“Kendim için bir köşe yaptım ve orada yaşadım.”[1]
“Büyük” sıfatına layık bir yazardı.
“Herkesi öldürüyoruz, sevgili dostum, kimini kurşunlarla, kimi sözlerle, kimini yaptıklarımızla ve kimini de şimdiye kadar yapmadıklarımızla,” der ve eklerdi:
“Her şeyi anlıyorum. Ve bu beni öldürecek.”
Kanımca “Bir çocuğun ölümünü görmektense evrene geliş biletimi iade etmek isterim,” diyen Onu vahşet dünyasını kavraması kahretti ki, tam da bunun için ardı ardına sıralamıştı:
“Şu dünyada kimse gerçeği görmek istemiyor…”
“Böyle bir dünyada dürüst olmak ‘budala’ olmaktır…”
“Normal şartlarda iyi biriydim, fakat şartlar hiç normal olmadı…”
Bunlar böyle olduğu için de “İnsanları toptan sevmek, ahlâksızlıktır,” diye haykırırdı Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski!
* * * * *
Stefan Zweig’ın, “Dostoyevski’nin kahramanları ateşli ve coşkundurlar; bu bayağı dünyayı olduğu gibi kabul etmek istemezler, hayatlarından memnun değildirler, hayatı küçümserler ve gerçek bir hayata ulaşmaya çalışırlar; gayeleri vatandaş veya insan olmak değildir; her birinde, bütün alçakgönüllülüğüne rağmen bir kurtarıcı olmaktan ileri gelen tehlikeli bir gururun kıvılcımı parıldamaktadır,” diye tarif ettiği O, yalın ve çıplaktı; tutkulu ve marjinaldi; derine dokunurdu ilmek ilmek işleyip oluşturduğu karakter çözümlemeleriyle.
Yeraltından gün yüzüne çıkan duyguları, sayfalara yansıtıp; ahlâksal, dinsel, siyasal konuları etkileyici bir dille ak kâğıda geçirmişti…
Tomris Uyar’ın çalışma masasında bir resimken; yazıyı ve yalnızlığı simgeleyen O, modern psikolojinin temelinde harcı olan yazardı.
Yapıtlarında ele aldığı konular, işlediği kurgular, karakterleriyle insan olmanın doğasını öğretip, çözümlerdi.
Kendisinden sonraki birçok yazarı etkileyip, iz bırakırken; yapıtlarıyla insan(lık)ı düşünmeye yönelmişti.
Hayata, insanlığa, aşka, vicdana, psikolojiye, taşralılığa, savaşa yani canlıları ilgilendiren çok önemli konulara dair söylerken; insanı, ona ait her şeyi en küçük ayrıntısına kadar analiz edip, insanın haritasını çizmişti sanki.
Kimilerine “abartı” gibi gelse de, tüm zamanların en iyi yazarlardandı. Romanın nasıl yazılacağını gösteren edebiyatçıydı. Kişileri, tiplemeleri, karakterleri, kurgularıyla edebi açıdan kusursuza romanlar kaleme almıştı.
Uyumsuz yaşamanın anlatıcısı Dostoyevski, yaşadığı zamanın ağrısını bilerek, duyarak, hissederek yeryüzü cennetinde insanın cehennemini anlatırken Mihail M. Bakhtin şunlara dikkat çekerdi:
“Dostoyevski’nin sesi, yarattığı şu ya da bu karakterin sesiyle iç içe geçip kaynaşır; bazılarına göre, tüm bu ideolojik seslerin kendine özgü bir sentezidir; bazıları da tüm bu diğer seslerin Dostoyevski’nin sesini bastırdığını savunur.”[2]
Nihayetinde dedim ya; Dostoyevski’yi en güzel Stefan Zweig tanımladı: “Bütün insanlığın son sınırı Dostoyevski değilse hiç kimsedir!”
