tartışılırken sorunun kaynağında yer alan egemen sınıfların tutumu, AKP’nin dış politikası ve emperyalizmin sorumluluğu “es” geçilmekte, popülist milliyetçilik ve ırkçılık merkezli bir siyasetle, çözümsüzlük sürdürülmektedir.
Sosyalistler, proletaryayı bir bütün olarak savunarak; ırkçılığa ve ayrımcılığa “Hayır” der. Emekçileri birbirine düşürmeye, kolay yoldan ekonomik kâr elde etmeye ve emperyalizme yardakçılık etmeye yönelik kirli politikalara karşı ısrarlı mücadelesini sürdürür.
VE NİHAYET (DÖN(E)MEYECEKLER)
“Göçmen” denilenler yani “göçenler” geri dönmeyecekler!
Bu konuda uluslararası istatistikler şöyle diyor: Ülkesini terk eden insanların yüzde 60’ı ilk yerleştiği ülkede kalıyor. Geri dönmüyor.[62]
Göçmenler geri dön(e)meyecekken; çok kültürlü bir coğrafya ve tedbirlerini konuşma zamanıdır şimdi.
Ancak “Suriyeliler ülkelerine dönecek mi dönmeyecek mi?” soruları tartışılırken bunun faturası çocuklara kesildi. Eğitim hayatlarında dil ve kültürel zorluklar çeken Suriyeli öğrenciler, baskı altında eğitim görüyor.
Suriye’de cihatçıların yönetime gelmesiyle birlikte göçmenlere ‘artık gidin’ baskısı daha da artmaya başladı. Bunu en yakından hissedenler ise çocuklar. Hali hazırda zaten ırkçılığa ve ayrımcılığa uğrayan çocuklar şimdi öğretmenleri ve okul arkadaşlarının “Ne zaman gidiyorsunuz, gidecek misiniz, gidin” cümlelerine maruz kalıyorlar. Sosyal medyaya da düşen bazı okullarda ülkelerine dönen Suriyeliler için yapılan “Hoşça kal partisi” videoları bu baskıyı daha da artırıyor.
Tam da bu noktada Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Türkiye toplumunun yüzde 88.5’inin Suriyeliler gitsin diyor. Ama yüzde 90’ı da en az bunların yarısının Türkiye’de kalacağını düşünüyor,”[63] derken; Dr. Lülüfer Körükmez, göçmenlerin geri dönmek isteseler dahi gidecek yerlerinin olmadığını belirtip, göçmenleri evlerine göndermek diye tarif edilen şeyin bir karşılığının olmadığını kaydetti.[64]
Oscar Wilde’ın, “İnsanın kendisiyle yüzleşmeye yüzü yoksa başkalarının hatalarıyla oynar durur,” vurgusuyla müsemma ırkçılığa/ ayrımcılığa inat; kardeşleşme perspektişfiyle kabullenilmesi gereken durum bu; “Herhangi bir çözümden yana taraf tutan (dolayısıyla onu kendi stratejisine dahil eden), karşı önerileri incelemekten muaf kalamaz. O da kendi çözümünün yenilgisini tahayyül edebilmelidir,”[65] vurgusundaki üzere Henri Lefebvre’in!

Yazar, aktivist. 1954, Kale Mahallesi / Çorum doğumlu. Baba adı Kemal, anne adı Necla’dır. Eserlerinin çoğu Sibel Özbudun ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır. Kitapları dışında kendisi hakkında yeterli bilgi bulunamayan Temel Demirer, kendisini şöyle anlatır:
“Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm… Ne yazacağımı kestiremedim. Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım… “İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil” diyen(lerden); dünyaya aşağıdan bakan(lardan); kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan); yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan) ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden); sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden); bir afet-i devrana aşık olan(lardan); hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan) ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim… Ve nihayet halen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım.”
N O T L A R
[1] Edip Cansever.
[2] Umut Serdaroğlu, “Savaş ve Yoksulluk Yerlerinden Ediyor”, Birgün, 18 Aralık 2022, s.7.
[3] Saygı Öztürk, “Sınır Ticareti Yerine, İnsan Ticareti”, Sözcü, 18 Ağustos 2021, s.14.
[4] Şehriban Kıraç, “Yeter ki Laik Bir Ülke Olsun”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2021, s.8
[5] Mehmet Kızmaz, “Taliban Üyeleri Kaçak Yollardan Türkiye’ye Geliyor”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2021, s.6.
[6] Mehmet Kızmaz, “Dramla Biten Umut”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2021, s.6.
