
Hedwig Kuijpers
Bir anlaşmazlıkta suyun silah olarak kullanımını ilk kez 2015 yazının sonunda Kuzey-Doğu Suriye’de kişisel olarak deneyimledim. Türkiye Suriye’ye giren Fırat nehrinin su akışını azalttığı için yerel su idaresi su istikhakını hizmet verdiği farklı şehir ve köylere paylaştırmak zorunda kalmıştı. Azalan su akışının bir sonucu olarak, elektrik aldığımız saatler de düşmüştü. Her beş veya altı günde bir komşulardan biri Arapça ‘Su geliyor! Su geliyor!’ diye bağırınca, çatıdaki su depolarını doldurmak üzere hızla hidroforlarımızın düğmelerine basıyorduk. Ardından, su tankları boşaldıktan sonra içmek, yemek pişirmek ve tabii ki tuvalette kullanmak üzere süratle şişeleri ve bidonları dolduruyorduk. Sonra da, su tekrar kesilip şehrin başka bir bölgesine verilene kadar elimde bir hortum ve paspasla kuşanmış olarak binanın zeminini yıkıyor, arkasındaki bitkiler ve zeytin ağaçlarını suluyordum.
O ay boyunca, çatımdaki iki büyük su deposu esrarengiz bir şekilde iki günde bir boşaldığı için birçok kez tesisatçı çağırdım. Tesisatçı maalesef herhangi bir arıza bulamadı. Bir gece, saat 3 civarında çatıda ayak sesleri duydum. Sessizce iki katlı binanın avlusuna çıktığımda, çatıdan aşağı uzanarak komşumun bahçesindeki derme çatma banyonun çatısındaki havalandırma deliğine giren bir hortum gördüm. Meğer bir tesisatçıya ihtiyacım yokmuş. Tek bir küçük su tankı olan yan komşum, gecenin ortasında beş küçük oğlunu gizlice yıkamak için suyumu “çalıyormuş”.
Suriye sorunu, Türkiye ve Fırat-Dicle Havzası
Dünyanın en çok su kıtlığı çeken bölgesi olan Orta Doğu ve Kuzey Afrika, kuşkusuz gezegendeki iklim değişikliğinin ceremesini çekiyor. Suyun insanın hayatta kalması, enerji ve gıda üretimi ve sosyoekonomik gelişme için gerekli olduğu düşünüldüğünde, su güvensizliğinin sonuçları, yakın tarihte derin siyasi istikrarsızlık ve çatışmalarla kuşatılmış bölge için özellikle sorunludur. Buna, verimli kıyıları dünyanın en eski uygarlıklarına ev sahipliği yapan Fırat-Dicle nehri havzası da dahildir.

Fırat ve Dicle nehirleri yukarıda kalan Türkiye’den Suriye’ye, oradan da aşağıda kalan Irak’a akmaktadır.
Hem Fırat, hem de Dicle Türkiye’den çıkıyor ve Güney Irak’taki Şattül Arap Havzasına akıyor. Fırat Nehri Suriye ve Irak’tan geçerken, Dicle Türkiye’den Irak’a akıyor. Türkiye Fırat’a % 90 katkıda bulunurken, Suriye su akışına % 10 katkıda bulunuyor. Dicle’ye gelince, Türkiye, Irak ve İran sırasıyla % 40, % 51 ve % 9 katkı sağlıyor. Dicle ve Fırat nehirleri Türkiye, Suriye, Irak ve İran için çok önemli bir sosyo-ekonomik kalkınma kaynağıdır.
IŞİD’in, suyu sık sık ve sistematik bir şekilde silah olarak kullanmaya başlaması, suyun silaha dönüştürülmesine ciddi anlamda dikkat çekti. IŞİD, Irak’ta Şiilerin elindeki bölgelere su akışını manipüle etti ve Suriye’deki su altyapılarını kapsamlı bir şekilde hedef aldı. Yakın zamanda onuncu yılına girilen Suriye iç savaşında, neredeyse savaşın tüm tarafları çatışma sırasında aynı yola başvurdu.
Oysa Fırat-Dicle havzası konusundaki çatışmada medyanın en fazla ilgisini çeken kısım, Türkiye’nin Fırat’tan su akışını, düşmanı Suriye’ye karşı silah olarak kullanması oldu. 2015 yılından bu yana Türkiye, Fırat nehrinden Suriye’ye su akışını birçok kez azalttı veya tamamen kesti. Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’ne göre, Türkiye bunu şu anda Suriye’nin kuzeydoğusundaki geniş toprak parçalarını elinde tutan Kürt yetkililere karşı su akışını silah olarak kullanmak amacıyla yapıyor.
Suriye’ye giren su akışının azalması, içme suyu kıtlığının yanı sıra diğer sorunlara da neden oldu. İçme suyuna elbette öncelik verildiğinden, bölgedeki barajlarda daha az elektrik üretiliyor. Çiftçilerin kuru ve çorak araziye dönüşen topraklarında yaşadığı kuraklıktan, durgun suda meydana gelen her türlü enfeksiyon riskinden ve ülkenin flora ve faunasının maruz kaldığı zarardan bahsetmiyorum bile.
