Kanımca Corona salgını 3-4 haftaya normal taşınabilir düzeye gelecek gibi görünse de, biyoloji uzmanı olmadığım için benimkisi spekülasyon düzeyinde bir tahmin. Eğer salgın uzun sürmez ise tekrar normale (eskiye) geri dönülmesi mümkün çünkü insan psikolojisi alışkanlıklarını önemli ölçüde devam ettirme yönünde. Öyle büyük değişimler, alt-üst oluşlar beklemiyorum. Ne büyük bir faşizm, ne de büyük bir sosyalist devrim çıkar bu süreçten. Ama kimi olumlu kimi olumsuz reformlara gebe bu yaşananlar: Sağlık sigortasi sisteminde herkesin kapsanması, kamu hastanelerinin ve sağlık çalışanlarının desteklenmesi ilk akla gelen olumlu potansiyel değişim iken, kitlesel kaygının ve hayatta kalma güdüsünün meşrulaştıracağı otoriter güvenlikçi düzenlemeler ise engellenmesi gereken olumsuz değişimler olarak önümüzde duruyor.
Peki ama salgın ve karantina, ekonominin şuanki yapısıyla ve var olan stoktaki mal miktarı ile kaldıramayacağı kadar uzun sürerse?
Üniversitelerin ekonomi departmanlarına, medyaya ve dolayısıyla devletlerin ekonomi politikalarına da hakim olan anaakım yaklaşım iktisadi arz yönlü, ekonomik krizleri de dışsal şoklarla ele almaya meylederken, muhalif sol yaklaşımlar talebin belirleyiciliğini vurgular, krizleri de piyasa süreçlerine ve borçlanma düzeylerine içkin olarak görür. İki yaklaşım da bu temel ayrımdan ötürü tartisilageldi. Corona krizi ise, hem arza hem de talebe şok mahiyeti taşıyor. O nedenle daralma çok daha sert gerçekleşiyor fakat kanaatimce arz yönü daha baskın ve daha belirleyici bir kriz sözkonusu. Arz şoku daha belirleyici çünkü tedarik zinciri kırılmış durumda. Belli sektörler hariç üretim durmak zorunda kaldı global ölçekte.
Talep tarafında ise panik ve karantina nedeniyle, gıda, ilaç, temizlik ve tıbbi malzeme ürünlerine artış yönünde talep şoku yaşanırken, geri kalan mal ve hizmetlere düşüş yönünde şok yaşandı. Yani tüketim harcamalarının komposizyonu değişti.
Bu durumda diğer sektörlerdeki bazı firmaların bazılarının bu talep ve ihtiyaç artışı yaşanan sektörlere kayması gündemde. Bu, talebin arttığı sektörlerdeki firmaların kısa dönemdeki verili kapasitelerine ulaşmaları durumunda tercih edecekleri fiyat artışını önleyici, talebi karşılamayı sağlayıcı, ve de istihdam düzeyini koruyucu bir etken olması itibariyle olumlu. Örneğin Volkswagen solunum cihazları üretmeye başlayacağını duyurdu. Ancak her firma bu sektör değiştirmeyi başarabilecek durumda değil.
Bu sektörel kayışlar, sektörlerdeki yoğunlaşmayı- yani rekabet düzeylerini de değiştirecektir. Girişlerin olduğu sektörlerde rekabet artıp yoğunlaşma düşerken, çıkışların olduğu sektörlerde kalan firmalar düşük rekabet, yüksek yoğunlaşma durumundan orta-vadede faydalanır konuma gelecekler.
Uzun sürede başarılamayacak başka bir diğer husus da, çokça talep edilen, kısa vadede mümkün olan ücretsiz izin. Nihayetinde firmaların maaşları ödeyebilme kapasiteleri, ürettikleri malları satabilmelerine bağlı.
