Podcast (1. Bölüm) | Turan Altuner – Muhreç Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş / Transcript
- Ben Turan Altuner, Görüş 21.com’a hoşgeldiniz. Bugünkü konuğumuz Emekli Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş. Ben hayatımda ilk kez bir askerle ülke sorunları ile ilgili sohbet etmiş olacağım, benim için de çok yeni bir tecrübe olduğunu hemen söylemek isterim.
Kısaca size Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş’ı tanıtmak isterim. 1970 yılında Sivas’ta doğdu. İlk ve orta öğreniminin ardından Deniz Lisesi, Deniz Harp Okulu eğitimini tamamlayarak 1994 yılında deniz subayı olarak Teğmen rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nde hizmet etmeye başladı. 22 yıllık deniz subaylığı süresince Deniz Kuvvetleri’nin çeşitli yüzer ve kıyı birliklerinde ve çeşitli uluslararası pozisyonlarda görev yaptı. 2016 yılında Bükreş Deniz Ateşesi görevini tamamlamasının ardından Türkiye’ye döndüğünde, Romanya’dayken Türkiye’de adam öldürmüş ve yaralamış gibi iddialarla gözaltına alındı. Ardından hak mücadelesine başlayınca memuriyetten çıkartıldı. Kendisini bir insan hakları aktivisti olarak tanımlayan Hüseyin Demirtaş halen Türkiye’deki rejim değişikliği ve milyonlarca yurttaşa karşı uygulandığını düşündüğü insanlığa karşı suçlarla mücadele yürütmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. İngilizce bilmektedir.
Evet, bugün çok hassas bir konuyu işleyeceğiz değerli dinleyiciler. Oldukça da kapsamlı bir söyleşimiz var. Hüseyin Albay’dan söyleşi randevusu almışken kapsamlı bir söyleşi yapalım dedik. İttihat ve Terakkî’den başlayacağız, Sedat Peker’in açıklamalarına kadar geleceğiz.
Öncelikle Hoşgeldiniz Hüseyin Bey, teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.
H.D: Sağolun, ben teşekkür ederim.
İlk sorumla başlamak istiyorum. Siz bir Kurmay Albay’dınız, sonra çeşitli iddialarla ordudan atıldınız ve ardından bir hak mücadelesine başladınız. Kanun Hükmünde Kararname ile görevinizden alındınız. KHK’ların bir soykırım suçu oluşturduğunu söylüyorsunuz. Bize bu KHK’ların neden bir soykırım suçu işlediğini anlatır mısınız? Neden buna bir ‘Soykırım Suçu’ işleniyor diyorsunuz? İkinci sorumu da hemen sorayım; bu soykırım ithamı biraz abartılı bir itham olmuyor mu?
H.D: Evet, bu ‘soykırım’ dememi abartılı bulan çok insan var. Ama uluslararası hukukta tanımlanmış ve kabul görmüş bir soykırım tanımı var. Bizim Türk Ceza Kanunu’nda ise biraz daha basit bir tanımı var. TCK’da 76 ve 77. Maddelerde geçen iki tane uluslararası suç var ve bir de onları tanımlayan TCK’daki 78. Madde var. Şimdi, KHK’ların buradaki bu üç maddeden – 77’nin karşılığı insanlığa karşı suç – 77 olduğu tartışmasız. Fakat, TCK 76’daki bazı eylemler var ki, uygulamalar onları da içeriyor. Dolayısıyla, ben bundan dolayı soykırım suçu olduğunu da ifade ediyorum.
Bir de kamuoyunda, akademik camiada da, özellikle buna ‘Sosyal Soykırım’ da deniliyor zaten. O hani, TCK’nın dışında bir tanımlama ‘Soysal Soykırım’, dolayısıyla kabul anlamında – akademik kabul anlamında – sosyal soykırım olduğu da kesin ama ceza yargılaması anlamında soykırım suçu mudur, insanlığa karşı suç mudur, ikisinin arasında ceza anlamında hiç bir fark yok, sadece lafızda farklılık var, çünkü ikisinin de cezası ağırlaştırılmış müebbet. Ama suçun işleniş tarzından verilen ad. Bu arada şu detayı paylaşayım; Nazi suçlularının yargılamalarında, o kişiler insanlığa karşı suç işlemekle yargılandılar. Çünkü o tarihte ‘Soykırım’ suçu tanımlanmış değildi.
Dolayısıyla şöyle bir şey var; soykırım suçu, tanımlanarak konulan bir suç, yani kabul görerek. Zaten uluslararası camiada şu anda devletler ne yapıyorlar, ‘ben şu suçu soykırım olarak kabul ediyorum’ diyorlar. Çin’de Uygular’a yapılanı, diyorlar ki ‘ben bunu artık soykırım suçu olarak kabul ediyorum’. Buradan ne anlıyoruz? Bir nosyon üzerinden gidiliyor, bir tanımlama üzerinden gidildiğini anlıyoruz. Dolayısıyla, ben bunu bugün bu şekilde telaffuz ediyorum, bunu bugün değil, bunu Kasım 2016’da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na yazdığım bir yazıda zaten belirttim ve o zaman 15-16 madde belirlemiştim KHK ile bir kişiyi ihraç etmenin doğrudan sonuçlarının soykırım suçunun içeriğiyle örtüştüğü manasında.
Şimdi, zaman içerisinde bunların listesini tuttum. Yani bir kişi ihraç edildiyse bu ne demek oluyor ve burada baktığım zaman şunu görüyorum; şu ana kadar 136 tane madde tespit ettim. Yani ihracın karşılığı, ihraç sözcüğü çok yetersiz. Kamuoyuna KHK ile ihraç edilmek, bir işten atma gibi gösteriliyor. Öyle değil. KHK ile ihraç edilmenin – bakın, otomatik – tartışmasız doğurduğu sonuçlar, sizi, sosyal anlamda ölüleştiriyor, ekonomik anlamda ölüleştiriyor, vatandaş anlamında ölüleştiriyor, hukuk kurumları, yargı kurumları karşısında ölüleştiriyor. Yani, bir mahkemeye dilekçe verdiğinizde, verdiğiniz dilekçeler mütemadiyen örtbas ediliyor. Benim şu ana kadar belki 150 civarında başvurum var. İdari anlamda ölüleştiriyor, yani siz bir vatandaş olarak diyelim ki idari bir kuruma, yürütme organlarına çeşitli dilekçelerle başvuruda bulunuyorsunuz ve diyorsunuz ki mesela, ‘Bana karşı şu suçlar işlendi”, idare de bunları örtbas ediyor. Diyor ki, “Ben bu adama KHK ile terörist dedim, dolayısıyla bu adamın kendi hayatını, çocuklarının hukukunu, eşinin hukukunu, aile fertlerinin hukukunu koruma adına bana yaptığı bütün müracatlar boştur. Yoktur.” Şimdi mesela ben HSK’ya dilekçe gönderiyorum, bana Hakimler Savcılar Kurulu’nun verdiği cevap diyor ki; “Biz sizin dilekçenizi işleme koymadık,” diyor. Şunu demiyor bakın, “Dilekçenizi inceledik. Sonucunda ortada size karşı işlenmiş bir suç olmadığına hükmettik,” demiyor. “İşleme koymadım” diyor. Anlatabiliyor muyum? “Dilekçeni alenen işleme koymuyorum senin,” diyor.
- Siz yurttaş haklarından mahrumsunuz KHK’lılar olarak yani değil mi? Vatandaşın dilekçe verme hakkı var, soru sorma hakkı var..
H.D: Tabi. Dilekçenizi veriyorsunuz ama ne oluyor? Karşılığında bir reaksiyon yok. Karşılığında gördüğünüz reaksiyon, örtbas reaksiyonu. Şimdi mesela diyelim ki ben, Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmak istiyorum. Benim Anayasa Mahkemesi’ne başvurumu eşim de yapabiliyor. Eşim gittiğinde başvuru harcını aldılar, dilekçeyi vermek için gittiğinde “Siz veremezsiniz,” dediler.
- Sizin dilekçe verme, devlete soru sorma, hak arama hakkınız yok yani.
H.D: Yok.
- Yani yurttaşlık haklarından mahrum edilmektir bu.
H.D: Mesela siyasi anlamda, yurttaşlık ne demek? Milli egemenlik ilkesi gereği bir vatandaş, devletin yönetiminde doğrudan yetkilidir. Bu yetkisini nasıl kullanır? Oy vererek. Mesela hatırlar mısınız, İstanbul seçimlerinde KHK’lıların akrabaları oldukları için sandık kurullarında görev yapamazlar, oyları sayamazlar gibi tartışmalar olmuştu ve bundan dolayı Yüksek Seçim Kurulu İstanbul Belediye seçimlerinde birinci seçimi iptal etmişti. Hatırladınız mı?
- Onu bilmiyordum, hayır. Çok ilginç.
H.D: Dediler ki, yani… Şimdi siz, oy veremiyorsunuz. Diyor ki, “Biz bulara KHK ile terörist dedik. Bu şahısların kullandıkları oylarla belediye başkanı belirlenemez,” diyor. Bu şahıslar, mesela, diyelim ki noterde bir alış satış yapılacak değil mi, notere şahit olarak bir KHK’lıyı götürdüğünüzde şahitliğini kabul etmiyor noter mesela. Bu ne demek? Sizi öldürmek demek yani. Fiilen, medeni anlamda öldürmek demek.
Şimdi, diyelim ki mesela, bana terörist diyor ama bu arada beni ihraç eden, yani o ihraç kararı sürecinde ve altında imzası olan şahıslar çıkıp mesela uluslararası kamuoyuna diyor ki – beni ihraç eden şahıs kim? Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar – bir NATO toplantısında açık olarak diyor ki “Bunlar teröristtir,” diyor. Dolayısıyla, KHK ile ihraç edilmiş olmak, otomatik olarak terörist diye lekelenmiş olmak demektir.
- Hüseyin Bey, somut olmak açısından söylüyorum, bir Kurmay Albay olarak, bir asker olarak size yöneltilen suçlama darbeci olmak suçlaması mıdır? Somut suçlama ne? Yoksa böyle bunlar şey, cemaat diyebilir miyim? Bunlar cemaatin çevresinde olan bir asker grubu ve bunların devletten temizlenmesi gerekiyor mu?
H.D: Ben hadiseye tamamen devlet ve vatandaş kimliği üzerinden bakıyorum.
- Anladım.
