Felix Kitap yıllar sonra Soljenitsin’in meşhur Gulag Takımadaları kitabını bu sefer Rusça aslından çevirterek ilk cildini yayınlandı. Dünyada ilk kez 1973 yılında Paris’te basılan ve komünizmin ne kadar karanlık bir ideoloji olduğunun temel kaynak kitabı olarak kabul edilen Takımadalar, bizde de 1974 yılında hiç vakit kaybedilmeden hemen Türkçe’ye çevrilip yayınlanmıştı. Bu konularda hiç vakit kaybetmiyoruz. Nitekim çoğunlukla Takımadalar temel alarak yazılan Komünizmin Kara Kitabı’da 90’ların başında hemen yayınlanmıştı. Felix Kitap onun da yeni baskısını yapmış.
Gulaglar özellikle stalinist Türk solu için uzun süre tabu olarak kaldı. Bu konu hep yok sayıldı, görmezden gelindi. Hruşçov’un 20. ve 22. Parti kongrelerindeki ifşaatları sonrası SBKP de Soljenitsin’i muhatap almadı, hiç cevap vermedi ve sonunda onu Sovyet karşıtı faaliyetlerinden dolayı sadece sürgün etmekle yetindi. Dolayısıyla sükut ikrardan gelir propagandasıyla Soljenitsin’in tüm yazdıkları dünyanın her yerinde tartışılmaz doğru olarak kabul edildi.
Aslında Gulag Takımadaları sadece Gulagları anlatmıyor. Hatta birinci cilt, oldukça hacimli -520 sayfa – olmasına rağmen hâlâ kampa gelemedi. Soljenitsin devrimin başından itibaren Sovyet ceza sisteminin, sözde “işkence ve katliamların” bir külliyatını sunuyor bize. Daha başlarda aslında bu anlatının Sovyet insanı için değil de bir Batılı için yazıldığını hemen fark ediyorsunuz. Tipik bir batılının kafasındaki komünizm tahayyülünün tıpkısından fazlasını sunuyor bize Soljenitsin. Paris’teki ilk baskıda Soljenitsin’in bir kamp giysisi ve üzerinde numara olan bir şapka ile çekilmiş ünlü fotoğrafı, belli ki Batı’daki imajını yaratmak için özel olarak sahnelenmiş. Ne de olsa Sovyet Rusya’da kamplardaki mahkumların fotoğrafçılara poz vermesine izin verildiğine inanacak kimseyi bulamazdınız! Ve kitap Stephen King romanlarından çıkma korku hikayeleriyle başlıyor…
Savaş sırasında ordusunu terk ederek gizlice Naziler’in saflarına geçen hain general Vlasov’un ordusunda görev yaptığı için 1946 – 1955 yıllarını Vorkuta çalışma kampında geçiren ve kitabın ilk kopyasını saklayan Leonid Samutin, 2002 yılında yayımlanan “Ben Bir Vlasovcuydum” kitabının içindeki “Bir İdol Yaratmayın” makalesinde şunları yazdı:
“Şimdi onun kitaplarını okuduğumda beni etkileyen körlüğe şaşıyorum. O zaman nasıl oldu da, ustaca, nihai gerçek olarak sunulan yarı gerçekleri, düpedüz yalanları, sirk ustalığını özgünlük sandım. (…) İlk okuduğumda bu tuhaf kitaba nasıl tepki verdiğimi hatırlıyorum. İlk cildi bir oturuşta okumuş ve çok memnun kalmıştım. Saçmalıkları ve uyumsuzlukları, zorlamaları, gerçeklerin çarpıtılmasını, uydurmaları ve benzerlerini fark etmediğimi sanmayın… Bırakın aksini kanıtlasınlar! Çamur at izi kalsın! İftira mı, öyle olsun, Soljenitsin onların yüzüne bir tokat çaktı ya! Ancak coşkum uzun sürmedi. İlk başta aklıma kitapta bolca bulunan sayısız ‘güvenilir veri’ geldi. Tanrım, ne kadar da tanıdıklar! Vlasov ordusunda propaganda yaptığım ve Goebbels Propaganda Bakanlığı’ndan gelen materyallerle yoğun bir şekilde beslendiğimiz zamanlardan… Wehrmacht’ta hiçbir tabur kütüphanesi yoktu ki “Bolşevik vahşeti” üzerine ince broşürler içermesin. Hiç gitmedikleri, tek bir vatandaşıyla bile konuşmadıkları ve hayatları boyunca hakkında tek bir iyi kitap bile okumadıkları bir ülke hakkında her şeyi son derece kesin bir şekilde bilen isimsiz istatistik dehalarından alıntılar yapıyorlardı. İlk başta bana bu ülkede bir şeyleri ateşleyebilecek yanıcı bir malzeme gibi görünen muhteşem “kurban tanıklıkları” şimdi beni çileden çıkarıyordu. Bu ‘saçmalıklara’ kim inanırdı ki? Soljenitsin zindanlardaki hangi fısıltılardan, hangi zavallı kişilerden duymuş ve sonra bu ‘keşifleri’ otoritesinin gücüyle değişmez gerçek mertebesine yükseltmişti.”[1]