Şuanda hayati konumda olan ve talep artışı yaşayan ilaç, gıda ve temizlik gibi sektörler, kısa vadede eldeki hammadde ile yükselmiş talebi diğer sektörlerin desteği olmadan şimdilik karşılayabilseler de; orta-uzun vadede hammadde ve kapasite artışına gittiklerinde edinecekleri sermaye mali (makina-teçhizat) ihtiyaçlarını gidermeleri için diğer sektörlere ihtiyaç duyacaklar. Yani diğer yan sektörlerden izole bir üretim çok uzun süre mümkün değil.
O nedenle „vatandaşlık geliri“ önerisi uzun sürecek ve sadece hayati sektörlerin üzerine yığılmış bir karantina ekonomisine orta ve uzun vadede çözüm sunmuyor bence. Çünkü mesele sadece paranın piyasada dolaşması değil. Mal ve hizmetler piyasada dolaşamadığı takdirde piyasada dolaşacak olan para, daha ziyade finansal işlemler için dolaşacaktır ve finansal varlıkların fiyatını şişirecektir. Tıpkı son 30 yıldır olduğu gibi: Finanşallaşma.
Ayrıca, zaten halihazırda zengin olan yurttaşlara para verilmesinin bir anlamı yok, çünkü onlar bu parayı harcamayacaklar, tasarruf edecekler- finansal ürünlere yatıracaklar. Herkese 1000 Dolar verileceğine örneğin, tasarruf edecek olan orta ve üst kesime vermeyip, o parayı harcayarak talebi canlandıracak olan alt ve orta kesime, işsizlik maaşına ek olarak 1200 Dolar vermek daha etkin bir çözüm. Daha etkili olacak yöntem, işsizlik parasının kapsamını ve miktarını yükseltmek. Çünkü bu işçinin pazarlık gücünü destekleyerek, firmaların düşük ücret ve kötü çalışma koşullarını reddetme imkanı sunacaktır. Özellikle, Corona salgını bittikten sonra, yüksek işsizlik ortamında firmaların yeniden ise alımlarında düşük maaşları dayatmasına karşı bir güvence olacaktır.
Çok uzun sürecek bir karantina ortamında para basarak talebi canlandırma veya canlı tutma fikri de gerçekçiliği zayıf bir önerme, çünkü talep normal bir kriz ortamındaki gibi, temel olarak gelir kaybından ötürü daralmış değil. Birçok sektör için daralırken ve birkaç hayati sektör için artarken, genel toplamda talep daralıyor- fakat gelir kaybından ötürü değil. Üretimin uzun süreli durması ve dolayısıyla işsizliğin artması nedeniyle düşecek olan talep, toplam daralmayı derinleştirir evet ama suanki talep daralması hayati olmayan mal ve hizmetlere acil olarak ihtiyaç duyulmaması ve dışarı çıkılamadığından erişimin pek mümkün olmaması nedeniyle yaşanacak. Yani elde para olsa da talep etmek mümkün ve anlamlı değil.
Dolayısıyla üretim yapamadan para basmanın bir anlamı yok. Ki zaten para, üretim, yatırım ve tüketim talebi doğrultusunda bankalarca yoktan yaratılır. Şimdi tüketim ve yatırım talebi yoksa, yani o parayla satın alınabilecek mal ve hizmet arz edilemediği sürece paranın değiş-tokuş fonskiyonu zedelenir.
Piyasaya para enjekte etmenin etkili olmasının yolu, o paranın kime verileceği ve o kişilerin parayı nasıl kullanacağı. 2008 krizi sonrası uygulanan Merkez Bankası’nın tahvil alımı yoluyla gerçekleştirilen enjeksiyon, enflasyon yarattı fakat finansal piyasalarda, mal ve hizmet piyasasında değil. Ancak kamu yatırımı ve kamu istihdamını canlandıracak bir yöntem ise mal ve hizmet piyasasında canlanmayı daha etkili sağlayabilirdi.
Ayrıca ne zamana kadar üretim olmadan para basılabilecek? Toplumun ezici bir kesimi emekliler gibi yaşayacak.
Dolayısıyla çok uzun sürerse eğer, karantina süresince yapılması gereken temel olarak, nasıl talebin kompozisyonu değiştiyse, kamu harcamalarının ve vergi gelirlerinin de kompozisyonunu değiştirmek. Ve bunu da, ilaç, gıda ve temizlik sektörlerinde ve bu sektörlerin dışındaki -özellikle de bu sektörlere hammadde ve makina tedarik eden destekleyici konumdaki yan sektörlerde üretimin devamını salgına kapılmayı engelleyecek şekilde sağlayacak üretim tekniği yönünde kullanmak. Nihayetinde evde kalma ve evden çalışma lüksüne sadece beyaz yakalılar sahip.
Daha da açmak gerekirse:
Tüketimden, özellikle de gıda ve temizlik ürünlerinden alınan KDV gibi dolaylı vergileri minimize etmek, yüksek gelir grubundan edinilen doğrudan vergi gelirlerini artırmak yoluyla, virüs-karşıtı teknolojik inovasyona yatırımı ve sağlık sektörüne yatırımı finanse etmek önemli yapısal bir çözüm yolu sunabilir.
Virüs-karşıtı inovasyondan kasıt sadece tıbbi teknoloji ve ilaç geliştirilmesi değil. Virüse karşı aşısızlığa ve ilaçsızlığa rağmen üretimi ve hayatı devam ettirecek, salgını karantinaya girmeden engelleyecek teknolojik ve diğer yenilikçi tasarımlar. Örneğin tüm çalışma ortamlarını, toplu taşıma ortamlarını ve fabrikaları, havayı virüslerden arındıran havalandırma sistemleriyle donatmak.
Belki haftanın bir yada iki günü, dönüşümlü vardiyalarla çalışanlar arasında temasın minimize edildiği, günde 4 saat çalışma gibi bir düzenleme ile virüsün bulaşması minimize edilirken üretim asgari ölçüde devam ettirilebilir.
Aksi halde toplumsal iş bölümü kırılırken, insanların yaşamını idame ettirmesi için elzem olan gıda gibi sektörlerde çalışanların üzerine yığılmış olacak bir ekonomi taşınabilir değil. İnovasyonlar da her zaman firmalardan gelmeyebilir. Özel sektör şuandaki finansal daralmışlık dolayısıyla inovasyonları finanse etmekte yeterli veya cesur olamayabilir. Dolayısıyla kamunun öncülük etmesi efektif olabilir.
Üretimin orta-uzun vadede devam ettirilmesi lazım, çünkü gelir yaratılmadığı sürece toplanacak vergi de olmayacak ve kamu harcamalarının sadece para basarak finanse edilmesi uzun dönemde sürdürülebilir değil. Para basılmasıyla talep düzeyi desteklenmiş olsa da o talep üretimle karşılanamadığı takdirde istihdam yaratan bir talep işlevi görmeyecektir. Bu sebeple, „para basmak enflasyon yaratmaz“ argümanı da bu durumda pek geçerli değil. Çünkü bu para, yatırım ve tüketim motivasyonlu olan para talebiyle yaratılmış olmadığından ve talebin yöneleceği hayati sektörlerde tam kapasiteye erişilmiş olacağından üretim artışını değil, fiyat artışını tetikleyecektir. Diğer sektörlerde de talebi ve üretimi güdülemeyecektir bu basılmış para.
Öte yandan üretimlerini durdurmuş olan firmalar, düşük düzeydeki siparişleri şimdiye kadarki maliyetlerini karşılamak için ellerindeki stokları daha pahalıya satarak karşılamaya yönelebilirler.
Fazla para basmanın enflasyonu tetiklemesi için sadece firmaların tam kapasiteye ulaşması gerekmiyor. Yerli para biriminin miktarı yabancı para biriminin miktarına göre daha fazla artarsa kur ve dolaylı olarak enflasyon da artar. Diğer sorun ise, eğer devlet, TC gibi direk vergi toplamayı beceremiyorsa, bütçe açığını kapatmak için KDV, ÖTV gibi dolaylı vergileri ve devletin fiyatladığı talep esnekliği düşük ürünlerin (benzin, şeker, çay gibi) fiyatlarını artırarak da enflasyon yaratır.
İstihdamın ve üretimin devam ettirilmesi, karantinanın uzun süre devam etmesi durumunda yükselecek güvenlikçi otoriter devlete de ket vuracaktır. Öte yandan, home-office yoluyla iş ve ev ayrımının, başka bir ifade ile kamusal-özel alan ayrımının yıkılmasının sosyal-psikolojik olumsuz etkileri de yıpratıcı olacaktır.
Teknolojik çözümlere erişinceye değin orta-vadeli çözüm olarak hammadde, girdi ve daha çok tüketim mallarının, virüsün yaygınlaşmadığı ülkelerden ithalatın gündeme gelmesi mümkün. Fakat bu da dış ticaret açığının finansmanı ve kur üzerindeki yukarı yönlü baskı nedeniyle uzun vadede ve global ölçekte sürdürülebilir değil.
Talebi ekstra yeni para enjekte etmeden desteklemenin etkili bir diğer yolu ise, özellikle alt ve orta gelir grubu hanehalklarının ve orta-küçük ölçekli firmaların borçlarının silinmesi veya en azından uzun vadeye yeniden yapılandırılması. Alt-orta gelir grubunun borç yükünün düşmesi, hayatın idamesi yönündeki harcamalara katkı sunacaktır. Aksi takdirde enjekte edilen para borç ödemelerine giderse, ya yine harcamayan tasarruf eden üst gelir grubuna transfer edilmiş olacak yada bankalara geri ödeneceğinden, daha önce bankalarca yaratılmış olan para, borcun ödenmesiyle yok olmuş olacaktır.
Bu kriz, kendimi yakın bulduğum Post-Keynesyen ekolün vurguladığı kapitalizmin içsel dinamiklerinden kaynaklı bir kriz olmadığından, talep odaklı Post-Keynesyen çözümler gereklidir. Evet, ama bu uzun dönemde yeterli olmayacaktır. Üretim devam edemediği sürece sert düşen talebi para enjekte ederek desteklemek pek mümkün değil çünkü bugün arz talebi takip edecek, talebe anında cevap verecek durumda değil. Üretimin mümkün olduğu şartlar sağlandıktan sonra toplam talebi destekleyici uygulamalar devreye girebilir.
1983 Newroz’unda Elbistan’ın Sevdilli köyünde dünyaya geldi. İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra, ÖSYM bursuyla girdiği Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası Finans lisans eğitimini 2011‘de tamamladı. Türkiye’nin AB’ye üye olacağını, demokratikleşeceğini sandığı lisans döneminde sivil toplum aktivitelerine katıldı; çeşitli gazetelerde yorum yazıları yayınladı. Eski dindar çalışma arkadaşlarının değişen tavırları üzerine, bu çabalarının işe yaramayacağını, aksine Türkiye’nin diktatörlüğe evrileceğini düşünüp 2012‘de ülkeden çıkma kararı aldı. Akdeniz Üniversitesi ve Hamburg Üniversitesi’nin ortak Avrupa Çalışmaları yüksek lisans programını DAAD bursuyla Mayıs 2014‘te tamamladı. Ekim 2014 – Ekim 2017 arasında Hamburg Üniversitesi Sosyal Ekonomi departmanında „finansallaşma, maaş eşitsizliği ve tekelleşme“ başlıklı, uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış 3 makaleden oluşan doktora tezini tamamladı; araştırma görevlisi olarak „Büyüme ve Bölüşüm“ ve „Ekonomiye Giriş“ derslerini verdi. Rostock Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırma görevlisi olarak Finans ve İktisat Politikası, Dağıtım ve Rekabet, ve Endüstriyel İktisat derslerini verdi. İktisadın Post-Keynesyen ekolüne yakındır, politik olarak liberal-solcudur. Eşitsizlik, finans ve iktisat politikası temel araştırma konularıdır.