
Podcast (2. Bölüm) | Turan Altuner – Muhreç Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş / Transcript
Not: bu podcast orman yangınlarının 8. gününde kaydedilmiştir.
T.A. Hüseyin Albay şimdi şöyle bir şey var, bu akıl sağlığı. Yani olabilir de, bu devlet başkanlığı için de, özellikle güç sarhoşu olan devlet başkanları veya yöneticileri için diktatörler için bir saatten sonra gerçekle tamamen bağlarını patolojik bir şekilde kaybedebiliyorlar. Yani bu var, tarihte de görülmüş. Ama burada şu da var, örneğin ihaleleri yandaşlara peşkeş çekmede son derece rasyonel, son derece koordineli, böyle bir strateji temelinde ihaleleri yandaşlara vermek işte diğerlerini dışlamak… Demek ki burada bir sağlık sorunundan öte bir şey var, yani sadece bir sağlık sorunu değil. Yani burada şey var, sağlık sorunu olan r bir insanın böyle ihale dağıtımında son derece – yandaşları açısından- rasyonel davranması mümkün değil yani bence. Ne dersiniz, bu da bir çelişki değil mi?
H.D. Ben zaten şu ana kadar böyle, biraz töleranslı cümleler kurmuştum. İşte bu dediğinizin karşılığı benim için şudur – 15 Temmuz hadisesine de, sürece de öyle bakıyorum – verdiğiniz bütün emirler, emir verebildiğinizin kanıtıdır. Verdiğiniz emirlere personeliniz, tüm toplum şu an için itaat ediyorsa hiyerarşinin bozulmadığının kanıtıdır. Ama bu verdiğiniz emirler, yaptıklarınız eğer devlet doktrinine, askeri doktrine aykırı ise, bu verdiğiniz ve vermediğiniz bütün emirler doktrine aykırı ise eğer, burada bir suç kastı vardır ve bu suçun büyüklüğü nispetinde vatana ihanet suçuna kadar gider bu. Şimdi, o yüzden ben bunu bir çelişki olarak değil… Yani, bakın bu hep şeyle şunlarla örtüşen şeyler, tutarlı. İŞİD’leşme, vatan toprağını darülharp görme, vatandaşının malını ganimet görme… Bunun için zaten bu kadar rüşvet çarkı…
Mesela şu kayyım olayı… Mesela ‘kayyum’ ve ‘kayyım’ tartışması var, hangisi denilir? Anayasa Mahkemesi kararında ‘kayyım’ dediği için ben de kayyım kullanıyorum, yani Anayasa Mahkemesi’nin metninde kayyım yazdıkları için kayyım diyorum. Yani, düşünebiliyor musunuz 21. Yüzyılda kelimeleri bile tartışmak zorundayız, öyle bir topluma dönüştürüldük. Kısaca, çelişki değil, bu kasıtla yapılıyor ve bir sistematik var ortada zaten.
H.D. Aynen işte ben de onu kastettim. Yani burada bir akıl sağlığından ya da sağlık sorunundan ziyade son derece kendi içinde rasyonel bir strateji uygulanıyor diye düşündüm.
Dolayısıyla suç işleme kastıyla, suç için oluşturulmuş bir örgütten ve bu örgütün bir siyasi parti olması dolayısıyla suç odağına dönüştürülmüş bir partiden bahsediyoruz yani. Durum budur yani. Suçun büyüklüğü de bunu vatana ihanete kadar götürür ki ben özellikle 15 Temmuz’la ilgili yaptıklarında, sonuçları itibari ile bunun vatana ihanet olduğunu kullanıyorum. Vatana ihanet olduğu için de savcılıklara vs. suç duyurusunda bulundum, 15 Temmuz gecesinde Deniz Kuvvetleri Komutanı‘nın yaptıkları ve yapmadıkları nedeniyle.
Yani bakın, hani isim zikrederken bir bireyi kastetmiyorum. Onun yetkileri, gücü, makamı, etrafındaki sorumsuzluk kalkanı hepsi ile beraber bunu dikkate alacaksınız. Yani Recep Tayyip Erdoğan dediğimde dünyada yaşayan 8,5 milyar insandan birisini kastetmiyorum. Tahkim edilmiş – makamı tahkim edilmiş – fiziki olarak, yargısal anlamda, yasama anlamında korunmuş, mutlak bir imtiyaz tanınmış – Anayasa’ya aykırıdır bu – her türlü sorumluluktan arındırılmış, kendisine her türlü yargı bağışıklığı kazandırılmış bir figürden bahsediyorum, anlatabiliyor muyum? Bu basit bir şey değil.
T.A. Peki Hüseyin Albay konuyla ilgili son sorumu da sorayım ondan sonra Konya’da katledilen yedi Kürt yurttaş konusuna gelelim. Siz bu yangınların arkasında – yani kim çıkarmış kim çıkarmamış o konuya girmiyoruz, tabii o çok spekülatif bir konu ama – böyle genel bir strateji görüyor musunuz? Yani belirli bir amaçla çıkartılmış veya çıkarıldıktan sonra belirli siyasal amaçlar için kullanılma durumu var mı bu yangınların? Benim öyle bir şüphem var açıkçası. Ben dün şöyle yazdım, dedim ki, “Bunları kim yapıyorsa arkasında belirli bir strateji var ve bu yangınlarda bu stratejik hedefe şu veya bu ölçüde ulaşıldıktan sonra bu yangınlar bitecek,” dedim. Çok mu komplo teorisi oldu? Cüney Ülsever’in bir cümlesi vardı, çok değerli bir yazardı. Liberal bir yazardı, ilk dönemlerinde AKP’ye destek de vermişti. Sonra 2007 yılında AKP’den büyük bir hayal kırıklığı oldu, ondan sonra dedi ki ben yazmayı bırakıyorum, gerçekten ondan sonra da yazmadı. Onun çok ünlü bir lafı vardı benim çok hoşuma gider “Türkiye’de yaşayıp da paranoyak olmamak mümkün değil.” Ama ben bunu benim gibi Türkiye’de yaşamayıp da Türkiye gündemi ile iyi ilgilenenler için de söylüyorum. Yani ister Türkiye’de yaşa, ister Türkiye gündemi İle ilgilen biraz paranoyak olmamak mümkün değil. Çünkü o kadar şeyler oluyor ki, olmaz denilen, mümkün değil denilen o kadar şey oluyor ki, ondan sonra düşünüp taşınıyorusun, diyorsun ki “Olmaz denilen her şey oldu.” Yani işte komplo teorileri denilen, paranoyak denilen çok şey o ülkede gerçekten hayata geçti, fiiliyata geçti ve bir de kanıksandı toplum tarafından. Yani siz arkasında belirli bir şey görüyor musunuz? Ben buna stratejik diyeyim, siz başka bir şey deyin, bir kasıt deyin herne ise… Yani belirli bir odağa hizmet eden bir şey var mı, bir amaç var mı burada? Siz ne düşünüyorsunuz bir asker olarak?
H.D. Şimdi ben ‘asker olarak’ dediğiniz için… Çocukluğumdan beri ben güvenlik odaklı yetiştim, dolayısıyla buna her askerin ilk olarak göstereceği refleks budur. Yani, farklı farklı yerlerde aynı anda yangın çıkıyor. Dolayısıyla buna çok basit, ilk bakışta, asker refleksi ile yani güvenlik refleksi ile – hep onun için yetiştim ya ben – hep güvenlik refleksi ile bakan insanın ilk göstereceği tepki budur. Ve bu en basit tepkidir. Çünkü burada hiç muhakeme yapmanıza vs. gerek yok. Yıllarca o doktrinle yetişmişsiniz, dolayısıyla etrafa baktığınız zaman hemen dersiniz ki, “80 tane yerde aynı anda yangın çıkıyorsa bu tesadüf olamaz, bunun arkasında mutlaka bir takım terör örgütleri vardır.” Direkt. Bu çok normal, beklenen şey. Şimdi, doğru mudur bilmiyorum…
T.A. Terör örgütü derken örneğin, herhangi bir kastınız var mı somut olarak?
H.D. Yok, çok refleks olarak yani. Bana gelip deseniz ki, Türkiye’de 80 yerde yangın çıkmış aynı yerde, ben direkt size bu cevabı veririm. Derim ki kesin bu işte bir sabotaj var.
T.A. Peki, bir adım sonrası?
H.D Kundaklama var. Sonra artık işin içine akıl girer. Bir durum muhakemesi yaparsınız ve olayları incelemeye başlarsınız. Şimdi, biraz önce dediniz ya “Olmaz dediğimiz her şey oldu.” Ben de hani ondan önce bir şey demiştim, “Öyle bir atmosferdeyiz ki, yani bir değerlendirme yapmak bile imkansız, tam bir kaos bu.” Şimdi bütün yönetim bilimleri diyor ki kaos varsa hemen, anında akan kanı durduracaksınız ve burada normal olmayan tedbirler alacaksınız, inisiyatif alacaksınız ve kaosu daha basit bir ‘contekste’ indirgeyeceksiniz. Konteks, ‘bağlam’ diyorlar da çok karşılamıyor onu. Şimdi, yönetim kadrosunun bunu yapması lazım. O basın açıklamaları, toplantılar, canlı yayınlar, kurumların, kuruluşların, medyanın, insan hakları derneklerinin, sosyal insiyatiflerin, toplumsal insiyatiflerin vs. hepsinin ahenkli bir biçimde olaya müdahile etmesi olsaydı, o zaman işte bu gerçekleşmiş olacaktı.