Vladimir Buşin ise şunu yazdı: “Bir zamanlar, yirmi yıldan fazla bir süre önce şu düşünceyi dile getirmiştim: Soljenitsin’in ‘Gulag Takımadaları, en iyi yalan türlerinin yarı gerçeklerden üretildiğinin kanıtıdır”[2]
Hakikaten de dikkatli bir okuyucu, konu hakkında hiçbir şey bilmese bile daha kitabın başında çelişkileri fark eder. Mesela sf: 32’de 1918 yılında yaşanan bir olay için “en az 10 yıl hapis” verdiler derken, sf: 68’de 1937 yılı için: “Sonbaharda, Ekim Devrimi’nin yirminci yıl dönümüne girilirken tüm halk tarafından büyük bir af bekleniyordu. Fakat şakacı Stalin 15,20,25 yıl gibi benzeri görülmemiş yeni ceza süreleri ekletti” diye yazıyor. Gerçekten de 1937 Ekim’ine kadar en yüksek ceza 10 yıldı! Peki neden o zaman 1918’de “en az 10 yıl” ifadesini kullanıyor? Zaten daha yüksek ceza yoktu ki! Aslında tüm metin okuyucuyu bu tarzda manipülasyonlarla etkileme üzerine kurulu. Ama yine de sürekli dil sürmelerine rastlayabiliyorsunuz. Mesela sf:255’de yazar 1929’da alınan bir kararı kınamak için Sovyetler Birliği’nde o tarihe kadar sıradan suçlarda en fazla 6 ay hapis cezası verildiğini ama 11.06.29’dan itibaren “bir yıldan az hapis cezası vermek yasaklandı” demekten kendini alamıyor! Vay canına! Sadece 6 ay mı! 1997’de Gaziantep’te yaşları 13 olan 4 çocuk baklava çaldıkları gerekçesiyle 6’şar yıl hapis cezasına çarptırılmıştı! Bu tip şeylerle oldukça sık karşılaştım kitap boyunca.
Maalesef bizim sol gelenek bırakın muhalif yayınları, kendi kampının dışındaki kitapları bile okumaktan imtina eder. Halbuki en iyi bilgiler genelde bu tür kitaplardaki “dil sürçmelerinden” çıkar. Dikkatli bir okuyucu için hazine değerindedir bu kitaplar. Ama kendinizi kaptırırsanız antikomünist olmanız işten bile değildir!
Yayınevi kitabın hemen başında sf:5’de yazarı bize tanıtırken şunları yazıyor: “ (Soljenitsin’in) Sovyetler Birliği’nde sadece bir kitabının yayınlanmasına izin verilmiştir: İvan Denisoviç’in Bir Günü.” Bu doğru değildir. Benim yine Görüş21’de yayımlanan “Sovyet Romanı” yazımı okuyanlar ya da podcast’i dinleyenler hatırlayacaktır: “Bundan sonra (20. kongre sonrası) artık baskı altında olan Stalinist yazarlardır ve Stalin dönemine söven hemen herkesin kitapları yayınlanabilmektedir. Hruşçov’un, Sovyetler’in en büyük edebiyat dergisi Novıy Mir (Yeni Dünya)nın başına eski bir kulak olan, mülksüz bırakılmış ve “zulme” uğramış Tvardovski’yi getirmesiyle Soljenitsin’in “İvan Denisoviç’in Bir Gün”ü (1962), “Matriyona’nın Evi”, “Dava Uğruna” ve “Kreçetko İstasyonu’nda Bir Olay” (1963) romanları yayınlanırken, Konstantin Simonov’un “Savaşın Yüz Günü” sansüre takılmıştır!” demiştim. Gerçi Simonov’da pek stalinist sayılmazdı. Neyse…
Ek yapalım, Tvardovski, Soljenitsin’in “Kanser Koğuşu” romanını da yayınlamak istemiş ama yayın kurulu izin vermediği için istifa etmişti! Henüz Takımadalar’ın yayınlanmadığı, Soljenitsin’in pek sevildiği zamanlardı…
DÜNYAYI ALDATAN KİTAP
2018 Ağustos ayında Soljenitsin’in ölümü üzerine Amerika’nın en büyük gazetesi Wall Street Journal, 5 Ağustos’taki başyazısında şunları yazıyordu:
“… İvan Şuhov’un toplama kampı aslında tüm Sovyetler Birliği’ydi. Soljenitsin’in Sovyet cezaevi sisteminin tarihine ilişkin anıtsal eseri “Gulag Takımadaları “nın 1973 yılında Paris’te yayınlanmasından sonra, dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir ciddi insan artık Stalin’in suçlarını ya da komünist totalitarizmin insanlık dışılığını haklı gösteremez. Kitapta sunulan belgeler, komiserlerin ellerinde 60 milyon kurbanın kanı olduğunu kanıtlamaktadır. Komünizmin özü en küçük ayrıntısına kadar açığa çıkarılmış ve bunun kölelik, terör ve emperyalizm olduğu ortaya çıkmıştır.” Bu yayının büyük harflerle yazılmış manşeti de çok açıklayıcıdır: “Soljenitsin’in somutlaştırdığı hakikat ve irade Batı’yı güçlendirdi ve Soğuk Savaş’ta zafer kazanmasına yardımcı oldu” [3]
60 milyon mu! Vay canına!