H.D: Çünkü, şöyle bir durum var, bu cemaat konusuna temas edeyim burada. Şimdi, cemaatçi olanlar, bu yapılanların kendilerine yapıldığını zannediyor ve telaffuz ediyor. Bunu böyle dar bir çerçeveye indirgediğinizde, olay bir AKP veya Recep Tayyip Erdoğan – Fettullah Gülen mücadelesine indirgeniyor. Halbuki KHK için, bakın benim kullandığım şey çok farklı. KHK ile ihraç, mesela diyorlar ki “150 bin , 130 bin , 200 bin civarında insan kamu görevinden ihraç edildi.” Hayır, KHK metinlerinin içerisine baktığınız zaman yüzlerce medya kurumu var, yüzlerce dernek var, yüzlerce özel şahıs var, yani münferit mülkiyet hakkının gaspı var. Yani Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilen özel mülkler var. Şimdi, KHK ihraç konusunu sadece şahıs bazına indirgediğinizde sanki 130 bin , 150 bin , 200 bin… Bu rakamı da bilmiyoruz. Neden bilmiyoruz? Çünkü bazı ihraç işlemleri bu KHK metinlerinin arkasında listelerle yapıldı, bazı ihraç işlemleri ise bakan kararıyla, YÖK kararıyla, üniversiteler arası kurul vesaire birtakım böyle kararlarla yapıldı. Dolayısıyla sadece ihraç edilen kişi eline veya evine bir mektup geldiğinde “Biz sana terörist dedik ve seni artık ölüme mahkum ettik,” denildiğinde benim ondan haberim olmuyor mesela. Kamuoyunun da haberi olmuyor, anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla KHK tek bir işlem değil. KHK yaygın olduğu için hani, “KHK, KHK’lılık”, böyle telaffuz ediyoruz ama arka planda ‘ihraç’ dediğimiz ölüleştirme – hangi anlamda – sivil anlamda, medeni anlamda, sosyal anlamda, ekonomik anlamda, vatandaşlık anlamında, hukuki anlamda ölüleştirme.
Şimdi, bir de bu kadar basit değil ki. Bana şunu dayatıyor, diyor ki, “Sen teröristsin, sen kâfirsin, sen münâfıksın, sen vatan hainisin, senin iki neslini de böyle imha edeceğim.” Çünkü, bununla ilgili, Polis Akademisi’nde mesela bir çalıştay yapılıyor, çalıştayda alınan karar şu: Bunlarla – yani o hedef gösterilen kişilerle – nesillerle savaş ilkesi doğrultusunda mücadele edilecek diyor. Bu ne demek? Benim Hüseyin Demirtaş’ı öldürmem yetmiyor. Onun kaç nesil olduğunu da, beni ihraç eden Cihat Yaycı Tuğamiral – o zaman Tuğamiral’di, sonra Tümamiral oldu, sonra da istifa etti – canlı yayında çıktı dedi ki, “Bu mücadele,” yani bu ölüleştirme sistematiği, “iki nesil devam edecek” dedi, en az. Yani nesillerle savaşı, nesillerini yok etmeyi… Bir de bakıyorsunuz kullanılan ‘Operasyon’ sözcüğü. Yani, şimdi 15 Temmuz 2016 hadisesi ile de ilişkisi yok, çünkü bakıyorsunuz o gün 14-15 yaşında olan çocuklar yüzlerle ifade edilen kitlesellikte kendileri hakkında soruşturma açılıyor ve gözaltına alınıyorlar. Onlar 15 Temmuz hadisesinde çocuktu. Bu neyi kanıtlıyor? Nesillerle savaş sistematiğini kanıtlıyor. Bu birinci nesil demek. Dolayısıyla birinci nesil bitince, ikinci nesil… Yani şu an, 2021’de 15 yaşında olan çocuklar bundan üç beş sene sonra bu şekilde infaz edilecekler demek.
- Bu korkunç bir olay tabi. Suçun bireyselliğinden, böyle toplumsal bir kesimi peşinen suçlu ilan etmek ve o anlamda vatandaşlık haklarını almak. Bu korkunç bir şey.
H.D: Ama şimdi bakın, suçun bireyselliği mevzuu yok burada. Çünkü ortada suç yok, anlatabiliyor muyum. Şimdi, mesela Hıristiyanlıkta şöyle bir doktrin var, hani aslî günah denilen bir şey var, Peccatum Originis. Yani, daha ilk insan güya bir suç işliyor, bir hata yapıyor ama o ilk insana yapılan ithamın sonucu olarak, doğan bütün insanlar suçlu. Bu KHK infazlarında da bu aynı saçma mantık var.
- Hüseyin Bey, aslında söylemek istediğim şuydu, suçlu derken belli bir toplumsal kesimden bahsetmedim şüphesiz. Bu cemaatçi olur, toplumun diğer kesimlerinden olabilir de… Şimdi, öne sürülen argüman sürekli şu: bunlar cemaatçi, bunlar genellikle CIA tarafından, böyle bir Big Boss tarafından sevk ve idare edilen, Türkiye’de ordunun içine sızmış, farklı kurumların içine sızmış bir dini örgütlenme. Ve diyorlar ki, bu cemaat örgütlenmesi devlet kurumların içinde öyle yaygınlaştı ki, son derece ‘conspirative’ bir örgüt, bunları normal, hukuksal yollarla bertaraf etmemiz mümkün değil, deniliyor. Hemen bunu şey yapmak istedim. Ben bu konularda çok şeyim, bu pratiklere çok şeyim, ben cemaat pratiğine de çok eleştirsel yaklaşan biriyim. Aynı zamanda devletin şu anda uyguladığı politikalara da çok eleştirsel yaklaşan biriyim. Burada işkenceler var, çoluk çocuk mahkum etmeler var, açlığa mahkum etmeler var, vatandaşlık hakkından mahrum bırakma var. Geniş kapsamlı bir şey yani, nasıl söylesem, bir insan hakları ihlali var. Bunu kendi açımdan hemen söylemem lazım.
