Orhan Cebriloglu |
Kalıcılık Kavramı Üzerine
Anlamına dair köklerini felsefede bulacağımız kalıcılık kavramı bu çalışmada zamana karşı var olabilme anlamında ele alınmıştır. Bu bağlamda kalıcı olmak durumu süreçsel bir anlamı işaret etmektedir. Sözlük anlamı, tözün kendi bağımsızlığı içinde var olma biçimi, tözün varoluşunu sürdürmesi ilkesidir (TDK, 2005). Hatırlamak, unutmak, süreklilik, ölümsüzlük ve geçicilik gibi söylemlerin tümü zamana bağımlı olması nedeni ile kalıcılıklı da yakın ilişkisi olan kavramlardır.
Fizikçilere göre zaman dünya üzerinde uzunluk, yükseklik ve genişliğe ek olan dördüncü bir boyutudur. Diğer üç boyutla aynı değerde olmasına rağmen zamanda ancak ileriye gidebilmektedir. Oluş, gelip geçiş, değişme ve süreklilik biçimidir; dönüşü olmayan bir doğrultuda birbiri ardına giden doğru bir çizgidir zaman (Kaçar, 2007: 58).
Tarih boyunca tam anlamıyla çözülemeyen olay ve kavramlara (mistik düşünceler vb.) ilişkin artan bir ilgi zaman kavramı içinde geçerlidir. Geçmişten günümüze ulaşmış en fantastik düşüncelerden biri insanın zamana karşı verdiği bir savaş, ebediyen var olma fikri ölümsüzlüktür. Tüm yaşamımızı, planlarımızı zamana bağımlı kararlar çerçevesinde yaşarız. Çünkü zaman çoğunlukla hayatımızı yönlendiren olgudur. Günümüzde hızlı yaşam temposu, zamanı en verimli kullanma düşüncesini ortaya çıkarmıştır (Şölenay ve Aksakal, 2011:112). Bu sebeple kalıcı olan her şey çekicidir. Yaşlanmama isteğine yanıt veren gençleştirici kremler, kalıcı makyaj gibi koruyucu maddelere olan ilginin yanında daha uzun süre kullanımı mümkün her türlü üründe sayılabilir. Yiyeceklerin daha uzun süre tazeliğini koruyacağını iddia eden buzdolapları, daha uzun süre dayanıklı olabileceğini düşündüğümüz yabancı marka teknolojik ürünlerin tümü zamanın yıkıcılığına karşı birer tepkidir sadece. Uzunluk, yükseklik, genişliğe karşı yapabildiğimiz müdahaleyi zamana karşı yapamıyoruz. Bu bağlam zamanı insan yaşamının her anının bir tanığı konumuna getirmektedir.
Yenişehirlioğlu’na göre modern zamanlar birçok şeyi etkilediği gibi zamanın tanımı da değiştirmiştir. Teknolojik gelişmeler ile zamanı ölçülebilir, değişken, insan tarafından kullanımı kontrol edilebilen, ileriye yönelik olarak planlanabilen lâik bir kavrama dönüşmüştür. Geriye gidemediğimiz zaman kavramı teknolojik gelişmeler ile kayıt altına alınabilir ve bu da tarih bilincinin gelişmesi, ondan bağımsız bir tarihin ve zaman akışının var olduğu bilincini ortaya koyacak olan tarih kayıtlarının başlamasına sebep olmaktadır (Yenişehirlioğlu, 1993:198).
Kalıcılık ya da kalıcı olma durumunun anlamı Einstein’ın izafiyet teorisinden bu yana değişik anlamlar içermiş ve geçmiş-gelecek kavramlarına dair çağların getirdiği buluşların ışığında bu kavramlara yeni değerler atfedilmiştir. Neyin önemli/önemsiz olduğu gibi iki uçlu tartışmaların diğer bir tarafında her şeyi reddeden ya da her şeyi kabullenen anlayış yapıları günümüzde kalıcı olma kavramının da önemini etkilemektedir. Bir nesnenin, bir olgunun, bir düşüncenin kalıcılığını belirleyen şey nedir?
Sanatta Kalıcılık
Boris Groys, Comrades of Time başlıklı makalesinde, güncel sanatın, şimdinin varlığını yakalayabildiği ve ifade edebildiği ölçüde güncel olduğuna işaret eder. Sanatta güncel olan, geçmişin gelenekleri ya da geleceğe dair planlar ile kesintiye uğramamış bir şimdiliğin ifadesidir. Şimdiki zaman, parasızlık, zamansızlık gibi nedenler ile önceden yapmayı planladıklarımızın ertelendiği ya da beklentilerimizin azaldığı bir alandır (Groys, 2009). Bu durumda şimdiki zamana odaklı bir sanat anlayışında geçmişe bir şey bırakmak ne kadar değerlidir?
Amerikalı profesör Thomas Munro, Sanatlar ve Aralarındaki ilişkiler başlıklı kitabında sanat kavramının şu şekilde tanımlar: “kişiyi, giderek de toplumu duygusal, tinsel yönden etkileyebilecek dürtüleri sağlama becerisi” (Munro, 1967). Kimi sanat eserlerinin kalıcılığı sık sık hiç değişmeyecek gibi birtakım mantıksız varsayımların öne sürülüşüne yol açar. Ancak varsayımlar sanatta kalıcılık kavramını bu denli net ortaya koyamazlar. Erinç’e göre “kiminin sanatta geçen kırk yılı, kiminin sanatla geçen üç gününe denk düşebilir. Önemli olan, o sürecin yoğunluğudur. Bu yoğunluk, algısal gelişimin, bilinçsel gelişimle devamını ve birlikteliğini, bu da sezgisel yeteneğin katkısını kaçınılmaz kılar” (2004: 117). Burada sanatçının değer kıstası
onun kendisine özgü bir söylemi olmasıyla veya sanatsal yaratımındaki yoğunlaşmasıyla ölçülüdür. Modası geçmiş olmak bir eserin değerini düşürmez. En önemsiz şeylerde olduğu gibi, en önemli şeylerde de modalar vardır ama bir sanatçı için onlardan yararlanmak çoğunca kalıcılıktan vazgeçmektir. Böyle durumlarda sanatçının anlaşılma kolaylığı ne kadar artsa da modası geçme tehlikesi de bir o kadar artar.
İlgi çekişin devamlılığı ile belli bir yapı çeşidi arasında bir bağ kurmayı, çok daha önemlisi, birdenbire edinilen ün ile sonraki kuşakların ilgisini çekmekteki başarısızlık arasında bir bağ kurmayı gerektiren nedenler yok değildir. Hazır davranışlara karşılık veren bir eser, o davranışların bulunmadığı bir ortamda kalınca benzeri davranışlar yaratacak güç de olmadı mı, çoğu bir kuşağa söylediğini arkadan gelen değişik davranışlı kuşağa söyleyemez. Anlaşma açısından kalıcılığı önleyen bir duruma düşmesi bir eserin ille değersiz olduğunu göstermez. Çoğu zaman, elbette, bu durum değersizlikle birlikte gelir; ama ille öyle olması gerekmez (Fuat, 2012).
Fuat’ın bu söylemi sanat dünyasında avan-garde sanatçılarının dönemlerinde karşı karşıya kaldıkları olumsuz tavırları hatırlatır. Sürrealizm ya da Dada gibi avantgarde sanat akımları gelecek sanatını büyük ölçüde etkileyebilecek öncülükte çalışmalar ortaya koymuşlardır. Burada, bu sanat akımlarının dönemi içerisinde anlaşılamamış olmalarının günümüzde kalıcılıklarına dair olumsuz bir etki yapmadığı ortadadır. Fuat bu konuyla ilgili örneğini İtalyan şair Dante üzerinden açıklar. Çalışmasında, Dante’nin az okunuyor olmasını dolaylı olarak günümüzdeki kapalılığına (anlaşılabilirlilik açısından) bağlar (Fuat, 2012). Ancak Dante’nin az
okunuyor olması ya da tarzının biçim yönünden zor anlaşılabilir olması onun kalıcılığını etkilemez.
Fotoğrafın bulunmasından önceki dönemlere baktığımızda sanatın kalıcılığı tartışılmayı çok da gerektirecek bir noktada değildir. Fiziksel varlığını sürdürebilen bir eserin kalıcılığı kabul edilebilir. Bu genel anlayış üzeriden değerlendirildiğinde çoğaltımların da olmadığı bir dönemde, eser ulaşabildiği kişi sayısı kadar zihinsel kalıcılığını (imgesel) oluşturur. Yılmaz’a göre, bugün sanat yapıtı denen bir şey, yarın bu niteliğini pekala kaybedebilir (Yılmaz, 2006: 121). Yılmaz bunun bir anlam değişmesi olduğunu savunur ve her iki durumda da kalıcılığın hiç bir garantisi
olmadığını söyler. Bazen döneminde değerlilikle hiç ilgisi olmayan çalışmalar uzun ömürlü sayılabilir, diğer bir yandan da büyük değerler ifade eden ancak basılmayan, kimsenin görmediği ya da dinlemediği bir eser salt bu nedenle yok olabilir (Fuat, 2012). Oysa kalıcılık yıllarca sanatçının temel arzularından biri olmuştur. Büyük diye nitelendirilen çoğu sanatçının ortaya koydukları eserler yüzyıllar sonra dahi onların isimleriyle anılarak yaşamaktadır. Diğer bir taraftan da “kalıcılık konusunda biraz düşünen herkes için çağdan çağa ebedi olmak oldukça imkansızdır” (Guthrie, 1894: 291). Zaman bağlamında, genel anlamda bir sanat yapıtı için ne geçmiş ne de gelecek söz konusudur. Geçmiş, sanat nesnesine tarihi bir belge olma niteliğini kazandırır (Erinç, 1995: 105). Aydın’a göre; çoğu zaman bir düşünceyi, bir bilgiyi belgeleme ve
iletme görevi görmekte olan sanat eseri, zihinsel üretim sürecinden geçip herhangi bir sanat eseri formuna dönüştüğü anda bir belge olma özelliği taşır. Bu durum ilk olarak sanatçının kendi düşüncesini belgelemesi ve bu düşünceyi başkalarına aktararak bir tür düşünceyi çoğaltma durumunu ortaya koyar (2012: 148). Bu belgeleme ilk başlarda sanatçının kendisi tarafından yapılırken daha sonraları teknolojinin olanaklarıyla bu belgelemenin sınırları/sınırlılıkları genişlemiştir. Bu sorunsal bağlamında günümüzde kullanılan bu belgelemelerin kendisinin de zaman içinde bir sanat formuna dönüşebildiğini görmekteyiz.
1960 ve 1970’lerde sanatın bilindik görevi olan belgeleme özelliği, çağdaş sanatın olanaklarıyla performansa ve zamana dayalı sanat formlarının sanatçılar tarafından belgelenerek birer sanat eserine dönüştürülebilmesini olanaklı hale getirmiştir.
Çağdaş sanatta bir defalık yapılan Performanslar ve Happening olarak bilinen etkinlikleri kaydetmek ve tekrar izlenmesini mümkün kılmak, oldukça uzaklarda, doğada yapılan Landart çalışmalarını galeri mekanlarına taşıyabilmek, gelip geçici Art Povera işlerinin belgesel olarak kalıcılığını sağlamak veya Süreç Sanatının aşamalarını kaydedebilmesinde video, fotoğraf ve ses kayıt cihazlarının birer belgeleme aracı olarak önemi büyüktür. Joseph Beuys’un 1974 yılında bir kerelik yaptığı “I Like America And America Likes Me” isimli performansının video ve fotoğraf kayıtlarının günümüze kadar gelmesi çağdaş sanatın kendi pratiklerini farklı zaman ve mekanlara taşımak için geliştirdiği belgeleme yöntemine bir örnektir (Aydın, 2012: 149).
Elbette her toplumun yaşantısının getirileri o topluma özgüdür. “Bu nedenle Primitif dönemde bir Van Gogh yetişmez, Gotik çağda bir Marcel Duchamp çıkmaz ya da Bizans ikonografik sanatında bir Salvador Dali görülemezdi” (Ragoon, 2009:177). Erinç, günümüz sanatçılarının kalıcı olamama durumlarını tüketime dönük olmalarıyla bağdaştırır. Resmin ticari bir meta haline dönüştürülmesini bir tehlike olduğu görüşünü savunarak şöyle söyler; “Okur yazar olmadan günlük gazete bile almak gereksinimi duymadan yetişen bu gençlerimiz estetik anlayışlarını sadece tuval başında iken fark edip, günlük yaşamlarına aktarmadıkça, tutum ve davranışlarına yansıtmadıkça olsa olsalar popüler sanatçı olabilirler, kalıcı yapıt veren sanatçı
olamazlar (1995: 17). Erinç kalıcı yapıt verebilmeyi kanıtlayıcı değerleri de şöyle
sıralar:
Ya sanat tarihi açısından bir değer kazanır, ya antika bir değer elde eder, ya da çağdaş-çağcıl bir sanat anlayışının kanıtlayıcısı değerini taşır. İşte bir sanat yapıtı da bu değerlerden hiç olmazsa herhangi birine sahip olmasıyla “sanat” sıfatını korur, kalıcılık ve evrensellik kazanır. Çünkü bu değerlerin kendileri evrenseldir, evrensel bir geçerliğe sahiptir. Acaba bir sanat yapıtına bu nitelikleri kazandıran öğeler nelerdir? Onun fiziki, nesnel varlığı mı? Fiziki varlık, belki bir zaman kavramını, belki bir zaman dilimini nitelendirebilir ama sanatı değil. Biçimi mi? O halde bir yapıtı sanat yapıtı yapan, ona değer yükleyen şu ya da bu biçimle aktarılmakta olan iletilerdir. Eğer bir sanat yapıtının iletisi, dediği değerli ise, ondan çıkan “kıssadan hisse” değerli ise ve ileti, estetik bir biçimle dile getirilebilmişse o yapıt “değerlidir (Erinç,1995: 105-106)
Patricia C. Phillips’in 1989 tarihli Geçicilik ve Halk Sanatı isimli makalesinde, kalıcılığın toplumlar tarafından değerlendirildiğinden bahseder. Ona göre kalıcı bir sanat için bir arzu vardır ki bu da tamamen onun kendi ebediyetini ifade eder. Bu durumda kalıcı olma durumunu belirleyen taraf toplumdur. Sanatçı sadece üretir. Çalışlar’ın ise günümüz sanatının kalıcı eserler verememesi hakkındaki görüşleri şöyledir;
…günümüz burjuva sanat anlayışı, gelişme diyalektiğini yadsıyarak, geçmişten kopmayı istediği için ve sanatı bir durum olarak algıladığı için, hiçbir zaman bir bireşime, dolayısıyla, gerçek yeniliğe ulaşamaz. Bu yüzden de kalıcı değil, geçici bir özelliğe sahiptir. Çünkü sanatsal gelişme sürecinde, ancak kendi tarihsel göreceliliği içinde belli bir aşmayı, yani, bireşimi oluşturan sanatlar kalıcı, dolayısıyla her zaman için “yeni” olabilmişlerdir. Bugün Antik Yunan sanatının “bize hâlâ bir sanatsal haz verişi, bazı bakımlardan, bir norm ve erişilmez bir örnek oluşu”nun nedeni de budur zaten. Bu yüzden “kalıcı”, yani, her zaman için “yeni”; yani, “klasik”tirler (Çalışlar, 1982).