Gulag Takımadaları’nı Rusça kaynaklarda araştırırken çok ilginç bir makaleye rastgeldim. 5 yıl önce bir grup tarihçi, yazar, araştırmacı, bilim adamı – aralarında “Kolima Öyküleri”nin ünlü yazarı Varlom Şalamov’un da bulunduğu bazı Gulag mahkumları – bir kitap yayınlamışlar. Kitabın adı: Dünyayı Aldatan Kitap. Toplam 22 makaleden oluşan kitabın tüm yazarları antistalinist ve bir kısmı da Troçkist. Bu yazarlar Soljenitsin’in toplamda 3 cilt ve yaklaşık 1600 sayfa tutan kitabını satır satır taramış ve sonunda isyan etmiş!
Felix Kitap herhalde Takımadalar’ı ‘geç olsun güç olmasın’ diye şimdi yayımladı ama aslında en az 5 yıl geç kaldı. Çünkü 5 yıl önce Dünyayı Aldatan Kitap’ın önsözünü yazan Valeri Esipov, önsöze çoktan bu başlığı koymuştu: Geç Olsun Güç Olmasın. Aslında epey geç kalındığı kesin. Sonuçta Sovyetler Birliği’nin dağılmasının tüm “şerefini” Soljenitsen’e vererek onu taçlandıracak değilsek de önemli bir katkıda bulunduğu kesin.
Başta Esipov’un önsözü olmak üzere bu 22 makale, Soljenitsin’in Gulag Takımadaları’nın nasıl yaratıldığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sürüyor. Bir kere Soljenitsin anlattığı öykülerin pek azına şahit oldu. Kendisi zaten çok rahat bir tutukluluk dönemi geçirmişti. Sf: 431: “Siyasi bir suçlu olarak ağır cezamı çekmeye nispeten rahat gittim. Geçici hapishanelerde diğer suçlulardan ayrı bir odam, bir arabam, o arabada da bir put eşyam vardı.” Sf: 477: “1945 yazında Krasnaya Presnya’nın boğucu koğuşlarından kurtulmak için çalışmaya gönüllü olarak gidiyorduk. (Gönüllü mü! a.a.) Bizi Moskova Nehri iskelesine götürüyorlardı, orada odun boşaltıyorduk. Kütükleri bir yığından indirip diğerine sürüklemek ve yuvarlamak zorundaydık. Harcadığımız güç, karşılığında alabileceklerimizden çok daha fazlaydı. Yine de oraya gitmekten keyif alıyorduk.” (Keyif?)
Dolayısıyla kitabında bizi dehşete düşürecek tüm olaylar aslında başkalarının tanıklığıydı. 2004 yılında Rusya Federasyonu Devlet Arşivleri himayesinde bilimsel yayınevi ROSSPEN tarafından “Stalin’in Gulag Tarihi” başlıklı yedi ciltlik bir koleksiyon yayınlandı. Önsözü ise A. Soljenitsin’e ve soğuk savaşın “istihbarat” tarihçisi, objektifliliği (!!!) ile tanınan ABD’li Robert Conquest’e yazdırmışlar! 7 ciltlik bu çalışmada yayınlanan belgeleri “Takımadalar”ın ilgili bölümleriyle karşılaştırmak için tek bir girişimde bulunulmamış ve kitaba yönelik her türlü eleştiri reddedilmiş. Ancak ilginç bir şekilde bunun nedenini çalışmanın genel yayın yönetmenlerinden Valeri Kozlov itiraf ediyor: “Soljenitsin güvenilir bilgi eksikliğini mantıksal çıkarımlar ve sanatsal sezgilerle telafi etmek zorunda kalmıştır. Yeterli ve güvenilir bilginin yokluğunda olayları bu şekilde yeniden inşa etmek, eserin yaratıldığı durumdan çıkmanın tek yoluydu.” !!! Böyle bir hoşgörüyle, yazarın yanlış, bazen de sadece sanrısal bilgileri yayma sorumluluğu var mıdır gibi bir soruyu sormak nasıl mümkün olabilir?[4]
Yine de eline kalemi alıp 3 cildi de altını çize çize okuyanlar oldu. Bunlardan biri de Vladimir Buşin’dir. Buşin’in ilk dikkatini çeken atıflardı. Tüm kitap boyunca “”diyorlar ki”, “burada diyorlar ki”, “dediler ki”, “dedikleri gibi”, “bazılarının dediği gibi”, vb. (cilt 1, s. 45, 63, 138, 277, 433, 438, 450, 505, 504; cilt 2, s. 98, 125, 237, 241, 342, 381, 404; cilt 3, s. 237, 239, 404. 3, s. 237, 239, 240, 258, 206, 316, 337, 381, 385, vs.) Ya da: “fısıltılara göre” (1, 354), “Moskova söylentilerine göre” (1, 102), “konuşmalar vardı” (2, 485), “söylentiler ulaştı” (2, 280), “bir söylenti geçti” (1, 181), “kulaktan dolma bir söylenti var” (1, 167), “bu söylenti sağlıksız ama bana ulaştı” (1, 374), “bir dedikodu var” (1, 113), “duyduk” (1, 289), vb. Ya da yine: ‘anlatıyorlar’ (2, 54), ‘anlatıldı’ (1, 219), ‘hikayelere göre’ (3, 346), ‘hikayelere inanılacaksa’ (1, 277)…” [5]
