Cambridge Analytica skandalını ortaya çıkaran gazeteci Carole Cadwalladr, sosyal ağların manipülasyonunun gezegeni daha da kötüleştirdiğini belirtiyor
Carole Cadwalladr | Der Freitag
2016’da doğru dürüst bir fikrimiz yoktu. Masumduk. Sosyal medyanın bizi birbirine bağladığına ve bu bağlantıların iyi olduğuna, teknolojinin ilerleme ile eşit anlama geldiğine ve aslında iyi olduğuna inandık.
Dört yıl sonra, çok şey biliyoruz. Ama ne yazık ki, hala hiçbir şey anlamadığımız ortaya çıkıyor. Sosyal medyanın kasıtlı olarak çıkarılan bir yangın olduğunu biliyoruz ve dünya yanıyor. Aslında bu pandemi gibi bir şey.
İşlerin ne kadar kötüye gidebileceğini biliyoruz. Ancak, umutsuzca insan kalmaya calısıyoruz. Tamamen iyimseriz. Tabii ki, bir aşının bulunacağına inanıyoruz. Nihayetinde bir tane aşı olmalı değil mi?
Facebook olayında olabileceklerin en kötüsü zaten oldu. Kısacası bunun neler olup bittigini görmede basarısız olduk. Facebook ile hesaplaşmayı başaramadık. Bu konuda kurtarıcı bir aşı olmayacak. 2016’da her şey değişti, 2020’de ne olur? Göreceğiz.
Sosyal medya ile, corona pandemisine eşdeğer bir durum yaşadık. Bilgi edinme alanımızı hasta eden, kamusal söylemi zehirleyen ve seçim sistemlerimizi sessizce ve görünmez bir şekilde baltalayan önüne geçilemez bir enfeksiyon bu.
Soru, artık bunun tekrarlanıp tekrarlanmayacağı değil, elbette tekrarlanacak. Hiç durmadı zaten. Asıl soru şu, siyasal sistemlerimiz, toplumumuz, demokrasimiz hayatta kalabilecekmi, evet, Facebook çağında hayatta kalacak mı?
Hesap sorulmadı
Artık camdan bir küreye sormamıza gerek yok. 2016’da düşmanca tutumlu bir yabancı hükumet, bir Amerikan seçimini sistematik olarak manipüle etmek için Facebook’u kullandı. Hiçbir sonuç çıkarılmadı. Hiç kimseye, hiçbir şirkete, hiçbir bireye ya da ulus-devlete hiçbir zaman gerçek bir hesap sorulmadı.
Zuckerberg, “siyah hayatların önemli” (black lives matter) olduğunu vurguluyor fakat gelgelelim, Donald Trump’ın Afrikalı Amerikalıların ve Latin Amerika kökenli Amerikalıların seslerini kasıtlı olarak bastırmak için Facebook’un enstrümanlarini kullandığını da biliyoruz. Ve bunun kendisi için herhangi bir ceremesi olmadı.
Bugün hepimiz “Cambridge Analytica” adını biliyoruz – ve bir dönem de Facebook’un suç ortaklığı konusunda kendilerine karşı büyük bir öfke vardı. Şirket, 87 milyon kişinin kişisel verilerinin çalınmasına ve Trump’ın seçim kampanyası da dahil olmak üzere şüpheli amaçlar için kullanılmasına izin vermişti. Beş milyar ABD doları para cezası ödenmesine rağmen, tek bir kişiden dahi hesap sorulmadı.
Ve bu sadece Amerika ile sınırlı olan bir örnekti. Büyük Britanya’da ise hala görülmemiş büyük bir hesap var. Facebook olmasaydı Brexit olmazdı. Bir Amerikan şirketi, İngilizlerin gurur duyduğu bin yıllık tarihe sahip bir ada ulusunun geleceğinin, Parlamentosunun egemenliğinde olmadığı gösterdi.
Görüntüleme başına birkaç sent için manipülasyon
Peki İngiltere’de kim bunun farkında? Neredeyse hiç kimse. Belki de tek farkında olan, bu hafta Brexit referandumuna yabancı müdahaleye ilişkin gerçek bir soruşturma yapılmadığına şaşırdığını ifade eden İngiliz Parlamentosu Gizli Servis ve Güvenlik Komitesiydi. Ve bir diğeri de belki Downing Street’te, İngiliz hükumet konağında Başbakan Boris Johnson’ın yanında oturan siyasi danışmanı Dominic Cummings’di.
Dominic Cummings, Facebook’un Brexit’te oynadığı rolü biliyor. Bu konuyu Cummings kendine özgü tarzıyla tüm acı verici detaylarıyla yazmıştı. Daha önce bir seçim kampanyasında benzeri görülmemiş bir ölçekte, seçmenlerin kasıtlı olarak nasıl aldatıldığını anlamıştı. Kendi verilerine göre, görüntüleme başına birkaç sent tutan bir milyardan fazla Facebook reklamı vermişti.
Şu anda bundan bahsetmiyor tabii ki. İstihbarat komitesi medya şirketlerinin “Brexit kampanyasinda ellerinde olanak olmasina ragmen, yine de herhangi bir roll oynamakta basarisiz olduklarini ” belirtse de, “DCMS (Department for Digital, Culture, Media & Sport) bizi bilgilendirdi diye not düsüyor.