Ama bir de ‘zoom’ yapıyoruz ya hani mesela haritada, bir de ‘zoom out’ yapalım dünyaya bakalım. Aynı anda dünyanın bir çok yerinde çok büyük yangınlar başladı. Sadece Türkiye’de bu kadar yerde değil ki. Aynı anda dünyanın çok yerlerinde, Avrupa’da, Rusya’da vs. yangınlar başladı. Geçen sene Avustralya’da çok büyük, yüzyılın yangını mıydı bilemiyorum ama, çok büyük bir yangın oldu. Şimdi, o zaman bunu da kenara bir veri olarak koymak zorundasınız. Bir de şimdi şuna bakalım, Türkiye Cumhuriyeti 21. Yüzyıl devletiyiz, bakanın açıklaması var dedi ki, “Çakmak çaksalar görüyoruz, İHA’larımız var,” dedi. Yanlış hatırlamıyorsam dört tane İHA var bu iş için. Şimdi, devletin görevi ne? Devletin görevi gözetleme yapmak ormanlar üzerinde. Bu gözetleme layıkıyla yapılmış mı? Mesela Hıfzıssıhha diye bir şey var ya, hani hastalık olmaksızın, öncesinde alacağınız ön tedbirlerle hastalanmıyorsunuz. Bütün kamu teşkilatının görevi zaten bu yangınlar çıkmasın, eğer çıkar ise hemen müdahale edilsin diye. Sizin bir çok gözetleme sisteminiz var, çakmak çaktığında bunu görüyorsunuz. Bu durumda bu orman yangınlarını ilk çıktıkları anda devlet gördü sonucunu çıkartırım ben buradan. Görmediyse de görmek zorunda. Hadi, çakmak çakılırken görmedi. O yangın birkaç metreye yayıldığında yine mi görmedi? Birkaç 100 metre yayıldığında yine mi görmedi? Bu yangınlar şehre gelene kadar neden bekliyorsunuz? Anlatabiliyor muyum? Bunu da bir başka biri olarak koymak zorundasınız. Yani hadiseleri küçük resimle değil de büyük resimle değerlendirmek gerekiyor.
Devletin bu konudaki imkan kabiliyetleri ve sorumlulukları, bunun için hangi teknik teçhizatla, hangi yetkilerle donatıldıkları – sonuçta bunun için bizim vatandaşımız vergi veriyor değil mi? Kadıncağızın bir tanesi yana yakıla bağırıyordu, feryat ediyordu “Vergilerim nerede benim?” diyordu. “Verdiğim vergiler nereye gitti?” Onun canını, malını, ırzını, namusunu koruyamayacaksanız, hayatını koruyamayacaksanız o vergileri nerede harcadınız? Şimdi bunu da bir kenara koymamız gerekiyor. Yani; bir, komplo teorileri olabilir veya güvenlik odaklı sabotaj yaklaşımı söz konusu olabilir; iki, dünyada aynı anda meydana gelen hadiseleri de bunun yanına koyacaksınız; üç, devletin daha öncesinde sorumlu olduğu o gözetme yükümlülüğünü, ilk müdahele yükümlülüğünü, müdahele edilemeyecek hale gelmesini engellemek için devlet mekanizmalarının derhal reaksiyon gösterme yükümlülüğünü de bir kenara koyacaksınız; dört, hemen ilk günlerde bir çok devlet çağrıda bulundu, dediki size uçak gönderelim, yardımcı olalım. Sekiz gün geçti topu topu üç tane mine uçak geldi Rusya’dan…
T.A. Evet, evet… Siz daha iyi bilirsiniz de, bu üç tane uçak hangi bölgeye yetişebilecek ki? O kadar geniş bir alana Antalya’dan tut bilmem Fethiye’ye kadar, Marmaris’e kadar İzmir’e kadar…
H.D. Tabii bunların arkasında yine şunu göreceğiz. Şimdi, bunlara karar veren mekanizma daima Recep Tayyip Erdoğan. O uçak üç değilde 33 de olabilirdi, bunu engelleyen kişi de kendisi. O uçak sadece Rusya’dan, Azerbaycan‘dan, İspanya ve Hırvatistan‘dan bu ülkelerden değil dört ülkeden değil 44 ülkeden de gelebilirdi. Bu arada kendi uçaklarımız var hani 100 litre şartnamenin altında kalıyor diye kullanılamayan – dün yine gördüm birisi, o kayyım heyeti‘nden mi hatırlamıyorum, işte “Tavuk kümesine, hayvan şeyine dönmüş durumda,” vs. Şimdi, bu ne demek? Siz kamu malını zarara uğrattınız demek. Yani, vatandaş size uçakları vermiş mi? Onun pilotlarını vermiş mi? Bakım personelini vermiş mi? Lojistik maksatla bu onarım için onun modernizasyonu gerekiyorsa modernize etmek için gerekli yetkileri, sorumlulukları vermiş mi? Para istediğinizde bunun için ödenek tahsis etmiş mi? Ve siz bu aldığınız maaşları, aldığınız ödenekleri, o pilotları, o bakım personelini, bu kadar teçhizatı, malzemeyi ve uçağı, platformu ne yaptınız, nerede kullandınız? Alenen kamuyu zarara uğratmak, kasıtla. Ve bu kayyım heyeti mahkemeye gidip diyor ki, bizim maaşımıza artırın. Hani o gün nikaha giden kayyım heyeti. Hani, “Ben Türk Hava Kurumu’nun sadece kayyım heyetinin başkanıyım, Türk hava Kurumu’nun sorumlusu değilim,” diyen kayyım heyetinden bahsediyorum. Yani malı, mülkü, maaşı, vatandaşın vergisini gasp ederken varsınız da, gasp yetinmiyorsa mahkemeye başvurup daha da fazlasını istiyorum diyeceksiniz, arkasından ama sorumluluk, hesap verme veyahut görev yapma sorumluluğu doğduğunda da satacaksınız personelinizi. Var mı böyle bir şey? Bu ne demek yani, anlatabildim mi?
Yani bütün bunları bir arada düşünmek, hadiseleri büyük resimde – söylediğimi tekrar edeyim – bir, sabotaj ihtimali; iki, coğrafi anlamda büyük resim, üç; devletin gözetleme yükümlülüğünü yerine getirilmemiş olması; dört, varolan imkan kabiliyetlerinin, yani kamu malının, kamu mülkünün vs. zarara uğratılması ve bunun bir sistematik dahilinde yapılması… Bununla ilgili bir takım köşe yazarları çok güzel paylaşımlarda bulundular, konuyu uzatmak istemiyorum ama, Türk Hava Kurumu’nun çökertilmesi, yani Türk Hava Kurumu’nun demiyorum – önemli değil ki, ne kurum olursa olsun bir Cumhuriyet kurumu – devletin bir kurumunun çökertilmesinin sistematiğini anlatan köşe yazarları var. Oraları okusunlar. Bakın bunların hepsi ileride yargılamalarda – dedim ya, suçun büyüklüğü nispetinde – vatana ihanete kadar varır. Bu kadar vahim bir suç sistematiği var.
Şu an Cumhuriyet kurumlarının, anayasal kurumlarının ve değerlerimizin, milli değerlerimizin, dini değerlerimizin, ahlaki değerlerimizin hiç birinin ayakta kalmadığını görüyoruz. Bu ne demek? Sistematik bir çökertme var demek. Şimdi, bu sistematik çökertme atmosferinde bazı hadiselere mantıksal izah yapmaya çalışıyoruz. Ne diyeyim ki burada yani? Söz tükeniyor, düşünemiyor insan. Yani söyleyecek bir şey yok. Cumhuriyetin, diyorum ya, bütün kurum ve değerleri yıkılmış durumda. Yani şu kayyım heyetinin, şu RTÜK Başkanı’nın bunları bilmeyelim diye sansür emri yayınlamasının… Parmak sallayıp tehtit etmiş adam. RTÜK heyetinin üyesi olan milletvekili basın açıklaması yaptı, yazılı açıklama yaptı. Parmak sallayıp tehtit ediyor. Siz bir nasıl bir devlet düzeninde medya mensuplarını parmak sallayarak tehdit edebilirsiniz? Nasıl yapabiliyorsunuz bunu? Hangi güçle? Yani, o işte hep vatandaşını reâyâ gören, kendisini de o vatandaşın mutlak sahibi gören bu zihniyet, bu sapık bir zihniyet yani. Bu artık faşizmi şunu bunu her şeyi aşmış bir şey. Ben bu rejime de ne diyeceğimi bilemiyorum. O yüzden yaptıklarına da zaten tarihe öyle not düşme adına Erdoside (tam anlayamadım ne dediğini) dedim yani. Çünkü tarihte bunun örneği yok. Geçen gün gene bir profesor, “Ben bir profesor olarak söylüyorum, bunların tarihte örneği yok,” diye tweet atmıştı çok hoşuma gitti. Ben de öyle söylüyordum ama ben bireysel bir şeyde, o bilimsel anlamda. Bilimsel kimliği olan bir kişinin bunu söylemesi başka bir şey. Yani bu çay fırlatma, kamu kurumlarının çökertilmesi, kamunun zarara uğratılması, bütün bunlar olurken mesela bir kişinin aynı anda 5-10 yerden de maaş alması… Yani bunun adı maaş da, buna ya maaş denmez ki. Buna hesap soracağım zaman bana onun sorumlusu ben değilim diyeceksiniz, maaş almaya gelince de 15 yerden maaş alacaksınız.
Yani, mesela bakın, şimdi çok özür diliyorum Türk Hava Kurumu ile ilgili… Türk Hava Kurumu’nun bir tüzüğü var yanlış hatırlamıyorsam, yönetmelik de olabilir. Türk hava Kurumu’nun organlarını saymış ve en başta da Büyük Genel Kurul demiş. Şu an Türkiye’de Türk Hava Kurumu’nun çökertilmesinden sorumlu olanları sayıyorum size bakın, kendi yönetmeliğinden sayıyorum. Bir; Büyük Genel Kurulu: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı -bu muhtemelen değişmiştir, yönetmeliği de güncellememişlerdir, Cumhurbaşkanı da orada vardır muhtemelen çünkü orada Başbakan yazıyor -Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Jandarma Genel Komutanı, Ankara Valisi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, Türk Hava Kurumu Genel Başkanlığı yapanlar – bakın bunların hepsi büyük genel kurulda olanlar, delege olarak rol olan insanlar – ondan sonra, Başbakanlık’tan Daire Başkanı veya daha üst düzeyde bir delege, Savunma Sanayi Müsteşarlığı’ndan Daire Başkanı veya daha üst bir delege, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı, Genel Kurmay Harekat Başkanlığı’ndan iki delege, Kara kuvvetleri Komutanlığı Havacılık Daire Başkanlığı’ndan iki General veya Şube müdürü, Deniz Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlık’larından delegeler, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan muazzaf veya emekli General ile Şube Müdürü düzeyinde toplam beş delege. Bakın düşünebiliyor musunuz, daha bir de sivil bacağına geliyorum. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürü, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan, Türk Kızılay Derneği’nden, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan birer delege, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri, Milli Eğitim, Tarım ve Köyişleri, Kültür ve Turizm ve Çevre ve Orman Bakanlık’larından Daire Başkanı veya daha üst düzeyde birer delege, TRT’den, Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nden, Sivil Havacılık, Posta ve Telgraf Teşkilatı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlük’lerinden birer delege, mesleki ve teknik yönden havacılık eğitimi veren üniversitelerden birer delege, Muhtarlar Federasyonu’ndan birer delege, bir delege özür dilerim, Ankara daki her üniversiteden öğretim üyesi olmak kaydıyla birer delege. Bakın, resmi kendi yönetmeliği bu Türk Hava Kurumu’nun. Muhtemelen başkanlık rejimine geçtikten sonra bir takım şeyleri güncellememişlerdir ama, ama resim bu ya. Şu an Türkiye’de o yanan ormanlardan, Türk Hava Kurumu’nun çökertilmesinden, bu yönetim krizilerinden sorumlu olanlar işte bunlar yani. Diyanet İşleri Başkanlığı bile sorumlu bundan, anlatabiliyor muyum?
T.A. Bir çöküş var değil mi yani Hüseyin abay? Kolektif bir çöküş yani.
H.D. Evet, ‘collapse’ deniyor buna zaten, ‘failed state’ durumu yani. Ortada zaten bir devlet kalmamış. Şimdi, bu kadar delegeden bir tane adam çıkıpta hesap sormamış mı yıllardır, Türk Hava Kurumu’na gidipte yahu ne oluyor burada, ne oluyor, ne oluyor? Yani sormamış mı? Bir de şu var bakın, siz bana hak veriyorsunuz – yani bir konuşma hakkı veriyorsunuz ya bana şimdi – bu bana bir sorumluluk yükler otomatik olarak. Bu kadar maaş alan insan, bu kadar toplantılara katılan, imzalar atan insanlar… Benim imzam çok önemlidir, bir yere imza atıyorsam bunun sorumluluğunu yükleniyorum demektir. Bu toplumsal çöküş, yani işte bu atmosferde, çay fırlatma da bu atmosferde oluyor işte. Bir de şöyle bir şey var toplumun, yani kamu teşkilatının komple baskılarınıp iktidarsızlaştırılması. Örgütlü suçlar da kullanılan bir terim bu.
T.A. Hüseyin Albay bir de şöyle bir şey var. Tamam bu baskılar var, burada bir tek adam rejimi var ama diğer yandan da koca 84 milyonluk bir ülke işte, belli bir kurumsal yapısı var -dı diyelim, geçmiş zamanda konuşalım -. Acaba hiç birisi cesaret edemiyor mu yani, diyemiyor mu, “Bu kadarı da fazla, bu kadar da olmaz.” Mesela generalleri tutatım. Diyelim ki, Başkomutan Tayyip Erdoğan emir vermedi bu yangınlarla ilgili. Bu Genelkurmay Başkanı veya bir Kara Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı çıkıp diyemiyor mu ki, “Ben buna seyirci kalamam.” Yani tarihte böyle şeyler yok mu? Şimdi, kaldı ki Tayyip Erdoğan’ın Başkomutan sıfatıyla böyle bir emir vermemesi yasalara aykırı değil mi? Peki yasalara aykırı olan bir emri ben uygulamak zorunda mıyım? Yani ben ülkemin gözümün önüne yanmasına bir Genelkurmay Başkanı olarak, bir Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak, bir Hava Kuvvetleri Komutanı olarak seyirci kalmak zorunda mıyım? Böyle bir yasal yükümlülüğüm var mı yani? Size soruyorum, ne diyorsunuz Hüseyin Albay?
H.D. Şu an benim yürüttüğüm mücadele zaten bu yükümlülüğü hissettiğim için. Bunu daha önce de, hani kim Atatürkçü vs. onları konuşurken… Türkiye Cumhuriyeti Devleti 29 Ekim 1923’te kurulmuş. İşte şu an yıkıldığını görüyoruz, bütün kurum ve değerleriyle. Toplumun bütün katmanlarının ayrıştırıldığını görüyoruz sistematik nefret söylemleriyle. Toplumsal çöküş dediğimiz şey, ‘failed state’ dediğimiz şey, iflas etmiş bir devlet… Bir de bu arada bütün yargılamalarda mesela insanlara, özellikle 15 Temmuz gecesi askeri öğrencilere, erlere, şunlara bunlara dediler ki “Komutanını niye öldürmedin?” Şimdi, bunu diyen yargı mensupları neredesiniz, neredesiniz? Devlet bu kadar çökerken neredesiniz? Anayasa Mahkemesi bile bağımsız karar veremiyor. Bakın Anayasa Mahkemesi dediğiniz Türkiye Cumhuriyeti’ndeki en üst kurumdur, daha üstü başka bir kurum yok. Eğer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni – Anayasa’nın 90. maddesiydi yanlış hatırlamıyorsam, onu dikkate alarak iç hukukun bir parçası olarak kabul ederseniz bir şey diyemem ama bu sonuçta iç hukukumuzun, iç yasama, yürütme yargının. Şimdi, Anayasa Mahkemesi üyeleri bile tehdit edilebiliyorsa bu ülkede, bir kere bu ülkede hiçbir kimsenin yaşam garantisi yok. Ama Atatürk diyor ki, “Vazifeye atılmak için hayatını tehlikeye atmaktan kaçınmayacaksın.” Ve şu an bunu ben yapıyorum.
T.A. Hüseyin Albay şöyle bir şey var, diyelim ki bu Genelkurmay Başkanı – ismini bile bilmiyorum, doğru dürüst hatırlamıyorum –
H.D. Yaşar Güler
T.A. Şimdi çıksa dese ki, “Ben emir veriyorum, gidin şuradaki yangını söndürün.” Tayyip Erdoğan ne yapabilir ki?
H.D. Toplum bir kere bunu bekliyor zaten.
T.A. Ya bu silahlı bir kurum yani. Diyelim ki Anayasa Mahkemesi Başkanı bir sivil, orada oturmuş bir yargıç, hadi onu tutuklayabilirler ama herhalde bu şartlarda bir Genelkurmay Başkanı’nı yangını söndürün emri verdiği için tutuklamak olanaksız diye düşünüyorum.
H.D. Hani biraz önce dediniz ya, “Olmaz dediğimiz her şey oldu,” diye, yani o da olabilir. Şunu diyebilirler mesela…
T.A. Yani bu kadar korkaksan neden Benelkurmay Başkanısın?
H.D. İşte, bakın siyasetle bürokrasinin, yani devlet ile hükümetin – hükümet siyasi bir kimlik – ama bürokrasi aslında devleti işleten mekanizmadır. Siyaset bürokrasiye ancak, bir geminin mesela dümeni vardır ya, o dümeni tutan kişidir siyaset. Ama gemi esas devlet ve devletin içerisindeki o mekanizma dediğim şey bürokrasi. Bürokrasinin içerisinde yani yürütmenin başından itibaren devlet adamı olan kişiler ile siyasi kişiler arasında bu denge devamlı tartışılır, tarihler boyunca bu hep böyledir. Böyle bir ortamda Genelkurmay Başkanı çıkar der ki – ama bunu basın huzurunda yapar mesela, hani kamuoyu da görsün diye – der ki “Sekiz gün geçti şu ana kadar Devlet Başkanı bu konuyla ilgili gerekli tedbirleri almadı ve ben inisiyatif alarak Türk Silahlı kuvvetleri personelini şu alanlarda görevlendiriyorum.”