Bir noktadan sonra Buşin, “Gerçeğin Yüzde Kaçı” adlı makalesinde Soljenitsin’in Takımadalar’ın tamamına sirayet eden “kinayeli” üslubunu ona karşı kullanmaya başlar. Mesela Takımadalar sf: 337 “Aynı zamanda malzeme kullanımında cimrilik vardı, sadece 8 kişi suçlanıyordu. Sekiz kişi tüm endüstriyi temsil edebilir mi? diye haykırabilirsiniz. Evet, bizim için çok bile!” Soljenitsin hep böyle alaycı bir tavır içindedir. Aynısını Buşin de yapar:
“Örneğin, Soljenitsin bir grup mahkumun “Petropavlovsk’tan (Kızılyar- Kazakistan) Moskova’ya” götürüldüğünü ve bu trenin yolculuğunun üç hafta sürdüğünü ve her kompartımanda 36 kişi olduğunu yazıyor – “sıradan 4 kişilik bir vagon”! (cilt 1, s. 427). Genellikle götürüldükleri yön tam tersi değil miydi? Ve eğer bunların nadir, değerli ve Moskova için gerekli bazı uzmanlıklara sahip kişiler olduğunu varsayarsak (ki bir ipucu vermiş), onları insani koşullarda, en azından varış yerlerine canlı olarak ulaştıracak koşullarda taşımaya çalışmazlar mıydı? Sonuçta, dört kişilik bir kompartımanda 36 kişi, değil üç hafta, birkaç saat bile yaşayamazdı: birbirlerini ezer ve boğulurlardı. Peki oraya nasıl tıkıştırılmış olabilirler? Tabii kollarını ve bacaklarını önceden kesip odun istifler gibi üst üste yığma seçeneği dışında. Ama kolları ve bacakları olmadan Moskova’da onlara neden ihtiyaç duyulsun ki?”[6]
Yazar önce, tüm bunları 227 kişi bana anlattı, belgeler, materyaller verdi diyor. Sonra 2006 baskısında bu sayı 257’ye çıkıyor! Ayrıca elindeki orijinal materyalleri hiçbir zaman paylaşmıyor. Kitabın farklı baskılarında yazarın kendisi tarafından yapılan metindeki değişiklikler ve bu değişikliklerin nedenleri hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Mesela ilk baskıyla son baskı arasında önemli değişiklikler yapılmış. Neden? Belli değil. Kırk yıl boyunca kaydedilen tek ilerleme, 2006 tarihli Rusça baskının bir isim indeksi konmuş olması!
“Sonuç açıktır: Gulag Takımadaları, dünyayı sarsan ve yaygın olarak inanıldığı gibi, birçok yönden “dünyayı altüst eden” (her halükarda, “büyük”, “parlak” kitap, “yirminci yüzyılın en etkili metni” gibi sıfatlarla ödüllendirildi), büyük ölçüde bilinmeyen bir “kendi içinde şey”, bir tür deşifre edilmemiş edebi “kara kutu”dur. Asıl şeyi tekrarlayalım ve vurgulayalım: Soljenitsin’in kitabı hiçbir zaman gerçekliğe uygunluk açısından titizlikle kontrol edilmedi…”[7] Yani yıllarca edilmemişti. Artık edildi…
Ve rakamlar rakamlar rakamlar…
Soljenitsin 1976 yılında İspanyol televizyonuna verdiği demeçte şunları söyledi: Sosyalist sistemde toplam 110 milyon insanı kaybettik!!![8] Soljenitsin’in dilinin kemiği yok! Bu rakamı duyan İspanyol yazar Juan Benet şu tepkiyi vermişti: “Aleksander Soljenitsin gibi insanlar olduğu sürece, kampların kalacağı ve kalması gerektiği kanısındayım… Belki de güvenliği biraz daha sıkılaştırmalıyız ki Aleksandr Soljenitsin gibi insanlar biraz eğitilmeden serbest bırakılamasın…” !!!