H.D: Şimdi, haklısınız. Ve ben bu süreçte çok fazla iddianame okudum, mahkeme tutanağı okudum, bu arada birbirine benzemez çok farklı kesimden vatandaşımızla da sosyal medya üzerinden ciddi bir irtibatım var. Bunların içerisinde itirafçı olan insanlar da var. Yani, “Ben bu cemaatin mensubuydum, bu cemaatin kamudaki birtakım oluşumlarında rol aldım, TSK’de de aynı şekilde rol aldım, kamu bürokrasisinde de, sivil bürokraside de rol aldım” vs. diyen bir çok takipçim var onlarla da özel yazışmalarım, görüşmelerim oluyor. Çünkü hadiseyi – hani resmi bir söylem var ya – o resmi söylem üzerinden değil, bireylerle doğrudan temas ederek doğrudan onlardan almak istiyorum. Ama bu çalışma yöntemi ne yapıyor? Benim beş yılımı aldı mesela. Beş yıl sonra ulaştığım bilgiler var, anlatabiliyor muyum? Şimdi, dolayısıyla bir kere yeryüzünde hiç bir insan evladı Türkiye’de toplumun sosyal katmanlarında da, bürokratik katmanlarında da, Fettullah Gülen’i takip eden, O’nu seven insanların olmadığı iddiasını ortaya atamaz, bunu inkar da edemez. Bu bir gerçek. Bu bir realite. Dolayısıyla bu ayrı bir konu. Bu realiteyi bir kere insanların telaffuz etmesi lazım. Bazı insanlar savunma refleksiyle realiteleri inkara kalkışıyorlar. Bu çok yanlış, birincisi bu.
İkincisi, aslında ortaya atılan biraz önce saydığınız şeyler bir argüman değil, bir dayatma. Neden? Çünkü bana diyor ki, “Sen Fettullah Gülen’in donunu kokladın. Sen, diyor “Fettullah Gülen’in verdiği emirler doğrultusunda asker oldun, şöyle yaptın böyle yaptın.” Bunun yanında bana diyor ki mesela – en son yaptıkları haberlerin manşetinden bir tanesi – “Bu kumpas davalarının, kumpas kurgulayıcılarındansın,” diyor. “Hüseyin Demirtaş, Türkiye’deki kumpas davalarının ileri gelen kurgulayıcılarından,” diyor. Bunların hepsinin yalan olduğunu, iftira olduğunu kendileri de biliyor. Ama, bunları o kadar çok tekrar ediyorlar ki, o zaman kamuoyu diyor ki, işte ortaya böyle bir argüman atıyor. Halbuki ortada bir argüman yok. Adam bana iftira atıyor alenen. Dolayısıyla, bunu yazarken diyor ki, “İsmini açıklamak istemeyen bir yetkili böyle söyledi,” diyor. Ben halbuki adımla, sanımla ortadayım. Bana o zaman neden, mesela Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gittiğim zaman ‘Sahte Müşteki’ ifade tutanağı veriyorsunuz? Madem ben böyle bir teröristim, madem Fettullah Gülen’e biat etmiş bir gerizekalıyım, madem Fettullah Gülen’e biat etmiş, O’nun için bir casus olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’de görev yapmışım, çok net olarak benim karşıma çıkıp dersiniz ki, “Bak, Hüseyin Demirtaş, sen şu belgeleri satmışsın. Sen, gitmiş Ergenokon Davası’nda şöyle şöyle yapmışsın. Balyoz Davası’nda şöyle şöyle yapmışsın. İşte fuhuş, askeri casusluk davalarında şöyle şöyle yapmışsın,” diye benim önüme koyarsınız, ben de utanırım, değil mi? Mahcup olurum, bütün dünyaya mahcup olurum, sekizbuçuk milyar insana mahcup olurum, değil mi? Şimdi, bunu yapmıyor. Ortaya devamlı bu şekilde pompalamalar yapıyor. Eee, KHK’lılar homojen bir yapı mı? Değil. Çünkü içinde Fettullah Gülen’e küfreden insanlar da var. İçinde, kendisini Ülkücü diye tanımlayan, Ulusalcı diye tanımlayan, Ateist diye tanımlayan, Sosyalist, Komunist diye tanımlayan, Alevi, Sünni diye tanımlayan, Tarikatçı diyen, başka Menzilci, ocu bucu diye tanımlayan kişiler var. Dolayısıyla, sizin aslında kendinizi nasıl tanımladığınızın da bir önemi yok.
