
Göçmenlik söz konusu olduğunda, Almanya’da hiçbir şey basit değil.
Anna Sauerbrey
Alman şirketi BioNTech ve Pfizer geçen ay Koronavirüse karşı bir aşı için çok umut verici sonuçlar aldıklarını açıkladıklarında, Twitter akışım çılgına döndü.
Tebrikler ve sevinç ifadeleri selinin yanı sıra, bu sevincin özel bir nedeni de vardı: BioNTech’i kuran ve işleten Uğur Şahin ve Özlem Türeci çiftinin Türk asıllı Almanlar olması. Hikayeleri, son on yılda Alman toplumsal yaşamında yaygınlaşan göçmenlere karşı duyulan öfkeyi sorgulama konusunda umut vaadediyordu. Göçmen karşıtı duyguları ortadan kaldırabilecek bir şey varsa, bu şüphesiz, dünyayı ölümcül bir virüsten kurtaran bir Türk-Alman çift olabilirdi.
Ancak her şey o kadar da basit değil. İkiliyi istisnai bir “göçmen başarı öyküsü” olarak müjdeleyen birçok kişi, göçmen karşıtı düşüncenin temel ilkelerini farkında olmadan tekrarladılar: göçmenler temelde Alman toplumunun geri kalanından ayrıdır, özel bir azınlık toplumda yer kazanmayı hak edebilir ama gerisi reddedilmelidir. Yükselen seslerdeki uyumsuzluk kulak tırmalayıcı olsa da, belki de şaşırtıcı değildi. Göçmenlik söz konusu olduğunda, Almanya en görkemli başarılarından bile tedirgin olabiliyor.
Yine de, Türk isimli bir çiftin aşıyı bulması doğru zamanda gelmiş gibi görünüyordu. On yıl önce, eskiden üst düzey bir Sosyal Demokrat olan Thilo Sarrazin, “Germany Abolishes Itself” (Almanya Kendini Yok Ediyor) başlıklı bir kitapta, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerden gelen göçmenler ile Almanlar arasındaki eğitim uçurumunun “entelektüel eksiklikler” olarak adlandırdığı genetik farklılıklardan kaynaklandığını iddia ediyordu. Sarrazin, göçmenliğin genel eğitim standartlarını düşürerek Almanya’nın ekonomisini tehdit ettiği konusunda uyarıyordu. Kitap en çok satanlar listesine girdi ve hala birçok orta sınıf ailenin kitaplığında duruyor.
2013’te kurulan ve göçmen karşıtı duyguları sömüren ve yoğunlaştıran aşırı sağcı parti Almanya İçin Alternatif (AfD) bu anlatıyı benimsedi ve göçmenleri, ulusun kaynaklarını emen tehlikeli bir yük olarak damgaladı. Parti bu propagandadan asla vazgeçmiyor. Örneğin 2018’de, partinin eşbaşkanı Alice Weidel, Parlamento salonunda göçmenleri “Kopftuchmädchen” ve “Messermänner” – başörtülü kızlar ve bıçaklı adamlar – diye adlandırdı. Siyasi tartışmalar, büyük ölçüde partinin başarısı nedeniyle, genellikle göçle bağlantılı olduğu varsayılan sorunlara odaklanıyor: dinsel bağnazlık, suç, yoksulluk.
Bu çerçevede, Dr. Şahin ve Dr. Türeci’nin başarısı, göçmenliğin faydalarını anmak, göçmenlerin toplumumuzu nasıl zenginleştirdiğini ve derinleştirdiğini anlamak için iyi bir fırsat yarattı. Hikayeleri – bir Türk işçinin oğlu Dr. Şahin’in çocukluğunda Almanya’ya gelişi, İstanbul’dan taşınan bir Türk doktorun kızı olan Dr. Türeci’nin Almanya’da doğmuş olması – savaş sonrası Almanya’ya göçün genellikle gizli kalan tarihini gün ışığına çıkardı.