Vadim Rogovin şunu aktarıyor: “A. Soljenitsin, “İlk Çember” adlı romanında kampların nüfusunun bizzat tutuklular tarafından sürekli abartılmasının psikolojik nedenlerini yazmış ve belli bir ironiyle şöyle demiştir: “Tutuklular, yetkililer ve İçişleri Bakanlığı dışında dışarıda neredeyse hiç insan kalmadığından emindi”. Defalarca çeşitli transit hapishanelere ve kamplara nakledilen ve buralarda çok sayıda yeni yüzle tanışan insanların bu kişisel algıları, farkında olmadan tutuklular arasında var olan mitleri belirledi. Soljenitsin, “cezaevlerinde genel olarak mahkumların sayısını abartma eğiliminde olduklarını ve aslında sadece on iki ila on beş milyon kişi varken, mahkumların yirmi hatta otuz milyon olduğundan emin olduklarını” yazmıştır. Son cümle Soljenitsin’in “küçük hilesini” temsil ediyordu. Mahkumların abartılarına işaret eden “tarafsız” yazarın kendisinin kesinlikle güvenilir bir rakam veriyordu.”[9]
Perestroyka sonrası bizzat açılan arşivlerde çalışmış nüfus bilimci Viktor Zemtsov’dan devam edelim: Örneğin, 5 Mart 1992’de akşam yayınlanan “Haberler” programında spiker T. Komarova, 7 milyonu 1935-1940 yılları arasında kurşuna dizilen, 19 milyon 840 bin baskı altındaki insanı sözde sorgulanamaz bir gerçek olarak milyonlarca izleyiciye duyurdu. 1937-1938 yıllarında SSCB’de yaşanan Büyük Terör’ün kurbanlarının gerçek boyutunun on kat abartılması (yaklaşık 0,7 milyondan 7 milyona) nedeniyle, Hitler ve Himmler liderliğindeki Naziler tarafından işlenen ve gerçekten de 20. yüzyılın en iğrenç insanlık suçu olan Holokost (6 milyon Yahudi’nin yok edilmesi) arka plana itilmiştir. Hitler, Himmler ve benzerleri artık XX. yüzyılın başlıca insani suçluları gibi görünmüyorlar (gerçekte oldukları gibi), çünkü Stalin liderliğindeki o zamanki Sovyet liderliği ön plana çıkarılıyor. Ve bu çarpıcı “satranç roku”, 1937-1938 yıllarında SSCB’deki siyasi baskı (idama mahkum edilen) kurbanların, Holokost kurbanlarından 1 milyon daha fazla olduğu iddiasıyla (aslında yaklaşık 5,3 milyon daha azdı) bariz istatistiksel sahtekarlık yapılmıştır.[10]
Önce 50-60 milyon dendi. Sonra bu rakam 20 milyona düşürüldü. Soljenitsin abartmayın yahu, 12-15 milyon arası dedi! Mesela Gün Zileli “1953’e dek en iyi tahminle (yani en az demek istiyor! a.a.) 18 milyon dolayında insan bu muazzam sistemden (Gulag) geçti” demektedir.[11] Rakamlar havada uçuşuyor!
Peki gerçek rakamlar neydi?
1989 yılının başlarında, SSCB Bilimler Akademisi Başkanlık Divanı kararıyla, Bilimler Akademisi üyesi Y. A. Polyakov başkanlığında, nüfus kayıplarını belirlemek üzere bir komisyon kuruldu. Nüfus bilimi uzmanı Viktor Zemskov bu komisyonun bir üyesi olarak, SSCB’nin en yüksek devlet iktidarı ve devlet idaresi organları olan OGPU-NKVD-MVD-MGB’nin daha önce araştırmacılara verilmemiş ve şimdi Rusya Federasyonu Devlet Arşivi (GARF) adını alan Ekim Devrimi Merkezi Devlet Arşivi’nde (TsGAOR USSR) özel olarak saklanan istatistiksel raporlarına erişim sağlayan ilk tarihçiler arasında yer aldı ve daha sonra bu çalışmaların sonuçlarını kamuoyuna açıkladı.
SSCB İçişleri Bakanlığı’nda bulunan verilere göre, 1921’den günümüze kadar, yani 1954’ün başına kadar, karşı-devrimci suçlardan dolayı OGPU Collegium, NKVD troykaları, Özel İstişare, Askeri Collegium, mahkemeler ve askeri mahkemeler tarafından 642.980’i idam cezasına olmak üzere 3.777.380 kişinin mahkum edildiği belirtiliyordu (GARF. F. 9401. Op. 2. D. 450). (En az 12 milyon değil miydi!)
Bu arada Haziran 1947 ile Ocak 1950 arasında SSCB’de ölüm cezası kaldırılmıştı.