Bu arada, hep ne diyorlar, “15 Temmuz’da kanlı bir darbe kalkışmasına kalkıştılar.” Ben 15 Temmuz’da Türkiye’de bile değildim. Madem haklısınız, neden ben yurtdışında görevdeyken sanki Türkiye’de adam öldürmüşüm diye beni gözaltına alıyorsunuz yatalak vaziyette? Bunlara ihtiyacınız yok ki. Yani, bu kadar sahtekarlığa ihtiyacınız yok. Ne yapıyor mesela şimdi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı? Twitter’da bir tane Sürgün Binbaşı diye hesap var, ben oymuşum da, o hesap üzerinden Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret etmişim diye sahte iddianame düzüyorsunuz. Bu kadar sahtekarlığa neden ihtiyacınız var? Anlatabiliyor muyum?
Dolayısıyla, ortada argüman yok. Ortada dayatma var. Yani size diyor ki: “Ben, seni, terörist yapmak istiyorum. Ayrıca bununla da yetinmeyeceğim, senin hayatını, hürriyetini, elinden alacağım.” Mesela Nazi döneminde ne yapıyorlardı? Bir kere öldürüyordu adamı değil mi? Gaz odasına atıp, bitti. “Hayır,” diyor, “ben senin nefes almana müsaade edeceğim, ama, seni yaşadığın sürece her an, yeniden öldüreceğim,” diyor. Çünkü ‘Medeni ölüleştirme’ bu. Yani, çocuğunuzun okuldaki veli toplantısına gidemez hale getiriyor sizi. Ne bileyim, diyelim bir sitede oturuyorsunuz, apartman kurulunda bir toplantıya katılamaz hale getiriyor sizi. Anlatabiliyor muyum? Veyahut, televizyonda mesela, aleyhimde bir sürü haber yapıyorlar, diyorum ki, “Eğer gazetecilik ilkeniz var ise, madem mesela Cihat Yaycı’yla bunu konuştunuz…” Şimdi bu arada, diyor ki Cihat Yaycı – yani Cihat Yaycı bir şahıs değil. O, bu ihraç sistemini yürüten, altında imzası olan kamu görevlisi. Dolayısıyla devletin tavrı budur -diyor ki, “Bunlar, Müslüman değil. Bunların kabul ettikleri İslam, İslam değil,” diyor. Nereden biliyorsun benim ne kadar Müslüman olduğumu? Anlatabiliyor muyum? Bu cümleleri kurarken de, “Bila-istisna” diyor. Bu ne demek? İstisnasız. Anlatabiliyor muyum?
- Hüseyin Bey bir soru sormak istiyorum. Bu Cihat Yaycı’nın hayata geçirdiği, konseptini yaptığı bir şey var…
H.D: Fetömetre.
Evet, Fetömetre var. Onun hakkında yakından bilgiye sahip misiniz? O Fetömetre neyi içerir? Uygulaması nasıl oluyor? Bir de basına yansıyan bir şey var – biz burada bilemeyiz, bu sadece bir iddia, bunu da söylemek zorundayım – kendisinin de bir zamanlar Cemaatle ilişkisinin olduğu söyleniyor. O yapıyı yakından bildiği için böyle bir Fetömetre konseptini kurguladığı söyleniyor. Bu konuda bir bilginiz var mı?
Şöyle. Fetömetre’yi anlamak için önce şunu söyleyeyim. Bu Nazi, Holokost, soykırımında insanlarda birtakım ölçümler yapılıyordu. Yani, Alman insanının kafatasının yapısı şöyledir, Yahudi’nin kafatası böyledir, burnu böyledir diye ölçüm cihazları, aparatları yapmışlardı. Ve ona göre, diyelim ki mahallelisi diyor ki mesela – ‘Sosyal Çevre Bilgisi’ diyor buna Anayasa Mahkemesi – “Bu şahıs Yahudidir,” diyor, onları topluyorlar. İyi güzel de, bir de kripto Yahudiler olmalı, değil mi? Onları da kafataslarını ölçerek, gözlerini ölçerek, burunlarını ölçerek diyorlardı ki bunlar Yahudidir, dolayısıyla bunlar öldürülebilir. Şimdi, Fetömetre, 1940’larda kullanılan o Yahudimetre’nin 21. Yüzyıl versiyonu. Ve Fetömetre’nin içerisinde, zaman içerisinde değişen sayıda kriterler var. Yani bir Xcell tablosu yapmış, ha bu arada Fetömetre sadece Cihat Yaycı’ya özgü bir şey değil, tüm kurumlarda kullanılan Fetömetre’ler var. Yani İçişleri Bakanlığı başka bir liste kullanıyor, ne bileyim, Danıştay başka bir liste, Milli Eğitim Bakanlığı başka bir liste… Fetömetre’nin bu kadar meşhur olması, kamuoyuna tek elden ve ‘Soykırım Sistematiği’ diyorum ben buna ve Fetömetre bir soykırım suç aletidir. Çünkü içerisine baktığınız zaman şu var, diyor ki, “Birinci derece akrabalarının içerisinde Bank Asya’ya para yatırmış olan var mı?” Ona göre size bir teröristlik puanı veriyor. Bakın, şahsınızla ilgili değil mevzu. Sizin meçhul bir soy bağlınızın Bank Asya’da hesabı var ise – daha doğrusu var ise değil, olmuş ise geçmişte, siz bunun farkındasınız ya da değilsiniz, bu önemli değil – oradan o tanımadığınız soy bağlınızın Bank Asya’da bir parası, mevduatı dolayısıyla size bir teröristlik puanı geliyor.
