Mustafa ÖZDEN | Kaynak: Dergipark
Latince saeculum kökünden gelen secular (seküler) teriminin “zaman” ve “mekân” çağrışımlarını birlikte veren bir anlamı vardır. Zaman onun şimdi oluşunu, hazır oluşunu; ”mekân” ise, dünyada ve dünyevî oluşunu gösterir. O halde sae-culum; “bu çağ” veya “şimdiki zaman” anlamına gelir. “Bu çağ” veya “Şimdiki zaman” bu dünyadaki olaylara işaret eder; yani çağdaş vakıalar manasındadır (Cox, 1974, s. 32-33).
Secular, secularization kelimeleri dünyevîcilik, dünyaya ait anlamında laikliği karşılamaktadır (İslam Ansiklopedisi, 1991, s. 7). Secular (laik), secularization (laikleşme), secularism (laikcilik) olarak Türkçe’ye tercüme edilmektedir. Laik ve laisizm kelimeleri Türkçe’de salt politik çağrışımları içermektedir. Hâlbuki sekülerizm çok daha genel kapsamlı ve de felsefî, dinî bir kavramdır. İslami gelenek içerisinde bu terimlerin tam karşılığı bulunmasa da “dünyevîleşme” terimi ona yakın bir anlam içermektedir (Attas, 1995, s. 41). Saeculum sözcüğü, Latincede “dünya” sözcüğünü çağrıştıran iki sözcükten birisidir. Diğer sözcük ise, “mundus” sözcüğüdür. Saeculum sözcüğü, Yunancadaki “aeon” sözcüğünün Latince tercümesi olup zamanla ilgili bir sözcüktür.
Öte yandan mundus sözcüğü ise Yunancada kâinat veya yaratılmış düzen anlamına gelen “cosmos” sözcüğünün Latince tercümesidir ve mekânla ilgili bir kelimedir (Cox, 1974, s. 33). Dilimize, “ırk, çağ”, “dünya”, “şimdi”, “çağcıl”, “devir”, “yüzyıl”, “asri”, “çağa uymak”, “modernleşme, çağdaşlaşma” ve “dünyevîleşme” (bkz. Altındal, 1986, s. 15; Aydın, 2001, s. 13; Berkes, 1973, s. 16–18; Dilipak, 1991, s. 29; Erdoğan, 2000, s. 280; Hocaoğlu, 1995, s. 88; Kılıçbay, 1994, s. 17; Köse, 2002, s. 98–99; Mert, 1994, s. 24; Oğuz, 1996, s. 91; Yeni Türk Ansiklopedisi, 1985, s. 3468) vb. anlamlarda tercüme edilen secular sözcüğü ilk defa din savaşlarından hemen JOMELIPS Sekülerliğin Tarihi Serüveni 63 sonra kilise arazisi ve topraklarının devletleştirilmesi, karşılığında ve sivil hukukla kilise hukukunu ayırt etmek için kullanılmıştır. Reformasyon döneminde prenslerin kilise arazisine el koymaları da bu anlamda dünyevîleşme olarak sayılmaktadır.
Aynı kavram Roma dinî hukukunda bu sefer nizamnamelerdeki bir mükellefin dünyasını göstermek için (Aydın, 2001, s. 13; Berger, 1993, s. 160; Köse, 2002, s. 99–100; Nagel, 1995, s. 195) yine Katolik dünyasında halk içinde herkesle birlikte yaşayan kilise hâdimleri seküler kişiler olarak tanımlanmaktadır (Başgil, 1962, s. 151). Yukarıda ifade edilen anlamlarda kullanılan seküler ve hatta onun türevi kavramlar yerine göre olumlu, yerine göre de olumsuz karmaşık çağrışımlarla oldukça yüklü, ideolojik bir kavram olarak kullanılmıştır.
Ayrıca secular kavramı hakkında şunları söylemek mümkündür. XVI. yüzyıldan sonra Rönesans, Reform, Aydınlanma, Pozitivizm veya Modernite olarak gerçekleşen süreç, Batı’da Tanrı tutulması veya Tanrının ölmesi (Heiddegger, 2001, s. 16-17), dinsizleşme (Berger, 1993, s. 160; Atay, 1995, s. 102), inancın ve dinîn zayıflaması (Aydın, 2001, s. 16; Erdoğan, 2000, s. 281; Uludağ, 1998, s. 190) bireyin ve evrenin kutsaldan arındırılması (Young, 1988, s. 477), dünyanın büyüsünün bozulması (Berger, 1993, s. 167), ruhban sınıfı dışında dine ilişkin yorum yapma girişimi, bu dünyaya ait dünya işleriyle uğraşan, dünyevî kimse, dünyevîlik, cismanilik, uhrevî ve ruhanî olmamak (Altındal, 1986, s. 15; Bulaç, 1995, s. 115–116; Uludağ, 1998, s.190), aşkın dinî inancın elimine edilmesi (Kaplan, 2001, s. 90), üzerimizdeki kutsal kubbenin kalkması (Mert, 1994, s. 18), insanın kendisine yabancılaşması (Akdemir, 2000, s. 29, 152-156), derin sapıklık (Güler, 2002, 9-38; İbrahim, 14/3), kutsanmamış, la dinî, profan, din-dünya ayrımı, bu dünya ile barışılması, dünya-ahiret ayırımı (Hocaoğlu, 1995, s. 88-90), laiklikle eş anlamlı olarak din-devlet uzlaşması (Akdemir, 2000, s. 82; Berkes, 1973, s. 17), din konusunda mutlak tarafsızlık (Akdemir, 2000, s. 80; Altındal, 1986, s. 21, 22), paganca olan, ömür boyu olan, toplumsal ahlâk standartlarının dine ve dinlere göre değil güncel hayata göre düzenlenmesinden yana olmak, dinsel yargıları dışlamak (Webster, 1976, s. 2053) vb. anlamlarda kullanılmaktadır. Samuel Johnson, seküler ve bu sözcükten türetilen sözcükleri şöyle tanımlamaktadır: “Sekülerlik (secularity), dünyevîleşme; dikkatleri yalnızca bu dünyaya, bu dünyadaki şeylere yoğunlaştırma sekülerleştirmek (secularize): uhrevî dinî olanı, gündelik hayattan uzaklaştırma. Sekülerleşme (secularization): Sekülerleşme eylemi, dinîn gündelik hayattaki etkisini ve yerini azaltma, sınırlama sürecidir” (Kaplan, 2001, s. 86). Bu tanımlamalar Avrupa’ya ait tanımlamalardır.
Avrupa’da sekülerlik kavramı ve pratiği konusunda yekpare bir tutum ya da pratik geçerli olmamıştır. Ortak olan ve Avrupa’ya özgü olan şey, sekülerliğin hayatın kendisini, zaman algısını; insan, tanrı ve gerçeklik kavramlarını parçalayarak tanımlamak; insanın kendi özgürlüğünün peşinde koşuştururken sonuçta Tanrı’yı yeryüzünden tahliye edip kendisini her şeyin merkezine yerleştirmek gibi bir pratiğin üretilme çabasıdır. İnsanlık tarihi boyunca, insanoğlu hiç bu kadar yalnız ve tanrısız kalmamıştı (Kaplan, 2001, s. 86).
Marksist bir düşünür olan Sontog bu durumu şeklinde tarif etmektedir: “İnsanın psikolojik olarak dayanabilmesi en zor ve en çetin cinayet, cinayetlerin en büyüğü olan tanrının öldürülmesidir” (Sontog, 1987, s. 249). Tanrının öldürülmesi, bireyin ve evrenin kutsaldan arındırılması süreci olarak insanlığın gündemine giren dünyevîleşme, terim olarak: “Yaşamın tanrı tarafından değil, belli bir çağın ruhuna uygun entegrasyonunu ifade eder” (Young, 1998, s. 447). Seküler kavramı dünyanın belirli bir zaman ya da dönemdeki veya çağdaki durumunu gösterir (Attas, 1995, s. 43).
Cabirî’ye göre sekülerleşme; içinde bulunduğumuz konum, kriter olarak belirlediğimiz dünyevîleşme nüansı, kendinî çağın benliği olarak adapte eden Batı’nın şimdisidir. Çünkü o, kendisine ait olan bugünü tüm insanlığın, dolayısıyla var olabilecek tüm geleceklerin referans noktası olarak görme arzusundadır (Cabirî, 2000, s. 16). Başka bir tanıma göre de sekülerleşme: “İnsanın, aklı ve dili üzerinde önce dinî, sonra metafizik denetimden kurtulması” (Attas, 1995, s. 43) şeklinde ifade edilmiştir.
Harvard teologlarından Cox da, sekülerlik kavramı hakkında şunları söylemektedir: “Bu dünyanın dinî veya din misilli kavranışından soyularak bütün kapalı dünya görüşlerinin atılması, tüm doğaüstü mitlerin ve kutsal sembollerin parçalanmasıdır.” “Tarihin, mukadderattan kurtulmasıdır”; “insanın dünyada bir başına bırakıldığını, artık kaderini suçlayamayacağını ve kaderine kızgınlık duymasının yersiz olduğunu keşfetmesi… İnsanın bakışlarını, aşkınlıktan (dünya ötesinden) bu dünya ve bu zamana çevirmesidir” (Cox, 1974, s. 2, 17). Yine Cox’a göre sekülerleşme; hayatın sadece siyasal ve toplumsal yanlarını değil, kaçınılmaz olarak kültürel yönünü de kapsar. Çünkü sekülerlik ona göre, “kültürel entegrasyon sembollerinin dinî olarak belirlenişinin kaybolmasıdır” (Cox, 1974, s. 20). Bu durum toplumun ve kültürün dinsel kontrol ve kapalı metafizik dünya görüşlerinin tasallutundan kurtarılacağı geri dönülmez tarihsel bir süreç, bir kurtarıcı gelişme ve tarihsel göreceliktir (Cox, 1974, s. 20).
Din sosyoloğu Berger de sekülerizmi, toplum ve kültür alanlarının dinî kurumlar ve sembollerin egemenliğinden çıkarıldığı bir süreç olarak değerlendirir (Berger, 1993, s. 162- 163). Sekülerizasyonla, toplum ve kültür alanlarının dinî kurum ve sembollerin JOMELIPS Sekülerliğin Tarihi Serüveni 65 egemenliğinden çıkarıldığı süre kastedilmektedir.
Modern Batı’nın tarihinde toplum veya kurumlardan bahsedildiğinde, kuşkusuz sekülerizasyon, tıpkı kilise ile devletin ayrılmasında ve kilise arazilerinin devletleştirilmesi ile eğitimin kilisenin otoritesinden kurtarılmasında olduğu gibi Hıristiyan kiliselerinin daha önce gözetimleri veya nüfuzları altında tuttukları sahalardan tahliye edilmesinde kendisini açıkça göstermektedir. Kültür ve sembollerden bahsedildiğinde ise, sekülerizasyonun toplumsal-yapısal bir süreçten daha fazla bir şey olduğu kastediliyordur.
Sanat, felsefe ve edebiyatta dinî içeriklerin kayboluşu ve hepsinden önemlisi bilimin dünyada özerk ve tamamen seküler bir yöntem olarak yükselişinde gözlenebildiği gibi sekülarizm kültürel ve düşünsel hayatın tamamını etkisi altına alır. Nasıl ki toplumun ve kültürün sekülerizasyonundan bahsedeilebiliyorsa, aynı şekilde bilincin sekülerizasyonundan da bahsedebilir.
Daha açık ifade etmek gerekirse bu durum, Modern Batı’nın, dinî açıklamalardan yararlanmaksızın dünyayı ve kendi öz yaşamlarını yorumlayan (lookupon) gittikçe artan sayıda bireyler ürettiği anlamına gelir (Berger, 1993, s. 162-163). Türk bilim adamı Armağan ise, sekülerizasyonu; “Dinîn sosyal yapıdaki otorite ve geçerliliğini yitirmesi, doğaüstü olayların tabii ve dünyevî olaylarmış gibi algılanması, insan aklının dinî ve metafizik bağlardan kurtarılması ve dinîn bir vicdan meselesi haline gelmesidir” şeklinde tanımlamaktadır (Armağan, trz., s. 367-369).
Yazar bu tarifin arkasından da bunun “dinîn çöküşünün süreci” olduğunu açıklar. Yine başka bir araştırmacı sekülerliği (dünyevîliği) şöyle tanımlamaktadır: “Dinîn, siyasetin, ekonominin, bilimin, sanatın, kültürün vs. ruhu ve şekillendiricisi olmaktan çıkarılması yani toplumsal evrenin hem ‘form’ hem de ‘içerik’ olarak dinden arındırılması demektir”. Dünyevîleşme, dinsizleşmeyi içermesine rağmen, zorunlu olarak bu anlama gelmez.
Dine ‘kayıtsızlaşma’, dünyevîleşmenin anlam sahası içindedir (Güler, 2002, s. 35). Waterhouse, sekülerizmin “ahlaki bir gayesi olan negatif bir dinî hareket” (Waterhouse, 1995, s. 347) olarak tanımlanabileceğini söylemektedir. Waterhouse, sekülerizmin temel prensibini; “Sekülerizmin temel prensibi, beşerîyetin tekâmülü için sadece maddi vasıtalar aramaktır. Ona göre, bu vasıtalar daha önemlidirler; çünkü insana daha yakındırlar ve yine ona göre bu vasıtalar, bağımsız olarak ve kendi içlerinde, arzu edilen hedefi temin etmeye yeterlidirler” şeklinde açıklamaktadır (Waterhouse, 1995, s. 348). Sekülerleşme kavramıyla, “dinî tamamıyla devre dışı bırakan” veya en azından “dinî son derece marjinalleştiren bir dünyayı, hayatı değerlendirir hale gelmek” kastedilmektedir.
Sekülerleşme, sosyolojik veya psikolojik bir anlam içermekte ve bu kavramla kişilerin toplumsal hayatlarında veya ferdi düşünce ve duygularında dinîn etkin olma özelliğini kaybetmesi ima edilmektedir (Köse, 2002, s. 13; karşı görüş için bkz. Fikne, 1992, s. 145– 169; Köktaş, 1997, s. 112; Köse, 2002, s. 123–156). Hadden ise, ilk sosyologlar tarafından ortaya atılmış şekliyle sekülerleşme, dünyevîleşme modelini şöyle özetlemektedir: “Bir zamanlar dünya düşünce uygulama ve kurumsal biçim olarak kutsal olanla doluydu. Reformasyon ve Rönesans’tan sonra modernleşme güçleri bütün dünyayı kapladı ve bunun bir sonucu olan sekülerleşme süreci kutsalın egemenliğini zayıflattı. Zaman içinde muhtemelen özel alan istisna olmak üzere, kutsal tümüyle ortadan kalkacaktır” (Erdoğan, 2000, s. 281).
Sekülerleşme veya dünyevîleşme kavramı öncelikle insanların inançlarına atıfta bulunur. Bir toplumun diğerinden daha seküler olduğundan söz edildiği zaman kastedilen şey, o toplumda, diğerindekine oranla daha az sayıda kişinin hayatının dinî inançlarından etkilendiğidir (bkz. Bruce, 1992, s. 1–7). Bir sosyal süreç olarak sekülerleşme, geleneksel toplumdan, sanayi toplumuna geçişe paralel olarak en kaba tanımıyla dünyevî diye tanımlanabilecek modern dünya görüşünün dinsel öğretinin yerini almasıdır (Mert, 1994, s. 24). “Sekülerleşme” diye isimlendirilen şey modernleşme tecrübesiyle birlikte toplumların daha iyisini yapmak için yarışan kurumların oluşturduğu bir süreçtir (Köse, 2002, s. 116).
Sosyologlar sekülerleşmeyi, bir ilerleme projesi olarak kurgulanan geleneksel toplumdan modern topluma geçişi çözümlemede kullanılan en genel kavramlardan biri olarak değerlendirir, Bu çerçevede, siyasal modernizm, siyasal erkin her türlü doğaüstü ve doğuştan otorite iddialarının insan adına bir reddi ve siyaset alanının beşerî-dünyevî mutluluk arayışlarının bir arenası biçiminde yeniden inşasıdır (Erdoğan, 2000, s. 279–281; Kaplan, 2001, s. 81). Çünkü onlara göre tarih, bir sekülerleşme sürecidir (Cox, 1974, s. 109). Sekülerleşmenin tamamlayıcı kısımları ise, doğanın tılsımının bozulması, siyasetin kutsallıktan kurtarılması ve değerlerin kutsanmasına son verilmesidir (Cox, 1974, s. 21-23). Sekülerleşme, ayrıca insan bilincinin “çocukluk” döneminden “olgunluk” dönemine geçiş “evrimsel” süreci ve “toplumun her katmanından çocuksu bağımlılığın kaldırılması, insanın (yeryüzünde) kendi başına bırakılması” olarak da tanımlanır (Cox, 1974, s. 109-119).
Sekülerliğin Tarihi Serüveni 67 Batılı teologlara göre dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da sekülerizasyonun, değerlerin ve dünya görüşlerinin tarihteki “evrimsel” değişmeye göre mütemadiyen gözden geçirildiği sürekli ve sınırsız bir süreçtir. Ancak onlara göre sekülerizm ise, tıpkı din gibi insan için mutlak önemi haiz, tarihsel nihai amaca uygun, kapalı bir dünya görüşü ve mutlak değerler dizisidir. Bu sebeple, “sekülerizasyon” ile “sekülerizm” arasında bir ayrıma gidilmesi gerekmektedir. Sekülerizm, Batılı teologlara göre bir ideolojiye tekabül eder (Cox, 1974, s. 21). Fakat sekülerizm doğanın büyüsünü bozmasına ve siyasetin kutsallığını kaldırmasına rağmen, değerlerin kutsallaştırılmasını yok etmez.
Bilakis kesin ve nihai olarak kabul edilmesini ister. Buna karşılık kendi değerler sistemini bunun yerine geçirir. Sekülerizmin aksine sekülerizasyon tüm değerleri görecelileştirerek insan ve tarih için gereken açıklığı ve özgürlüğü sunar. Bundan dolayı, “sekülerizm”i, sekülerizasyona karşı bir tehdit olarak sayar ve bunun çok dikkatli izlenmesi, kontrol edilmesi ve devlet ideolojisi haline getirilmesinin önüne geçilmesi ısrarla söylenir. Sekülerizasyonun, insan “evriminin” içsel gücünü, onun mayasını tanımladığı ileri sürülür. Sekülerizasyonla tarihsel ve kentsel gelişim ifade edilir (Attas, 1995, s. 46). Bu tanımlamalardan hareketle sekülerizm şu şekilde özetlenebilir: Dünyevîleşme, sekülerleşme, beşerîleşme, çağdaşlaşma, modernleşme, profanlaşma, paganca, hoşgörü, diyalog, uzlaşı, yabancılaşma, dünya ahiret ayrımı, din dünya ayrımı, tarihsel ve kentsel gelişim projesi, dinsel olan veya dinsellik atfedilen bütün değer ve ilkelerin, bireysel, toplumsal ve kurumsal yaşamın dışına itilmesi, sadece bu dünyayı yaşanabilir kabul edip, aşkın olanla veya öte dünyadan ilişkiyi koparma temeline dayalı, insan merkezli düşünme ve yaşama biçimi.
Semavi olanla bağların koparılma ideolojisi, insanı kendi kendine yeter kabul etme felsefesi, özel anlamda imanın ihmal edilmesi, dinî kurumlarda popülarite kaybı ve dinî kurumların toplumsal etkisini yitirmeleri, bireysel düzeyde de dinî inançların veya imanın etkisini yitirişi, kısaca dinsel olanın buharlaşması, paranteze alınması olarak değerlendirilebilir (bkz. Altındal, 1986, s. 14-25; Başgil, 1962, s. 151-177; Berger, 1993, s. 160-185; Bruce, 1992, s. 26; Bulaç, 1995, s. 37-122; Cox, 1974, s. 2; Dilipak, 1991, s. 29- 39; Güler, 2002, s. 9-38; Hocaoğlu, 1995, s. 177-195; Köse, 2002, s. 95-102; Uludağ, 1998, s. 87-91; Yeni Türk Ansiklopedisi, 1985, s. 3468; Young, 1998, s. 477).
Şimdiye dek verilen tanımların hiçbiri efradını cami ağyarını mani bir tanım değildir. Sık sık kullanılan seküler ve bundan türeyen kavramlar, başlangıçta çok basit anlamlar taşımıştır. Zamanla ilk anlamlarından uzaklaşarak değişik anlamlar kazanmıştır. Bu sebeple herkes tarafından kabul edilebilecek bir tanım yapmanın mümkün olmadığı görülmektedir.
Sekülerlik ve bundan türeyen sözcüklerin anlamları, onu kullanan kişinin iman anlayışı, felsefî inancı ve siyasal görüşüne göre değiştiği gibi, seküler sözcüğünün kullanıldığı alanların farklılığına göre de değişiklik arz etmektedir. Dolayısıyla seküler kavramı dinamik yönü yanı sıra statik bir yöne de sahiptir: Mutlak manada din karşıtlığını ifade etmesi açısından statikken karşısında durduğu dinin farklılaşması bağlamında dinamiktir (Köse, 2002, s. 101-102).
Sekülerizasyon, modern toplumların küresel bir olgusu olarak görülse bile hepsinde tek ve aynı form ve tarzda yaygınlaşmamıştır. Farklı insan toplulukları farklı bir biçimde etkilenmiştir (Berger, 1993, s. 163). Dünyevîleşme Avrupa kıtasında da birbirinden farklı, tarz ve boyutlarda oluşmuştur. Genel olarak Rönesans (Renoisance) esas itibariyle laikliğin, Reformasyon (Reformation) ise, sekülerliğin yolunu açmıştır (Hocaoğlu, 1995, s. 114–182) demek mümkündür.
Katolizme karşı Avrupa’da güney ve kuzey olmak üzere iki tepki merkezi oluşmuştur. Güneyde Rönesans, kuzeyde ise Reformasyon oluşmuştur. Yani Katolik kültürün hâkim olduğu yerlerde dünyevîleşme laiklik tarzında, Protestan kültürün egemen olduğu German, Anglo-Sakson ülkelerde ise sekülerleşme tarzında teşekkül etmiştir.
Türkiye, Güney Avrupa’nın (Fransa’nın) dünyevîleşme modeli olan laikliği benimsemiştir. Bundan sonraki kısımda, Batı Hıristiyan fenomeni olan laiklik kavramının etimolojisi irdelenecektir.
Yarın Görüş’te
*Görüş gazetesi, farklı disiplinlerden, farklı görüş ve iceriklere açık bir platformdur. Makaleler Görüş gazetesinin editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.