[7] Umut Serdaroğlu, “Güvencesiz Göçmenler Sağlık Hakkına Erişemiyor”, Birgün, 25 Aralık 2021, s.7.
[8] Mehmet İnmez, “Kızamık, HIV, Sıtma ve Tüberküloz Sayısında Artış Yaşanıyor”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2022, s.3.
[9] “432 Bin Suriyeli Çocuk Okul Dışında”, Birgün, 13 Haziran 2021, s.6.
[10] Deniz Güngör, “200 Bin Göçmen Eğitimden Uzak”, Birgün, 8 Kasım 2024, s.9.
[11] Mustafa Bildircin, “Suriyeli Çocuklar Liseye Gidemiyor”, Birgün, 15 Haziran 2021, s.6.
[12] Ebru Çelik, “Suriyeli Çocuklara ‘Ülkene Dön’ Baskısı, Birgün, 8 Ocak 2025, s.8.
[13] Deniz Güngör, “Toplumun Bir Parçası Oldular”, Birgün, 30 Kasım 2023, s.8.
[14] Sayime Başçı, “Halk İşsizlik, Göçmen, Düşük Ücret Sarmalında”, Sözcü, 18 Ağustos 2021, s.6.
[15] “Mültecilere Kayıtsız İktidar”, Birgün, 21 Haziran 2021, s.6.
[16] Başak Kaya, “Göçmen İşçi Sayısı 8 Yılda 8.5 Kat Arttı”, Sözcü, 30 Temmuz 2021, s.6.
[17] Deniz Güngör, “Canı da Emeği de Değersiz”, Birgün, 31 Temmuz 2021, s.7.
[18] Berkay Sağol, “Geri Gönderme Merkezi’nde Mülteci Yanarak Hayatını Kaybetti”, Birgün, 25 Haziran 2021, s.6.
[19] Ebru Çelik, “Göçmene Bekleme Durağında Zulüm”, Birgün, 26 Aralık 2024, s.9.
[20] Tuğçe Çelik, “Göçmen Kadınlara Emek Sömürüsü”, Birgün, 7 Ocak 2025, s.8.
[21] Filiz Gazi, “Göçmen Kadınların Hukuk Sınavı”, Birgün, 30 Ocak 2022, s.7.
[22] Orhan Bursalı, “Milli Güvenlik, Yoksulluk ve Göçmenlik Tehlikesi”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2023, s.6.
[23] “10 Yılda Neler Yaşandı?”, Birgün, 13 Ağustos 2021, s.8-9.
[24] Dünya Bankası’nın (DB) kredi anlaşması doğrultusunda, 2028’e kadar Türkiye’de tarım alanında 11 bin Suriyeli sığınmacıya kadro verileceğini açıkladı. Hükümetin açıkladığı Orta Vadeli Program, DB’nin hedefleriyle gayet uyumlu. Bu yüzden 17 Milyar dolarlık bir kredi zaten kullanılıyor. Bunun üzerine önümüzdeki 3 yılı kapsayan 18 Milyar dolarlık yeni dilim gündemde. DB bu para karşılığında Türkiye’den Ülke İşbirliği Çerçevesi (Country Partnership Framework-CPF) Programına uyulmasını istiyor. Evet, bu programda mülteci işçi şartı var. Üstelik sözü edilen program Türkiye ekonomisini pürüzsüz olarak merkez kapitalist/emperyalist batı ekonomisine entegre etmeyi hedefliyor. Bu entegre etme (ekonomik bağımlılık) sürecinde “mülteci istihdamı” da şart koşuluyor. (Ercüment Akdeniz, “DB Programında Mülteci İşçi Planı”, Birgün, 22 Nisan 2024, s.13.)
[25] Hanne Baytürk, “Mülteci Dahi (!) Olamayanlar…”, Yeni Yaşam, 15 Mayıs 2023, s.10.
[26] Deniz Güngör, “Mülteci Kadınlar: Yalnızdık, Korkuyorduk”, Birgün, 19 Ekim 2023, s.11.
[27] Kübra Köklü, “Şemsai: Dağları Üç Günde Geçtim”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2021, s.14.
[28] Çağatan Akyol, “İranlı Mülteci, İdam Tehlikesiyle Karşı Karşıya”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2021, s.12.
[29] İsmail Demiray, “Sınırda Göçmen Pazarı”, Birgün, 10 Mart 2020, s.5.
