Lisan, insanın günlük hayatındaki faaliyetlerini yürütmesine yarayan, karakterini vurgulayan, kafasındaki düşünce yapısını yansıtan bir araçtır. Kişinin sahip olduğu kültürün ve bireyselliğinin vurgulanış biçimidir.
Lisan, insanlığın entelektüel gelişimiyle derinlemesine iç içe geçmiştir. İnsan beyninin manifestosudur.
Yukarıdaki 2 paragraf Wilhelm von Humboldt’a ait.
Wilhelm von Humboldt, Berlin’deki Humboldt Üniversitesi’nin kurucusudur. Üniversite, kendisi ve doğa bilimci olan kardeşi Alexander von Humboldt’un (1769-1859) anısına 1949’da Humboldt Üniversitesi adını almıştır.
Wilhelm von Humboldt, 1767’de Potsdam’da doğar, 1835’te Tegel’de 68 yaşında yaşamını yitirir. Linguist, filozof, diplomat ve bir eğitim reformcusudur.
Babasını 1779’da kaybettikten sonra, Fransa’nın Hügno Ailesi’nden gelen protestan annesi Elisabeth von Holwede’nin eğitime büyük önem vermesi nedeniyle kardeşiyle beraber iyi bir eğitim alırlar. Burjuvaziden geliyor olmanın avantajıyla, eğitim hayatında ve yaşamı boyunca herhangi bir maddi zorluk yaşamaz. Araştırmalarına, okumalarına, yazılarına maddi kaygı olmaksızın odaklanabilir.
Wilhelm von Humboldt, Alexander von Humboldt ile aldığı özel eğitimlerle yoğun olarak Immanuel Kant’ın (1724-1804) etkisinde kalmıştır. Kant, tüm çalışma alanlarında Humboldt’un bakış açılarına şekil vermiştir.
Wilhelm von Humboldt, 1790’ların sonlarında edebiyatta tanınan bir isim olur. 1801-1808 arasında, Roma’da Prusya’yı temsil eden bir diplomattır. 1809’da Prusya İçişleri Bakanlığı’nda görev almak üzere Berlin’e gider. Din işleri ve eğitimden sorumludur. Dünya ve Alman eğitim tarihine kendisini mal edecek dönem Berlin’e atanmasıyla başlar.
Kritik düşünme yeteneği kazanmaya yönelik temel eğitimin sadece meslek kazandırmaya yönelik bir eğitimden çok daha önemli olduğunu düşünür Humboldt. Bilgi güçtür, eğitim özgürlüktür. Humboldt’un eğitim idealinde eğitimli ve kendine güvenen yurttaşlar yaratmak vardır. Geldikleri sınıflardan ve ailelerden bağımsız olarak!
Wilhelm von Humboldt’un eğitim reformunu anlamak için belli ölçüde Prusya tarihine ve Wilhelm von Humboldt’un eğitim felsefesinin oluşumuna katkı sunan insan ilişkilerine odaklanmak gerekiyor.
Prusya kralı II. Frederick (1712-1786) Büyük Frederick olarak anılır. 1740-1786 arasında Prusya’yı yönetmiştir. Krallığının ölümüyle sona erdiği dönemde Wilhelm von Humboldt henüz 9 yaşındadır. Ancak, Humboldt’un eğitim reformuna siyasi zemini hazırlayan dönem II. Frederick’in krallık dönemidir.
Büyük Frederick, Prusya’yı birleştirme ve güçlü bir devlet haline getirme isteğindedir. Bu amaca ulaşırken, devletin “aydınlanma felsefesinin prensiplerine” uygun politikalar belirlemesini arzu eder. Büyük Frederick tarafından siyasi platformda ortaya konan bu ideal, Humboldt’un eğitim reformunu gerçekleştirmesine olanak tanıyan siyasi yolun taşlarını döşemiştir.
Kant kimdir? “Adınlanma Nedir?” makalesini yazan kişidir. Aydınlanma felsefesinin temsilcilerindendir. Humboldt, Kant etkisi altında bir eğitim almıştır. Büyük Frederick ise, Prusya için aydınlanma hayalinin temellerini atmıştır. Felsefesinin köklerini Kant’tan alan, reform için siyasi zemini ise Büyük Frederick döneminden gelen anlayışta bulan Humboldt için aklında dolananları hayata geçirme fırsatı mevcuttur.
Prusya’da eğitim köhnemiş metotlara dayanmaktadır. Müfredat, esneklikten uzaktır ve kızların eğitime ulaşma olanakları son derece kısıtlıdır. Din ve devlet düzeni birbirinden ayrı değildir.
Napolyon, Avrupa’da terör estirmektedir. Jena Muharebesi’nde mağlup olan Prusya, 1806’dan itibaren Fransız işgali altındadır. Napolyon, Prusya’dan ağır tazminatlar talep etmektedir. Halkın sahip olduğu tüm mücevheratını, değerli madenlerini ve değerli madenlerden yapılmış eşyalarını çay kaşıklarına varıncaya kadar darphaneye teslim etmelerini ister. Karşılığında, halka değersiz kağıt para verilecektir. Prusya halkı son derece güç koşullarda yaşam mücadelesi içindedir.
III. Frederick William (1770-1840) krallığındaki Prusya, politik ve askeri reformlara ihtiyaç duymaktadır. III. Frederick William, 1797-1840 arasında Prusya’yı yönetmiştir. Wilhelm von Humboldt’un eğitim çalışmaları bu döneme denk gelmiştir.
1809’da Berlin’e giden Wilhelm von Humboldt, 1799’dan itibaren diller üzerine çalışmalara yönelmiştir. İlk yayınını 1787’de gerçekleştirir. Xenophon’un Socrates üzerine yazdıklarını ve Plato’yu ele alır. Amaç, bu eserlerin Prusya okullarında kullanılmasıdır.
1789’da Paris’e gider. Gözlemlerde bulunur. 1792’de, yeni Fransız anayasası hakkında görüşlerini açıklar. Anayasanın sadece mantıksal düşünce ve akıl zemininde oluşturulduğunu eleştirir. Kant’ın 1781 tarihli eserinin adı da “The Critique of Pure Reason (Saf Aklın Eleştirisi)” başlığını taşımaktadır. Kitabın özeti Kant’ın şu sözlerinde saklıdır: “üzerimdeki yıldızlı cennetler ve içimdeki ahlak yasası”. Bu ifadenin bir yanında bilimin bulguları (yıldızlı cennetler), diğer yanında insanın özgürlüğü (ahlak yasası) yer almaktadır.
Humboldt, politik görüşlerini “Ideen zu einem Versuch, die Grenzen der Wirksamkeit des Staats zu bestimmen/The Limits of State Action” adlı eseriyle dile getirmiştir. Humboldt’un görüşleri, Alman liberalizm düşüncesine önemli katkılar sunmuştur. Eser, John Stuart Mill’in (1806-1803) 1859’da yayınlanan “On Liberty” adlı denemesine de esin kaynağı olmuştur.
Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” başlıklı makalesinde olgunlaşmadan söz edilir. Olgunlaşma, kişinin “başkasının rehberliği olmadan öğrenmeye ve anlamaya niyet ve cesaretinin” olmasıdır. Olgunlaşmak için “özgür” olmak gerekir. Yani, öğrenmeye ve anlamaya niyet etmek için özgürlük gerekiyor. Önce özgürlük ve sonra cesaret, güveni de beraberinde getiriyor.
Humboldt’un eğitim idealinin temelinde, Kant’ın olgunlaşmış insanlarını yaratmak yatar. Dolayısıyla, düşünme özgürlüğünün önünde duran her engel aydınlanmayı imkansız kılar. Düşünme özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik her ideoloji, düşünce, inanç aydınlanmanın önünde engeldir. Düşünme özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik her girişime destek olan ise, aydınlanmamış demektir. Kant’ın makalesi, dine de atıflar yapar ve her bireyin dini de özgürce, kimsenin rehberliği olmadan düşünmesi, değerlendirmesi gerektiğini ortaya koyar.
Humboldt, 3 aşamalı bir eğitim sistemini Prusya’da hayata geçirdi. Esas önemli olan şu: her aşamadaki eğitimin hangi amaç ve nitelikleri taşıyacağını anlattı. Prusya’nın, kendi ifadesiyle, “felaket bir eğitim pedagojisinden” kurtulmasını sağladı.
Temel eğitim, ikinci derece eğitim ve üniversite eğitiminin tanımlamalarını yaptı Humboldt. Konuya, ilkokul, ortaokul ve üniversite başlıkları ile bakmak hata olur. Humboldt’un tanımlamalarına ve eğitime kazandırmaya çalıştığı niteliklerin biraz derinlerine inelim. Humboldt’un eğitim metodolojisine, insan beyninin gelişimine bakış açısına odaklanalım.
Temel eğitim, bir çocuğun düşünceleri anlaması ve ifade etmesini öğretecekti. Bir şeyi betimlemek için yaşanılan zorluğun okuma ve yazma ile ortadan kaldırılması gerekiyordu. Temel eğitim, bir eğitim olmaktan çok, eğitime hazırlıktı.
İkinci derece eğitim, düşünme melekesinin kazandırılması anlamına geliyordu. Bunun için, gerçeğe dayalı bilginin kullanılması gerekiyordu ki gerçeğe dayalı bilgi olmadan bilimsel açılım ve yetenek elde edebilmek mümkün değildi.
Düşünmek ve yaratıcı gücü kullanmak için gereken bilgi materyallerini toplayabilen ve topladığı materyalleri entelektüel gücünün süzgecinden geçirebilen bireyler yaratılmalıydı. Buradaki entelektüel kelimesi, sınıf ve sosyal statü ayrımı olmadan, her insanda var olan geliştirilmeye açık mantık ve düşünebilme yeteneği çerçevesinde bilgi yaratabilme kapasitesi anlamında kullanılıyordu. Böylece, öğrenebilen ve öğrenmeyi öğrenen yurttaşlar ortaya çıkacaktı.
İkinci derece eğitimde dil, tarih ve matematiğin önemi büyüktü. Öğretmen, bu 3 alanda öğrencinin eş anlı olarak gelişmesini temin etmeye çalışacaktı. Her öğrencinin bu 3 alanda eş anlı gelişimini gözlemlemek ve tespitlerde bulunabilmek için öğretmenlerin eğitilmesinin de büyük önemi bulunmaktaydı. Öğrenci, başkalarından öğrenebilme ve kendi kendine öğrenebilme yeteneğini kazandığında mezun olabilecekti.
İkinci derece eğitimi almış bir birey, kimsenin rehberliği ve desteği olmadan öğrenmeye cesaret edebilir ve niyet edebilir. Kant’ın ünlü makalesinde atıfta bulunduğu Horatius’un “sapere aude (düşünmeye cesaret et)” yönlendirmesini yerine getirebilir. Humboldt’un tanımladığı ikinci derece eğitimi almış bir insan Kant’ın olgunlaşmış insan tanımına dahil olabiliyordu.
İkinci derece eğitimi almış bir insan, özgürdür. Yani, kendi kendine öğrenebilir, cesurdur ve güven sahibidir. Bu insan, temel ve ikinci derece eğitimi alırken mesleki eğitime tabi tutulmamalıdır. Özgür, kendi kendine öğrenebilen, güven sahibi ve cesur olan birey herhangi bir mesleğe yönelebilir.
İkinci derece eğitimi almış bir birey üniversite seviyesine ulaştığında artık bir öğrenci değildir. Üniversitedeki profesör de öğretmen değildir. Üniversiteye ulaşmış birey, seçtiği alanda araştırmacıdır. Üniversite profesörü, araştırma yapmak konusundaki tecrübeleriyle üniversite düzeyindeki bireye rehberlik yapar ve destek olur. Üniversite eğitimi, bireyin bilimsel bütünselliği kavramasına, ilerletmesine ve ikinci derecede öğrendiği yaratıcılığı kullanabilme yeteneğini göstermesine zemin hazırlar.
Öğrenebilme yeteneğini geliştirmek ve “üzerimizdeki yıldızlı cennetlere” ulaşmak istiyorsak, olgunlaşmış, güven duyan bireylerin yaratıcı yeteneklerini kullanabilmeleri için özgürlük gerekir.
Fikir özgürlüğü ve akademik özerklik, Kant’ın bilimsel bulguları anlatmak amacıyla atıfta bulunduğu “üzerimizdeki yıldızlı cennetlere”, yani evrenselliğe (universality) ulaşmak için gereklidir.
Kant’ın a priori ve a posteriori dışında kalan dünyasında başka şeyler vardır. Oralara ulaşmak ve beynin gelişimini sağlamak için sistematik bir şekilde sanat ve müzik öğrenmek, matematik öğrenmek kadar önemlidir.
Humboldt, eğitim reformunu hayata geçirirken, 1809’da Berlin Üniversitesi’nin kurucuları arasında yer alır. Üniversitenin adı, 1828’de III. Friedrich Wilhelm’e ithafen Friedrich Wilhelm Üniversitesi olarak değiştirilir. 1949’dan bu yana ise, Humboldt kardeşlere ithafen Humboldt Üniversitesi adını taşımaktadır.
Berlin Üniversitesi’nin kuruluşu, Wilhelm von Humboldt’u modern araştırma üniversitesinin mucidi konumuna ulaştırır. Berlin Üniversitesi, 19. yüzyıl boyunca tüm batı üniversitelerinin yapılanmasına ilham kaynağı olan en prestijli üniversite yapılanma modelini oluşturmuştur.
Wilhelm von Humboldt, eğitim reformu ile öğrencilere nelerin kazandırılması gerektiğini anlatırken, tanımlarken, bu eğitim düzenini ayağa kaldıracak öğretmenlerin de hangi niteliklere sahip olmaları gerektiğini ve öğretmen olmanın kriterlerini belirler. Bir öğretmen, düşünme yetisini çok berrak bir şekilde kullanabiliyor olmalıdır. Duygu dünyasında sıcaklık taşımalıdır. Eğitime geniş bakış açılarıyla bakmalıdır. İnsana saygılı olmalıdır. Alt sınıflardan gelenlere karşı davranışları diğer sınıflardan gelenlere karşı davranışlarına göre farklılık göstermemelidir.
Wilhelm von Humboldt, 1819’da, 52 yaşında emekli olur. Çok sayıda dilin formları ve yapısıyla, o dilleri konuşanların düşünce yapıları arasındaki ilişkilere odaklanır. Etnolinguistik çalışmalarla dil ve kültür arasındaki ilişkileri inceler; çeşitli diller arasında karşılaştırmalı çalışmalar yapar.
Humboldt, 1796-1816 arasında Aischylos’un Agamemnon’unu Almanca’ya çevirmiştir.
1821’de Bask Bölgesi’ne gider. İspanya’nın erken dönem yerleşik halkı hakkında yazılar yazar. 1828’de, Über Den Dualis’i yayınlar.
1824-1826 arasında, Amerika’nın yerli halklarının dilleri üzerine bir kitap yazar. 1827-1829 arasında, Sanskritçe ve Güney Pasifik dillerine odaklanır. Süreç, Malay dillerinin araştırmasıyla son bulur.
Humboldt, zaman zaman başka dil çalışmalarına da katkılar sunar ki bunların önemli olanlarından biri Johann Christoph Adelung’a ait Mithridates’tir. Kitabın Bask dili ile ilgili bölümünde düzeltmeler ve eklemeler yapar. Mithridates, çeşitli dillerin kapsamlı bir karşılaştırmasıdır.
Wilhelm von Humboldt’un eserlerinin bazıları ölümünden sonra kardeşi Alexander von Humboldt tarafından derlenerek yayınlanmıştır.
Wilhelm von Humboldt’un ölümü nedeniyle tamamlayamadığı en büyük eseri Java’nın antik Kawi diline ait olanıdır. Elde kalan mevcut parçalar birleştirilerek eser, ölümünden sonra kardeşi Alexander von Humboldt tarafından J. Bushmann ile beraber 1836’da yayınlanmıştır. Kitabın önsözünde yine Wilhelm von Humboldt’a ait bir eser yer alır: “Über die Verschüdenheit des menschlichen Sprachbaues und ihren Einfluss auf die geistige Entwicklung des Menschengeschlechts (On Language: On the Diversityof Human Language Construction and its Influence on the Mental Development of the Human Species)”. Önsöz, dil bilimi üzerinde o güne kadar yazılmış en kapsamlı eser olarak değerlendirilmiştir.
Dilin entelektüel gelişimle ilgisini Latince ve Yunanca öğrenmekle ilişkilendirir Humboldt. Her iki dilin birbirini beslediğini düşünür.
Wilhelm von Humboldt’un anlatıldığı bir yazıda Friedrich Schiller (1759-1805), Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832) ve Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716)’e değinmemek mümkün olamaz.
Wilhelm von Humboldt’un eşi Caroline von Humboldt (1766-1829) çok iyi eğitimli bir sanat tarihçisidir ve Friedrich Schiller’in eşi Charlotte von Lengefeld (1766-1826) ile dosttur. Bu dostluk, Wilhelm von Humboldt ile Friedrich Schiller’in arasında bir dostluğun oluşmasına da sebep olur. Schiller Ailesi’nin Jena’ya taşınmasıyla, Humboldtlar da Jena’ya taşınırlar. Wilhelm von Humboldt ile Friedrich Schiller düzenli olarak görüşmektedirler. Aralarındaki mektuplaşmalar, 1830’da yayınlanmıştır. Humboldt’un Goethe ile yazışmaları ise 1876’da yayınlanmıştır.
Schiller, profesyonel kariyerini felsefe profesörü olarak 1789’da Jena Üniversite’sinde başlatmıştır. Üniversiteye başlarken, 26-27 Mayıs 1789 günlerinde yaptığı konuşma tarihe geçmiş bir konuşmadır. Diğer önemli konuşmaları ayrıca basılmıştır.
Humboldt-Schiller görüşmeleri, her ikisinin de görüşlerine önemli ölçüde şekil verecektir. Bu ilişkinin bir tarafında, Goethe de önemli bir katkıya sahiptir. Humboldt’un Schiller için 1830’da yazdığı makale de ayrıca okunmaya değer.
Humboldt, Berlin’e ulaşmadan önce, eğitim sisteminin baştan aşağı yeniden yapılandırılacağına dair karar alınmıştır. İsviçreli J.H. Pestalozzi’nin (1746-1827) önerileri doğrultusunda çalışmalar başlamaktadır. Pastalozzi, modern temel eğitimin öncülerindendir.
Kral III. Frederick William, eğitim reformu için Baron Heinrich Friedrich Karl vom Stein’ı (1757-1831) olağanüstü yetkilerle donatmıştır. Prusya, özellikle Jena Muharebesi sonrasında çökmüştür. Eğitimde var olan olumsuz durum ile askeri mağlubiyet değerlendirilince, Karl vom Stein’ın reform fikirleri siyasi irade çerçevesinde yer bulur. Köylülerin özgürleştirilmesi, hükümet yönetiminin modernleştirilmesi ve yeniden organize edilmesi, milli bir ordunun yaratılması gibi konu başlıkları Prusya için eğitim reformunun da içinde olduğu bir kalkınma modeli olarak ortaya çıkar. Üstlendiği görevleri bazı siyasi nedenlerle bırakır ama fikirleri yaşamaya devam eder.
Prusya’nın eğitim reformuyla hayata geçirmeye çalıştığı anlayış, “faydacı bir yaklaşımla” öğrencilerin sadece maddi olarak kendilerini idame ettirebilmesine olanak tanıyan özellikler taşımaz. Eğitim, yaşam boyu devamlılığı olan bir süreçtir.
Humboldt, “Der Königsberger und der Litauische Schulplan/Guiding Ideas on a Plan for the Establishment of the Lithuanian Municipal School System (1809)” adlı plan ile eğitim reformunu anlatmıştır. “Die Theorie der Bildung des Menschen” olarak da anılan reform planının arkasında Gottfried Leibniz (1646-1716) felsefesi de bulunmaktadır.
Wilhelm von Humboldt’tan Yaşam Tecrübelerime Paralellikler
Wilhelm von Humboldt’un eğitim idealinden, kişisel tecrübelerime geçmek istiyorum. Wilhelm von Humboldt’un mevcut olduğu o kadar çok süreçten ve tecrübeden geçmişim ki, bunu hayatın içinde anladım.
Belki tesadüfler, belki benim bazı konulara ilgi göstermem nedeniyle öğretmenlerimin bilgi ve tecrübelerini bana açmak konusunda istek duymaları yaşamımda büyük şans olarak niteleyebileceğim tecrübeler yaşattı.
Lise yıllarıma, Kabataş Erkek Lisesi’ne gitmek istiyorum. 1985-1988 arasına. İnsan, geçmişte yaşadıklarını yaşam tecrübelerinin süzgecinden geçirdikten sonra daha farklı değerlendiriyor. Geçmişte yaşananların, yaşamın zorlu yollarında ilerlerken daha başka bir değeri ve anlamı oluyor. O değerin ve anlamın farkına varmak, hayatın ta kendisi. Bir yaşananı on kez düşünerek, damıta damıta ulaşıyor insan bir düşünce bütünlüğüne.
Lise yıllarımda, istisnasız olarak tüm öğretmenlerimizin bize anlattıkları bir şeyler vardı. En çok aklımda kalan, “biz size sadece kendi bilgilerimizi ve kitaplarda yazanları anlatmıyoruz, size öğrenmeyi öğretiyoruz” sözü idi.
Türkçe, İngilizce, Almanca ya da başka bir dil. Herhangi bir dili öğrenmenin matematiksel döngüsünü, edebiyatın analitik düşünceye katkısını ve içinde barındırdığı cebiri ve geometriyi dinliyorduk. Kafamızda yer ediyordu bunlar. Matematiksel soyutlamayı matematik, fizik ya da kimya derslerindeki kadar edebiyat ve müzik derslerinde öğrendiğimin farkında değildim.
İngilizce derslerinde, “görün bu cümledeki matematiksel kurguyu” sözünü anlamaya çalışırken, gramer yapısı ile analitik mantığın kafamın içinde bir yerlerde bağdaşıyor olduğunun farkında değildim.
Müzik derslerinde, “notalara takılmayın, ritmi yakalayın” sözlerini de hatırlıyorum. Ritim, aslında edebiyattaki kafiye. Kafiye, birbirini tekrar eden sesler, rakamlar, formüller. Müzik derlerinde, müziğin matematiğini çözüyor olduğumun farkında değildim.
Öğrenmeyi öğrenmek, dilin entelektüel gelişimle ilgisi, sanatın matematik, fizik, kimya kadar beynin gelişimine katkı sunuyor olduğu, Wilhelm von Humboldt’un eğitim ideali ile o kadar bağdaşıyor ki, hayatın içinde yakaladım bunu.
Amerikalı hocam Marvin E. Jones ile okumalar yapıyoruz. Sürekli sohbet ediyoruz. Benden daha iyi bir Türkçe’si var. Almanca’sı mükemmel. Fransızca’sı orta düzeyde. Bana, Latince ve Yunanca kelime kökleri ve takıları çalıştırıyor. Dilin matematiğini çözüyoruz. İngilizce öğrenirken, anlamadığım kelimelerin hemen hemen ne anlama geldiğini kelimelerin içlerindeki Latince ve Yunanca köklerden, takılardan yakalıyorum. “Dil, sonu olmayan bir maceradır, hikayedir” diyor Marvin. Bugün, hala aynı yöntemle, ilk kez karşılaştığım kelimelerin anlamlarını tahmin etmeye çalışıyorum. Kabataş’tan aldıklarımla birleşiyor Marvin’den öğrendiklerim.
Odasında, bir tahta vardı. Bazı notlarını defterde tutmak yerine, geçici olarak tahtaya yazardı. Çeşitli formüller gördüm tahtada. “Xy2+ab3=anlıyorum” gibi bir formül vardı. Matematik çalıştığını düşündüm. Ama, neden? Yanındaki kelime neydi? Türkçe kelimeleri, Türkçe öğrenen öğrencilerine daha kolay anlatmak için matematiksel eşitliklerden ve üslü ifadelerden faydalandığını öğrendim. Metodu kendisi geliştirmiş. Şaşkınlık içindeydim o an. Bana da anlatır mısın dedim. Anlattı ve birkaç dakika içinde çözdüm formülleri. Yukarıdaki formülü, tahtada gördüğüm şeyi anlatmak için uydurdum bu arada. Gördüğüm formülü tam olarak hatırlamıyorum; unuttum. Fakat, yukarıdakine benzer eşitlikler ve üslü sayılar vardı.
Bir öğretmen olarak, dünyanın çok sayıda ülkesinden öğrenciye hitap etmek zorundaydı Marvin. Dünyanın en kompleks işlerinden birini yaptığını anlatırdı bazen. Her öğrencisiyle duygusal yakınlık kurmayı çok önemsiyordu. Kendi empatisi geliştikçe, öğrenciyle diyaloglarının arttığını ve çok daha iyi bilgi aktarabildiğini düşünüyordu. Her öğrencinin ülkesi ve kültürü hakkında saatler süren okumalar yapıyordu ki, onlarla ortaklaşa konuşabilecek konu zenginlikleri yaratsın ve duygusal dünyalarına daha çok hitap edebilsin. Wilhelm von Humboldt, öğretmenlerin duygu dünyasında sıcaklık olması kriteri, yukarıda anlattıklarım bir çağrışım yapıyor mu?
Matematiksel kurgu, soyutlama, dil, yaşam, müzik, ritim, hepsi birleşiyor. Öğrenmeye niyetim var, cesaret ediyorum ve kendime güveniyorum. O halde, ekonomi de öğrenilebilir.
Kabataş’ta okuduğum yıllarda, sanki tüm öğretmenler aralarında anlaşmış olarak bize aynı felsefeyi öğretiyorlardı: aydınlanma! Eğitimdeki aksaklıklardan şikayet de ediyorlardı. Bir şeyler ters gidiyordu demek ki ya da onlar bir şeylerden memnun değildi. Her okulda aynı düzeyde eğitim verilemiyordu belki ama aslında nasıl bir felsefeyle eğitildiğimizi hayatın içinde anladık. Peki, hepsi aynı kavramlara nasıl ortaklaşa atıflarda bulunuyorlardı?
Bir mesleği öğrenmek yerine, temel eğitimde öğrenmeyi öğrenmek aydınlanmaymış aslında ama bizler bundan habersizdik o zamanlar.
Emin olduğum bir şey var ki, bize o eğitimi veren öğretmenlerimiz bugünleri görünce psikolojik olarak yıkılıyorlardır. Onların eğitim idealinde bugünler yoktu. Bunu biliyorum.
Humboldt’un eğitim idealini inceleyince, Türkiye’nin köy enstitülerine de atıfta bulunmak mümkün. Öğrencileri hayata tüm yönleriyle hazırlayan okullardı köy enstitüleri. Humboldt’un idealiyle köy enstitülerindeki eğitim felsefesinde paralellik olduğunu iddia edecek kadar ileri gidemem. Fakat, aydınlanma istek ve arzusunda birleştiklerini görebiliyorum. Köy enstitüleriyle ilgili bugüne kadar okuduklarım, bilim ve sanatın beraberliğinin önemini anlatıyor bana. Aydınlanma ile köy enstitüleri arasındaki heyecan verici ilişkiyi de görebiliyorum.
Aydınlanmaya, olgunlaşmaya, öğrenmeyi öğrenmeye, öğrenmeye niyet ve cesaret etmeye güvenle girişebilen insanlar elbette ki özgürlüğü de biliyorlar. Bu insanları yetiştiren insanların nitelikleri o kadar önemli ki ve bu iş o kadar zor ki. Humboldt’un öğretmenlerle ilgili duygusal sıcaklık, geniş açılı düşünebilme özelliği ve tüm sınıflardan gelen çocuklara eşit davranabilme özellikleri arayışının önemini de çok gözlemledim.
Kabataş da köy enstitüleri gibiydi bir zamanlar. İstanbul’un Ortaköy’ünün değil, Türkiye’nin okuluydu. Van’dan, Hakkari’den, Erzurum’dan, Bitlis’ten gelen yatılı arkadaşlarımız vardı. Onlarla beraber olmaktan da çok şey öğrenmiştik. Fakir, zengin, köylü, kentli bir aradaydık. İnsana insan gibi bakmayı öğretti o ortam bize. Çizgilerin dışına çıkanlar, öğretmenler tarafından uyarılırdı.
İlkokul öğretmeni babaannemin şarkta öğretmenlik yaparken, fakir öğrencilere evden yemek götürüp kimseye hissettirmeden yemek dağıttığının da nasıl bir duygusal yoğunluk olduğunu hayatın içinde anladım. Ne zaman bir okulun önünden beraber geçsek, okul bahçesinde koşturan öğrenciler görse, gözlerinden yaşlar süzülmeye başlardı. Özel ders ve sisteme yönelik adam yetiştirme furyasının ilk başladığı yıllarda (1970’lerin başları), çocuğu için hangi konularda özel ders aldırması gerektiğini soran bir veliye nasıl içerlediğini dinlemiştim kendisinden. “Ben artık yetmiyor muyum ki çocuğuna özel ders aldırmaktan söz ediyor” diyerek ağlamış. Sonra da öğretmenliği bırakmış.
40 küsur yıllık edebiyat öğretmenliğini, onca yıl sonra sınıfta ilk kez teneffüs zili ne zaman çalacak diye saatine baktığı için bırakan Meliha Güvemli’den, neredeyse sokakta gördüğü her çocuğu yakalayıp okuma yazma öğreteceğim diye çırpınacak kadar kendini öğretmeye adamış ve benim el yazılarıma bakıp yorum yapmadan beni bırakmayan Emine Ertür’den etkilenmemiş olmam da mümkün değil.
Bir zamanlar, böyle okullar, böyle öğretmenler vardı Türkiye’de.
Yazıyı Einstein ile bitirelim. Wilhelm von Humboldt’un Bildungsideal’i bütüncül bir eğitim önerir. Mevcut ekonomik sistem her neyse, ona insan yetiştirmek gibi bir ideali yoktur. Önemli olan, aydınlanmadır. Einstein, 1949’da “Neden Sosyalizm?” başlıklı bir makale yazar. Makalenin sonuna doğru, eğitim sistemiyle ilgili yakındığı bir şey vardır: kapitalist sistemin amaçlarına uygun insan yetiştiriliyor olması.
Arda Tunca, 1988 yılında Kabataş Erkek Lisesi’ni ve 1992 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Aynı üniversitede Para ve Bankacılık üzerine yüksek lisansını Dışlama Etkisi başlıklı teziyle tamamladı. 1993 yılında, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde asistan olarak görev yapmaya başladı ve 2 iki yıl akademik çalışmalar yapmak üzere Berkeley, ABD’de bulundu. 1996-1998 arasında AIESEC bursiyeri olarak çok uluslu bir Amerikan firmasında pazar araştırmaları yapmak üzere Cenevre/İsviçre’de göreve başladı. Türkiye’ye döndükten sonra, 1998’de kariyerini finans alanında başlattı. O yıldan itibaren, bankacılık sektörü ve reel sektörde çeşitli kuruluşlarda, farklı kademelerde muhasebe, finans ve bütçe fonksiyonlarında yer aldı. Üstlendiği sorumluluklar, muhasebe, işletme sermayesi ve risk yönetimi, proje finansmanı, uluslararası ticaret finansmanı, finansal yapılanma ve şirket transformasyonu, değişim yönetimi ve finansal planlama alanlarında odaklandı. Çeşitli dergilerde düzenli yazılar yazdı, televizyon programlarında zaman zaman ekonomi yorumları yapmaktadır.