
Bahadır Altan
Halk desteğini yitiren siyasi parti veya liderlerin, iktidarlarını ne pahasına olursa olsun sürdürme çabaları, kaçınılmaz olarak yalan ve zorbalığa bel bağlamalarını getiriyor. Bu da siyasal İslam gibi, milliyetçilik gibi bir şemsiye altında, giderek artan oranda hukuk ve adaletten uzaklaşma anlamına geliyor. Yakın tarihimiz, en azından bizim kuşağın tanık olduğu son 50 yıllık yaşanmışlıklar bunu gösteriyor.
Yetmişli yılların sonuna doğru iktidar hırsıyla bu yola giren Süleyman Demirel başkanlığındaki Milliyetçi Cephe (MC) iktidarları devlet destekli silahlı ülkücü çetelerden medet umarak korkunç cinayet ve katliamlara zemin yarattı. Ülke, böylece 12 Eylül askeri faşist darbesine adeta hazırlandı.
Türkiye’de ırkçı faşist ideolojinin odağı, her daim düzenin devamından yana roller üstlenmiş MHP, MC hükümetlerinin de küçük ortağıydı. Ancak iktidardan, (bugün olduğu gibi) cürmünden çok daha fazla pay alıyordu. Bu sayede yükselen halk hareketine karşı ve anti komünizm temelinde peşine taktiği gençleri “Komando Kamplarında” eğitip silahlandırarak, aydınlara, bilim insanlarına, devrimcilere yöneltti. Kahvehaneler tarattı, katliamlar örgütledi. Devlet de hep tıpkı 6-7 Eylül’de olduğu gibi bu örgütlenmeyi, en derin yerinden besledi; hamisi, destekçisi, tedarikçisi oldu. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” sözü katliamlara devlet desteği ve himayesinin ifadesi olarak tarihe kazındı.
Abdi İpekçi’nin katili M. Ali Ağca, Savcı Doğan Öz’ün katili İbrahim Çiftçi, elleri bağlı yedi devrimci genci boğarak katleden Haluk Kırcı ve daha yüzlercesi bu çöplükte yetişti. ABD 6. Filosu’na karşı eylem yapan devrimci gençlere saldırılarda da, Çorum, Maraş katliamlarında da başrollerdeydiler. Sivas’ta, Madımak Oteli’nde 35 insanımızı yakanların da ellerinde bozkurt işareti, dillerinde “Ya Allah Bismillah Allahu ekber!” sloganı vardı…
Buralardan yetişen militanların kimileri daha sonra kravat takıp siyasete soyundu. Milletvekili, hatta iktidar ortağı oldular. Kimileri de bildikleri tek işi yapmaya, çek senet mafyacılığı, uyuşturucu kaçakçılığına sarıldı. Bazıları MİT tarafından sözde “milli davalar” için yurt dışında kullanıldı. Buna devletten beslenip korunarak, büyük paralarla lüks içinde sefa sürdüler demek yanlış olmaz. Tansu Çiller’in dediği gibi hiç de “kurşun atan veya yiyen ‘kahramanlar’” olmadılar. Kendi kaynakları bile “başarılı” bir operasyonlarından söz edemiyor örneğin. İtirafçı olup kirli çamaşırları açık edenlerin anlattıkları ve Susurluk ile ortalığa saçılanları özetlersek, Mafya-Siyaset-MİT üçlüsünün faaliyetleri, kendi insanlarımıza yönelik, iktidarın hedef gösterdiği muhaliflere, aydınlara yönelik cinayetlerden ibarettir. Kahramanlıkları, bugün de Suruç ve Ankara Garı gibi örneklerini gördüğümüz, polisin korumasında savunmasız insanlara saldırmaktan ibarettir!
Kuşkusuz “Milli Davalar” ve “Dava Arkadaşlığı” hurafesini besleyip büyütmeye ihtiyaçları var. Çünkü MHP artık milliyetçi odak olma özelliğini, İslamcılık eklemesiyle AKP’ye kaptırıyor. AKP önce Fetullahçılardan boşalan güvenlik ve yargı kadrolarını MHP ve Ergenokon’dan takviye etti. MHP sayesinde iktidarını korudu. İYİ Parti ayrışmasından sonra da MHP ve temsil ettiği ideolojiyi içselleştirmeye başladı. Genel kanının aksine, bence MHP’nin iktidarı etkisi altına aldığı, ipleri eline geçirdiğinden çok, AKP’nin, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın MHP’yi yutarak, bizzat bu çizginin temsilcisi, odağı haline gelmesi söz konusudur. Bahçeli ise tam da Alaattin Çakıcı’nın kendisine yazdığı ilk mektubunda nitelendirdiği gibi “Yürüyen Buda Heykelinden” ibarettir. Artık “Başbuğları” Erdoğan’ın bizzat kendisidir!

Mafyanın yöntemi, tehdit, haraç toplama, kendisine haraç verenlere saldırmama yani kendi deyimleriyle “koruma” şeklinde yürüyor. Tehdit eden de, zarar verecek olan da, haracını alınca “koruma” adı altında saldırmayacak olan da kendisidir. Bakın Çakıcı, Bahçeli’ye ilk mektubunda şöyle yazmış:
“Senin için ‘batının ajanı’ diyorlardı. İnanmıyordum. Senin kalbinin Türk Cumhuriyetleri için sevgi olduğuna inanmıyorum. “Miladı dolmuş, yürüyen Buda kılıklı efendi. Bu faşist düşüncelerine devam edersen, bu şerefli camiayı tamamen yok edeceksin. Yüreğin yiyorsa, beni öldürt.”
Anlaşma sağlandıktan sonra ise, Bahçeli’ye hitap şekli değişiyor: “Bedenini ve ruhunu, ölçü devletin bekası ise hiç düşünmeden yanan kor ateşin içinde yeğleyen erdemli son Türkmen Beyi!”
Bu zikzak, Çakıcı’nın bütün mektuplarında görülüyor. Erdoğan’a yazdıkları da böyle. Başlangıçtaki üslubu sonraları değişerek neredeyse iltifatlar ediyor:
“…Rabbim yar ve yardımcınız olsun. Şu rahmet ayında anaların, babaların, çocukların ve annelerinin kapalı duvarlar arkasında aileleri için hasret ateşiyle yanıp kül olan bu insanları sevindirirsiniz, neden ilk turda seçimi kazanamayasınız…”
Muhalefetteki Kılıçdaroğlu’ndan elde edeceği bir şey yok şimdilik. Dolayısıyla hakaretler, tehditler dolu birinci mektuptan sonra ikincide üslubu yumuşatıp “Allah seni ıslah etsin” dese de iltifat etmiyor. Ama durumdan vazife çıkaran başkaları, bu kez Canan Kaftancıoğlu’na “Akıllı ol!” tehdidini savurabiliyor!
Çakıcı veya benzer başka kabadayıları üreten, besleyen bu sistemin ta kendisidir. Sistem çökerse önce kendilerinin altında kalacaklarını onlar da çok iyi biliyorlar ve bu nedenle iktidara sımsıkı sarılırken muhalifleri ve halkı sindirmek için esip savuruyorlar. Bunda yadırganacak bir şey yok. Ancak Saray’ın buna ihtiyaç duyması, yazının başında belirttiğimiz duruma gelindiğini gösteriyor. Halk desteğini yitirdiğini hissettikçe hukuktan ve adaletten uzaklaşıp bu yapılardan medet umuyorlar. AKP 18 yılda ideolojisi doğrultusunda dönüşümlerle tümüyle devletin ta kendisi oldu. 80′ öncesinin ‘Komando Kampları’ da AKP iktidarında yerlerini JÖH, PÖH gibi, SADAT gibi örgütlenmelere bıraktı. Suriye’den devşirilen cihadist çeteler de yedekte duruyor. Jandarma ve polis ise doğrudan AKP’nin silahli gücü haline geldi. Başta yargı olmak üzere bütün kurumlar bu dönüşümü yaşadılar.
Hala Çakıcı ve benzerlerinden medet umulması artık binada çatırdamaların duyulmaya başladığını gösteriyor. AKP içinden iki parti doğduktan sonra, Çakıcı konusunda “Bu tehdit, Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef almış gibi görünse de aslında demokrasiye yapılmıştır” diyerek net bir tavır alan Arınç ve Damat istifa etti. Bunlar da MHP’yi hazmetme sürecinin kolonlarda yol açtığı çatlaklardır!
Saray’ın, Bahçeli ve “dava arkadaşlarıyla” birlikte girdiği bu yolda hak, hukuk, adalet yok, dolayısıyla halk da yok. Erdoğan’ın halk desteğini yitirdikçe, adaletten, hukuktan daha da uzaklaşarak sonunu hızlandıracağını söylemek kehanet olmaz.
Bahadir Altan Kimdir?
Hava Harp Okulu’ndan mezun oldu. Hava Kuvvetleri, Anadolu Üniversitesi SHYO, THY ve Pegasus’ta pilotluk ve öğretmenlik yaptı. 12 Eylül döneminde üsteğmen rütbesindeyken iki kez gözetim altına alındı. THY’den sendikal çalışmaları nedeniyle işten atıldı, Gökkuşağı Hareketi adıyla sendikal bürokrasiye karşı alternatif bir model kurarak mücadele etti. Çözüm Süreci ve sonrasında barış mücadelesinde aktif rol aldı. İki dönem Barış Bloğu’nun eş sözcülüğünü yürüttü. ADAM-Der üyesi. Airkule’de havacılıkla ilgili yazılar yazdı, halen İşçi Sözü ve Gazete Karınca’da yazıları yayımlanmakta.
Bu yazı İşçi Sözü gazetesinin Aralık sayısında da yayımlanmıştır.