T.A. Bu yasal… Bu yasal…
H.D. Tartışmalı. Neden tartışmalı? Çünkü İl İdaresi Kanunu’na göre asker kendi kafasına göre böyle bir şey yapamaz. O zaman da valiler der ki, “Hayır, birliğinden dışarıya çıkan asker teröristtir,” der – 15 Temmuz’da yapılan şey. Teröristtir dediğinde ne oldu? İç çatışmaya gider mevzu, anlatabildim mi? Bu basit. Bir de şöyle bir durum var. Yaşar Güler çıktı dedi ki, “Evet ben personelimi görevlendiriyorum.” Tak! Ümit Dündar çıktı dedi ki, “Ben Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Genelkurmay Başkanı’nın bu emrini tanımıyorum, ben Başkomutan’dan emir alırım,” dedi. Ne olacak şimdi? Deniz Kuvvetleri Komutanı dedi ki, “Ben hiç kimseden emir almam, yazılı emir isterim,” dedi. Ne olacak? Kaos arttı. Ama bunlar nasıl çözülür? İşte o Milli Güvenlik Kurulu bir araya gelip, oturup da masaya onun etrafında bunları konuşurlarsa çözülür bunlar. Çıkıp da Yaşar Güler’in meydana ben böyle yapıyorum demesine gerek yok ki. Yaşar Güler Çıksın Cumhurbaşkanı’na, Milli Savunma Bakanı’na desin ki, “Yahu Milli Güvenlik Kurulu sekiz gündür nerede? Bir toplayalım şunu,” desin. Milli Güvenlik Kurulu toplansın ve karar versin, bir tavsiyede bulunsun. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplantıya çağırsınlar -gizli toplantı yapsınlar canları istiyorsa – ama bir toplantı yapsınlar. Yani devlet böyle yönetilir, parlementer sistemde bu olur. Akıllar bir araya gelir, konuşurlar ve bir ahenk katar dediğim şey bu yani. Devlet ancak bu şekilde yönetilebilir, tweet atmakla, toplumu baskılamakla, “İyi şeyleri gösterin, yanan canları göstermeyin,” demekle, hamasetle devlet yönetilmez ki. Bir diğer konu, hani siz hani Yaşar Güler böyle bir şey yapsa… Yaşar Güler kim biliyor musunuz? Hani bir tane toplantı vardı, Ahmet Davutoğlu, Hakan Fidan vardı. Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanıydı yanlış hatırlamıyorsam…
T.A. Evet, Suriye meselesi. “Sekiz tane roket atarız…”
H.D. Hakan Fidan diyordu ki mesela, “Ben karşıdan sekiz tane füze attırırım, istediğimiz yerde operasyonu yaparız.” O toplantıda kalkıpta, “Sen kim oluyorsun da kendi vatandaşına böyle bir pusu kuruyorsun?” diyemeyen kişi Yaşar Güler. Bugün mü diyecek bunu?
T.A. Hüseyin Albay, hem bir ekleme olsun hem de bir soru olsun, yani komuta kademesinin bu kadar çekingen ve korkak davranmasında AKP iktidarı ile, yani Tayyip Erdoğan‘la oluşturduğu bir suç ortaklığının da etkisi var mı? Bana sorarsanız var. Çünkü Tayyip Erdoğan gittiğinde bu komuta kademesi Suriye’den, 15 Temmuz sürecinden sonraki bütün olaylarla ilgili yargılanır. Sizce? yoksa ben abartıyor muyum? Siz beni düzeltebilirsiniz.
H.D. Şimdi şöyle, mesele Tayyip Erdoğan meselesi değil. Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek ittifakı söz konusu. Biz sadece Tayyip Erdoğan’ın ismini telaffuz ediyoruz ama bu üçü birlikte zikredilmeli daima. Bir de şu var, mesela Yüksek Askeri Şura toplantısı neden ertelendi? Neden tam da Yüksek Askeri Şura toplantısı öncesinde bu orman yangınları çıktı? Neden ‘TSK’ya yetki verilsin’ tagları açıldı Twitter’da? Madem komplo teorilerine gireceğiz, bunuda o zaman yanına koymak gerekir. O yüzden şu anki yönetim ve komuta heyeti, insanlığa karşı sistematikleşmiş suçlar var, bunlardan dolayı zaten yargılanacaklar. Yani Genelkurmay karargahında yapılan işkenceler var, sadece emniyet müdürlüklerinde değil. Mesela Van’da askeri helikopterde linç, aşağıya inince linçle – komutlu linçle – öldürülen insan var. Ve tabii burada bir kişinin öldürülmesi değil mesele. O cinayete bulaşan herkesin yürütme makamlarınca, yargı makamlarınca kayırılarak o cinayetin devletleştirilmesi problemi var. Bu insanların tamamı bu insanlığa karşı suçlardan yargılanacaklar zaten. 15 Temmuz hadisesini çok kısa anlattım – hani belki uzun sayılabilir ama, benim için çok kısa – orada kendi vatandaşını öldüren ve bunu asker öldürmüş gibi gösteren bir bürokrasiden bahsediyoruz. Marmaris mesela bu anlamda biraz ilginç geliyor. Marmaris’te Cumhurbaşkanı’na suikast yalanı oradan pompalandı, orada beslendi, deliller orada karartıldı, kamera kayıtları orada yok edildi ve bütün Türk ve dünya kamuoyuna, Marmaris’e askerler geldi de, işte Cumhurbaşkanı’na suikast düzenledi dediler, o askerleri de ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırdılar ve kaç tane kişi öldürüldüyse o kadarla, halbuki onlardan 3 saat önce yapılmıştı ve en büyük – yani 15 Temmuz resmi söyleminin yalan olduğunu kanıtlayan en büyük hadise – Marmaris’te gerçekleşti ve şu anda o yanan bölgelerde gerçekleşti.
