En son açıklanan enflasyon rakamları beklentileri boşa çıkardı. Enflasyon Nisan ayında %17,1 çıkınca, Mayıs ayında çok daha yükseleceği beklenmekteydi. Doğrusu ben de bu beklentiye sahiptim. Rakamların açıklandığı 3 Haziran tarihi yaklaştıkça Bloomberg HT gibi iş dünyasının nabzını tutan kurumların yaptığı tahminler %17,22 gibi bir beklenti içindeydiler. Hükümete yakın olan Anadolu Ajansı’nın tahmini ise %17,13’ü işaret etmekteydi.
Nihayet 3 Haziranda rakamlar Tüketici Fiyat Endeksin (TÜFE)’de %16,59 olarak açıklandı. Açıklanır açıklanmaz da kamuoyunda TÜİK verilerine yönelik güvensizlik tekrar dillendirilmeye başlandı. Öyle ya piyasanın beklentisine kulak kesilmiş olan kamuoyuna göre, TÜİK’in rakamları beklenenlerden 0,63-54 puan daha düşük açıklanmış ve bunun da TCMB’nin olası faiz indirimine bahane yaratmıştır. Bir kesimin açıklanan rakamlara bakışı maalesef bu yöndedir. Ülkemizde son yıllarda yaşananlar düşünüldüğünde, bu şekilde düşünenleri suçlayabilmek pek de mümkün değil doğrusu.
Aralarında benim de bulunduğum bir grup iktisatçı Nisan ayında beklenmedik şekilde gündeme gelen ve salgın nedeniyle yapılan zorunlu kapanmayı nereden bilebilirdi ki? Gerçi hükümetin salgın boyunca aldığı tüm tedbirlerde olduğu gibi, bu kez de önceden hazırlıksız, belli bir mücadele stratejisine dayanmadan, büyük ölçüde de salgının seyrine bağlı, zorunlulukla aldığı bu kapanmaların piyasalar üzerine yapabileceği etkileri öngörebilmek nasıl mümkün olabilirdi ki? Elbette zorunlu kapanmanın talep üzerinde yarattığı azaltıcı etkinin tüketici mallarının fiyatlarındaki artışı sınırlaması söz konusudur.
Peki, ama sınırlı düzeyde de olsa bu düşüş enflasyonun düştüğü şeklinde yorumlanabilir mi? Elbette “hayır”. Neticede bu hesaplamalar istatistiki birtakım yöntemlerle yapılmakta, doğal olarak belli bir hata payı içermektedir. Açıklanan rakamın beklenen rakamlarla gösterdiği o farkın küçüklüğü ister istemez istatistiki bir hatanın sonucu olama ihtimalini aklımıza getirmektedir. Dahası enflasyonda sistematik bir düşmeden bahsedebilmek için, ortaya çıkan bu trendin süreklilik arz etmesi gerekmektedir. Başta sorduğumuz sorunun cevabını verebilmek için de izleyen aylarda enflasyonun izleyeceği yolu görmek gerekiyor.
Soruya cevap olabilecek ikinci bir husus kanımca çok daha önemli. O da Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) ile TÜFE’nin hem düzey hem de değişimin yönü itibariyle gösterdiği farklılıktır. TÜFE enflasyonu düşerken, ÜFE enflasyonu artmaktadır. ÜFE, kısaca üreticilerin girdi olarak kullandıkları mallardaki enflasyonu göstermektedir. Bu özelliğiyle son zamanlarda Türkiye ekonomisinde baş gösteren kur istikrarsızlıklarının ve değer kayıplarının ilk etkisinin ÜFE üzerinde görülmesi beklenir.
Mayıs ayı içinde ÜFE’nin %38,3 oranında arttığı açıklandı. Bu, açıklanan TÜFE enflasyonunun çok üzerinde bir rakamdır ve döviz kurundaki artışların tüketiciden ziyade, daha çok üreticiler üzerinde bir yük oluşturduğuna işaret etmektedir. Önce ayın artışı %35,2 idi. Bunlar gerçekten çok yüksek oranlar olup üretici ürerindeki enflasyonist baskının ne boyutta olduğunun göstergeleridir. Ayrıca bu, üreticilerin Mayıs ayı boyunca oluşan maliyet artışlarının yarattığı yükleri tüketiciye yeterince yansıtamadığı, aksine tümünü kendisinin yüklendiği anlamına gelmektedir. Salgın nedeniyle firmaların zaten bozulmuş mali yapılarına bu enflasyonun ek maliyetler yüklediğini söyleyebiliriz. Ancak bunu daha ne kadar desteksiz bir şekilde yüklenebilecekleri ise ayrı bir tartışma konusudur. Üretici kesimler yurtiçi talep düzeyinin elverdiği ilk fırsatta kendi üzerlerinden bu maliyetlerin tamamını veya bir kısmını tüketici kesimlere yansıtacaklardır. Bu da, zamanla TÜFE ve ÜFE arasındaki farkın kapanmasına imkân sağlayacaktır. Tabi bu sırada TÜFE enflasyonu da artacaktır. Bu olasılık bugün açıklanan TÜFE enflasyonundaki düşüşün kamuoyu üzerinde yaratması muhtemel iyimserliğin önüne geçecektir.
Açıklanan bu rakamlara bakarak ülkemizde baş göstermiş olan enflasyonist sürecin sonuna gelindiğini düşünmek mümkün değil. Dahası Nisan-Mayıs arasında ortaya çıkan sınırlı düzeydeki düşüşe güvenerek TCMB’nin para politikasında değişikliğe gitmesi doğru olmayacaktır. Buradaki açıklamalarımız ışığında, kanımca bunun iki önemli nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki kurlarda artışların üretici kesimler üzerinde yarattığı “maliyet enflasyonu” tehlikesinin hala, azalmadan devam ediyor olmasıdır. İkincisi ise, TCMB’nin faizleri düşürerek yurtiçi talebi körüklemesi, bugüne kadar talep yetersizliğinden üreticiden tüketiciye yansıtılamayan maliyet enflasyonunun tüketiciye kolaylıkla yansıtılabilmesine olanak sağlayacaktır. Elbette bu da nihayetinde TÜFE üzerinden hesaplanan enflasyonunda artışa yol açacaktır.
Sonuç olarak, Mayıs enflasyon rakamlarında görülen çok az azalmaya rağmen, enflasyon konusunda Türkiye ekonomisinde değişen bir şey yoktur.
İTÜ İşletme Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Warwick ve Nottingham Üniversitelerinden ekonomi alanında yüksek lisans ve doktora dereceleri bulunmaktadır. Ağırlıklı olarak Türkiye ekonomisinin gelişme ve büyüme sorunları üzerine çalışan Öner Günçavdı’nın ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlanmış birçok makaleleri, kitap bölümleri ve derleme eserleri bulunmaktadır. Ayrıca 2009 yılında Tarih Vakfı tarafından yayımlanan “Düşten Gerçeğe – Türk Sanayiinde Elginkan Topluluğu” isimli eser ile “Yolun Sonu: Türkiye’nin Büyüme, Faiz, Bölüşüm Açmazı ve Yeni Türkiye Söylemi” (Efil Kitapevi, 2015) adlı iki telif kitabın yazarıdır.