
Metin Avdaç özgün bir sinema emekçisi. Çocukluğunda Batman sinemalarında izlediği filmlerle büyülenmiş, içinde yanmaya başlayan sinema ateşini hayatın güçlükleri karşısında diri tutmayı başarabilmiş bir yönetmen. Onu özgün kılan şey, filmlerinin içeriğinin yanında bu filmleri yaratım süreci. Avdaç, elektrik idaresinde memur olarak çalışırken filmlerini çeken alaylı bir sinemacı. Kendisi, Sabahattin Ali’nin hayatını konu alan “Sabah Yıldızı” belgeseliyle tanınsa da önceki belgeselleri de ses getirmiş ve ödüller almış. Metin Avdaç’ın benim için özel olmasının başka bir nedeni de belgesel sinema yolunda bana el vermiş olmasıdır. “İktisatçı” belgeseli fikrini kendisine ilk açtığımda “ne duruyorsun, araban varsa haftaya gel beni al, Ankara’ya gidiyoruz, kamera-ışıklar benden, yemekler senden” demiş ve bir hafta sonra kendimizi Korkut Hocanın evinde bulmuştuk. Bu güzel insanı ve filmografisini tanımak isteyenler için kendisiyle kısa bir söyleşi yaptım.
İnsan niye sinema yapar?
M.A: Belki sözle, yazıyla anlatmak istediği derdi, sorun(ları), isyanını daha rahat anlatabileceği, kitlelere daha çok ulaşabileceği sanat dalı olduğundan sinema yapar. Kimisi mizahla, dramla, şiddetle, aşkla anlatır.
Sizi özgün kılan şey mektepli değil alaylı olmanızın da ötesinde Elektrik idaresinde çalışırken film çekmiş olmanız. Çoğumuzun aklında yönetmen denilince başka bir profil geliyor. Oysa siz kendi filmlerinizin hem yapımcısı hem yönetmenisiniz. Sermayeniz maaşınızdan ibaret. Bunu nasıl başardınız?
M.A: Evet alaylı sinemacıyım on beş yıldır. Sinemayı çekerken, izlerken, okurken halen öğrenmeye çalışıyorum. Elektrik kurumunda çalışırken üçüncü belgesel filmimi çektim. Senelik izinlerimde, hafta sonlarında, bayram tatillerinde bazen de rapor alarak belgesellerimi çekerdim. Bu zorluklar insanın üretimine daha çok heyecan katıyor, amatör ruhu kaybetmemek önemli. Çalıştığım dönemde maaşımla filmleri çektim. Bunlar “Torakçılar, Kara Altından Altın Mikrofona ve Çotanak Yolunda” belgesellerimdi. İnanmak insanın başarısının yüzde doksanı diyebilirim. Gerisi teferruat.
Sinema sevdalısı insanların çoğu sanırım benim yaşadığım ekonomik zorluklarla çekmişlerdir ilk filmlerini .
Yetiştiğiniz yer olan Batman’ın sinemanıza yansıması nasıl oldu sizce?
M.A: Batman’da doğup büyüdüm; yirmi yaşıma kadar yaşamımı doğduğum şehirde sürdürdüm. Çocukken bizim ilk eğlencemiz, sanatla bağımız radyo, sinemaydı. On yaşında televizyonu gördüm ilk defa İstanbul’da yakın aile dostlarımızın evinde. Annem evimize televizyonu getirdiğinde on üç yaşındaydım. Televizyondan önce ülkenin bir çok yerinde insanların eğlence (ailece gidilen) mekanlarından biri de sinemalardı. Haftanın üç dört günü sinemaya gider filmler izlerdim. TPAO’nun ücretsiz sinemalarında ve çarşıdaki sinemalarda filmleri kaçırmazdım. O zamanlar TPAO sinemalarında Yılmaz Güney’in filmlerinin gösterildiğini hatırlamıyorum. Çarşı sinemalarında gösterilirdi Yılmaz Güney’in filmleri. Yılmaz Güney ve izlediğim diğer filmlerin sinemaya geçişimde etkisi olmuştur.
Metin Avdaç Kimdir?
Batman’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Batman’da tamamladı. Çocuklukta başlayan fotoğraf ve sinema aşkı, yıllar sonra yaşamında yer almıştır. 1998 yılında İFSAK’ta temel fotoğraf eğitimi aldı. Fotoğrafları genelde doğa ve insan üzerine oldu. Belgesel fotoğraf çalışmalarını emek üzerine yoğunlaştırmıştır. Bu anlamda, belgesel fotoğraf çalışmalarını üç dia gösterisiyle sunmuştur: 1- Torakçılar 2- Işığımızın Emekçileri 3- Beyaz Saray’dır. Sinemaya olan tutkusuna 2005 yılında ilk belgesel filmi olan “Torakçılar” ile başlamıştır. Ödüller: “Kara Altından Altın Mikrofona“ TRT 2. Uluslararası Belgesel Film Yarışması Ulusal Profesyonel dal 1. si, 2010. “Sabah Yıldızı Sabahattin Ali“ 2. Vangölü film festivali en iyi Belgesel senaryo ödülü 2013
2006’da tamamladığınız “Torakçılar” ile başlayalım. Bu filmin sizin için önemi neydi?
M.A: Torakçılar evet ilk belgesel filmim. Aslında sinema eğitimi aldıktan sonra sinemaya adım atacaktım. Bir ani gelişme, duyumla sinema eğitimi almadan belgesel çekmeye giriştim. 2005 Ekim ayında belgeselini çekeceğim köylülerden birinin, 2006 yılında AB uyum yasaları değişiminden baltalık ormanlarının kesiminin son bulma ihtimali söylemesiyle o gün karar verdim ve üç gün sonra köyde çekim alanında oldum 🙂 Bu telefon sinemaya hızlı geçişime neden olmuştur. İyi ki o gün ormancı Bedri Çöven abimizi aramışım çünkü onun “elini çabuk tut” demesi büyük etkendir erken sinemaya geçişimde.
2008’de “Çotanak Yolunda” ardından 2009’daki “Kara Altından Altın Mikrofona” filminiz var. Batman TPAO Orkestrasının hikayesini işliyorsunuz. Batman gibi uzun bir kent geçmişi ve dolayısıyla kimliği olmayan bir yer için bu hikaye çok anlamlı olsa gerek. Böyle bir belgesel yapma fikri nasıl oluştu? Filmden, 1960’ların ne kadar özel bir dönem olduğunu da anlıyoruz. Bugün Batman’dan tüm ülkeye hitap edecek bir müzik grubu çıkması neredeyse imkansız görünüyor. Ne değişti sizce 50 yılda?
M.A: Sorunuzun son cümlesinden başlayayım. Ülkede çok şey değişti, olumlu yönde değil olumsuz yönde. Altın mikrofon belgeselimin gösterimleri sonrasında söyleşilerde o dönemlerle ilgili sorulan sorulara verdiğim cevap şöyledir. 1960’lı 70’li yıllar da Batman’da yaşam nasılsa, Türkiye’de de yaşam öyledi. Bugün Türkiye’de yaşam nasılsa, Batman’da yaşam öyledir. Tabii ki Batman çok farklı bir yerdi o dönemlerde. Küçük bir ABD kasabası yaşamı, Türkiye’nin yeni gelişmekte olan bir kasabanın farklı profiliydi. Belki bu yönden kimliksiz demiş olabilirsiniz. Ülkenin kimliği yok ki Batman’ın olsun 🙂
Bu belgeseli çekme fikri 2008 kışında internette Batman gazetesinde haberleri okurken aklıma düştü. Haberde Batman orkestrasının “altın mikrofon” ödülünün alışının 40. yılından söz ediliyordu. O an beynimde şimşekler çaktı “Neden bu orkestranın belgeselini yapmayayım” dedim. O gece karar verdim, hızlı araştırmalar sonucunda bir yılda belgeseli çektim. 2009 yılında az kişi davet etmeme rağmen yoğun ilgiyle Pera Müzesi sinemasında galamızı yapmıştık. Batman orkestrasını bu belgesel filmimle ölümsüzleştirmiş oldum diyebilirim.