T.A. Evet. Hüseyin Albay yanılmıyorsam – yanlışsam beni düzeltin lütfen – birkaç gün önce veya bir hafta önce Müyesser Yıldız’ın bir videosunu izlemiştim O da sizin dediğinizi söyledi. Bu Marmaris’te işlenen cinayetler, Tayyip Erdoğan’ı korumakla görevlendirilmiş güvenlik görevlileri, daha askerler oraya gelmeden önce, yani farklı kişiler tarafından öldürüldü mealinde bir açıklaması var.
H.D. Bakın, Müyesser Yıldız bunu aradan dört sene geçtikten sonra söyledi. Ben dört sene önce başladım bunları haykırmaya. Bu zaten, şu anki OHAL rejimi var ya, KHK rejimi, 15 Temmuz söylemleri, o 20 Temmuz’da ilan edilen – hani Kemal Kılıçdaroğlu’nun kontrollü darbe dediği – ki ben bunu kontrollü darbe değil, Recep Tayyip Erdoğan ve onun yanındaki o Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek ve diğer paramiliter güçler, Emniyet müdürleri, valiler, hakimler, savcılar onların ortaklığıyla ve ortada kendi Mehmetçiğini pusulayan komutanlar var; oyalayan, “Benden emir bekle,” diyen, kendisi bir yerde saklanan – mesela isparta’da saklanan Bülent Bostanoğlu gibi – şimdi, bu arada Hulusi Akar’ın Akıncı‘ya emir vere vere gittiği, orada sabaha kadar filtre kahve içen birisinden bahsediyoruz… Şimdi, biraz önce dediniz ya, işte bunların hepsi yargılanacak. Hepsi yargılanacak.
T..A. Yani bir suç ortaklığı var. Onun için, işte o suç ortaklı yaptığın mekanizmayla veya kişi ile koordineli olmak zorundasın. Aksini yaptığın zaman yargılama, yani birisinin çökmesi veya bu sistemin çökmesi onların da yargılanması anlamına gelecek değil mi Hüseyin Abay?
H.D. Diyelim ki 100 milyar tane domino taşı var. Hepsini dizdiniz, bir tanesi düştüğünde geri kalan milyarlarca taşların hepsi düşecek. Şu an bu sistemde bir yerde gedik verdiklerinde, bu baskılamayı azıcık kaldırdıklarında, bir tanesi hukuka uygun bir bir adım attığında bütün sistem çökecek. Hepsi birden, anında çökecek. Sadece bir tanesi dese ki, “Ya ben artık bu kadar suçun, bu vahamette bir suçun ortağı olamıyorum artık, olmak istemiyorum artık,” deyip kenara adım attığında, ya bu sistemin diğer elemanlarınca öldürülür veyahut sistem komple çöker. Çok net yani.
T.A. Hüseyin Albay bu bölümü burada kapatalım, epey yine uzattık ama ister istemez konular çok kompleks, çok kapsamlı, biz de biraz detaylı ele almaya çalışıyoruz bu konuları…
H.D. Geçmeden önce şunu bir sorabilir miyim? Verdiğim cevaplarda, hani, bir tutarsızlık bir çelişki bir şey var mı? Eğer var ise onu anlatmaya çalışayım, izah etmeye çalışayım net olmaya çalışıyorum ama…
T.A. Ben görmedim Hüseyin Abay. Siz tabii ki kendi perspektifinizden, ordu’da görev yapmış bir albay olarak kendi perspektifinizden anlattınız ve bana anlattıklarınız son derece tutarlı geliyor. Bunu burada söylemek isterim. Ben zaten herhangi bir çelişki görsem bunu size sorardım yani o konuda emin olabilirsiniz.
Muhreç Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş Kimdir?

1970 yılında Sivas’ta doğdu. İlk ve orta öğreniminin ardından Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu eğitimini tamamlayarak 1994 yılında Deniz Subayı olarak Teğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hizmet etmeye başladı. 22 yıllık deniz subaylığı süresince Deniz Kuvvetlerinin çeşitli yüzer ve kıyı birliklerinde ve çeşitli uluslararası pozisyonlarda görev yaptı. 2016 yılında Bükreş Deniz Ataşesi görevinin tamamlanmasının ardından Türkiye’ye döndüğünde, Romanya’da iken Türkiye’de adam öldürmüş ve yaralamış gibi gösterilerek gözaltına alındı. Ardından hak mücadelesine başlayınca memuriyetten çıkarıldı. Kendisini bir insan hakları aktivisti olarak tanımlayan Hüseyin Demirtaş halen Türkiye’deki rejim değişikliği ve milyonlarca vatandaşa karşı uygulandığını düşündüğü insanlığa karşı suçlarla mücadele yürütmektedir. Evlidir, 3 çocuk sahibidir, İngilizce bilmektedir.