- Bir puanlama sistemi var yani?. Bank Asya’da hesabı varsa şu kadar terörist olma ihtimali var…
İhtimal değil, bir teröristlik dayatma programı bu. Ve bu seçmeci biçimde. Yani diyelim ki mesela toplam, şu an hatırlamıyorum 78 civarında galiba madde var, açarım, dosyalarımda var da bu Fetömetre konusunda. Mesela diyelim ki sizin bir akrabanızda Bylock var. Mesela çok net olarak bir somut örnek vereyim, İsmail Gül Albay. Çok içimde yaradır bu çünkü. Bir Kıbrıs gazisi, emekli olmuş ve 20 küsür sene geçmiş emekli olduktan sonra. Adamcağız 80 yaşında falan birisi yani. Bodrum’da mı bir yerde tatildeyken Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ihraç ediyor bu albayımızı. Ama ihraç değil, yani teröristlik dayatıyor. Yani ihraç dediğim şeye otomatikman terörist, hain, kafir, casus, bunları ekleyeceksiniz. Çünkü karşılığı bu, pratik karşılığı bu. Bu komutanımız kanser oluyor bunun üzerine, 6 ay sonra da vefat ediyor. Olay şu. Kendisinin, yanılmıyorsam diş hekimi, oğlu var. Oğlunda Bylock var gibi gösteriyorlar, oğlunda Bylock var diye 20 yıl önce emekli olmuş bir gazi subayı teröristlik iftirasıyla ihraç ediyorlar, adamcağız kanser oluyor, altı ay sonra vefat ediyor, vefatından altı ay sonra Bylock listelerinden oğlunun adını çıkartıyorlar ve onu iade ediyorlar.
Bakın, şimdi burada, bu merhum gazimizin yaptığı herhangi bir fiil var mı? Adamın hiç bir fiili yok yani. 15 Temmuz’a katılmış mı? Adam 20 sene önce emekli olmuş. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son yirmi yılında, hani Türkiye’de AKP iktidarında, son 20 yılda, en ufak bir dahli, müdahelesi, katkısı, etkisi bilmemnesi var mı? Yok, çünkü adam emekli olmuş 20 yıl önce, AKP iktidara gelmezden evvel belki, emekli olmuş gitmiş adam. Dünyayla bir ilişkisi var mı? Yok, adam tatilde. Oğlunda Bylock var gibi gösteriyorlar, ihraç ediyorlar. Zaten Hulusi Akar, Milli Savunma Bakanı diyor ki, “Emekli olanların bile peşini bırakmadık, biz bunları da ihraç ettik,” diyor. Alın size somut örnek. Ve ne yapıp yapmadığınızla hiç bir ilgisi yok, bu vatan haini dayatması. Adam Kıbrıs gazisi, ne alakası var vatan hainliği ile? Çok somut bir örnek.
Başka bir örnek mesela, Afganistan’da şehit olmuş bir Astsubay arkadaş. Üç ay geçmiş şehit olduktan sonra, üç ay sonra ihraç ediyorlar. Şimdi, ölmüş gitmiş bir kişiyi ihraç etmenin o şahsa bir etkisi var mı?
- Hayır, yok tabii kesinlikle.
H.D: Yok. Ama onun arkada kalan soy bağlıları ne oldu şimdi? İltisak denilen, o hani nesillerle savaş var ya, onun kurbanı yapılıyorlar böylece. Yoksa, ölmüş gitmiş bir insanı neden ihraç edersiniz? Bunun pratik sonucu ne? Onun hayatta kalan soy bağlılarına teröristlik dayatması, iltisak dayatması yapabilmek için. Şimdi bu iltisak dayatması nerede kullanılıyor? Fetömetre’nin içerisinde, o ölmüş gitmiş kişi ihraç edildikten sonra bir yeni döngü başlıyor. O Fetömetre, o Xcell tablosu şimdi onun çocukları, eşi, birinci derece akrabaları için puanlamaya giriyor. Eğer onun içerisinde hedef alınan birileri varsa, yani bu bir döngü ve bu döngüyü ne kadar isterse o soykırım iradesi dediğim irade, o kadar genişletiyor ya da daraltıyor. Sistem böyle bir şey. Dolayısıyla burada şu yok, işten atma diye bir şey yok. Çünkü, adam zaten işte değil ki. Yirmi sene önce emekli olmuş adam işte mi, çalışıyor mu? Değil. İşten atma yok. Ve Milli Savunma Bakanı’nın bizzat kullandığı ifade, “İhraç ettiğimiz kişiler teröristtir,” bir. İkincisi, “Bunların emekli olanlarının da peşini bırakmıyoruz. Operasyonlarımız devam ediyor.”