1950’lerden başlayarak, Almanya savaş sonrası sanayi patlamasını körüklemek üzere çoğunlukla İtalya ve Türkiye’den işçileri işe aldı. “Gastarbeiter” – “misafir işçiler” olarak adlandırılan bu işçilerin, burada kalmaları amaçlanmamıştı. Ama çoğu kaldı ve bugün çocukları ve torunları ülke toplumunun ayrılmaz bir parçası. Yine de genellikle görmezden geliniyorlar. Özellikle Ford fabrikasındaki bir işçinin oğlu olan Dr. Şahin’in başarısını savunmanın, bu küçümsemeyi düzeltmenin gereği olduğu hissedildi.
Ancak ayrımcılık her iki şekilde de sonuçlanabilir: Çok ihtiyaç duyulan tanınmayı sunabilir, ancak aynı zamanda göçmen başarısını bir istisna gibi gösterebilir ve bir meslektaşımın işaret ettiği gibi göçmenleri “bizden olmayanlar” olarak ayrıştırabilir. Türk kökenli birkaç Alman’ı aradığımda, çoğu benzer bir ikircikliği dile getirdi.
Çalıştığım Der Tagesspiegel gazetesinden bir arkadaşım ve köşe yazarı olan Hatice Akyün, “Sonunda, uzun zamandır özlediğimiz bir şey görüyoruz: takdir” dedi. “Konuk işçilerin” bir çocuğu olarak, çiftle bir bağ hissediyordu, “buna biyografik bir gurur da denebilir.” Ancak biyografilerine odaklanılmasından da rahatsızdı. “Ben kendim, uzun zaman başarılı bir entegrasyon için örnek çocuk rolünü oynadım” dedi. “Ancak her zaman bu mercekten görülmek yorucu ve sinir bozucu olabiliyor.”
Berlin’deki Humboldt Üniversitesi’nde profesör olan Naika Foroutan da bu duyguyu paylaşıyor gibiydi. Bir e-postada, “Kökenlerinin vurgulanmasının doğru ve önemli olduğunu ve sevindirici olduğunu düşünüyorum” diyordu. Ama o da rol modellere odaklanılmasından bıkmış. “Bu tür bir etiketleme, istisnai olma fikrini – göçmenler toplumda yükselip büyük bir şey başardığında bunun her zaman bir istisna olduğu fikrini- yeniden üretiyor,” diye yazıyordu.
Bu sadece göçmenlerin genel olarak toplumda oynadıkları temel rolü gözden kaçırmakla kalmaz; aynı zamanda gerçeklerden de uzaktır: Araştırmalar, göçmenlerin zaman içinde sosyal hiyerarşide yukarı çıkma eğiliminde olduklarını gösteriyor. Ancak göçmenler, toplumun en üst kademelerinde yeterince temsil edilmiyorlar ve ilerleme fırsatları genellikle sınırlı kalıyor.
1994 yılında Almanya Parlamentosu’na seçilen ilk Türk “misafir işçi” çocuğu olan Yeşiller Partisi üyesi Cem Özdemir için, Dr. Şahin ve Dr. Türeci’nin hikayeleri gibi hikâyelere vurgu yapmayı önemli kılan budur. Özdemir, “Almanya’da nereden geldiğiniz, nereye gideceğinizi belirlemede hala önemli bir rol oynuyor” diyor. Bu nedenle Alman toplumunun zorluklarını aşmaya çalışanları yüreklendirmek adına ilham verici örnekleri öne çıkarmak özellikle önemlidir. “Kendi tecrübelerimden, bir Türk ismine sahip olduğunuzda her zaman daha iyisini yapmak zorunda olduğunuzu, daha yakından izleneceğinizi biliyorum.”
Bu üzücü bir gerçek. Bay Özdemir, Bayan Akyün ve Dr. Şahin’in ebeveynlerinin Almanya’ya gelmelerinin üzerinden yarım asırdan fazla bir süre sonra, ülke göçmenlik geçmişinden hala rahatsız ve herkese aynı şansı vermekten çok uzak. Bu nedenle, şimdilik, Dr. Şahin ve Dr. Türeci’nin hikayesi çok önemlidir. Bu, Almanya’nın başarılarının -1960 veya 2020’de- ülkeyi yuvaları olarak benimseyen göçmenlerden ayrılamayacağını gösteriyor.
Anna Sauerbrey Kimdir?

Görüş ve yazılarıyla katkıda bulunan Anna Sauerbrey, Alman günlük gazetesi Der Tagesspiegel’de editör ve yazardır.
Bu makale The New York Times’da yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş