Maria Callas, opera dünyasının en büyük ikonlarından biri olarak kabul edilir. Hem sanatını hem de hayatını derin bir tutku ve dramatik bir biçimde şekillendiren Callas, opera şarkıcılığını dönüştürmüş ve yüzyılın en büyük sanatçılarından biri olmuştur. Hem sanatsal hem de kişisel hayatı, sayısız zorluk, mükemmeliyetçilik ve dramatik anlarla doludur. Onun hikayesi, sadece bir sanatçının başarılarını değil, aynı zamanda insanın içsel savaşlarının da bir anlatımıdır. Öyle tecrübeli bir biyografya yazarı olmamakla birlikte, bu makalede mümkün olduğunca Maria Callas’ın sanatsal gelişimi ve mirasını kendimce irdelemeye çalışacağım.
Maria Callas’ın sanat yolculuğu, yedi yaşında başladığı piyano dersleriyle başladı. Ancak asıl büyük değişim, annesinin onu vokal bir kariyere yönlendirmesiyle başladı. Callas, önce Atina’da Maria Trivella’dan Ulusal Konservatuvar’da, ardından Elvira de Hidalgo’dan Atina Konservatuvarı’nda eğitim aldı. II. Dünya Savaşı sırasında Atina’da geçirdiği dönem, onun sahne deneyimi kazanmasına ve vokal yeteneklerini geliştirmesine olanak tanıdı. Bu dönemi Callas, “ilk kariyerim” olarak nitelendiriyordu. 1941 yılında Atina Kraliyet Operası’ndaki sahneye çıkışıyla profesyonel kariyerine adım attı.
Callas, olağanüstü müzik eğitimi ve yorumculuk yeteneğiyle opera dünyasında adeta bir devrim yaptı. O, her zaman mükemmellik için çabalayan bir sanatçıydı. Vokal teknikler, performans ve opera tarihi üzerine sürekli olarak yoğun araştırmalar yaptı ve kendini geliştirdi. Yorumları, dram ve duygusal yoğunluk açısından benzersizdi. “Callas’ın sahneye çıkmasından önce ve sonra” diye bir ayrım yapıldığı sıklıkla söylenir. Onun performansları, bir neslin operayı nasıl algıladığını değiştirdi. Birçok kişi, Callas’ın yorumlarını tekrar edilemez olarak kabul eder. O, sahnedeki dramayı tamamen yeniden şekillendiren bir figürdü.
Yüzyılın en büyük opera sanatçısı olarak kabul edilen Callas., Tosca ve Norma gibi başyapıtlarla seyircisini büyülemiş, sahneye olan tutkusu ve etkileyiciliğiyle dünya çapında ün kazanmıştır. Norma, onun imzasını vurduğu rolü olarak kabul edilir. Callas, Londra’daki Kraliyet Opera Evi, New York’taki Metropolitan Opera ve Paris Operası gibi prestijli sahnelerde sahne aldı. Akabinde 1954 yılında, Chicago’daki Lyric Opera’da Amerika’daki ilk sahne deneyimini yaşadı. Callas, geniş ve renkli vokal aralığı ve mükemmel tekniğiyle tanınır ve sadece yorumlama yeteneği ile değil, aynı zamanda bir sanatçı olarak ta büyük saygı görür ve adını opera dünyasına altın harflerle yazdırır. O artık opera’nın bir ikonuydu. Müziği ve sanatı, besteciler ve yönetmenler için büyük bir ilham kaynağı oldu. Aynı zamanda -deyim yerindeyse?– jet sosyetede tanınmış ve etrafı birçok zengin ve etkili insanlarla çevrilmişti. Dramatik sonu da nitekim İzmirli tütün tüccarı olan bir ailenin 1906 doğumlu olan oğlu Aristotle Socrates Onassis’a aşık olması ve akabinde bu aşkın son bulmasi nedeniyle oldu. Aslen İzmirli olan Onassis ailesi, 1922 yılında İzmir’in savaş sonrası yeniden Türkiye’nin kontrolüne geçmesi nedeniyle tüm varlıklarını kaybederek Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmıştır.
Callas’ın Hayatı Adeta Bir Dram ve Tragedya
Callas’ın kişisel hayatı da, kariyeri kadar dramatikti. Bunu söylemek çok mu iddialı olur bilmiyorum ama Callas belki’de opera sanatındaki divalığından çok, Aristoteles Onassis ile yaşadığı fırtınalı aşkıyla gündem oldu. Onassis‘’in, bir suikasta kurban giden ve bugünlerde küresel kamuoyunda nasıl ve kimler tarafından öldürüldüğü çokça tartışılan John F. Kennedy’nin eşi Jackie Kennedy ile evlenmesiyle son bulan bu ilişki, Callas için büyük bir yıkım oldu. Callas’ın erkeklerle olan ilişkileri, evliliği ve özel hayatı karmaşık ve sorunluydu. Kilo kaybı nedeniyle sesi zamanla zayıflamış ve daha az sahneye çıkar olmuştu. Belki’de “hayatım trajik bir opera” derken hem sanatını hem de yaşamını en iyi şekilde yine kendisi tarif etmiştir diye düşünmek son derece yerinde bir çıkarım olur diye düşünüyorum. Callas’ın hayatını başlı başına bir opera olarak tanımlamak sanırım abartı olmaz.
Her insanda olduğu gibi Callas’ta kendi kişiliğinde bazı çelişkiler barındırıyordu. Sahnedeki güçlü ve dramatik duruşunun tam tersi olarak, özel yaşamında daha itaatkâr bir tutum sergileyen Callas, “La Divina” olarak biliniyordu (La Divina kavramını bu bağlamda “SanatınTanrıçası” olarak Türkçe’ye tercüme etmek uygun olur diye düşünüyorum). Dramatik doğası nedeniyle aynı zamanda “Kaplan Kadın” olarak da anılmıştır. Hayatı ve iç dünyasındaki çelişkilerle başa çıkmaya çalışan Callas, tüm bu zorlukları ve çocukluğundan beri verdiği ağır mücadeleleri sanatına yansıtmış ve opera dünyasının bir efsanesi haline gelmiştir.
Maria Callas’ın mirası, yalnızca opera ve müzikle sınırlı kalmamıştır. Onun kayıtları efsanevi olarak kabul edilmekle birlikte hayatı da gazete manşetlerinde, filmlerde, kitaplarda sıkça yer almıştır. Opera sanatını dönüştüren bu La Diva (sanatın tanrıçası) kalıcı izler bırakmıştır. Callas, hala ilham kaynağı olmaya devam etmektedir. Bugün, hayatı hakkında yazılan tüm kitaplar, çekilen belgeseller ve yapılan filmler, Maria Callas’ın izini sürmektedir.
Geçtiğimizyıl (2024) Angelina Jolie’nin ve Haluk Bilginer’in başrollerini üstlendiği yeni biyografik film (Maria), Callas’ın hayatına ve sanatına olan ilgiyi yeniden canlandırdı. Callas’ın mirası, sadece opera dünyasına yaptığı katkılarla değil, aynı zamanda karmaşık ve dramatik kişisel yaşamıyla da bir nevi hala devam etmektedir.
Maria Callas, hem bir sanatçı hem de bir insan olarak, sanat dünyasında kalıcı bir etki bıraktı.Yukarıda da belirttiğimiz gibi hayatı trajedi, aşk, ihanet, mükemmeliyet ve tutkunun bir araya geldiği başdöndürücü, nefes kesen bir opera gibi yaşadı adeta.
Maria Callas ve Aristoteles Onassis: Trajik Bir Aşk Hikayesi
Hayati tutku, acı, kalp kırıklığı ve karmaşık ilişkilerle şekillenen Callas’ın en dikkat çeken ilişkilerinden biri, ünlü işadamı Aristoteles Onassis ile yaşadığı aşk hikayesiydi. Onassis ile olan ilişkisi, Callas’ın kişisel hayatını derinden etkilediği gibi, dünya çapında büyük bir kamuoyu ilgisi de uyandırdı. Ancak, bu ilişki sadece medyanın ilgisini çekmekle kalmadı, Callas’ın yaşamında derin izler bıraktı.
Maria Callas, Aristoteles Onassis ile ilişkiye başlamadan önce Giovanni Meneghini ile evliydi. Callas’ın evliliği aslında oldukça sorunluydu. Zaten bu evliliği sırasında Onassis‘’in bir yatta verdiği davette tanışır ve evli olduğu sırada Meneghini’yi bu yat davetinde aldattığı söylenir. Ancak Onassis ile tanışması ve akabindeki ilişkisi, onu nihayetinde çöküşe götüren ana etkenlerden biri oldu. Onassis’e olan aşkı, Callas’ın hayatını alt üst etti ve Meneghini ile olan evliliği de sona erdi.