Gerçek şu ki, bu platformun Brexit yanlısı kampanyacılar tarafından kasıtlı olarak nasıl istismar edildiğini biliyoruz. Yasadaki boşluklardan kasıtlı olarak nasıl yararlanıldığını biliyoruz. Bu fillerin yasadışı olarak değerlendirildiğini, ancak –sonradan ortaya çıktığı üzere- karar mercileri tarafından ‘devede kulak’ kalacak bir oranda cezalandırıldıklarını da biliyoruz.
Facebook, 2020 ABD başkanlık seçimlerini manipüle etmek için kullanılacak mı? Evet. Facebook sorumlu tutulacak mı? Hayır. ABD’yi sonsuza dek değiştirecek bir sistem şoku ile karşı karşıya mıyız? Evet. Çünkü Trump ya Facebook’u kullanarak seçimleri kazanacak – ya da Facebook’u kullanarak seçimleri kaybedecek. Her iki durumda da bu iyi bir şey değil. Bir Fox muhabiri ile yaptığı röportajda Trump, seçimleri kaybederse Beyaz Saray’dan ayrılıp ayrılmayacağı hakkında bir şey söylemeyi reddetti.
Facebook suç ortağıdır
ABD – daha doğrusu ABD fikri – bir uçurumla karşı karşıya. Üstlendiği intihar misyonunun soğuk, ölü kalbi ise Facebook. Facebook ve ABD artık birbirinden ayrı düşünülemez. Facebook, Instagram, WhatsApp ABD ve onun siyasetinin can damarlarıdır ve ABD kan dolaşımı hastasıdır.
Sonuç olarak tüm dünya hastalanıyor Amerikan kapitalizmi bir taşıyıcı olarak enfeksiyonu dünya çapında yayıyor. Algoritmik olarak güçlendirilmiş ve hesap sorulamaz “konuşma özgürlüğü”, çılgınca ve hızlı şekilde yayılan yalanlar, nefretin özgürce ifade edilip, paylaşılması; örtülü etnik nefret,”beyaz üstünlük” ve Neo-Nazizm tüm bunlar görünmez şekilde sinsice yayılıyor- ve çıplak gözle görülmüyor.
Eski takım „Trump 2020“ için toplandı. Cambridge Analytica’nın kıdemli data (veri) bilimcisi Matt Oczkowski, Trump kampanyasının dijital Direktörü Brad Parscale ile çalışmak üzere yeni bir şirket olan Data Propria‘yi kurdu.
Ve Trump sınırlarını test ediyor. Nazi sembolleri içeren reklamlar yerleştirebilir mi? Evet. (Bu reklamlar iletişim ağından çıkarıldılar, ancak milyonlarca tıklamadan sonra).
Trump yalanları e-posta ile yayabilir mi? Evet. Black Lives Matter protestocularını şiddetle tehdit edebilir mi? Evet. Seçim sonucunu tartışmalı hale getirmek için Facebook’u kullanabilir mi? Bu konuda Sizleri bilgilendirmeye devam edeceğiz.
Hesap sorulamayan bir dünyada, kötü adam kral olur. İş modeli bir işe yaramayan, karşıtları tarafından tehdit edilen agresif bir çok uluslu şirket, en iyi ihtimalle ihtilafa düşer, en kötü ihtimalle ise bir suç ortağı haline gelir.
Bu durumun dehşete düşürmediği kişi hiçbir şey anlamamış demektir
Bu hafta Mark Zuckerberg, Trump ile “gizli bir anlaşma” yaptığını inkar etmek zorunda kaldı. “Gülünç bir düşünce” diye ekledi Zuckerberg. Bu da, Kasım 2016’da Trump‘in seçilmesinde yalan haberlerin rol oynayabileceği hatırlatıldığında “oldukça çılgın bir düşünce” demesini hatırlattı.
Ama hiç de çılgınca bir düşünce değildi. Doğruydu. Bunu, FBI ve kongredeki komisyonların seçim kampanyası sırasındaki olayları titiz bir şekilde araştırmasından biliyoruz. Bu tür bir araştırma İngiltere’de henüz başlamadı bile. Bu durum bu hafta içinde öğrendiğimiz üzere tesadüfi değildi. Bunun nedeni, gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyen başka bir Popülisttir: Boris Johnson.
Facebook Birleşik Krallık’taki sorunun da merkezinde yer alıyor. Rusya gibi düşmanca tutuma sahip devletlerin bizi ülkemizde kışkırtmasına olanak sağlayan Facebook’tur. Bu, burnumuzun dibinde, ceplerimizde, cep telefonlarımızda yürütülen jeopolitik bir savaştır.
Dünya artık Facebook’a ait. Ve içinde yaşıyoruz bu dünyanın. Bu durumun dehşete düşürmediği kişi zaten hiçbir şey anlamamış demektir.
Carole Cadwalladr, Bir İngiliz Pazar Gazetesi olan The Observer için muhabir ve makale yazarı olarak çalışmaktadır.
Çeviri: Turan Altuner