Türkiye’nin 2021 yazında Suriye’ye – ve devamında su akışının sonraki durağı olan Irak’a – su akışını daha da azaltacağından korkuluyor. Çiftçilerin yağmur ve kar yağışı olmadığı için sık sık yer altı sularına başvurmalarından dolayı tarım alanlarında -kimi zaman bir otobüsün sığacağı büyüklükte – obrukların oluştuğu Türkiye de kuraklık yaşıyor. Kalıcı kuraklığın, üç komşu ülke arasında su konusundaki anlaşmazlığın şiddetlenmesine neden olması bekleniyor.
Birleşmiş Milletler’in, yüzyılın sonunda Fırat ve Dicle nehrinin suyun sırasıyla % 30 ve % 60 azalacağı öngörüsü, Suriye ve Irak’tan geçen su miktarının muhtemelen daha da azalacağını gösteriyor. Bununla birlikte Fırat-Dicle havzası, dünyada su nedeniyle çatışmanın beklendiği tek bölge değildir.
2025 yılına kadar su konusunda bir ihtilafın öngörüldüğü dünya genelinde yaklaşık 300 bölge var – BM Raporu
Uzlaşma Olası Değil
60’lara kadar, üç devlet su paylaşımı konusunda oldukça uyumlu bir işbirliği içindeydi. Tüm tarafların nüfuslarının artmasıyla, Türkiye petrole daha az bağımlı bir enerji projesi planlamaya başladı. 1975’te Türk hükümeti, sadece Atatürk barajının arkasındaki rezervuarı doldurmak için Fırat’ın Suriye’ye akışını engellediğinde, Suriye ve Irak, Türkiye’ye karşı güçlerini birleştirdi. Türkiye ve Suriye, bu kalıcı kuraklık döneminde su akışına bağlı anlaşmazlıklar nedeniyle neredeyse savaşacaklardı. Suudi Arabistan’ın arabuluculuğuyla çözülen 1975 su krizi, bugün karşı karşıya olduğumuz gibi, bölgede neredeyse kapsamlı bir silahlı çatışmaya yol açacaktı.
İki devlet arasındaki siyasi gerilimler, 80’li ve 90’lı yıllarda su konusundaki anlaşmazlığı başka bir seviyeye taşıdı. Türkiye, Suriye ve Irak’a baskı yapmak için suyu bir araç olarak kullanmaya başladı ve bunu suyla ilgili olmayan konularla ilişkilendirdi. 1987’de Türkiye ve Suriye nihayetinde Türkiye’nin Suriye’ye saniyede 500 m³ su bırakmayı taahhüt ettiği, Suriye’nin ise PKK’ya verdiği desteği sona erdirmeyi taahhüt ettiği bir anlaşmaya vardılar. 2000’li yıllarda üç ülke arasındaki ticari ilişkiler iyileştikçe, Türkiye ve Suriye PKK ile ortak mücadele etmeyi kabul ettikçe ve Türkiye Avrupa Birliği‘ne katılmayı seçtiğinde, Türkiye’den Suriye ve Irak’a su akışı konusunda uyumlu bir işbirliği görülebildi.
Buna karşın 2011’den sonra, Suriye’deki çatışmanın başlaması ve Türkiye’nin ülkedeki farklı fraksiyonlara verdiği destekle birlikte, su neredeyse tüm taraflarca silah haline getirildi. Suriye’de su altyapılarının bombalanması ve Türkiye’nin Kuzeydoğu’ya su akışını kesmesi Aralık 2016‘dan bu yana milyonlarca Suriyeliyi susuz bıraktı. Nehrin en alt kısmında kalan ülke olan Irak da kuraklık ve susuzluktan ciddi şekilde zarar gördü.
Türkiye’nin hem Suriye hükümetine hem de Kürtlerin kontrolündeki Kuzeydoğu’ya karşı düşmanlığı, Türkiye’nin bir politik baskı aracı olarak Suriye’ye su akışına yaptığı müdahele sürelerini uzatmasına ve suyu düşmanlarına karşı bir silah olarak kullanmasına yol açtı. Bu müdahele yalnızca milyonlarca sivilin susuzlukla karşı karşıya olduğu bir insani krize yol açma riski taşımakla kalmıyor, aynı zamanda doğrudan Suriye’nin yiyecek kaynaklarını ve bölgede daha büyük bir çevre krizini de hedef alıyor.
Suriye çatışması için bir çözüm bulunmaması, su kaynakları için Fırat-Dicle havzasına bağımlı olan devletler arasında siyasi bir anlaşmanın olmaması, iklim değişikliğinin ve yerel nüfus artışının etkileri, Ortadoğu’nun petrolle ilgili çatışmalardan çok su ile ilgili çatışmalar nedeniyle ilgi odağı haline geleceği distopik bir geleceği doğrudan beraberinde getiriyor.
Türkiye ile Suriye’deki çeşitli taraflar arasındaki çatışmanın daha da sürmesi, geri dönüşü olmayan bir insani ve çevresel krize yol açacak ve bu Fırat’ın daha aşağısında kalan Irak’ı da hedef alacaktır.

Hedwig Kuijpers Jeopolitik, Kürt sorunu, İran ve Suriye üzerine kendi blogunda yazılar yazar. Bölgede beş sene geçirmiştir.
Bu makale Hedwig Kuijpers’in kişisel blogunda yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş