
Enayi, hileyi anlamayan kişiye denilir genellikle. Bu cümledeki vurgu enayi değil, hiledir. Bu iki kelimeyi zihnimizin bir yerlerinde tutarak kısa bir girizgaha soyunabiliriz. Herkesin yapmakta ustalaştığı bir şeyin, biri tarafından yapılmadığında, verili olanın dışına çıkıldığı için bir nebze enayilik barındırmaktadır. Verili olandan kasıt, tarihsel süreç içerisinde olagelmiş ve bizlerin uyum sağladığı herhangi bir alışkanlık, kültür veyahut kurumsallaşmış herhangi bir yapımızdır.
Aile, din gibi verili olanın hüküm sürdüğü yapılarda çokça karşılaştığımız durumdur aynı zamanda. Bu tür yapılar toplumsal işleyişlerde önemli işlevler üstlenerek yanlış yada doğru, toplumun güzergahını belirlemede önemli bir rehber görevi görmektedir. Verili olanın mevcudiyeti tarihsellik gerektirir ve çokça sınanmadan güçlü olarak çıkan işlevsel “şey” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şeylerin örüntüsü kural olanın oluşması ve istisna olanın fark edilmesini sağlamaktadır.
Kural, yapmamızın bizim için her zaman yarar sağlayacağını düşündüğümüz şey. İstisna ise bu kuralın bozulduğu durumlarda gerçekleşmektedir. İstisna, olağan zamanlarda kötü olağanüstü zamanlarda ise yapılması gereken şey olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada tekrar “enayi” ve “hileye” dönecek olursak muhatap olduğumuz durumun vahameti açısından bir yol çizecektir. Buradaki hile aslında yaşamın kendinden menkul işleyişinin bir karşılığıdır. Yani bizim kurulu düzen olarak algıladığımız ve doğruluğuna iman ettiğimiz durumun kendisidir. Bu durumun hile olarak karşımıza çıkmasının belli başlı alametleri mevcuttur. Bu durumun alametlerinin başında hakim olanın hakimiyeti altında bulunana verdiği öğütlerde saklıdır.
Bazen hakim kültür bazen hakim ideoloji bazen hakim askeri yapı bazen de hakim ekonomik yapıların hükmettiği toplumlara, sistemlere karşı takındıkları tavır, verili olanın yani var olanın kabulüne dayalı bir çerçevede işlemektedir. Gündelik yaşam pratiklerinde bize göre doğru olanın bir tahakküm aracına dönüşmesi de “var olmanın krizi” olarak karşımıza çıkmaktadır. Belki çatışma kuramının sınıflar arası çatışma yaklaşımına benzeyen bir durum olmayabilir fakat kesinlikle “var olanın krizi” bizi yaşama bağlamaktadır. Yani her gün kendini aynı kalıp içinde var etmeye çalışan bireyin cinnet halinden söz ediyorum. Her gün aynı yoldan aynı sokaktan evinden ayrılması, evine ulaşması, iş yerinden ayrılması ve aynı zamanda iş yerine ulaşması bir verili olanın yeniden üretimini beraberinde getirmektedir. İşte hile tüm bu süreci kapsamaktadır. Ve en nihayetinde yaşamın kendisi dahi hile şemsiyesinden kurtulamamaktadır.
Enayi, hilenin farkında olmayandır demiştik. Aslında enayi hilenin özgül ağırlığını reddedip verili olanın dışına çıkma durumunu tanımlamaktadır. Enayilik bir tür girişimciliktir. Var olanın dışına veyahut yoldan sapma olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sapma hali yolun doğru veyahut yanlışlığından çok, yol olarak var olması ile özdeşleşmiş durumdadır. Enayilik bu sapma durumu olarak değerlendirilirken enayinin tüm suçu var olanın doğrunun dışına çıkmasıdır. Tam bu noktada “enayiliğin inşası” gerçekleşmektedir! Enayi kimdir sorusunu düşündüğümüzde, yapması arzulanan kötülüğü yapmayan kişi olarak karşımız çıkmaktadır bazen. Bazen de dolandırılan, haksızlığa uğraya kimseler olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm durumlarda enayilik, “kötü” olarak değerlendirilen duruma maruz kalan veyahut kötülüğü yapanda eşitlenmektedir. Bir diğer durumda enayilik ise bireyin kendi eliyle başına açtığı işler olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani bir bireyin yaptığı herhangi bir işte başarısız olması çoğu kez enayilik olarak değerlendirilir. Yukarıda enayilik bir tür girişimciliktir derken biraz da buraya vurgu vardı.
Özetle toplum kötü olmayı beceremeyenlere enayi damgasını vurmaktadır. TDK’ye göre “kumarda iyi bilmediği için ya da hilenin farkına varmayıp sürekli ütülen kimseye” enayi denilmektedir. Buradaki vurgu enayilik değil kumar olmalıdır. Enayilik kötü olanın başarılmaması ile ilişkili bir husustur. Nitekim neredeyse anlamdaş olan “keriz” de bu kapsamda ele alınabilir.
Bu bağlamda, tarihte toplumların enayiliklerine şahit olmak kaçınılmaz bir husustur. Hatta mevcut sistemler arasında en iyisi olarak değerlendirilen demokrasileri düşünelim. Söz gelimi demokrasilerde enayilik çokça fazla ön plana çıkmaktadır. Demokraside alınan yanlış kararlar, anlatılan çerçevede enayilik şemsiyesi altına girmektedir. Enayiliğin inşası tamamen toplumsal gelişmişlik düzeyi ile alakalı bir durumdur. Sahipsiz malın sahibi dışında biri tarafından alınmaması bazı yerlerde enayilik bazı yerlerde ise güçlü bir normdur. Veyahut daha somut bir örnekle bazı Avrupa devletlerinde metro ve tramvaylarda bilet turnikelerinin olmaması iki şekilde algılanılır; birincisi turnikenin olmaması bilet alma zorunluluğunu ortadan kaldırır yargısı ve bilet alanların enayi olarak değerlendirilmesi. Bir diğer yaklaşım ise turnikenin olup olmaması problem değil ve bilet almanın bir sorumluluk olarak var olmasıdır.
Bu bağlamda enayilik toplumsal bir inşa sürecinin sonunda gerçekleşir. Ve bu toplumun uygar normları etrafında şekillenir. “Yoksa enayi miyim bu yazıyı yazmazdım?!!”

Halil ECER, Lisans İnönü Üniversitesi siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümü, Yüksek lisans Gaziantep Üniversitesi Disiplinlerarası Kent Çalışmaları (Kent ve Toplum çalışmaları), Doktora ODTÜ Kent Politikası ve Yerel Yönetimler (2019-2020 özel öğrenci), Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Sosyoloji (gençlik politikaları ve kent sosyolojisi) bölümünde eğitimine devam etmektedir. Kent ve toplum alanında mekânsal dönüşümün toplumsal yansıması üzerine akademik ve sivil toplum alanında çalışmalar gerçekleştirmektedir. Kent sosyolojisi alanında yerel yönetimlerin politika süreçlerinde sosyolojik ihtiyaç analizi ve sosyal etki değerlendirmeleri yapmaktadır. Bunun yanından edebiyat ve kültür alanında “Sad Nun Mim” ve “Pansuman Yaraya İhanettir” isimli şiir kitapları mevcuttur. İzdiham Dergisinde düzenli olarak yazılar yazmaktadır. Hemhal, Davaro gibi dergilerde de denemeler yazmaktadır. Bir süre Gazete Duvar Forum’da köşe yazıları yazmıştır.