[30] “The Economist: Afganistan Mültecileri Zor Durumda”, 30 Temmuz 2021… https://www.avrupademokrat.com/the-economist-afganistan-multecileri-zor-durumda/
[31] Gökay Başcan, “Göçmen Nefretini Plansızlık Büyüttü”, Birgün, 12 Ağustos 2021, s.8.
[32] “Mültecilere İlgi Azaldı, Haberlerde Yüzde 73 Düşüş Var”, 21 Haziran 2021… https://www.avrupademokrat.com/multecilere-ilgi-azaldi-haberlerde-yuzde-73-dusus-var/
[33] Özde Çelikbilek, “Mülteciler Eşitsizlik Kıskacında”, Birgün, 20 Haziran 2021, s.4.
[34] Sercan Meriç, “Mülteci Çocukları Zor Bir Yıl Bekliyor”, Birgün, 10 Ocak 2022, s.8.
[35] Mustafa Balbay, “Suriyelilerimiz!”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2022, s.5.
[36] “İşte İstanbul’un Sığınmacı Haritası”, Sözcü, 9 Mayıs 2022, s.10.
[37] Aytunç Ürkmez, “Sığınmacı Sayısı 5 Milyona Yaklaştı”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2023, s.9.
[38] Deniz Güngör, “Mülteci Kadınlar: Yalnızdık, Korkuyorduk”, Birgün, 19 Ekim 2023, s.11.
[39] Halit Payza, “Sığınmacılar Sorunu”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2023, s.2.
[40] Osman İnci, “Sığınmacı ve Mülteciler Tehdit Unsuru mu?”, Cumhuriyet, 4 Eylül 2023, s.2.
[41] “Göçmen Muamması”, Birgün, 22 Haziran 2024, s.5.
[42] Nisa Küçük, “İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Çorabatır: Yasal Statü Şart”, Birgün, 31 Temmuz 2021, s.7.
[43] Erdem Sevgi, “Türkiye’de Mülteci Tablosu”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2021, s.3
[44] “İstanbul’da Göçmen Kaçakçılığı Operasyonu”, Cumhuriyet, 14 Haziran 2021, s.8.
[45] Çete üyeleri çocukları uzaktan izliyordu. Polis ya da zabıtanın yakalama ihtimaline karşı sık sık topladıkları paraları çocuklardan alıyorlardı. Çete, tramvay ve metrobüse binip dilenen çocukları kontrol etmek için cep telefonları da vermişti. Çocuklarla yaptıkları konuşmaların tape kayıtları dehşeti ortaya koydu.
27 Temmuz 2020 günü çete liderlerinden Ahmed Hammud, tramvayda dilenen bir çocukla konuşuyordu:
Ahmed Hammud: Ne kadar kazandınız?
Çocuk: 50 TL. O çalışmıyor, sallana sallana geziyor.
Ahmet Hammud: Çağır onu. Vallahi 200 TL getirmezse onu akşamdan sabaha kadar bağlarım elektrik kablosuyla.
26 Temmuz 2020’de Ahmet Hammud, bir kız çocuğu ile konuşuyor:
Ahmed Hammud: Neredesiniz?
Çocuk: Sağmalcılar’da.
Ahmed Hammud: Bugün bayram. Herkes 300 TL’nin üzerinde getirsin.
Çocuk: Biz yatsı namazına kadar kalacağız Ümera ile beraber.
Ahmed Hammud: Hadi 300 TL adam başı getirin, yürüyün gidin.
4 Ağustos 2020 günü dinlemeye takılan başka bir telefon görüşmesinde ise Ahmed Hammud, dilendirilenlerin yanında olan oğlu ile konuşuyordu:
Ahmed Hammud: Nereye ulaştınız?
Çocuk: Tren durağına ulaştık.
Ahmed Hammud: Seninle olana de: Babamın canı çok sıkkın. Ona söyle güzel çalışsın. Eğer güzel çalışmazsa ona söyle onu balkondan atarım. Ona de ki; babam çok kızmış, senden nefret ediyor. Güzel çalışmıyorsun, babam sinirli olduğu için burnundan kan akıyor. Aynen söyle ona; eğer çalışmazsa iyice dövecek, öldüresiye dövecek. (Timur Soykan, “… ‘Köle Çocuklara’ Eziyetin Tapeleri”, Birgün, 29 Mart 2021, s.7.)
[46] “Küresel İnsan Ticaretinde Elde Edilen Yıllık Gelir Yaklaşık 150 Milyar Dolar”, Özgür Gelecek, No:280, 15-28 Mart 2023, s.14.