Sabahattin Ali belgeseli olan “Sabah Yıldızı”nı 2012 yılında gösterime sundunuz. Neden Sabahattin Ali? Ve film çekme fikri nasıl oluştu, neler yaşadınız?
M.A: Sabahattin Ali belgeselini 2010 Temmuz’unda çekmeye başladık, 2012 Nisan’ında da Cemal Reşit Rey Konser Salonunda galasını yaptık. Yaklaşık iki yılımızı aldı belgeselin çekim süresi ve kurgu aşaması. Not olarak şunu ekleyeyim; özellikle biyografi belgesellerinde iyi araştırma, çekim sürecini geniş zamana yayarsanız hiç unmadığınız bir yerde önemli belge ve kişi ile karşılaşabilirsiniz. Aceleye getirmeye gerek yok belgeseli.

Belgeseli çekme fikri gece Afyon’dan İstanbul’a dönerken otobüs yolculuğu sırasında çıktı ve o anda karar verdim çekmeye. Sabah İstanbul’a dönüp hiç uyumadan Sabahattin Ali hakkında araştırma yapmaya başladım ve 45 gün sonra Kırklareli’ndeki Sabahattin Ali Günlerin’de motor dedik.
Neden Sabahattin Ali? Belki beni ona çeken bir duygu vardı. 1978’de gençliğe adım attığım yıllarda akrabamın sünnet düğününde şehirde araçlarla gezerken kadınların otobüste “Aldırma Yılmaz aldırma” şarkısını söylemleri hafızamda yer etti. Yıllar sonra bunun Sabahattin Ali’ye ait olduğunu öğrendim. Trajik katledilişi bende iz bırakmıştır. Özellikle devrimciliği, sisteme karşı dik duruşu nedeniyle ona saygı duymam etken oldu belgeseli yapmaya. Bu güzel yürekli insanı, bu ülkenin insanına anlatmak istedim.

Çekimler sırasında ekip olarak pek çok zorlukla karşılaştık tabi. Ekonomik sorunlar, uğraşmak zorunda kaldığımız cahil öğretmenler ve devlet memurları gibi. Ama neticede yanımda olan arkadaşlar sayesinde tüm zorlukları yenerek belgeselimizi yaptık; ülke insanının hafızasına ve tarihe kazandırdık.
Bu belgesel, benim ve ekip arkadaşlarım için bir onurdur.
Son olarak “Tipi” isimli belgeseliniz bu yıl düzenlenen 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali, Ulusal Belgesel Film Yarışmasında finalist oldu. Sanırım bu film kendi hayatınızdan kesitler taşıması bakımından farklı bir yerde duruyor. Ne dersiniz?
M.A: Yıllar önce bu belgeseli yapmak için girişimde bulundum; özellikle kış şartlarında zorlu koşullarda çalışan işçileri belgelemek istedim. Yirmi yıl yüksek gerilim teknisyeni olarak bugünkü adı TEİAŞ’ta çalıştım. Geceleri soğukta, yağmurda, karda çalıştık. Bu işi, işçileri yakından bilen biri ancak belgeseli yapabilirdi. Günde 18 saat arazide işçiler çalıştı karda tipide. Mühendisler de söylemişti: “Ancak bu işi bilen biri hatçıların belgeselini yapabilir. Soğukta, karda belgesel çekmek, saatlerce dışarda kalmak kolay değil. Kurum birilerine yaptırmaya kalksaydı kimse çekmezdi; işi yarıda bırakılardı.”
Belgeselim yarışmaya seçildi Antalya’da, güzel bir duyguydu.