Komünizmin Kara Kitabı Sovyetler’in suçlarını sıralarken çok tuhaf bir bilgi paylaşır:
Toplama kampı derken? Sovyetler Birliği’nde hiç toplama kampı olmadı ki! (2. Dünya Savaşı’nda Alman esirler için olan dışında) Fakat bunu Gün Zileli’de iddia ediyor: “1921 yılında 43 eyalette 84 toplama kampı vardı.”[12] Gulag çalışma kamplarını kastediyor desek o tarihler arasında Gulag çalışma kampı henüz yok! İlk kamp 1929’da açılıyor. Bugüne kadar ki hiçbir arşiv belgesinde “toplama kampı” diye bir ifade geçmiyor. Peki neyi kastediyor olabilirler? Koloniler mi? Yalnız kolonileri kamp olarak kabul edebilir miyiz? Ocak 1918’de mahkumların sosyal açıdan yararlı işlerde çalıştırılmasıyla ilgili bir kararname yayınlandı. Bu kararnameye göre bazı hüküm giymiş Sovyet vatandaşları tutuksuz olarak ıslah edici işlerde çalışıyordu ve bunlar Adalet Halk Komiserliğinin değil, Islah Edici Koloni departmanlarının yetkisi altındaydı. [13] Bez caderjeniya pod strajey diyor. Yani bunlar gözetim altında bile değildi!
Amerikan bilim dergisi American Historical Review’ın yeni arşiv bilgileri inceleyerek yaptığı hesaplamalara göre 1937-1950 arası toplamda 2 milyon tutuklu kamplardan (Gulag) geçmişti ve bunların 3’de biri de zaten 2. Dünya Savaşı sonrası gönderilmişti. Arşivlere göre 1937-39 yıllarında politik suçluların sayısı 450 bin, kamplarda ölen kişi sayısı ise 160 bindir. Ayrıca kamptakilerin sadece %25’i politik suçluydu.
1921-1953 yılları arasında karşı-devrimci ve diğer özellikle tehlikeli devlet suçlarından hüküm giyen kişi sayısı aşağıdaki tabloda gösteriliyor.
Yıllar Hükümlüler idam cezası kamplar, koloniler ve hapishaneler sevk ve sınırdışı diğer önlemler
Bu yayınlar siyasi baskıların gerçek istatistiklerini içeriyor. Başta Soljenitsin olmak üzere 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında, genellikle birçok kez abartılmış güvenilir olmayan rakamlardan bahseden başka türden çok sayıda yayınla karşılaştırıldığında, yukarıdaki tablo gerçek durumun okyanusta bir damla olduğunu göstermektedir.
Tabii bizim milliyetçilere bunu dediğimizde çıldırdı. İlginç bir şekilde sadece Türklerin öldüğünü düşünüyorlar! Zemskov milliyetlere göre de tabloyu açıkladı:
Ulusal 1939-1941’de Gulag Kampı Mahkumlarının Bileşimi
(her yıl 1 Ocak itibariyle)
Görüldüğü üzere çok endişelendiği Tatar ve Başkurtların toplamı, Rus ve Ukraynalıların toplamının %3.2’si bile etmiyor! Bu arada bunlar ölenler değil, Gulag kampında bulunanlar. Diğer yıllarda da oran benzerdir…
Tabii hemen Sovyet devletinin kendi arşivlerinde kendi kendine dezenformasyon yaptığı ilan edildi! Bu bilgiler, 1921-1953 yılları için I Özel Daire’de bulunan ilgili verilerin özetlenmesiyle derlenmiş gerçek istatistiklerdir. Farklı zamanlarda OGPU, NKVD, MGB (1953’ten günümüze kadar İçişleri Bakanlığı) yapısının bir parçası olan bu özel bölüm, tüm adli ve adli olmayan organlardan siyasi nedenlerle mahkum edilenlerin sayısı hakkında eksiksiz bilgi toplamakla meşguldü. I Özel Dairesi bir dezenformasyon organı değil, kapsamlı ve objektif bilgi toplama organıdır diyor Zemskov.[15]
Gelelim şu Holodomor meselesine. Şu an yazdığım kitapta bu konuyu çok kapsamlı ve ayrıntılı anlattım. Ama bu makalenin sınırları içinde sadece Zemskov’un ilgili makalesine atıfla yetineceğim:
Tahminlerimize göre, 1932-1933 kıtlığının kurbanları, yarısı Ukrayna’da olmak üzere, yaklaşık 3 milyon kişiydi. İnsan hakları örgütleri tarafından geliştirilen “kitlesel ölümlere neden olmak amacıyla yapay olarak organize edilen kıtlık” ifadesi doğru değildir. Kıtlık gerçekten olmuştu. 1933’teki kıtlıktan ölenlerin siyasi terör kurbanları arasına dahil edilmesinin önündeki en büyük engel, finans politikasının ikincil faktör, birincil faktörün ise doğal bir afet (kuraklık) olmasıdır. Kitlesel ölümlere yol açması da amaçlanmamıştır (SSCB’nin siyasi liderliği, kuraklık koşullarında finans politikasının bu tür olumsuz sonuçlarını öngörmemiş ve beklememiştir). Nitekim Tarım Halk Komiserliğinin 10 üst düzey yetkilisi bu kayıplardan sorumlu tutularak idam edilmiştir.
Yaklaşık son çeyrek yüzyıldır Ukrayna’da (akademik çevreler de dahil olmak üzere) 1932-1933 kıtlığının Moskova’nın Ukrayna karşıtı politikasının bir sonucu olduğu, Ukraynalılara karşı kasıtlı bir soykırım olduğu ve benzeri fikirler aktif olarak desteklenmektedir. Ancak Kuzey Kafkasya, Volga bölgesi, Kazakistan ve kıtlığın hüküm sürdüğü diğer bölgelerin nüfusu da tamamen aynı durumdaydı. Burada seçici bir Rus karşıtlığı, Ukrayna karşıtlığı, Kazak karşıtlığı ya da başka bir yönelim söz konusu değildir. Aslında, 2008 yılında Ukrayna halkının soykırıma uğradığı gerçeğini oy çokluğuyla tanımayı reddeden Birleşmiş Milletler’i de aynı belgeler yönlendirdi (ABD ve İngiltere böyle bir tanıma yönünde oy kullansa da azınlıkta kaldılar).
Şunu da ekleyelim: 1941-1944 yıllarında sürgün edilen halkların – Almanlar, Kalmuklar, Çeçenler, İnguşlar, Karaçaylar, Balkarlar, Kırım Tatarları ve diğerleri – kayıpları da büyük ölçüde abartılmıştır. Örneğin basında, Kırım Tatarlarının yüzde 40’ının sürgün yerlerine nakil sırasında öldüğüne dair iddialar yer almıştı. Oysa belgeler, Mayıs 1944’te Özbek SSC’ye gönderilen 151.720 Kırım Tatarından 151.529’unun Özbekistan NKVD tarafından kabul edildiğini ve 191 kişinin yolda öldüğünü gösteriyor (%0,13; bkz: GARF. F. 9479. On. 1. D. 179. L. 241-242). [16]
Son olarak peki stalinist baskıların total anlamda Sovyet toplumuna etkisi neydi? Bu soruyu 1990’ların ortalarında “Stalin Rusya’sında Yaşam ve Terör 1934-1941” adlı bilimsel bir monografi yayınlayan Amerikalı antimarksist tarihçi Robert W. Thurston yanıtlıyor: Thurston’a göre önceki kuşak Batılı araştırmacıların tanımladığı şekliyle Stalinist terör sistemi hiçbir zaman var olmamıştır; Stalin yıllarında terörün Sovyet toplumu üzerindeki etkisi önemli değildir; 1930’larda Sovyetler Birliği’nde kitlesel bir baskı korkusu yoktur; baskı sınırlıdır ve ülke nüfusunun çoğunluğunu etkilememiştir; Sovyet toplumu Stalin rejiminden korkmak yerine onu desteklemiştir; Stalinist sistem insanların çoğunluğuna Sovyetler Birliği’nde yaşama ve çalışma fırsatı sağlamıştır. Amerikalı tarihçi R. Thurston’un, Batı sovyetolojisinin gelenekleri ve ruhu açısından neredeyse küfür sayılacak bu sonuçları, belgelenmiş gerçeklere ve istatistiklere dayanmaktadır. Ayrıca, komünizmin ve Sovyet iktidarının destekçisi olmayan Thurston, yine de tarihsel gerçeğe ulaşma çabasında, yerleşik anti-komünist ve anti-Sovyet klişelerden ve dogmalardan soyutlanmayı başarmıştır. Bu, mecazi anlamda, karanlık bir krallıkta ışık huzmesidir.[17]
Peki kim haklı? Tabii ki tarihçinin biri öyle dedi diye kimse kabul etmek zorunda değil. Aslında antistalinist bir tarihçi olan Zemskov, baskıların total anlamda Sovyet toplumuna etkisi konusunda bir kriter öne sürüyor:
“Sovyet vatandaşlarının çoğunluğu baskıya maruz kaldı mı kalmadı mı? Bu sorulara cevap verebilmek için, öncelikle siyasi nedenlerle çeşitli baskılara maruz kalan insanların toplam sayısı ve ikinci olarak da 1918-1958 yılları arasında yaşayan toplam nüfus hakkında bir fikir sahibi olmak gerekir. Bilimsel nüfusbilim verilerine dayanarak yaptığımız hesaplamalar, Aralık 1922’den beri Sovyetler Birliği olarak adlandırılan bu jeopolitik toprakta, 1918-1958 yılları arasında 400 milyondan fazla insanın yaşadığını, bunların yaklaşık 209 milyonunun 1959’un başında var olduğunu ve yaklaşık 195 milyonunun bu kırk yıl boyunca öldüğünü göstermektedir. Bu rakamdan (400 milyondan fazla), SSCB nüfusu içindeki siyasi baskı kurbanlarının özgül ağırlığı