Jorge Luis Borges ise, “Aşkı ilk defa yaşamak gibi, denizi ilk defa görmek gibi, Dostoyevski’yi keşfetmek de insanın hayatında önemli bir tarihtir,” derken; Cemal Süreya da bu görüşü pekiştirir gibidir, “Aslında ikinci bir doğum tarihim de var benim: 1943. Dostoyevski’yi okudum, ondan sonra hiç huzur kalmadı bende. Beni edebiyata, şiire iten şeylerde tuhaf bir şekilde en çok bir romancının, Dostoyevski’nin etkisini buluyorum,” satırlarıdır.
* * * * *
Kolay mı? Toplumsal eleştiri ekseninde insan(lık) hâlleri çözümleyerek, tasvir ederdi…
Mesela -sanki bugünü(müzü) anlatırcasına- “Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor; ‘Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?’
Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar.
İnsanları birbirlerine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı.
Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor, kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.”[3]
Ya da “İnanır mısınız, tek istedikleri tam anlamıyla kişiliksiz olmak… Kişiliksiz olmaktan haz duyuyorlar! Yeter ki kendileri olmasınlar, yeter ki kendi kendilerine benzemesinler… Bunun adına da en ileri gelişmişlik diyorlar…”[4]
Veya “Gökyüzü öyle yıldızlı, öyle berraktı ki, onu gören kendine sormadan edemezdi: Nasıl oluyor da böyle bir göğün altında türlü türlü suratsız, kaprisli insan yaşayabiliyor?”[5]
Sonra da “Her şeyden önce kendine yalan söyleme. Kendi kendine yalan söyleyip yalanını ciddiye alan insan; sonunda ne kendine, ne de çevresine gerçeği seçemez olur, böylece hem kendisine, hem de başkalarına saygısızlık eder,”[6] ifadelerindeki üzere…
* * * * *
‘İnsancıklar’, ‘Beyaz Geceler’, ‘İkiz’, ‘Yufka Yürek’, ‘Ölüler Evinden Notlar’, ‘Yeraltından Notlar’, ‘Suç ve Ceza’ ve ‘Karamazov Kardeşler’in yazarı Dostoyevski’yi kılavuz alanlardan biri de Franz Kafka’dır. Tıpkı “Psikoloji hakkında bana herhangi bir şey öğreten biri varsa o da Dostoyevski’dir,” diyen Friedrich Nietzsche gibi, O da saklamamıştı hayranlığını.
İnsan(lık)ın böcekleşme tehlikesine değgin bir endişeyi, korkuyu hatırlatan Dostoyevski’nin kahramanları böcekleşmeye direnirlerken; ‘Öteki’[7] romanının ana karakteri 9. dereceden bir memur Bay Golyadkin (Yakov Petroviç) üzerinden bireyin kendine yabancılaşması, ötekileşmesi, parçalanmış hasta birine dönüşmesi sorununa dikkat çekmişti.
Zaafları, negatifleri ustaca sergileyen yazar, çözümünde ipuçlarını verirken; “İnsan, özgür bir varlık olarak kötüden sorumludur. Kötü olan her şeyle mücadele edilmelidir,” der.
Gerek yaşadığı devrin Rusya’sını anlatma yeteneği, gerek insan psikolojisinin derinlerine inebilme becerisi, gerekse çağları aşan diliyle günümüzde hâlâ bir edebiyat dâhisi olarak adlandırılması ya da “Edebiyat otoritelerinin onu bir dönüm noktası olarak kendisinden önce gelen roman sanatını allak bullak eden bir yazar olarak değerlendirmesi”[8] boşuna değildir.
‘Yeraltından Notlar’ı[9] dünya yazınının başyapıtlarından biri sayılır; emeğinde evrensel insan(lık) sorularını soran, yerleşik çürük değerleri, ahlâk anlayışını yerden yere vuran Dostoyevski günümüzü de aydınlatabilip, “Anlatılan senin hikâyendir,” diyen bir kalemdir hâlâ.
Onun ölümsüz yapıtlarında her okuyuş “yeni” bir okuyuşken; hem tinsel hem de maddesel ilişkilerdeki değişimin romancısıdır O.
* * * * *
Diyeceklerimi Onun çarpıcı hatırlatmalarıyla sonlayayım:
“Bilgisizlik, soytarılığın bir çeşididir”…
“Başkalarının zavallılığına bakıp kendi hâline şükredenlerden tiksiniyorum”…
“Yalnız kalsanız bile benzemeyin başkalarına!”…
“İnsanlar zenginleştikçe, dünyadaki mutluluk azaldı”…
“Mutsuz olup bilmek, mutlu olup aptal yerine konmaktan daha iyidir”…
“Vicdanı temiz olmayanın, anlayışı da kıttır”…
“Kişiliğinizi geliştirmek için, çocuklarla vakit geçirin”…
“Yalan söyleyerek dünyanın öbür ucuna gidersin ama geri dönemezsin”…
“Basit görüşlü, koyun düşünceli insanlar yalnızca başarıya taparlar”…
“Kimi zaman insanda ‘hayvanca’ bir zalimlik olduğundan dem vurulur, ama hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık, bir hakarettir bu. Bir hayvan asla insan gibi zalim olamaz; böylesine ustalıklı, böylesine sanatsal bir zalimlik insanda olur sadece”…
“Umursamaz adamın, berbat bir korkudan başka hiçbir inancı yoktur”…
“Korku, yalan doğurur”…
“Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir”…
“Doğada gülünç hiçbir şey yoktur”…
“Kimi zaman böyle olur; sözler hiçbir işe yaramaz”…
“Dünyada gerçeği konuşmak kadar zor, yalakalık yapmak kadar kolay bir şey yoktur”…
“Bir toplumda hırsızlar, katiller, serseriler rahat dolaşıyor ve iş yapıyorsa o toplum iyi yönetilmiyordur”…
“İktidar, eğilip onu alma cesaretini gösterenlere verilir. Bir tek şey söz konusudur burada: Cesaret!”
* * * * *
Yapıtlarının bugün de (Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı bahane edilerek) yasaklanmaya kalkışılmasının gerçek nedeni, O’nun bu duruşu değil midir?
Yazar, aktivist. 1954, Kale Mahallesi / Çorum doğumlu. Baba adı Kemal, anne adı Necla’dır. Eserlerinin çoğu Sibel Özbudun ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır. Kitapları dışında kendisi hakkında yeterli bilgi bulunamayan Temel Demirer, kendisini şöyle anlatır:
“Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm… Ne yazacağımı kestiremedim. Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım… “İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil” diyen(lerden); dünyaya aşağıdan bakan(lardan); kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan); yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan) ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden); sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden); bir afet-i devrana aşık olan(lardan); hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan) ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim… Ve nihayet halen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım.”
N O T L A R
[*] Ümüş Eylül Kültür-Sanat Dergisi, No:45, Ekim-Kasım-Aralık 2022…
[1] Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Delikanlı, çev: Melih Zindancı, Amfora Yay., 2006.
[2] Mihail M. Bakhtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, çev: Cem Soydemir, Metis Yay., 2004.
[3] Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski, Budala, çev: Ayhan Aktar, Güven Yay., 2008.
[4] Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski, Suç ve Ceza, çev: Mazlum Beyhan, Türkiye İş Bankası Yay., 2014.
[5] Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski, Beyaz Geceler, çev: Barış Zeren, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2020.
[6] Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski, Karamazov Kardeşler, çev: Nihal Yalaza Taluy, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2017.
[7] Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski, Öteki, çev: Serpil Demirci, Öteki Yay., 2016
[8] Hicri İzgören, “200 Yaşında Bir Delikanlı”, Yeni Yaşam, 16 Aralık 2021, s.2.
[9] Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski, Yeraltından Notlar, çev: Metin Celâl, Oda Yay., 2015.