Şimdi, siviller için belki ‘operasyon’ sözcüğü bir anlam ifade etmeyebilir. Kullanan şahıs kim? Bir asker. Bir bakan. Nasıl bir bakan? Milli Savunma Bakanı uluslararası hukukta devlet adına imza yetkisi olan nadir kişilerden biri, devleti temsil eder. Böyle bir şahıs diyor ki, “Operasyonlarımız devam ediyor.” Şimdi şahıs asker, Milli Savunma Bakanı, devleti temsil ediyor, kullandığı sözcük “Operasyonlarımız devam ediyor.” Yapılan dayatma ne? Terörist. Teröriste yapılan operasyon ne demek? “Artık öldürebilirim onu,” demek. Yani bunları büyük resimde, kim hangi sözcüğü kullanıyor, hangi statüde bu sözcüğü kullanıyor, hangi kontekstin içerisinde, hangi ortamda, hangi platformda, hangi yetki sahibi bunu kullanıyor? Bunları hep birlikte aldığımız zaman, dolayısıyla görüyorsunuz, sizin ne yapıp yapmadığınızın bir önemi yok. Yaşayıp yaşamadığınızın da bir önemi yok, ölüyü bile ihraç ettiklerine göre. Tamamen dayatma var. Öbür o hani “Ya işte bunlar çok tehlikelidir, şeydir, biz o yüzden yapıyoruz bunları…” Öyle bir şey yok. Zira bu listeler zaten çok daha önceden hazırlanmış. Bunu da ortaya koyan çok büyük kanıtlar, kendi itirafları var. Diyor ki mesela bir AKP üyesi, “Bize merkezden emir geldi ve biz bu doğrultuda listeler hazırladık,” ve AKP milletvekili Şirin Ünal, “Ona teslim ettim ben,” diyor. Bakın kadın, Ayten bir şeydi, şu an ismini hatırlayamıyorum, Aydın’da mı bir yerde AKP üyesi, AKP teşkilatında olan birisi. Bu ne demek ayrıca? Bir siyasi parti, soykırım infazları gerçekleştirmek üzere kendi altyapısını kullanarak bir suç odağı haline gelmiş.
Tabii burada şöyle bir durum var, bu sistematik nasıl işliyor? 84 milyonu bu şekilde fişlemişler. Bu fişlemeye Anayasa Mahkemesi ‘Sosyal Çevre Bilgisi’ diye bir kisve kazandırdı, fişleme çünkü suç. Sosyal Çevre Bilgisi kisvesi altında 84 milyonu fişlemişler, bunun arkasından bir damgalama ve ayıklama yapıyorlar. Yani diyor ki, “Bu 84 milyonun içerisinden, 2019 yılında hangilerine terörist diyelim?” 2020 yılında daireyi biraz daha genişletiyorlar. 2021’de biraz daha genişletiyorlar. Zaten o yüzden nesillerle savaş bu şekilde devam ediyor. Sistem şu: fişleme, damgalama ve infaz. İnfazın derecesi de farklı farklı. Eğer sadece “Bu adamı atalım işten,” diyorsa ne yapıyor? KHK listesinde ihraç ediyor. Hakkınızda hiç bir soruşturma, adli idari soruşturma yok ama siz sadece ihraç edildiğinizi biliyorsunuz, fakat bunun noterliğe gittiğinizde işlem yapamıyorsunuz. Mesela artık gelirsiz kaldınız ya, ne yapacaksınız? Diyelim ki bir tane eviniz var. Evinizi satmak istiyorsunuz değil mi? Çünkü satmak zorundasınız. Sizin bu arada vatandaş olarak vergi mükellefiyetiniz devam ediyor. Sizin sosyal güvenlik hakkınızı gaspettiler, Anayasa’da yasak bu. Herkesin bir sosyal güvenlik hakkı vardır. Engellisiniz mesela. Engelli refakat aylığınızı, yani engellinin engelli aylığını, ona refakat etmekle yükümlü aile fertlerinin refakat aylığını kesiyorlar. Deprem oldu, sel felaketi oldu mesela, eviniz su altında kaldı, yıkıldı. Ne yapıyor devlet vatandaşına, Doğal Afet Yardımı. Bakıyor diyor ki, “Senin kocan KHK’lıymış, dolayısıyla sen Doğal Afet Yardımı’ndan istifade edemezsin.” Bunu sadece Valilik yapmıyor, Belediye de yapıyor. Belediye Özel Kişilik’tir. Yani, kamu teşkilatının biraz dışında hafiften. Valiliğin neticede bir kamu kişiliği vardır ama Belediyeninki biraz daha dar bir kamu kişiliğidir. Dolayısıyla Valilik de sizi bu tarz yardımlardan mahrum bırakıyor. Neden? Kocanızın eşi olduğunuz için, aradaki soy bağına istinaden.
- Şöyle yapalım Hüseyin Bey siz bu KHK ile ilgili söylediklerinizi bir iki dakika içinde toparlayın, ondan sonra bu KHK bölümünü bitirip ikinci bölüme başlayalım. Homojenizasyon, yani İttihak ve Terakki’den beri gelen bir homojenizasyon projesi var. Biraz da daha geneli konuşalım.
H.D: Tamam. Çok özet olarak şöyle söyleyim, bir, KHK işten atma değil. Sizi sosyal anlamda, medeni anlamda, sivil anlamda, vatandaşlık anlamında, hukuki anlamda, adli, idari anlamda, insani anlamda, hatta dini anlamda öldürüyorlar. Diyor ki mesela, “Bunun cenazesi kılınmaz. Bunun cenazesi normal bir Müslüman mezarlığına defnedilemez,” diyor. Bunların çok örnekleri var bakın, bu söylediğim şeylerin çok somut örnekleri var. Mesela, “Senin namazını Allah kabul etmez.” Eğer Cihat Yaycı dediğim şahıs televizyon kanalında diyor ki, “Bunlar Müslüman değil. Bunların inandığı İslam, İslam değil,” diyor. Şimdi hangi yetkiyle, vesaire… Dolayısıyla bir tekfir – tekfir deniyor buna…
- Ötekileştirme…
H.D: Tekfir, kafir sayma demek. Bu Ortaçağ döneminde hani, cadılaştırıp da afaroz etme var ya, bunun 21. Yüzyılı. Yani kravatlı insanlar, üniformalı insanlar, kamu gücünü kullanan insanlar vatandaşa bunu yapıyor bakın. Anlatabiliyor muyum? Tekfircilik.
Bu sadece 150 – 200 bin kişiyle sınırlı değil, bunun sayısını da bilemiyoruz ama bir milyon, iki milyon insan var belki buna maruz kalan.
- Evet, o sayılar telaffuz ediliyor.
H.D: Ve bu, nesillerle savaş sistematiği ile yapılıyor. İnsanları bir ölüm koridoruna atıyorlar, maddi ve manevi anlamda öldürüyorlar. Bunu kasıtla, bir sistematikle, önceden hazırlanmış listelerle yapıyorlar. Sizin ne yapıp yapmadığınızdan, hayatta olup olmadığınızdan bağımsız. Hiç bir ilişkisi yok. Bunların 15 Temmuz hadisesi ile de ilişkisi yok. Çünkü 15 Temmuz’da ‘darbeye karşı duran’ diye bize servis edilen komutanların emirlerini yerine getiren kişiler de aynı şekilde ihraç edildi. Dolayısıyla 15 Temmuz hadisesindeki tarafınız, rolünüzle, ne yapıp yapmadığınızla da bir ilgisi yok, Türkiye’de olup olmadığınızla da ilgisi yok. Çünkü ben Türkiye’de bile değildim, ama beni Türkiye’deymişim gibi gösterip, adam öldürmekle göz altına aldılar.
Şimdi, bu kadar sahtekarlığa ihtiyaçları yokken bunu yapıyorlar. Ve bu, Anayasa tanımamak demek. Uluslararası sözleşme tanımamak demek. Hatta bunun içerisinde ‘yetki ve fonksiyon gaspı’ denilen şeyler sözkonusu. Bu, şu demek, “Ben Meclis’i tanımıyorum,” demek. “Yasa koyucu tanımıyorum demek, milli egemenlik ilkesini tanımıyorum,” demek. Anlatabiliyor muyum? Hatta kendi KHK metinlerinin içerisinde yer alan ifadeleri dahi tanımayarak bunları yaptılar. Aleyhime yapılan sahtekarlıkların belgelerini ben çok yayınladım zaten. Şu an uzatmamak için şey yapmıyorum. Otomatik bir terörist lekelemesiyle onur ve haysiyetinize tecavüz söz konusu ve bunun içerisine soy bağlılarınızı dahil ediyorlar ve bunu yüzbinlerce defa tekrarlı bir sistematiğe dönüştürdükleri için o sivil ölüleştirme bir kişi için değil, en az iki milyon kişi için mesela, iki milyon tekrarlı bir sivil ölüleştirme. Dolayısıyla bunun için soybağı işin içinde, iki milyon tekrarlı, e soykırım yani. 21. Yüzyılın modern dönem, neo-modern soykırım zaten. Buna da ‘Erdocide’ ismini koydum zaten.
Dolayısıyla, devlet tanımayan bir uygulamadır bu. Devlet kendisini yıkmıyor. Kamu teşkilatını ele geçiren bir soykırım suç örgütü, devletin, 29 Ekim 1923’te kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurum ve değerlerini sistematik bir biçimde yıktılar. Mevzu budur yani kısaca.
- Peki. Emekli Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş’la yaptığımız söyleşinin birinci bölümünü burada sonlandırıyoruz. Kendisi bir KHK’lı. Biz de ilk defa Görüş’te KHK’lı bir emekli albayın, görevden alınmış emekli bir albayın görüşlerini dinledik. Zaten bizim gazetemizin isminin Görüş olmasının nedeni de budur ve çok farklı görüşleri burada mümkün olduğunca objektif şekilde dinleyicilerimize, okuyucularımıza aktarmaya çalışıyoruz. Tabii ki konu hakkında üzerinde düşünmesi gereken gene dinleyicilerimiz, okuyucularımız. Birinci bölümü burada sonlandırıyoruz, ikinci bölümde görüşmek üzere.
Muhreç Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümü Salı, 22.06.2021 günü yayında olacak
Muhreç Kurmay Albay Hüseyin Demirtaş Kimdir?
1970 yılında Sivas’ta doğdu. İlk ve orta öğreniminin ardından Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu eğitimini tamamlayarak 1994 yılında Deniz Subayı olarak Teğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hizmet etmeye başladı. 22 yıllık deniz subaylığı süresince Deniz Kuvvetlerinin çeşitli yüzer ve kıyı birliklerinde ve çeşitli uluslararası pozisyonlarda görev yaptı. 2016 yılında Bükreş Deniz Ataşesi görevinin tamamlanmasının ardından Türkiye’ye döndüğünde, Romanya’da iken Türkiye’de adam öldürmüş ve yaralamış gibi gösterilerek gözaltına alındı. Ardından hak mücadelesine başlayınca memuriyetten çıkarıldı. Kendisini bir insan hakları aktivisti olarak tanımlayan Hüseyin Demirtaş halen Türkiye’deki rejim değişikliği ve milyonlarca vatandaşa karşı uygulandığını düşündüğü insanlığa karşı suçlarla mücadele yürütmektedir. Evlidir, 3 çocuk sahibidir, İngilizce bilmektedir.