2016 Aralık ayında İzmit bölgesinde yoğun yağan kar ve tipiden kaynaklı elektrik arızalarını yaşadık. İstanbul’a kısıtlı elektrik verildi. İşte o günleri anlattım bu filmde. Çekim sırasında çalıştığım o kış günleri, traktörden buzlu çamurlu suya düşüşüm aklıma gelmişti. Kolay iş değil, özellikle arazide çalışan elektrik işçisi olmak.
Belgesel türü dışında kurgu kısa film çalışmanız da oldu. Hatta çok da yeni. Bu kısa filmin kısa hikayesini anlatabilir misiniz?
M.A: İlk kurmaca kısa filmim “Çıplak”. Malumunuz pandemiden dolayı film festivalleri yapılamıyor, bir yerlere gönderemiyorum. Beklemedeyim. Konusu gerçek yaşamdan alıntı. 12 Eylül sonrasında 18 yaşında cezaevine giren ve sonrasında soğuk kış günlerinde tek tip kıyafeti giymeyi red eden bir devrimcinin mücadelesini anlatıyor.

Genel olarak sinemanın özel olarak belgesel sinemanın toplumsal bir misyonu olmalı mıdır size göre? Ya da sanat hayatımızda neyi değiştirebilir?
M.A: Sinemanın elbette misyonu vardır. Bunu belgesel, kurmaca diye ayırmak yanlış olur. İkisi de bir misyon ve topluma karşı sorumluluk içerisinde üretimlerdir. Sinema tabi kitlelere daha kolay ve hızlı ulaşan, düşündüren, eleştiren sanat dalıdır. Senaristler, yönetmenler (yani derdi olanlar, sadece para kazanma derdinden olanları kastetmiyorum tabi) toplumun daha ileriye gidebilmesi için daha iyi film yapma derdindedir. Kendi adıma söylersem ben bu yoldayım. Sinema sanatı dediğim gibi daha geniş kitlelere ulaşıyor. Filmlerin içindeki öyküler eleştirel anlamda topluma düşündürmeyi sağladığında, insanlar sanat aracılığıyla daha olumlu adımlar atabiliyorlar.
Sinema aydınlanmanın öğretisi ve okuludur.

Son olarak sinema yapmak isteyen gençlere iletmek istediğiniz bir mesaj var mıdır? Sinema yapmak için gerekli olan şey nedir? Para mı? Cesaret mi?
Genç sinemacılara şunu öncelikle söyleyeyim. Birincisi cesaret ve özgüvene sahip olsunlar. Bilim bile aylarca, yıllarca araştırma yaparak deneyler sonunda bir ilaç bulabiliyor. Sinema da öyle. Bir seferde en iyi filmi çekemezsin, başaramayabilirsin diye vazgeçmek olmaz! Yola devam. İkinci olarak para önemli bir etmen film çekmek için tabi. Bu konuda ülkemiz gençlerin önünü açmak için daha çok yol alınması gerekiyor. Sabır en önemlisi. Öğrenme yolunu bırakmadan devam edilmeli. Şahsen öğrenmeye devam ediyorum; etmek zorundayım. Yoksa üretim yapamayız, geri kalmış oluruz.

1978’de Tokat’ta doğdu. 1995 yılında İzmir Maliye Meslek Lisesi, 2000 yılında İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi İktisat anabilim dalında tamamladıktan sonra, 2009 yılında “Amartya Sen ve Yetkinlikler Yaklaşımı” konulu doktora teziyle Yıldız Teknik Üniversitesi’nden doktora diplomasını almaya hak kazandı. 2012 yılında kurduğu “İktisadi Düşünce Tiyatrosu” girişimi ve 2019 yılında hazırladığı “İktisatçı” belgeseliyle iktisat ve sanatı bir araya getirme çabasını halen sürdürmektedir. Politik iktisat, iktisadi düşünce, edebiyat ve dayanışma ekonomisi çalışan Boz, Fenerbahçe Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesidir.