AKP iktidarının gittikçe otoriterleşen yönetiminin hayatın her alanına yansıması sonucu yüzyüze kaldığımız ekonomik ve politik sorunlar bir çoğumuza aynı soruyu sorduruyor: “Bu halk neden isyan etmiyor?” Çok basit gibi duran bu soruyu yanıtlamak o kadar kolay olmasa da tarihsel, sosyolojik analizlerle elde edilen farklı yanıtlar mevcut. Bir sosyal bilimcinin toplumu anlamak üzere başvuracağı başka bir kaynak ise edebi eserlerdir. Tarih ve toplum hakkında bildiği çoğu şeyi romanlardan öğrenmiş biri olarak, üretim ve mübadele tarzının insanlar üzerindeki etkilerinin bir edebi eserdeki detaylar, karakterler ve diyaloglar aracılığıyla tahlil edilebileceğini düşünüyorum.
Dost meclislerinde ve sosyal medyada sık karşılaştığım “bu halk neden isyan etmiyor” sorusu yıllar once okuduğum bir romana götürdü beni. Osmanlının son dönemlerinde ekonomik nedenlerden ötürü isyan eden köylüleri anlatan bir roman bu: Sadri Ertem’in Çıkrıklar Durunca romanı. Ne kitabın ne de yazarının günümüzde fazla bilinmemesi üzücü. Toplumcu-gerçekçi çağdaş edebiyatımızı hazırlayanlardan olduğu halde Sadri Ertem’in yeterince değerlendirilmeyişi ve hatta gereği gibi tanınmayışını Konur Ertop, söz konusu romanın sonradan yeni basımının yapılmaması ve eleştiricilerimizin birbirinden aktarma yargılarla romanı “masa başı romanı” diye nitelendirmesi olarak açıklar.
Yazar Sadri Ertem (1898-1943) toplum sorunlarının ele alındığı öykülerinde yer yer köy yaşamını ve köylülerin sorunlarını işlemiş, mütegallibenin ve tüccarın köylüyü sömürmesini konu edinmiştir. Bu temalar en geniş biçimde “Çıkrıklar Durunca” adlı romanına yansımıştır. Yazıldığı dönemde çok geniş bir yankı uyandıran roman, gerçekçi köy romanının bizdeki gelişimi içinde önemli yeri bulunması, konunun sağlam temellere oturtulmuş olması kadar gerçekçi gözlemleri bakımından da ilgiyi hak eder.
Toplumcu-Gerçekçi Yazar Sadri Ertem
Ertem, öykü ve romanlarındaki olayları, ekonomik ve politik arka planlarıyla verir ve sınıf temelli bir yaklaşımı ön planda tutar. Bu yüzden toplumcu gerçekçi edebiyat alanında ürün vermiş ilk yazarlardandır ve kendisinden sonra gelen toplumcu-gerçekçi yazarlar Sabahattin Ali, Kenan Hulusi, Bekir Sıtkı Kunt, Reşat Enis Aygen’e öncülük ettiği söylenir.
Sadri Ertem’in gerçekçiliğini tarih, iktisat, politika ve felsefe üstüne kafa yormuş olmasında aramak gerekir. Çıkrıklar Durunca ile köy romanının bilinçli ve sağlam temelli en önemli örneklerinden birini vermiş olan Sadri Ertem, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almıştır. Yazarın felsefi formasyonu, Konur Ertop’un yazarın söyleşilerinden aktardığı cümleleriyle kendini açığa vurur:
“Biz uslubu, sanat ve hayat için olduğu gibi sonsuz bir değişmenin, hudutsuz bir oluşun ifadesi olarak tetkik etmek istiyoruz”
derken bir başka yerde sanatın toplumsallığını vurgular;
“İngiliz romanı, Alman romanı, Rus Romanı gibi ayrımların yazarlara ait özelliklerden değil, sosyal bünyeden doğduğunu” vurgular. Ona gore “romanlarda aranan karakter, bir sosyetenin mizacı, dünyayı anlayışı, kendine gore bir kainat tasavvurudur.” (ethos)
Çıkrıkları Durduran 1838 İngiliz Ticaret Antlaşması
Son döneminde, her başı sıkıştığında Batı’ya başvuran Osmanlı, aldığı yardımlar karşılığında belli tavizler verir. Hatta yapılan çoğu reform Batı’yı memnun etmek için yapılmıştır. 1838’de İngilizlerle yapılan Baltalimanı Antlaşması da, Mısır’daki isyanın bastırılması konusunda İngiliz desteğini alabilmek için verilen ticaret ayrıcalıklarıdır.
İktisat tarihçileri, bu anlaşmayla birlikte kapitalizmin Osmanlı topraklarına nüfuz etmeye başladığını kabul eder. 19. yüzyılın hegemonik gücü İngiltere 1820-1840 yılları arasında sadece Osmanlı ile değil, Latin Amerika’dan Çin’e kadar bir çok azgelişmiş ülke ile serbest ticaret anlaşmaları yapmıştır. Bunu ya yerel iktidarlarla anlaşıp işbirliği yaparak ya da zora başvurarak gerçekleştirir. 1838 Anlaşması sonucunda Osmanlı geleneksel sanayi büyük ölçüde tasfiye olur. Serbest Ticaret Anlaşması’nın yerel üreticiler üzerinde yarattığı hoşnutsuzlukları gidermek için 19. yüzyılın sonlarında mamul mallar üretecek fabrika kurma girişimleri gündeme geldiğinde ise 1838 anlaşmasından dolayı gümrükleri yeterince yükseltme olanağı olmadığı için sanayileşme girişimleri başarısız olur. Özetle, bu gelişme Osmanlı ekonomisinin kapitalist ülkelere olan bağımlılığını daha da artırarak çevreleşme sürecini hızlandırdığını söyleyebiliriz. (Eşiyok, 2010)
XIX. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa kumaşlarının Anadolu topraklarına ucuz ve gümrüksüz girişini ve bunun sonucunda yerli dokuma sanayinin yok oluşunu kurgusallaştıran Çıkrıklar Durunca, odağına Bolu-Kastomonu yöresindeki işini kaybeden dokumacıların ayaklanmasını koyar. Temelinde ekonomik nedenler olan bu isyanın, egemen güçler tarafından mezhepsel bir çekişme şeklinde yansıtılışını göstermesi bakımından da özel bir romandır.
ÇIKRIKLAR DURUNCA
Sadri Ertem’in ilk romanı olan Çıkrıklar Durunca 1929 yılında Vakit gazetesinde tefrika edildikten 1 yıl sonra 1930’da kitap olarak basılır. Ağa baskısı, devlet yönetiminin zayıflığı, dış devletlere verilen ayrıcalıklar ve dışa bağımlı ekonominin zararları ve ekonomik sorunların tetiklediği bir isyanı anlatması nedeniyle romanı “ilk sosyal-gerçekçi” veya “ilk sosyalist roman” olarak niteleyenler vardır. Atatürk döneminde yazılmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yerli işbirlikçiler ile emperyalizme nasıl boyun eğdirildiğini okuyuculara aktaran roman aynı zamanda Osmanlı’nın son dönemlerindeki sosyal ve ekonomi politikalarını da katı bir dille eleştirir.
Romanı kısaca özetleyecek olursam, dokumacılıkla geçinen Adaköy isimli bir Alevi köyünde Dudu adlı kadın bir gece rüyasında Hz. Ali’yi görür. Anlattığına göre Hz. Ali, ondan evinin yıkılıp kendisi için türbe yapılmasını ister. Köylüler doğa üstü güçleri olduğunu düşüldükleri Dudu’nun sözüne hemen inanırlar, evi yıkıp Hz.Ali için türbe inşa ederler. Bu olay çevre köylere duyulur, yayılır. Artık bu ev Hz.Ali dergahı olarak anılır. Gurbetteki Hasan Adaköy’e dönmüş, sevdiği Hatice’yi görmek ister. Hatice, Hasan’ın yokluğunda köyün zengin eşrafından olan Sıddıkzade’ nin saldırısına uğramış, ona direnince yüzüne yara açmıştır. Hatice tam Hasan’a kavuşacağı zaman Sıddıkzade yüzünden vefat eder, Hasan bundan sonra Hz. Ali için yapılan dergaha yerleşir. Sıddıkzade, köyün iktisadi gücünü elinde tutan ve babası Sıddık Ağa ile birlikte ticaret yapan kişidir. Bu ikisi köylüyü borçlandırır, köylünün elindeki yünleri ucuza alıp pahalıya satar. Borçlu halk Sıddıkzade’ye bu sebeple zorunlu bir sevgi duyar. “Sıddıkzade bu bankasız, kredisiz yerde Allah tarafından gönderilmiş bir kahramandı. Parasız kaldıkları zaman köylülere yardım eder, işlerini görürdü.” (s. 50 )
Burada işin içine Güney Afrika’da, Karu Yaylası’nda Türkiye’den getirdiği tiftik keçilerini yetiştiren İskoç asıllı Stayvers girer. Stayvers, Sıddık Ağa ve yöneticilerin (vali) işbirliğiyle çobanların sürülerinden en iyi tiftik keçilerini zorla alır. Sadri Erdem, bu kaçma kovalama, tiftik keçilerine zorla el koyma sahnelerini, Afrika’daki köle avı biçiminde anlatır. Sonuç, Stayvers’in Afrika’daki çiftliğinde, arkadaşına böbürlenerek söylediği sözlerdir:
“Bu yıl işim iş, Güney Afrika yün piyasasında Anadolu’ya yegâne rakip.” (s. 73 )
Bu sırada Sıddıkzade, İstanbul’dan bir mektup alır. Mektupta şöyle denmektedir:
“Burada önemli tüccarların kararı, Anadolu’dan yün satın almamaktır. Depolarda mallar yüzüstü kaldı. Böylece bilginiz olsun. Tanrı kâfirlerin gözünü kör etsin. Benim biraderim. Arzu ederseniz size patiska ve yünlü kumaştan istediğiniz kadar denk gönderelim. Kâfirler bir iki yıl sonra hesaba bakmak koşuluyla hesap açmak istiyor.” (s. 74 )
Bunun üzerine köylülerden yün alımı durur. Sıddıkzade onlardan borçlarını ödemelerini ister. Adaköylüler mallarına alıcı bulmak için İstanbul’a gittiklerinde durum pek değişmeyecektir. Dokumacılar Loncası Başkanı, Hasan’ı dinledikten sonra “Hep böyle, her tarafta böyle… “ der ve ekler “Devlet bir şahindir, bir kanadı ordu, bir kanadı işçidir. Kanadı kopuk şahin uçamaz, çöplükte sürünür.”
-Medet nereden?
“ Medet senden, benden, herkesten, hepinizden.” (s.86)
Hasan vaziyeti pek iyi anlamıyordu. Adaköy etrafında bir mücadele devam ederken memleketin öbür köşelerinde de aynı cidal kanlı bir surette devam ediyor,çıkrıklar başında çalışan köylüler akın akın sahil şehirlerine ve büyük merkezlere toplanıyorlardı. “Proleterleşme”, kolera ve veba gibi salgın halini aldı. (s.86)
Hükümete başvuran ötekilerse:
“Devleti Aliye, tiftik gibi adi işlerle mi uğraşır? Burası Babıali. Yüce Kapı!..” şeklinde cevap alırlar. (s. 89 )
Hasan, bu durumda lonca başkanına ne yapmaları gerektiğini sorar. Başkan:
“Bu iş böyle gitmez, ölüme ölüm, açlığa açlık… Başka çözüm yok! Ya öleceksin ya öldüreceksin…” der.
Lonca başkanının bu sözleri Hasan’ın kafasında: “Ölmemek için öldüreceksin…” diye yankılanıp duracaktır. Hasan, arkadaşlarına birçok köyün aynı durumda olduğunu, çıkrıklara haciz konduğunu anlatır. Arkadaşları şaşkınlıkla bakarlar. O, sözünü yineler:
“Ya bizi öldürecekler ya da biz onları öldüreceğiz. Vaktiyle birleşip fabrika yapsaydık, mallarına malla karşı koysaydık, ama artık iş işten geçti. Bıçak kemiğe dayandı, boğuşmak gerek. Başka çıkar yol varsa, söyleyin…” (s.89) diyerek köylerine dönerler. Yoksul halk, Hz. Ali dergâhı etrafında bir araya gelerek devlete karşı ayaklanma başlatır. Bu ayaklanmanın en ilginç yanı iki kadının (Dudu ve Esma) önderliğinde gerçekleşmesidir. Sıddıkzade, köylülerin keçilerine, borçları karşılığında haciz koyup mallarını ellerinden alır hatta Dergâhın keçilerine de el atar. Dudu’nun buyruğuyla Dörtler Meclisi kurulur. Köylüye şu buyruk verilir:
“Ali emretti!.. Hiçbir tezgâh boş kalmayacak. İşleyecek ve kimse fabrika kumaşı giymeyecek; tekkeye mavi don, beyaz gömlek ile gelinecek.” (s. 95 )
Kadınlar tezgâhların başına geçip çıkrıkları işletirler. Bu iş gittikçe yaygınlık kazanır. Uzak köylerde Adaköy adına hareket eden Hızırlar Heyeti örgütlenir. Hızırlar ve dergâhın çevresinde bulunanlar silahlanırlar. Dağlardaki eşkıyalar Pazvantoğlu, Deli Bekir, Araçlı Kâzım çeteleri ve buyrukları altında bulunanlarla dergâha vurucu güç olarak bağlanır, köylülerin yanında yer alırlar. Onların adı artık “Zülfikar Ordusu”dur. Bu durum diğer çevre köylerde, her tür verginin ve askerliğin kaldırılacağına dair umutları artırdığı için Sünni köyler de ayaklanmaya katılır.
Köylüyü Avrupa malı kumaşa alıştırmak için Sıddıkzade’nin bedava dağıttığı fabrika dokumalarını Adaköylüler dergahın önünde törenle yakınca softaların kışkırttığı vali, Alevi köylerine karşı harekete geçer. Köylüler eski bir eşkıya olan Pazvantoğlu’nun yönetiminde Devrek’i basar, vergiler kaldırılır, Mengen de ele geçirilir. Ancak “Tahsildarsız, zaptiyesiz, ordusuz olacak” denilen devlet, iki hafta sonra orduyu beslemek için arpadan on kilede bir kile, buğdaydan, mısırdan, darıdan kırk kilede bir kile vergi alır. Eşkıyaların amacı, fırsattan yararlanıp talan ve vurgun yapmaktır. Esma’yla köylü heyetleri de onları uygulayıcı olarak kullanmak istemektedir. Bu çelişik düşünceleri iki taraf da açığa vurmaz. Mengen ve Devrek’I ele geçiren isyancı güçler sonunda İstanbul’dan gelen hükümet güçleri tarafından bastırılır. Bu kargaşa içinde Hasan, Sıddıkzade’nin evini kundaklatarak yaktırır. İntikamını alır. Bir süre sonra dergâhtan ses gelmez olur. Zaptiyeler cesetlere basa basa içeri girerler.
Bu halk neden isyan etmiyor?
Emperyalist düzeni anlatan bu roman, neoliberal düzende yaşayan günümüz sosyal bilimcisine ne söyler? “Bu halk neden isyan etmiyor” sorusunun yanıtlarını bu romandan yola çıkarak verebilir miyiz? Kendi çıkarımlarımı özetleyerek bitireyim yazıyı.
Birincisi, din olgusu hakkında. Sermaye–emek karşıtlığı, Anadolu halkının bütün kalkışmalarında olduğu gibi dinsel bir çelişki olarak gösterilip Alevi–Sünni çatışmasına dönüştürülür. Çıkarlarını tehlikede görenler: “Din elden gidiyor!” diye seslerini yükseltirler. Bunun yanında romanda gerek isyanı örgütleyenler gerekse isyanı bastıranların dini kullandığını görürüz. “Ne bekliyorlarsa meçhulden bekliyorlardı, çünkü etrafta kendilerini kurtaracak bir şeycikleri yoktu.” (s.14) diye yazar Ertem. Köylü kıtlığın bitmesini, “asırlardır beklenen refahı” Ali’nin türbesinden bekler adeta. İsyancılar, yoksulluklarına isyan etmek için gücü Hz. Ali’den alırken (“Ali rençberin imdadına koştu” (s.17)), isyanı bastıranlar Dudu ve Esma’yı yalancı peygamberlikle suçlayarak kendilerini haklı gösterirler. Romanda ayrıca, toplumun aşil topuğunu sezmiş, kurnaz bir tüccar olan İngiliz Stayvers karakteri, Anadolu’da kendini ilahiyatçı kimliğiyle tanıtarak, yöneticilerin ve köylünün sevgisini kazanır ve tiftik keçilerini alır, ülkesine götürür. Stavyers, paşaları nasıl tavladığını “Dinlerimiz ayrı olsa da dinsizliğe karşı bir cephedeyiz dediğim zaman, eski zaman Paşa’sı coştu, coştu..” (s.64) diyerek anlatır.
Bugün iktidar en büyük desteğini, yoksulluğa isyan etmeyi günahla eş tutan, itaat etmeyi ve sabretmeyi erdem olarak sunan dini otoritelerden (bkz. Diyanet açıklamaları) alıyor. Romanda çıkrıklarının durmasını istemeyen köylüler nasıl din düşmanı ilan edilmişse, son 20 yılda fabrikaları, madenlerin satışına itiraz eden emekçiler de “bölücü” ilan ediliyor. Yerli ve milli kaynakların yok pahasına elden çıkarılmasına isyan edenler “yerli” ve “milli” olmamakla suçlanıyor.
İkincisi, “borçluluk” hali. Romanda, o zamanın bankası görevini gören Sıddıkzade’ye borcu nedeniyle sesini çıkaramayan insanlar günümüzde gerçek banka borçlarından dolayı susmak zorunda kalıyor. Borcu olmasa bile sosyal devletin yok oluşuyla birlikte “güvencesizlik” sorunuyla yüzyüze kalan kitleler, kendileri için değilse de çocuklarının geleceği için susuyorlar. Romanda anlatılan dönemde şehirlere giderek proleterleşen halk artık günümüzde prekarya haline gelmiştir.
Üçüncüsü, “devlet-sermaye” ilişkisi . Romanda verilen örnekten yola çıkarsak-bir şahine benzetilen devletin iki kanadı olarak gösterilen ordu ve işçiler- devlet, yabancı sermayenin çıkarlarını korumak için bir kanadıyla diğer kanadını vuruyor. Emperyal düzende halka karşı yabancı sermayeyi önceleyen devlet, günümüzde de çok farklı değil. Devletin, kendilerini koruyan bir baba olmaktan çok sermayenin hamisi olduğunu acı tecrübelerle öğrenen bu halk isyan etmiyor!
1978’de Tokat’ta doğdu. 1995 yılında İzmir Maliye Meslek Lisesi, 2000 yılında İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi İktisat anabilim dalında tamamladıktan sonra, 2009 yılında “Amartya Sen ve Yetkinlikler Yaklaşımı” konulu doktora teziyle Yıldız Teknik Üniversitesi’nden doktora diplomasını almaya hak kazandı. 2012 yılında kurduğu “İktisadi Düşünce Tiyatrosu” girişimi ve 2019 yılında hazırladığı “İktisatçı” belgeseliyle iktisat ve sanatı bir araya getirme çabasını halen sürdürmektedir. Politik iktisat, iktisadi düşünce, edebiyat ve dayanışma ekonomisi çalışan Boz, Fenerbahçe Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesidir.
REFERANSLAR
Çıkrıklar Durunca, Sadri Ertem, Salkımsöğüt Yayınları, 2. Baskı, 2014
Konur Ertop, “Ölümünün 35. Yıldönümünde Sadri Ertem” http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/43115/001641539010.pdf?sequence=1
B. Ali Eşiyok Osmanlı İmparatorluğu’nun Dünya Ekonomisine Eklemlenmesinde Bir Dönüm Noktası: 1838 Serbest Ticaret Anlaşması, mülkiye 2010 Cilt: XXXIV Sayı:266
Adnan Özyalçıner, “Sadri Ertem’in Gerçekçiliği ve Çıkrıklar Durunca” 13 Kasım 2016, Evrensel Gazetesi https://www.evrensel.net/haber/295620/sadri-ertemin-gercekciligi-ve-cikriklar-durunca
Sercan Hamza Bağlama, Çıkrıklar Dur(durul)unca: Sadri Ertem ve Anti-emperyalist Söylem, Paradigma Akademi, 2020