[47] “Avrupa’ya Göç Etmek Zorunda Kalan Ukraynalı Kadınlar Fuhuşa Zorlanıyor”, 25 Mayıs 2023… https://www.merhaba.info/avrupaya-goc-etmek-zorunda-kalan-ukraynali-kadinlar-fuhsa-zorlaniyor/
[48] “3 Yılda Sığınan 50 Binden Fazla Refakatsiz Çocuğun ‘Kaybolduğu’ Bildirildi”, 4 Mayıs 2024… https://www.avrupademokrat3.com/son-3-yilda-siginan-50-binden-fazla-refakatsiz-cocugun-kayboldugu-bildirildi
[49] “Avrupa’da Ailesi Olmayan Binlerce Sığınmacı Çocuk İnsan Tacirlerinin Eline Düşüyor”, 8 Aralık 2022… https://www.avrupademokrat1.com/avrupada-ailesi-olmayan-binlerce-siginmaci-cocuk-insan-tacirlerinin-eline-dusuyor/
[50] “Hollanda’da 360 Refakatsiz Mülteci Çocuk Kayboldu”, Evrensel, 27 Mayıs 2023, s.10.
[51] “Göçmen Çocuklar Kaçakçıların Elinde”, Birgün, 18 Temmuz 2024, s.11.
[52] 2011’de ABD ve Türkiye Suriye’de iç savaşın çıkışını beklerken, Hatay’da ilk göçmen kampları açılmaya başlandı. Henüz daha çatışmaların iç savaşa dönüşmediği erken bir dönemde Suriye sınırında birden fazla kampın açılması, göç dalgasına niyet edildiğinin göstergesiydi. Türkiye’nin sınır politikası da buna göre değiştirildi. Türkiye-Suriye sınırı açılırken, ayrıca Suriye’de muhaliflerin istenen güce erişmemesi sebebiyle çatışmanın kızdırılması için Irak sınırı da açıldı. Bu sayede Irak’taki cihatçı örgütler Türkiye üzerinden Suriye’ye geçerek çatışmalara hız kazandırdı. İlk olarak Yayladağ’da özelleştirmeler sonrası kapatılan Tekel fabrikalarının olduğu alana açılan kamplar, dışarıdan yönlendirilen Suriye iç savaşının Türkiye’deki üssü hâline getirildi. Suriye savaşının henüz daha ilk döneminde Sünnî mezhepçi muhalifler ve El-Kaide bağlantılı cihatçı örgütlerin trafiğine açılan Hatay, komşu ülkede yaratılmaya çalışılan iç savaş gerilimini Türkiye topraklarına da taşıyordu. (“Göçmen Kamplarından Yönlendirilen İç Savaş”, Birgün Pazar, 29 Eylül 2024, s.11.)
[53] Mehmet Emin Kurnaz, “Saray Bekâsı İçin Göçü Kullanıyor”, Birgün, 29 Temmuz 2021, s.9.
[54] Mehmet Kızmaz-Tuğba Özer, “Politikasız Göç Politikası”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2021, s.10.
[55] “The Guardian: İngiltere Göçmen Gelmesin Diye Türkiye’ye Para Ödedi”, Sözcü, 9 Haziran 2023, s.22.
[56] Theodor W. Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği, çev: Nihat Ünler, Kabalcı Yay., 1995
[57] “İlhan Kesici: Yeni Gelişler Mutlaka Durdurulmalıdır”, Sözcü, 27 Temmuz 2021, s.10.
[58] Başak Kaya, “Suriyelilerin Türkiye’ye Faturası 50 Değil 250 Milyar”, Sözcü, 21 Nisan 2022, s.4.
[59] Umut Serdaroğlu, “… ‘Geçici’ Sıfatıyla Sorun Çözülmez”, Birgün, 20 Ocak 2022, s.6.
[60] Ceyda Karan, “Kitlesel Göç Olgusu ve Sahtekâr Retorik”, Birgün, 2 Ağustos 2021, s.4.
[61] “Suriyelileri Değil Göç Politikalarını Eleştirin”, Birgün, 13 Ağustos 2021, s.8-9.
[62] Mustafa Balbay, “Sığınmacı İşgali!”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2023, s.5.
[63] Şehriban Kıraç, “M. Murat Erdoğan: Korku Nefrete Dönüştü: Mülteciler Kaygılandırıyor…”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2023, s.10.
[64] Namık Alkan, “Göçmenlerin Geri Dönecek Yeri Yok”, Birgün, 3 Ağustos 2021, s.10.
[65] Henri Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi 2, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2013.