Callas ve Onassis arasındaki ilişki, birçok açıdan “fırtınalı” olarak tanımlanabilir. Bu ilişki, Callas’ın hayatındaki en yoğun ve en tutkulu dönemlerden biri ve aynı zamanda büyük bir acının ve yıkımında başlangıcıydı.
Onassis’in Terk Edişi: Kalp Kırıklığı ve Maria Callas’ın Çöküşü
1968 yılında, Onassis, Callas’ı terk ederek Jacqueline Kennedy ile evlendi. Bu, Callas için büyük bir darbe oldu. Onassis’in Callas’a olan ilgisini kaybetmesi ve yeni bir hayat kurma kararı, onu derinden sarstı. Ancak, ilişkinin sona ermesinin ardından Onassis hâlâ Callas’ı etkilemeye devam etti ve onu yeniden kazanmak için çaba sürdürdü. Bu durum, ikilinin ilişkisini daha da karmaşık hale getirdi. Onassis ile yaşadığı bu dram, Callas’ın hayatının en acı ve zorlayıcı dönemeçlerinden birini oluşturdu.
Callas ve Onassis arasındaki ilişki, kamuoyunun büyük ilgisini çekti. Medya, bu ilişkiyi sıkça manşetlere alarak Callas’ın özel hayatını mercek altına aldı. Onun hayatı magazin gazetelerinin ve dergilerinin manşetlerinden inmedi. Callas, sürekli kamuoyunun gözleri önünde yaşamak zorunda kaldı ve bu durum, kişisel yaşamındaki çalkantıları daha da görünür hale getirdi. Ancak, Callas’ın dramı sadece dışarıdan bir gözlem olarak kalmadı; aynı zamanda bu ilişkinin ona yaşattığı acılar, profesyonel başarılarını gölgede bırakacak kadar ağır oldu.
Maria Callas ve Aristoteles Onassis arasındaki ilişki, hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Aşk, tutku, kalp kırıklığı ve medyanın ilgisiyle şekillenen bu hikaye, Callas’ın trajik yaşamının ayrılmaz bir parçası oldu. Onassis ile yaşadığı ilişki, sadece kişisel hayatında büyük bir fırtına yaratmakla kalmadı, aynı zamanda vokal performanslarındaki düşüşün de nedeni olduğu çokça iddia edildi. Callas, bu ilişkinin acı verici sonuçlarıyla başa çıkmakta zorlandı. Onassis ile olan ilişkisi, hem onun kişisel hem de sanatsal yaşamını şekillendiren önemli bir dönüm noktasıydı. Hem kalp kırıklığı hem de tutkunun etkisiyle, Callas, opera dünyasına unutulmaz bir iz bırakırken, aynı zamanda trajik bir aşk hikayesinin de baş kahramanı oldu.
Efsanenin Sonu ve Callas’ın Veda Turu
Maria Callas, sadece opera dünyasında değil, aynı zamanda tüm sanat dünyasında hala bir efsane olarak anılıyor. Yıllarca süren olağanüstü performansları ve dramatik hayatıyla her zaman hafızalarda kaldı. Ancak, her efsanenin bir sonu olduğu gibi, Callas’ın da operaya veda etme zamanı gelmişti.
Maria Callas’ın son konseri, 11 Aralık 1974’te Japonya’nın Sapporo şehrinde gerçekleşti. Bu performans, Callas’ın dünyaya ve operaya veda ederken sahneye çıktığı bir turnenin parçasıydı. Giuseppe Di Stefano ile birlikte gerçekleştirdiği bu veda turnesi, sanatçının hayranlarıyla son kez buluşması anlamına geliyordu. Ancak bu turne, Callas’ın geçmişteki gösterişli ve ihtişamlı performanslarının gölgesinde kaldı. Sağlık sorunları nedeniyle fiziksel olarak zayıf kalan Callas, turnelerine devam etti, ancak bu son performanslar, onun altın yıllarındaki parlaklığını yansıtamıyordu.
Callas’ın operadaki son performansı ise, 5 Temmuz 1965’te Londra’daki Covent Garden’da sahnelenen bir Tosca prodüksiyonuyla gerçekleşti. Bu performans, Callas’ın opera dünyasında zirveye ulaşmış olduğu yıllardan sonra, sanatçının son operatik deneyimi oldu. Tosca’daki rolü, onun kariyerindeki en güçlü ve dramatik yorumlardan biriydi, ancak bu prodüksiyon Callas’ın hem fiziksel hem de ses olarak zorlanmaya başladığı bir döneme denk geldi.
Maria Callas, hem kişisel hem de profesyonel zorluklarla dolu bir hayatın sonunda, sağlığının bozulması ve fiziksel olarak gitgide zayıf düşmesi ile mücadele etti. 1974’teki veda turu, onun halkla son buluşmasıydı; ancak bu performanslar, Callas’ın altın yıllarındaki gücünü ve ihtişamını tam olarak yansıtamadı. Callas’ın sahnedeki son anları, bir dönemin kapanışını işaret ediyordu.
Maria Callas’ın veda turlarındaki son performansları, onun azmini ve sanatına olan bağlılığını gösteriyordu. 1965’teki son operatik performansı, sanatçının zirveye çıktığı zamanların simgesi olarak hatırlanacak. Callas’ın bu son performansları, onun tarihe geçmiş bir efsane olarak kalmaya devam ettiğini gösteriyor.
Maria Callas, opera dünyasının en büyük yıldızlarından biri olarak hayatımızda izler bıraktı. Gücü, tutkusu ve sahnede yarattığı dramalarla tanınan Callas, hem profesyonel hem de fırtınalı yaşamıyla hafızalara kazındı.. Ancak, bu devasa efsanenin sona erdiği gün de, tıpkı hayatı gibi son derece dramatikti ve ölümünün ardından da birçok gizem ve soru işareti bıraktı.
Callas, 16 Eylül 1977’de, 53 yaşında, Paris’teki evinde aniden hayata veda etti. Gözler hala onu sahnede izlemeyi, büyüleyici sesini dinlemeyi beklerken, bir anda, beklenmedik bir şekilde hayattan ayrıldı. Ölümünün nedeni olarak kalp krizi öne sürülse de, bu ani ölüm, günümüze kadar devam bir gizem olmayı sürdürdü. Onun sahnedeki gücü, tutkulu yorumları ve dramatik doğası kadar, ölümünün de bir o kadar dramatik olması, Callas’ın hayatının sonunu adeta bir opera gibi şekillendirdi.
Hayatı, adeta bir operanın trajik bir bölümü gibiydi. Aşkları, hayal kırıklıkları, mücadeleleri adeta dramaya dönüştü. Bu fırtınalı yaşam, sonrasında onun bıraktığı mirası da adeta bir gizem haline getirdi. Callas, hem sanatını hem de hayatını mükemmeliyetçi bir şekilde yaşadı ama bu onu dramatik sondan kurtaramadı.
Son Dilek ve Bir Efsanenin Son Yaprağı
Maria Callas’ın ölümünden sonra son dileği de gerçekleşti. Callas, yaşarken, külleri Ege Denizi’ne serpilsin ve orada huzura ersin istemişti. Hayatının büyük bir kısmını geçirdiği Yunanistan’ın sularında, denizin sonsuzluğunda kaybolmasını dilemişti. Ve bu son dilek, Callas efsanesine yakışır bir şekilde yerine getirildi.
Her ne kadar Callas’ın yaşamı ve ölümü ardında birçok soru işareti bıraktıysa da, onun mirası her zaman hatırlanacak. Sahnedeki dramatik varlığı, olağanüstü sesi ve güçlü kişiliğiyle Callas, sadece opera dünyasında değil, tüm sanat dünyasında bir ikon olarak kalacak. Ölümü de, hayatı da bir opera gibi dramatikti ve sonu da gizemli bir dram olarak kaldı.
Ege Denizi’nde kaybolan külleri, onun sonsuza kadar hatırlanmasını sağlayacak.
Turan Altuner, uluslararası ağırlıklı iktisat, uluslararası işletme yönetimi, kültürlerarası iletişim, kültür antropolojisi ve endüstri işletmeciliği okudu. İşletmeci, danışman ve kültürlerarası iletişim koçu olarak çalıştı. İlgi alanları ekonomi, uluslararası ilişkiler ve kültürlerarası iletişimdir.