ROB LARSON
Milton Friedman yanılıyordu. Kapitalizm özgürlüğü geliştirmez – otokratik işyerleri ve zalim milyarderler üretir.
Son elli yıldaki tüm değişikliklere rağmen muhafazakar klasikler yerlerini şaşırtıcı derecede iyi korudular. Milton Friedman’ın Kapitalizm ve Özgürlük ve Friedrich Hayek’in Kölelik Yolu, Breitbart’ın çevrimiçi kitabevinde hâlâ yer almaktadır. Rush Limbaugh dinleyicilerine “Milton Friedman’ın kapitalizmi ve serbest piyasaları anlamaya çalışan gençler, hatta herkes için kutsal bir kitap olması gerektiğini” söylüyor. Turning Point USA’nın kurucusu Charlie Kirk, kitabında Hayek ve Friedman’ı överken, Ben Shapiro, National Review’da Friedman’ı muhafazakar bir ikon olarak öne çıkarıyor.
Peki muhafazakarların göklere çıkardığı serbestlik ve özgürlük nedir? Ve kapitalizm onları ilerletir mi yoksa kısıtlar mı?
Maddi koşulların ve insan ömrünün sınırları içinde istediğinizi yapma yetisi olan özgürlüğe, bir bakıma hayatın tüm hazlarını içerdiği için çok değer verilir. Zamanınızı nasıl geçireceğiniz, kimi sevdiğiniz, neyin üzerinde çalışmaktan veya neye gülmekten hoşlandığınız, hepsi toplumsal özgürlüğün muazzam değerini temsil eder.
John Stuart Mill’e göre, özgürlüğün temel ilkesi, “medeni bir topluluğun herhangi bir üyesi üzerinde, onun iradesi dışında iktidarın haklı olarak güç kullanılmasının tek amacı, başkalarına zarar verilmesini önlemektir.” Filozof Isaiah Berlin daha sonra bu fikri “negatif özgürlük” veya başkaları tarafından bir şey yapmaya zorlanmama özgürlüğü olarak tanımladı. Berlin aynı zamanda bir “pozitif özgürlük” önerdi – başkalarının seçimlerinden azade olmak yerine, farklı şeyler yapma özgürlüğü. Pozitif özgürlük, “Beni hangi güç merkezleri kontrol ediyor?” diye sormak yerine, “Dünyanın fırsatları ve kaynakları ile ne yapmakta özgürüm?” sorusunu sorar.
Geleneksel felsefi görüşe göre, kapitalizm dünyada üretilen malların adil paylaşımı açısından “pozitif özgürlük” sağlamazken, tüketicileri ve işçileri farklı seçenekler arasından seçim yapmakta özgür bırakarak ekonomik tiranlıktan “negatif bir özgürlük” sağlar. Bu, Friedman ve Hayek’in görüşü ve bunun doğru türden bir özgürlük olduğu konusunda ısrar ediyorlar. Kapitalizmin savunucularının pek çok nesli aynı fikirde.
Ancak piyasa ekonomisinin herhangi bir gerçekçi incelemesi farklı bir resim ortaya koyar: kapitalizm hem pozitif hem de negatif özgürlüğü sınırlar. Bireysel refahı yoğunlaştırarak ve piyasalar üzerinde kurumsal kontrolü sağlamlaştırarak (çevresel sistemleri ve dolayısıyla gelecek nesillerin özgürlüğünü acımasızca yok ederek) büyük bir özel güç birikimini teşvik eder. Kapitalizm, ekonominin adil bir paylaşımı bakımından “pozitif özgürlük” sağlamada başarısız olmakla kalmaz, aynı zamanda “negatif özgürlüğü” yüzde 1’in kurumsal mülkiyetinin iktidar oyunlarından korumada da başarısız olur.
GM ve Ford, daha fakir kasaba ve ülkelere gitmek üzere Detroit ve Flint gibi şehirleri terk etmeye karar verdiklerinde, eski iş gücüne endüstrinin muazzam gelirlerinden – işçilerin kendilerinin yarattığı gelirlerden – yararlanma konusunda herhangi bir pozitif özgürlük sağlamayı reddettiler. Martin Shkreli’nin ilaç şirketi hayat kurtaran patentli bir ilacın fiyatını 13.50 $ ‘dan 750 $’ a çıkartarak hastaları bilfiil ilaçtan mahrum bıraktığında, yaşamak için ilaca ihtiyacı olan kullanıcıları yoksulluğa veya iflasa sürükledi – bu negatif özgürlüğün korkutucu bir kısıtlamasıydı. Amazon, yeni genel merkeziyle hangi Kuzey Amerika şehrini şereflendireceğine karar vermek için piyango düzenlediğinde ve kıtadaki belediye başkanları şirketin ayağına milyarlarca dolarlık vergi imtiyazı serdiğinde, Amazon milyonlarca insanın kaderi üzerinde muazzam bir güç kullanarak kapitalist yatırım kararlarının insan özgürlüğünü nasıl önemli ölçüde sınırlayabildiğini gözler önüne serdi.
Friedman ve eşi Rose’un Tercih Özgürlüğü kitaplarında yazdıkları gibi, kapitalizmin savunucularına göre, “Bir mağazaya girdiğinizde, kimse sizi satın almaya zorlamaz. Bunu yapmakta veya başka bir yere gitmekte özgürsünüz. . . . Seçmekte özgürsünüz. ” Aynı argümanı işçilere de uyguladılar: İşinizi veya kariyerinizi beğenmediyseniz, başka bir tane bulun.
Ancak diğerleri, piyasanın sözde negatif özgürlüğünü oldukça farklı bir şekilde gördü. Firari bir köle ve kendi kendini yetiştirmiş entelektüel olan Frederick Douglass’ı düşünün. Douglass şu sonuca varmıştı:
Tecrübe gösteriyor ki, ücretli köleliğini etkileri, ücretsiz köleliğe göre yalnızca biraz daha az incitici ve ezici olabilir ve bu ücretli köleliğin de diğeriyle birlikte alaşağı edilmesi gerekir. . . Bir adama, benim uygun gördüğüm ücret karşılığında topraklarımda çalışmak zorundasın deme yetkisine sahip olan kişi, onun üzerinde, tam olmasa da, bunu kırbaç zoruyla yaptıran kişi kadar gerçek bir kölelik gücüne sahiptir. İnsan canı için her şeyini verir.
Burada Douglass, piyasaların sorumsuzca güç – özgürlüğün düşmanının – kullanılmasına izin verdiğini öne sürüyordu. Ama özgür bir insan, mal satın almak ve farklı kariyerler bulmak için bu kadar çok farklı seçeneğe sahipken nasıl ücretlere “köleleştirilebilirdi”?
Yüzyıllardır kapitalizmi eleştirenlerin belirttiği gibi, bunun bir yanıtı, piyasaların yoğunlaşması ve çoğu zaman tekele yönelme eğiliminde olmasıdır. Petrol ve çelik alanlarındaki tanınmış Yaldızlı Çağ tekellerinden günümüzün Silikon Vadisi teknoloji devlerine kadar, kapitalizmin dinamikleri inanılmaz özel güç yoğunlaşmaları üretiyor. Önde gelen iktisatçı Alfred Chandler’ın 1890 Sherman Yasası üzerine yorum yaparken uzun zaman önce belirttiği gibi, antitröst yasası bu tür tekelleri sınırlamayı amaçlasa da, en iyi ihtimalle bu tür yasalar “tekelin var olduğu yerde oligopol yaratma ve oligopolün tekel olmasını engelleme” eğilimindedir. Sorumsuz gücün büyük kümelenmeleri – Friedmancı fantezilerinin özgürlüğü artıran pazarları değil – olgun kapitalizmin hammaddeleridir.
Ancak Douglass’ın üzerinde durduğu daha önemli bir nokta, piyasa ekonomilerinin yiyecek ve barınak da dahil olmak üzere temel ihtiyaçları alınıp satılması gereken mallar olarak ele almasıydı. Kapitalizm insanları işgücü piyasalarında, Rockefeller’den Bezos’a kadar hödük kapitalist zorbaların tiranca kurallarının boyunduruğuna girebilecekleri koşullarda iş bulmaya zorlar.
Bu, pozitif ve negatif özgürlüğün radikal bir ihlalidir. Yaşamsal gerekliliklerini elde etmek için, çoğu insan modern işyerinin mutlak diktatörlüğüne boyun eğmelidir – günlük programlarında değişiklikler, zılgıt yeme, ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar. Douglass’ın şunu eklemesine şaşmamalı: “Emekçi daha zeki hale geldikçe, sahip olduğu sermayeyi geliştirecektir – bu, kendi koruması için örgütlenme ve birleştirme gücüdür.” Friedman gibi kapitalist partizanların kâbusu olan işçilerin kolektif örgütlenmesi, özgürlüğün gerçek garantörüydü.
Ama bekleyin – Friedman ve yandaşları bir kozları olduğunu söylüyorlar:, “Hane her zaman doğrudan kendisi için üretme seçeneğine sahip olduğundan,” diyordu Friedman Kapitalizm ve Özgürlük’te, “yararlanmadığı herhangi bir alışverişe girmesi gerekmez.” “Çıkışın” gücü, işgücü piyasasının potansiyel olarak zorlayıcı gücünü sınırlar.
Yine de Friedman’ın çizdiği ortalama aile tablosu, gerçeklerden bihaber denecek kadar pembedir. Kabul etmeyi reddettiği şey, mal üretmenin tipik olarak sermaye, ürün yapmak için kullanılan araç ve gereçler gerektirdiğidir.
Ve sermaye aşırı derecede yoğunlaşmıştır. Eşitsizlik uzmanı Thomas Piketty, ABD hanelerinin en zengin yüzde 10’unun toplam ulusal servetin yüzde 70’ine sahip olduğunu ve en tepedeki yüzde 1’in tek başına yüzde 35’e sahip olduğunu “saptamıştır. Ekonomi Politikası Enstitüsü’ne göre, mal üretmek için gerekli olan üretken sermayenin mülkiyetini temsil eden ve böylece insanların “kendileri için üretmelerini” mümkün kılan şirket hissesi, ABD’deki hisse senetlerinin yüzde 67’sine sahip hanelerin en zengin yüzde 5’inde aynı derecede yoğunlaşmış durumdadır.
Chicago Ekolünün Nobelli temsilcisi, her nasılsa, ortalama bir bireyin – tüm felsefesinin dayandığı iddia edilen bireyin – üretken ekonomiyi elinde tutanların kaprislerine tabi olduğunu, çalışma hayatımızın ne kadar sefil olacağına ve hangi kentlerin ekonomik bir geleceğe sahip olacağına onların karar verdiği farkedemiyor. Mola zamanlarından ergonomiye, doğum iznine ve işyerinde kabul edilebilir konuşma şekline kadar her konuda, üst tabaka kararları veriyor ve “kapitalist özgürlüğü” gülünç duruma düşürüyor.
Liberaller, genellikle sağlık bakımı, eğitim ve güvenli bir çevre hakkı şeklinde daha fazla “pozitif özgürlük” için baskı yapmaya hazırdır. Ancak, yatırım ve üretim üzerindeki demokratik kontrol, özgürlük için çok daha umut verici bir modeli temsil edecektir, çünkü işçinin kontrolü ele geçirmesiyle, kapitalizmin kâr güdüsü yerini dayanışma – erkek ve kadın kardeşlerimizi destekleme – ve onlarla işbirliği yapma dürtüsüne bırakacaktır.
Bunun gerçekleşmesi, dev firmaların yurt dışına taşınarak büyük bir şehri çaresiz bırakma gücünü ya da üretimi hızlandırarak ya da çalışanları gözetleyerek onların çalışma hayatlarını mahvetme gücünü sona erdirecektir. Meslektaşları tarafından seçilen ve azledilebilen işçi kooperatifleri tarafından alınan kararlar, bir sosyal dayanışma matrisinde alınabilir ve böylece günümüzün kurumsal dünyasından alışık olduğumuz güç tacirlerini önemli ölçüde sınırlayabilir.
Biz Solcular, özgürlüğün dilini Sağa teslim edemeyiz. Kapitalist şirketlerin eleştirel bir analizine sahip olmak harikadır, ancak sosyalistler aynı zamanda sosyalist özgürlüğün dönüştürücü potansiyelini de teşvik etmelidir – hem dünyayı değiştirmek için gereken zorlu çalışmaya ilham vermek, hem de mücadelelerimize bir yön vermek vermek için.
Kölelik Yolu‘nda Hayek gönülsüzce “daha fazla özgürlük vaadinin sosyalist propagandanın en etkili silahlarından biri haline geldiğinden” yakınıyor. Buna kesinlikle katılıyorum!
Rob Larson Kimdir?
Rob Larson, Tacoma Community College’da ekonomi profesörü ve Haymarket Books’tan çıkan Bit Tyrants: The Political Economy of Silicon Valley’in (Bit Tiranları: Silikon Vadisi’nin Politik Ekonomisi) kitabının yazarıdır. Jacobin, In These Times, Current Affairs ve Dollars & Sense gibi çeşitli yayınlar için makaleler yazıyor.
Bu makale Jacobin’de yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye tercüme edilmiştir.
Çevirmen: Irmak Gümüşbaş