hesaplanmalıdır. “Memorial” toplam sayıyı 14 milyon – ki biz bu rakamı kabul etmiyoruz, bizce yaklaşık 10 milyondur – olarak vermektedir (siyasi nedenlerle mahkum edilenler, sürgün edilen Kulaklar, sürgün edilen halklar, 1930-1933 dönemindeki kolektifleştirme ve kıtlık kurbanları ve diğerleri dahil). Peki bu 14 milyonun 400 milyonu aşan sayıya oranı yüzde kaçtır? Cevap veriyoruz: % 3,5 . – bize göre gerçek rakam %2,5[18] – Bu, “siyasi baskı” kavramının ‘Memorial’ın verdiği geniş yorumla bile, SSCB nüfusunun yüzde 96,5’in herhangi bir siyasi baskıya maruz kalmadığı sonucu çıkmaktadır. Neredeyse son çeyrek yüzyılda, propaganda makinesinin tüm gücü bu değişmez gerçeği gizlemeye uğraşmıştır. Kitle bilincine yerleştirilen, sözde halkın tamamının ya da neredeyse tamamının çeşitli baskılara maruz kaldığı şeklindeki yanlış düşünceyi korumak için mümkün olan ve olmayan her şey yapılmıştır. Halkımızın genç nesli bu “kara mit” üzerine yetiştirildi ve eski nesiller de buna uygun bir ruhla propagandaya uğradı. Soğuk Savaş döneminde bile Batı’da, 1930 ve 40’larda SSCB’deki siyasi terör ve baskının “devasa boyutta” olduğuna dair Alman-Faşist, Anglo-Amerikan ve Perestroyka-Sovyet propagandasının doğruluğundan şüphe duyan pek çok insan varsa, şimdi neredeyse hiç kalmamıştır!”[19]
Gulag Takımadalarının analizinin bir makaleye sığdırmanın imkanı yok. Gerek Gulag Takımadaları gerekse Komünizmin Kara Kitabı’nın tezlerine meydan okuyan, Sovyetler Birliği’nin son tahlilde sosyalizmi büyük oranda başardığını, önceden koyduğu hedeflerin önemli bir kısmına ulaştığını öne süren kitabımın yazımı sürüyor. Okuyucunun bu makaleyi kitabımın küçük bir fragmanı olarak görmesini rica ediyorum. Daha kullanamadığım onlarca belge var…
Sorumluluk Reddi: Görüş gazetesi, farklı disiplinlerden, farklı görüş ve içeriklere açık bir platformdur. Yayınlanan tüm makaleler yazarın kişisel görüşlerini yansıtır ve Görüş gazetesinin editoryal politikalarıyla uyumlu olmak zorunda değildir.
1996 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Rusya ve Kazakistan’da inşaat firmalarında tercüman olarak çalıştı. Ülkeye döndükten sonra Akdeniz Üniversitesi’nde Felsefe Yüksek Lisansı yaptı. Rusça Profesyonel Turist rehberi oldu. Turizm krize girdiği zamanlar Rusça’dan çeviriler yaptı. Çevirdiği kitaplar: Fransız Devriminde Kadınlar, Kor Kitap, Jurbinler, Yordam edebiyat, Böyle Dedi Kaganoviç, Verba. Koçetov’un Yerşov Kardeşler romanını e-kitap olarak yayınladı.
[1]Леонид Самутин НЕ СОТВОРИ КУМИРА . Книга, обманувшая мир (wikireading.ru)
[2]https://pub.wikireading.ru/hB5mu4ZHc3
[3]https://pub.wikireading.ru/hhC3GmFlIA
[4]https://pub.wikireading.ru/hhC3GmFlIA
[5]https://pub.wikireading.ru/hB5mu4ZHc3
[6]https://pub.wikireading.ru/hB5mu4ZHc3
[7]https://pub.wikireading.ru/hhC3GmFlIA
[8]https://pub.wikireading.ru/hhC3GmFlIA
[9]https://pub.wikireading.ru/hi7rS2OE9N
[10] https://pub.wikireading.ru/hsSWdyDvBo
[11]Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulag Takımadaları, sf: 231
[12]Aynı, sf: 230
[13]https://dzen.ru/a/ZAZSFg7rhRlYLEUZ
[14]http://www.hrono.ru/statii/2001/zemskov.php
[15]https://pub.wikireading.ru/hsSWdyDvBo
[16]https://pub.wikireading.ru/hsSWdyDvBo
[17]Thurston R. Life and Terror in Stalin’s Russia. 1934-1941. New Haven, 1996, aktaran Viktor Zemskov.
[18]Bu arada en düşük hesaplayan Zemskov değildir. Mesela ünlü nüfus bilimci L. Ribakovski’nin hesaplamalarına göre bu oran %0,5’tır. Bkz: https://pub.wikireading.ru/hrFSmdeVi2
[19]https://pub.wikireading.ru/hsSWdyDvBo